Genelkurmay ve Dışişleri Waşington’dayken Cumhurbaşkanı Gül, eşzamanlı olarak Büyük Asya’da tur attı. AB-D hesabına Asya’nın nabzını yokladı. AB-D-İsrailci maşalarla, monşerlerle Asya’da zemin kolladı.
Yukarıdaki cevab, Amerikalılara şık gelirken, tam bağımsızlık ruhu bunu ‘maşalıka teşvik’ olarak görmüştür.
Amerikalının ‘radikal’ dediği vatanseverler, Millî Mücadele’de Urdusu ile, Peştun’u ile bizimle omuz omuza Batı emperyalizmiyle çarpıştı.
Hind kıtasının Talibanları da, zamanın Anadolu “radikal”lerini finanse ediyordu.
O yıllarda İngiltere, bölgede, bugünkü TSK’nın tepesindeki NATO’cuların yapıştırdığı “terörist” yaftasına eş, “asi” yaftasını bize yapıştırdı. Zamanın uzlaşmacı paşalarıyla konuşurken ettikleri “asî” türünden laflar, İngiliz raporlarında gırla geçer.
Şimdi Taliban’a karşı “daha aktif ve daha çok işbirliği içinde olmak” için yardım bekleyen Amerika’yla ilişkide böyle bir şey sözkonusu olmayacaksa, Afganistan’da –en son gönderilen bin civarında askerle birlikte- TSK’nın Afganistan’daki amacı tam olarak nedir?
İncirlik terör üssü gibi üslerden doğuya AB-D-İsrail uçağı uçuran gizli anlaşmaların hükmü nedir?
Bununla birlikte Irak’ın kuzeyine Amerikan üssü istediğini açıklayan kukla yapılanmanın elebaşlarından Barzani için “Eğer gerçekten dostlar” dedikten sonra PKK’yı kasten “ve bu örgütün bir an önce kendilerinin selameti için de bitmesini istiyorlarsa öncelikle onların bu operasyonu yapması gerekiyor. Kerkük Yumurtalık boru hattı kapasitesi daha da arttırılmalı. Ayrıca bu hatta paralel bir de gaz hattı kurulabilir.” şeklinde müthiş bir çözümlemeyle, Amerika’nın Irak’taki demokratik sömürgeleştirmesi ve müslüman soykırımı meşrulaştırılıyor.
Nasıl bir zihniyettir bu?
Hainlerin selâmetini düşünmek ne zaman bu vatanın derdi olmuş?
Bu, emperyalizme ve Çokuluslu Şirketlere “maşalık” değilse nedir?
Zenginlik kaynaklarımızın vanasını Batılı ve Batıcı şirketlere açan ve hem Türkiye’ye hem bağımsız Irak’a ihanet etmiş bir çift hain soyunun “dost” olabileceklerini düşünmek, Suriye sınırında aranan “maşa”larla aramızda ne fark bırakır?
Evimiz daha uzun süre ısınsın diye, makam otomuz daha uzun yol alsın diye topraklarımızdaki zenginlik kaynaklarının yağmasına göz yummak?
Bunun adı “barış, huzur ve istikrar”, bunun adı “yurtta sulh cihanda sulh”muş…
Asıl bu zihniyet barış, huzur ve istikrar bozucudur.
Topraklarımızda AB-D’nin talimatıyla operasyon yapıp ev basmak, insanımızı terörist yaftasıyla infaz ederken de aynı zihiyet devrede...
“Yurtta Sulh, Cihanda sulh…”
Bu ilke değil, olsa olsa ilkesizliktir.
Maşalığa yol açan, politikasızlıktır.
Yurtta-dünyada Batı’ya maşalıktır.
Söylenildiği dönemin şartları dikkate alınarak değerlendirildiğinde, bu klişenin altında saklı olan şeylerden en önemlisi, Batı’ya karşı Türk’ün yani İslâm’ın, Batı’yı “fetih alanı” olarak gören bin yıllık orduculuk ve cihanşumüllük gayesinden uzak durulacağını, böyle bir mirasın reddedileceğini taahhüd eden Batıcı hiziptir.
