Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Yahya efendi (1 Kullanıcı)

gamzeli73

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Ara 2006
Mesajlar
103
Tepki puanı
1
Puanları
0
Türbesi: istanbul- beşiktaş çırağan sarayı karşısındaki yokuş yolun sağında bulunmaktadır.

Yahya Efendi’nin Hızır ile buluşup görüştüğünü bilen Kanuni Sultan Süleyman, Yahya Efendi’den sürekli kendisini Hızır ile tanıştırmasını ister. Bir gün Yahya Efendi ve Kanuni, kayıkla Boğaz’da gezmeye çıkmışlar. Yahya Efendi yanında bir ahbabı ile gelip kayığa binmiş. Birlikte giderlerken, Yahya Efendi ahbabı ile sürekli dini sohbet etmiş. Durumdan sıkılan Kanuni ise sürekli elindeki değerli yüzüğü ile oynuyormuş. Şeytanın işi yok ya, yüzük birden elinden fırlayıp Marmara’nın serin sularına gömülmüş. Kanuni duruma sıkılmış ama padişah olduğu için de bir şey belli etmek istememiş. Yüzüğünün denize düşmesini adamın can sıkıcı konuşmalarına yormuş.
Adam sürekli olarak Kanuni’ye bakıyormuş…
Bir müddet gittikten sonra, o zat inmek istediğini bildirince, kayık kıyıya yanaşmış. O zat ineceği sırada denizden bir avuç su alıp Sultan’a uzatmış. Avucundaki suda, biraz önce denize düşürdüğü yüzük varmış.
Yahya Efendi hariç, kayıkta bulunan herkes çok hayrete düşmüşler.
Kanuni elini uzatıp yüzüğü alınca, adam birdenbire gözden kayboluvermiş.
Kanuni, Yahya Efendi’ye dönerek:
-Ağabey, neler oluyor?” diye sormuş.
-O gördüğünüz Hızır Aleyhisselam idi, cevabını vermiş Yahya Efendi.
Kanuni bunun üzerine:
-Bizi niye tanıştırmadınız? diye sorunca, Yahya Efendi şöyle cevap vermiş:
-O kendini tanıttı; ama siz tanımakta geç kaldınız..
 

Luvi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Ocak 2009
Mesajlar
1,209
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
(H.900-978/1495-1570)

Beşiktaşlı Şeyh Yahya Efendi diye şöhret olan Yahya Efendi h. 900/1495 yılında babası Şamlı Ömer Efendi (Amasyalı Ömer Efendi) Trabzon kadısı olarak görev yapmakta iken Trabzon’da doğmuştur.Bu tarihte Yavuz Sultan Selim’de Trabzon’da vali olarak bulunmakta idi.Oğlu Şehzade Süleyman h.900/1495 yılının 1 Şabanında Yahya Efendi’nin doğduğu hafta Trabzon’da dünyaya gelmiştir.Şehzade Süleyman’ın annesi Hafsa Sultan’ın sütü az olduğundan, Kadı Ömer Efendi’nin refikaları ve Yahya Efendi’nin validesi olan Trabzonlu Afife Hatun küçük şehzade Süleyman’a süt vermiş ve onun süt annesi olmuştur.Böylece Yahya Efendi de meşhur Kanuni Sultan Süleyman’ın süt kardeşi olmuştur.Babası Ömer Efendi Şam’da mefdundur.

Okul çağı gelen Yahya Efendi ilk derslerini babası Ömer Efendi’den aldıktan sonra, Trabzon’da bulunan meşhur alimlerden ve zamanın velilerinden kabul edilen Müfti Ali Çelebi’nin rahle-i tedrisinde bulunarak maddi ve manevi sahada bir hayli mesafe katetmiş,’mülazemet’ payesini almıştır.Trabzon’riyazat ve mücahedat ile zahir ve batın ilimlerini tahsil ettikten sonra artık Trabzon’da öğrenebileceği bir şey kalmadığını gören Yahya Efendi ilmini ikmal etmek için İstanbul’a gelmiştir.

İstanbul’da ilk önce Anadolukavağı’nda ‘Haydarpaşa Çiftliği’ denilen mevkide bir çilehane yaptırmış ve orada çilesini ikmal ederken komşularının iz’acından kurtulmak için kendisinden sonra ‘Yuşa Tepesi’ adını alan ve bugün de aynı isimle anılan Sütlüce üzerinde ve Beykoz ile Anadolukavağı arasındaki mevkiye yerleşmiştir.Hz. Yuşa’nın makamını Yahya Efendi’nin keşfettiği rivayet edilmektedir.

Yahya Efendi’nin İstanbul’a 30 yaşında geldiği tahmin edilmektedir.İstanbul’da ilmi kemalatını çoğaltmak ve ikmal etmek için zamanın müderrislerinin derslerine devam etmiş ve nihayet Yavuz ve Kanuni devirlerinin büyük ve meşhur alimi olan Şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi’ye (Alüddin Aliyyi’l Cemali Çelebi,vefatı h.(932/1525-1526) intisab etmiştir.

Bu sohbetler Yahya Efendi’nin her bakımdan olgunlaşıp yüksek mertebelere ulaşmasında vesile olmuştur.

Yahya Efendi , Zenbilli Ali Efendi’den iki yıl feyz aldıktan sonra Zenbilli Ali Efendi’nin vefatı üzerine 1526 yılında hocasının yerine günlük 15 akçe ücretle Canbaziyye Medresesine müderris tayin olmuştur. Bu tayinle birlikte Yahya Efendi ‘Müderris’ mahlasıyla anılmaya başlamış halk arasında da ‘Molla Şeyhzade’ denilmekle şöhret bulmuş ve ebediyeyetine kadar’da böyle anılmıştır.Canbaziyye Medresesi’nde iki yıl görev yaptıktan sonra terfi ederek günlük 30 akçe ücretle Hacı Hasanzade Medresesi müderrisliğine,daha sonra da 40 akçe ücretle Efdaliyye Medresesi müderrisliğine tayin edilmiştir.

H. 952/1545 tarihinde günlük 50 akçe ücret ile Emir Hasan Çelebi’nin yerine Mustafa Paşa Medresesi’ne h. 958/1551 tarihinde Garik Arabzade yerine Üsküdar’da Mihr-i Mah Sultan payesine yükselmiş,h.960/1553 tarihinde de Kadızade Efendi’nin yerine Fatih Camii’ndeki ‘Medaris-i Semaniye’den birinin müderrisliğine tayin olmuştur.Bu görevini başarılı bir şekilde yürütmekte iken meydana gelen bir olay Yahya Efendi’nin hayatındaki dönüm noktalarından biri olmuştur.

Devrin hükümdarı Kanuni Sultan Süleyman eşi Hürrem Sultan ile Sadazam ve aynı zamanda damadı olan Rüstem Paşa’nın telkin ve teşvikleri sonucu kendisine isyan ederek taht mücadelesine girecek iddasıyla 960/1553 yılında büyük oğlu olan Şehzade Mustafa’yı Konya Ereğlisi civarındaki ordugahta boğdurtmuştur.ve Mustafa’nın annesi olan Gülbahar Hatun’u da saraydan çıkartmıştır.Şehzade Mustafa’nın boğdurulması olayı bütün ülkede umumi bir tesir uyandırmıştı.Adeta milli bir matem halini alan bu teessüre Yahya Efendi kayıtsız kalmamıştır,nitekim içinde bulunduğu bu teessür sonucu Yahya Efendi padişaha olan yakınlığına da güvenerek ‘’yaptığı hareketin yanlış olduğunu bildirerek, Gülbahar Hatun’u tekrar saraya alması’’ için padişaha şefkat ve merhamet isteğinde bulunan bir mektup yazmıştı.Bu hareketi Kanuni tarafından cüret ve saygısızlık telakki edilen Yahya Efendi 962/1554-55 yılında evvela müderrislikten azledilmiş sonra da günlük 50 akçe ücret ile emekli edilmiştir. İşte bu olay küçüklüğünden beri riyazet ve tefekkürü çok seven Şeyh Efendi emekli olunca Beşiktaş’taki evi ve mescidinde inzivaya çekilmiş ve böylece bütün ömrünü bu dergahta ilim öğretmeye ,tefekkür ve zikirle geçirmeye başlamıştır.