Bu hizbin başını, ilki “Tek adam, ebedî şef” gibi sıfatlarla anılan M. Kemal ve “ikinci adam, millî şef” denen İ. İnönü çekiyordu.
Bu hizib bu sözle, hem Batı’yla işbirliği için “güven ve istikrar” garantisi verdi –Lozan!- hem de Anadolulu Türk’üyle, Kürd’üyle, Arabı’yla Batı ile süren savaşını zaferle noktalamak üzereyken, devlet içinde mevki ve makamları entrika-dolap-dümenle ele geçirdi, gaspetti.
Meşrutiyet dönemini yaşayıp, cumhuriyet dönemine geçiş yapmış aydınların birçoğunun bu hakikati gizlerken yaşadığı tereddüt, cumhuriyet nesillerine yazdıkları her satırın arasından okunur, fena halde sezilir.
Türk/Müslüman damarı, bu propagandalarla kanırta kanırta en dibe bastırılır.
Kimi İslâm’a düşman, kimi İslâm’dan pişmandır.
Ancak dilekleri çok açıktır: “İslâm olmasın da ne olursa olsun”
Bu zihniyetin kurduğu tezgâhtan geçmiş yeni nesil siyasîlerin, II. Dünya Savaşı’ndan sonra San Fransisco Diktesi ile gelen “Demokrasi Dini”ne sarılması daha net anlaşılıyor.
Muhakeme tarzı, tamamen Batı’da düzülen lügatlerden seçme kavram ve kelimelerle yerleşmiş, işgal altında zihin!
Asırlık kökleriyle “tarihî psikoloji”yi, demokrasi dininin lugatıyla parçalamak, Batıcılar için daima zor ve çelişkilerinden kurtulamıyorlar.
Onların zoru Batılılaşmak, bizim zorumuz ŞAHSİYET olmak!
Onlar, üstün ve galip Batı’yı merkeze alıyor ve vatanı Batı’ya yolgeçen hanı yapıp yağmalatıyor/yağmalıyor.
Bizse, burası sizin han-ı yağmanız, köprünüz değil, Merkez Doğu! demek için direniyoruz.
Dağdakini düze indirmek üzere ‘af’ düşünülürken asıl affın, insanımızı katleden Siyonist maşası peşmergelere “güvenli” yağma için toprak vaadinden başka bir şey olmadığı görülüyor.
Yağmacı liberal-demokratların ‘çözüm’ü, bizim insanımız için ölümdür.
Batı’nın terör tanımı gereği “aranıp, bulunup, yok edilmesi” gerekenler, bu çözüme engel görülüyor; öte yandan peşmerge maşalar, paşa paşa Ankara’da ağırlanıyor, “dost ve kardeş” ilân ediliyor.
Petrol boru hattı, müslüman kanıyla çiziliyor.
Bu hattın kapasitesinin arttırılmasından bahsetmek rahatlığı, bölgede müslüman katlindeki kapasitenin de artırılacağına delâlet eden gizli bir anlaşmadan kaynaklanıyor olabilir mi?
Askerî erkânın ve Türk’e Batıcı propaganda yapan siyasîlerin bayıldığı bir klişe daha vardı: ‘Türkiye Doğu-Batı arasında bir köprü...’
Batıcıların vazgeçilmezlerinden deminki klişenin aynı bu klişe, öyle bir şahsiyetsizliği, öyle bir aşağılık kompleksini insanımıza aşılamak üzere vurgulanıyor ki, oryantalizmin Batı diplomasisine kazandırıp olduğu gibi tercüme edilen bu laf da, yıllardır Türk’e Batıcı düzenin dikte vasıtası oldu.
“Köprü”nün muhtelif mânâlarıyla birlikte, Türkiye’de Batıcılığı ele alalım…
İki şey arasında bağ veya ilişkiyi sağlayan şey: Batı ile bağ, ilişki sahte, yalan ve insanımızdan vareste. İlişkide olan Batıcılar. Köprü değil, merkez. Biz, müslüman/Türk!..
Geminin önünü iyice görecek bir yükseklikte, sancaktan iskeleye kadar kurulan kumanda yeri: Tanzimat’tan bu yana içimizdeki Batıcılar, dümeni Batı’ya doğru -bütün sahte kutuplarıyla birbirini tepeleyerek de olsa- sabit tutmak için vatanı batırasıya debeleniyor.
Güreşte omuzları yere değdirmemek için ayakları ve alnı yere dayayıp beli yukarı kaldırarak alınan durum: Batı’yla olan güreşimizde, Batıcıların % 90’ı Batı’ya ve Batı hayat tarzına nefret ve düşmanlığıyla bu milleti getirdikleri durum… İki-üç asırdır tuşa getirmek için bütün kesimlerin haini üzerine çökmüş.
Vücudun, sırt yere dönük olarak el, baş veya diz yere dayanarak yay biçimi aldığı durum: Saf milletin Batıcı saldırılara karşı masum katlanışı… Batı çamurunun bulaşmadığı en saf ve temiz halimizi yeniden kazanmak üzere cenin vaziyeti alışımız… Hilâl tedaisi!..
Olmayan dişlerin yerini tutmak veya takma dişleri ağızdaki dişlere sağlam tutturmak amacıyla yapılan diş protezi: Batıcı maşaların istediği bu düzenin bu topraklarda asla tutmayacağını, millî bünyeye kaynamayacağını işaret eden harika çapında misâl...
Batı medeniyetini bedahetler üzerinden tanımak istiyorsanız; onların 91’den bu yana Irak’ta yaptıklarına şahit olmanız ve haklarındaki düşünce ve duygularınızın kesin halini alması bakımından fazlasıyla yetecektir.
“NATO’nun ikinci büyük ordusu” olduğu iddiası...
Birinci ordu Atlantik’in öbür yakasındaki Amerikan ordusu anlaşılan...
Neden İslâm’ın/Türk’ün değil de NATO’nun ordusu oluyormuş?
Sadece tepeleri ele geçirmiş, azınlık ve Atlantik’te kalan stratejisini Büyük Doğu’ya çullandıran NATO terörünün müttefiklerinin emri altında kalacağı zannedildiği için mi?
Atlantik’in öbür yakasından bağımsız düşünmesi pekâla mümkün olan bu ordu, Amerika’dan bağımsız adım ve hamlelerde bulunacak potansiyeli haizdir.
Başbuğ’un bulunduğu makam da, “stratejik müttefik”ten sadece “saygı” bekleyen değil, stratejik düşman-ESAS DÜŞMAN Amerika ile hesaplaşma makamıdır.
Ordunun geçmişinde muzaffer değil, mağlup olduğuna derinden inanmış bir zümrenin TSK’nın tepesini işgalden kurtarmak için de ilk iş, çuvalın intikamını almaktır.
Kafaya çuval geçiren Amerika’da seğirtmek, ordu tarihinde görülmemiş “cihanda sulh” acayipliklerini misâllendiriyor.
İntikam nasıl alınır; Millî Mücadele davasının Mücahid Mehmetçik Ordusu’na paşalar çıkarmış Peşaver şehrinde şahit olduk.
Pakistan millî silahlı kuvvetleri, içlerindeki maşalarla uzun bir süredir çatışıyor, kapışıyor, intikam alıyor. Dergimizin hazırlanma safhasında, halkının % 90’ı Afgan kökenli Peşaver’de, Amerikan büyükelçilik ajanları, son kaçtıkları noktada basıldı.
Svat’ın intikamı alındı!
Afgan… Figân… Sayhâ… Nidâ… Tekbir!
Yankısı Anavatan’da; Allah bir!..