Önce azl,sonra da zoraki emekli edilmesi karşısında üzülen Yahya Efendi duygularını’’Yevmi elli akçe ekmek alırdım,ekmeğimizi kestiler,nihayet birkaç gün çorbamızı ekmeksiz içelim’’ diyerek yakınlarına ifade etmiştir.

Sultan II. Selim 974/1566 yılında tahta çıktığında kendisine büyük saygı duyduğu Yahya Efendi’nin emekli maaşını günlük 50 akçeden 100 akçeye yükseltmiştir.

Yahya Efendi ömrünün sonuna kadar mücahede ve ibadetle vakit geçirmiş, 978/1570 senesi Zilhiccesinde Kurban Bayramı gecesinde 78 yaşında iken Beşiktaş’ daki dergahında ebedi aleme göçmüştür.Yahya Efendi ‘nin vefatına ‘’İRTİHAL EYLEDİ KUTBU’L ULEMA’’ terkibiyle tarih düşürülmüştür Cenaze namazını,bayram namazını müteakib Süleymaniye Camii’nde devrin Şeyhülislamı olan Ebussuud Efendi kıldırmıştır,cenazeye vezirler,alimler,devlet ricali ile halktan pek çok kimse katılmıştır. Cenaze Süleymaniye’den Beşiktaş’a getirilerek ,hayatta iken kendileri tarafından yaptırılmış olan ebedi istirahatgahı olan bugünkü makamına tevdi edilmiştir.Cenaze merasimi o kadar kalabalık olmuştur’ki o gün İstanbul’dan Beşiktaş’a kayık ücretinin beş akçeye yükseldiği rivayet edilmektedir. Vefatının yedinci gecesinde alimler,şeyhler,mutasavvıflar,hafızlar,imamlar,vaizler ve eşraf dergahta toplanarak hatm-i şerif,tevhid ve tesbih ile bu geceyi ihya etmişlerdir.

Üveys bin Amir bin Malik el-Karani’ye (ö37/657)nisbet edilen ‘’Üveysi Tarikatı’’nın devrindeki piri olan Yahya Efendi gördüğü bir rüyanın neticesinde dergahın bulunduğu bugünkü mahalli kendi parası ile satın alarak burada mescit,medrese,hamam,eşevi ve misafirlerin istirahat edebilecekleri yerler yaptırarak’’Hızırlık’’ adını verdiği tam bir külliye meydana getirmiştir. Burada uzunca bir zaman şer-i ve manevi ilimler alanındaki istidadi ve kazandıklarıyla yaptığı hizmet neticesinde ‘’Beşiktaşi Şeyh Yahya Efendi’’ diye XVI. Yüzyılında haklı bir şöhrete ulaşmıştır.

Yaptırdığı külliyenin inşaatına bizzat nezaret etmekle kalmamış , inşaat işlerine de iştirak etmiş olacak ki, bunu bir rubaisinde:

‘’Cihanın ziynetine aldanıp halk
Kızıl yeşilce yaprak ile oynar.
Müderris şimdi oğlancık olubdur
Beşik taşında toprak ile oynar.’’

Şeklinde dile getirmiştir.

Yahya Efendi’yi vezirler,devlet erkanı,divan erbabı,esnaf ve halk özellikle de gemiciler ziyaret eder, hediye ve adaklar gönderirler hacetleri için dua niyaz ederlerdi.Bilhassa Karadeniz’e çıkan ve dönen Müslüman ve Hırıstıyan gemiciler sahile yanaşarak Yahya Efendi’nin hayır dualarını alırlardı.Hatta halk arasında ,Üsküdar’da Özbekler Tekkesi Şeyhi Abdullahi’l-Ekber,Beşiktaş’ta Yahya Efendi, Beykoz’da Yuşa Hazretleri ve Sarıyer’de Telli Baba’nın İstanbul’un manevi bekçileri oldukları yolunda yaygın bir inanış da mevcuttur.

Efendi hazretleri kendilerini ziyarete gelen herkese yemek ve şerbet ikram ederdi,bazen alimlere mollalara ,bazen de fakirlere özellikle de Mevlid-i Nebevi gecesi her çeşit insanın ileri gelenlerine ziyafetler verirdi.

Arasıra Kanuni Sultan Süleyman’a süt ve bahçe mahsullerinden oluşan hediyeler takdim eder, padişah da karşılığında altın ve gümüş dolu keseler gönderirdi.II. Selim’in de Yahya Efendi’ ye büyük bir hürmet ve rabıtası vardı.

Yahya Efendi sohbetinde bulunan kim olursa olsun ona ‘’aşık’’ diye hitap eder,küçükle küçük,büyükle büyük olurdu, her çeşit elbiseyi giyer her çeşit sarığı sarardı.Yahya Efendi zahir ve batın ilimlerinde gelinebilecek son mertebeye ulaşmıştı.

Yahya Efendi ,dini ilimlerde olduğu gibi Astronomi,Hendese ve Riyaziye’de de çok ileri derecede bilgi sahibi idi.

Meşairü’ş-Şuara adlı eserini hazırlamakta olan Aşık Çelebi bir gün Yahya Efendi’nin dergahına gelir,dergah her zamanki gibi yine zikir ve kudüm sesleriyle çağlamaktadır. Şeyhin huzurunda bir müddet oturan Aşık Çelebi nihayet söz söyleme fırsatı bularak ‘’Efendi hazretleri! Hangi eserinizi kitabıma alayım? Diye sorunca,Yahya Efendi tatlı bir tebessümden sonra kendi hatlarıyla yazdığı,

‘’Hep gelenler yana yana geldi gitti dünyadan
Şimdi nevbet bana geldi,döne döne yanayım.’’
Beyitini Aşık Çelebi’ye verir.

Yahya Efendi kendi türündeki benzerleri gibi dünya’ya ve dünyalığa kulak asmayan bir serdengeçti idi,o kadar ki bir fakir ve ilim adamı olan bu dürüst ve cesur adam,yaşadığı Ortaköy tepesinde lüzum gördükçe başını kitaplardan kaldırarak padişah’a yaklaşır,hoşuna gitmeyen bir hal karşısında ihtarlı ve sert bir sesle,bu ‘’devletlü süt kardeş’’ e çıkışır sözünü geçiremeyecek olursa da gönül koyarak aylarca belki de yıllarca sarayın eşiğinden adım atmazdı.

Zenbilli Ali Efendi’den icazet alarak müderris olan Yahya Efendi insan kalabalıklarından kaçıp saklandığı ıssız bir tabiat köşesinde bir medrese,bir hamam,bir mescid ve çeşme yaptıracak dünyalığa malikti.Fakat insanlara bilgi dağarcığını boşaltıp verdiği gibi kesesindeki son akçeye kadar da fakir ve muhtaçlara dağıtan , hatta ziyaretine gelenlere pereme ve kayık kirasını ikram edecek kadar cömert olan bu veli kişi o gün bu gün aynı yerde aynı isimle halkın malı olarak, manevi hayatını yaşamaktadır.

Evliya Çelebi ‘’ Yahya Efendi’nin her Cuma gecesi Hızır Aleyhisselam ile buluştuğu ve ondan ilm-i ledünnü öğrendikleri ‘’ bildirilmektedir.Hatta türbenin kuzey kenarına bu mutad buluşmaların birinde ikisi tarafında beraberce bir asma fidanı dikilmiş olduğu rivayet edilmektedir.

Selam ve dua ile...
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt