Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Yahudi fanatizmi ve İsrail (1 Kullanıcı)

titretttinhoca

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
8 Ocak 2009
Mesajlar
298
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
87
Tarihin bilinen ilk zamanlarından beri bugün “Ortadoğu” olarak nitelenen coğrafya, insanoğlunun birbirini boğazladığı ve ihtirasların zirveye ulaştığı yerdir! Yüzlerce asırdan beri sırf ihtiraslarını tatmin etmek uğrunda insan, bu coğrafyada akla gelebilecek her türlü kötülüğü yapmaktan geri durmamıştır. Denilebilir ki; insanlık menfi ya da müspet olarak bu coğrafyada şekillenmiştir!
Bu coğrafya yaygın deyimle; “Peygamberler Diyarı” olarak bilinmektedir.
Hz. Nuh (A.S)’n oğlu Şam’dan geldiğine inanılan kavimlere; “Sami” ırkı denilmiştir. Bu gün insanoğlunu, ırk açısından inceleyenler; Araplarla, İsrailoğullarının aynı kökten geldiğini göreceklerdir. Hz İbrahim (A.S.) soyundan geldiklerini iddia eden İsrailoğulları bu sebepten “İbrani” olarak tanımlanmaktadırlar. Batılılar Sami ırkını Amalika (Araplar) ve İbrani (İsrailoğulları) olarak tasnif ederler.
İsrail ya da İzrael; İbranilerin kendi inanışlarına göre Tanrının İshak oğlu Yakup’a verdiği isimdir. Bu açıdan kendilerini Yakup’un oğulları anlamında “İzrael’in oğulları” olarak isimlendirmişlerdir. Bu inanış ve buna bağlı olarak gelişen “ırkçı fanatizm” o kadar karmaşık bir süreçten geçmiştir ki, yaklaşık kırk beş asırlık bu kronolojiyi detaylarıyla izah edebilmek bu sütunlar için gayri kabildir!
İnanışa göre Hz. İbrahim’in iki oğlu vardır: İshak ve İsmail. Hz İshak’ın
oğlu Hz. Yakup (A.S.) zengin bir kişi olan, dayısı Laban’ın yanında hizmetkar olur. İlk yedi yıllık hizmetinin karşılığı olarak dayısının büyük kızı olan “Lea” ile evlenir. Bu arada Lea’nın cariyesi “Zilpa” ile de evlenir. İkinci yedi yıllık hizmeti sonrasında Dayısı Laban’ın küçük kızı “Rahel” ile evlenir. Rahel’in cariyesi Bilha’ya da nikah kıyar.
Hz. Yakup’un (A.S.) bu evliliklerinden onüç çocuğu dünyaya gelir. İlk eşi Lea’dan; tek kızı “Dina” ve oğulları, “Ruben, Şimeon, Yahuda, Levi, İssakar ve Zebulin” doğdu. Leanın cariyesi Zilpa’dan; “Aşer ve Gad” adlı oğulları doğdu. İkinci eşi Rahel’den; “Benjamen ve Jozef” (Bünyamin ve Yusuf) doğdu. Rahel’in cariyesi olan Bilha’dan; “Dan ve Naftali” doğdu. Böylece Hz. Yakub’un biri kız onüç çocuğu olmuştur. (Yazdıklarım bugün ırki boyutta insanlığı felaketlere sürükleyen Yahudi fanatizmini ve terörünü doğuran olaylardır. Yahudi inancının insanlığa nasıl kör baktığını anlamak açısından kendi inanışları penceresinden bu olayları açıklıyorum. Bu bakımdan buradaki isimler ve olaylar İslam inancına göre zıtlıklar arz etmektedir.)

İsrail ya da İzrael
Daha sonra dayısının yanından hatırı sayılır bir servetle ayrılan Hz Yakup (A.S.) Filistin’e geri döndü. Peniel (Panuel) adlı yerde Allah’tan gelen vahiyle Peygamberlik görevi kendisine tevdi edildi. Yine Yahudi inancına göre Tanrı tarafından kendisine “İsrail” adı verildi. Bu sebepten Hz. Yakup’n soyundan gelenlere “İsrailoğulları” denilmiştir.
Hz.Yakup’un on oğlunun her biri birer kabile kurdular. Hz Yusuf (A.S.) ise bir kabile kurmadı ama oğulları; “Menessa ve Efraim” ayrı ayrı birer kabile kurdular. Levi’nin bir kabile kurup kurmadığı hakkında herhangi bir bilgi yoktur. Levioğullarının nereye yerleştiği ve nereye gittiği hiçbir zaman tam olarak bilinmedi. Levioğulları hakkında devamlı ütopyalar üretildi. Bugün kayıp onüçüncü Yahudi kabilesi olarak adlandırılan ve dünya üzerinde çeşitli gruplarla ilişkilendirilen kayıp İsrailoğulları, sözde Levi’nin soyundan gelenlerdir.
Hz. Davut (A.S.), Yakup (AS.) yaklaşık yirmibeş asır sonra dünyaya gelmiş ve Yüce Yaratıcı tarafından Peygamber olarak seçilmiştir. Allah (C.C.) ona “Zebur”u kitap olarak indirmiştir. Sesinin güzelliği ile ün yapan Hz. Davut; Yakup (A.S.)’ın ilk eşi Lea’dan doğan dördüncü çocuğu olan “Yahuda”nın soyundan geldiğine inanılmaktadır. Bundan dolayı onüç kabileye ayrılan İsrailoğullarının tümüne “Yahudi” ismi verilmiştir.
Görüldüğü gibi olaylar son derece karmaşıktır. Hz. İsa’dan yaklaşık yirmiüç asır önce Doğu Akdeniz sahillerinde İsrail devleti kurulmuştur. Davut Peygamber zamanında bu devlet çok güçlü idi. Daha sonraları Hz. Davut’un oğlu Hz. Süleyman (A.S.) zamanında ise İsrail bölgenin en büyük devleti olmuştur. Hz. Süleyman’ın ölümünden sonra (Yahudiler Hz. Süleyman’ı bir kral olarak görürler ve onun peygamberliğine inanmazlar) İsrail devleti iç karışıklık, sapkınlık ve ihtirasların kör ettiği bencil yöneticiler elinde zayıfladı. Yaklaşık yirmidört asır önce Yahuda ve İsrail olarak iki devlete bölündüler.
İ.Ö. beşinci yüzyılda Babil Hükümdarı “Nabukadnazar” Yahuda devletine son verdi. Nabukanazar (Buhtınazır) İsrailoğullarının içerisinden seçtiği bilgili, kabiliyetli sanatkar, mimar, mühendis, vb. bir kısım halkı kendi ülkesi Babil’e getirdi ve onları çeşitli işlerde kullandı. Hatta Babil’in asma bahçelerinin bu İsrailoğulları tarafından inşa edildiği bile söylenir.
Bugün kayıp olduğu söylenen bu onüçüncü İsrail kabilesinin, bir teoriye göre Zap vadisine göç edip yerleşen Levioğulları ya da Nabukadnazar tarafından Mezopotamya’ya getirilen Yahudiler olduğu iddia edilmektedir.

Yeni Mesaj Gazetesi , Mustafa Bekaroglu
 

titretttinhoca

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
8 Ocak 2009
Mesajlar
298
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
87
EMPERYAL İHTİRASLARIN ODAĞINDAKİ ORTADOĞU


Fanatizm ve bağnazlık

Kendileri dışındaki bütün insanları “tanrının koyunları” sayan sözde inanışın doğurduğu fanatizm ve bağnazlık! Bugünkü İsrail’de Tevrat tamamen tahrif edilmiş ve kendilerince kutsal kitap yeniden yazılmıştır. Tevrat’ı ortadan kaldıran Yahudi fanatizmi onu dört ayrı kitaba bölmüşlerdir. İnsan eliyle yazılan bu kitaplarda tıpkı İncil gibi İlahi Kelamın tamamen tahrif edilmesiyle dünyayı felaketlere sürükleyecek bir takım hurafelerle doludur.

Bu kitaplardan; Tohar’ın (Tevrat) Yahudi inancının kutsal metinlerini içerdiğine inanılmaktadır. Yine Yahudi inancının sözlü geleneklerini içeren Mişna ve Talmud Tevrat’ın yerini almış sözde yorumlardır. Hatta Yahudiler bugün Talmud’un da yorumunu okumaktadırlar. Yani yorumun da yorumunu! Tarihsel miras, ahlaki yükümlülükler, ayin kuralları ve bağlayıcı yorumları içeren kitab ise Midraş’tır.
Midraş’ta Tanrının Hz. İbrahim’in şahsında İsrailoğulları’yla anlaşma yaptığı anlatılır. Bu anlaşmaya Berit denir. Yahudi İnancına göre; İsrailoğulları Tanrının seçilmiş kavmidir.

Hatta o kadar ileriye gitmişlerdir ki sapıkça inanışlarında (Haşa) İsrailoğulları Tanrıyı bile yenmişlerdir. Bağnazlıkta o kadar ileriye gitmişlerdir ki; İsrailoğulları dışında kalan bütün insanların aslında insan şeklinde yaratılan Tanrının koyunları olduğunu bile iddia etmekten kaçınmazlar! Yüce Allah’ın ilahi emirlerini kendilerince değiştirdiler. Yüce Tevrat’ı tamamen devre dışı bırakarak sapıklık ve ırkçı fanatizmi en koyu çizgilerle yansıtan sözde kutsal kitaplar yazdılar. Bu kitaplar baştan aşağı sapıklık ve hurafelerle doludur. Öyle ki bu kitapların muhtevasını anlatmak bile insanı küfre sokar! Şu kadarını söyleyeyim ki; İsrail inancına göre Peygamberlerin hayatı bile sapıklıklarla doludur. Örnek verirsek (Haşa) Hz. Hud (A.S)’ın geliniyle zina yaptığından tutun da kızlarıyla ve yakınlarıyla cinsel münasebete giren peygamberlerden bahsedilir. Benim burada bunları anlatmaktan bile hicap duyduğumu belirtmeliyim.
Bundan dolayıdır ki; “İbrahimi Dinler” safsatadır. Dinlerarası diyalog ise Yahudi ve Hıristiyan fanatizmine hizmetten başka bir şey değildir. Kökü çok eskilerde olan DinlerArası Diyalog planı ancak Türkiye içinden uygulayıcılar bulunca İslam dünyasını acılara boğmuştur.

Antik çağın karanlıklarında kalan İsrailoğullarının kurduğu o çok güçlü devlet iç karışıklıklar ve ilahi inancı terk etmelerinden ötürü, önce ikiye bölünmüş (Kuzeyde İsrail, güneyde Yahuda) ve daha sonra günümüzden yaklaşık iki bin beş yüz sene öncesinde de çeşitli sebeplerden dolayı ortadan kalkmışlardır. Böylece devletsiz ve korumasız kalan İsrailoğulları dünyanın dört bir yanına dağılmışlardır.

Filistinliler Arap mı?

Filistin halkına baktığımızda ise; onların Sami ırkından olmadığını görüyoruz. Filistinliler Girit kökenli bir halk olup, “denizden gelen” anlamına Filist’ler olarak isimlendirilmişlerdir. Filist halkı bu sebeple Arap değil, aksine batı kökenli bir millettir.

Hazar Yahudileri
İ.S. Dokuzuncu yy.’da Hazar Hanı Museviliği kabul edince bir kısım halkı da onun yolundan gitmişler ve Yahudiliği benimsemişlerdir. Ama bu Hazar Türklerinin dini inancının tamamen Musevi olduğu anlamına gelmez. Aksine Hazar halkının büyük bir kısmı Müslümanlığı benimsemiştir. Müslüman Hazarların dışında kalan halkın bir kısmı Hıristiyan, bir kısmı da Şaman inancını sürdürmekte idi. Hazar Devletinin Musevi olan halkının tek kitapları da Tevrat’tı. Talmud’a itibar etmemişlerdi. İşte bu Hazar Yahudilerine “Karaim” ya da “Karay”lar denmektedir.

Hazar Devleti 12 yy.’da yıkılınca Musevi halkı Doğu Avrupa’nın çeşitli ülkelerine dağılmıştır. Litvanya’da hala sayıları iki yüz elli civarında Hazar kökenli Türklerden olan Karay vardır. Kırım’da Çufutkale’de de Karaylar yaşamaktadır. İstanbul’da Karaköy civarına yerleşen bu Türk Yahudilerin sayıları, bugün yok denecek kadar azalmıştır. Karaköy’e ismini veren de bu Hazar Yahudileridir. “Karayi Köy” adı, zamanla Karaköy’e dönüşmüştür. Bu insanlar günümüzde sadece İstanbul’da Hasköy civarında yaşamaktadırlar. Sayıları ancak otuz kişi kadar kalmıştır.
Aslında Hitler tarafından soykırıma uğratılan Avrupalı Yahudiler (Almanya, Polonya, Çekoslavakya, Avusturya, Macaristan ve Batlık ülkelerinde yaşamlarını sürdüren ve asimile olmuş Türk asıllı Karaim Yahudileriydi) Karaylardır. Karaylar İsrailoğulları tarafından Yahudi olarak pek kabul görmemişler ve benimsenmemişlerdir. Zira Yahudilik bir inançtan çok bağnaz ırkçılıktır. Yahudilik; ırkçı temellere dayalı Yahudi fanatizmidir tanımı doğru bir tanımlamadır.

Orhan Gazi’nin Bizans zulmünden kurtardığı Bursa Yahudileri
Osmanlılar Bursa’yı zaptettiklerinde şehirde tecrit edilmiş bir toplulukla karşılaştılar. Bunlar Bursa’da Bizans zulmü altında yaşamlarını binbir zorlukla zar zor idame ettirmeye çalışan Yahudilerdi. Bu Yahudi topluluk Osmanlıları sevinçle karşıladılar. Nasıl karşılamasınlar ki; Bursa’nın yeni sahipleri olan bu mert insanlar onların zulümden kurtulup, soylarının devam etmesini sağlamışlardı. Yahudiler böylece soylarının Hıristiyanlarca yok edilmesini önleyecek kurtarıcılarıyla ilk defa karşılaşıyorlardı.

Yıl miladi 1326... Bursa Yahudileri Orhan Gazi Handan kendi ibadethanelerini inşa etmek için izin isterler. Buna bağlı olarak da; Bursa’da “Efza–Hayim” sinagogu Orhan Gazinin özel izniyle inşa edilir.
Bundan sonra Osmanlı Türk’ü; “yaratılanı hoş gördük/Yaratandan ötürü” diyerek, sadece “Eşref–i Mahlukat” yani Allah’ın yarattığı en büyük eser olarak inandığı tüm insanlara nasıl hak ve adaletle yaklaşmışsa, Yahudilere de bu manada dünyanın her yerinde sahip çıkmıştır. Böylece Müslüman Türk; “Anti Semitizm”in (Hıristiyanlarca Hz.İsa a.s.’ın İsrailoğulları tarafından öldürüldüğü var sayılarak oluşan ve buna bağlı olarak da intikam alma duygusu ile soykırıma dönüşen Yahudi düşmanlığı) oluşturduğu nefretin tetiklediği ve soykırıma dönüşen Hıristiyan saldırılarını da bertaraf ederek belki de İsrailoğulları’nın yeryüzünden silinip gitmesine engel olmuştur!

Allah’ın kutsadığı ve nimetlerle doldurduğu ülke
Edirne’nin Osmanlı topraklarına katılmasından sonra ise çok kalabalık oranda bir Yahudi göçü başlar Devlet–i Ali Osman yurduna. Birinci Murat Han da tıpkı babası gibi Balkan Yahudilerini Hıristiyan zulmünden kurtarmıştır. Böylece Avrupa’da uygulanan sistematik Yahudi katliamından kaçan İsrailoğulları akın akın Osmanlı topraklarına göç ederek bir manada canlarını kurtarmışlardır. Başlayan bu göç dalgası ile; 1376’da Macaristan’dan “Eşkenaz” Yahudileri Osmanlı topraklarına göç ederler. 1394’de ise II. Charles tarafından Fransa ve Belçika’da “Getto”lar (etrafı duvarlarla ya da çitlerle çevrilerek tecrit edilmiş Yahudi yerleşim yerleri) da yaşamaya mahkum olarak, ölüme terk edilmiş yüzbinlerce Yahudi buralardan kaçarak Edirne’ye sığındılar.

İstanbul Yahudileri ve Sultan II. Mehmet
1453 Yılında İstanbul’a giren Sultan İkinci Mehmet Han burada zulüm altında ölüm kalım savaşı veren Yahudileri tam manası ile özgürlüklerine kavuşturur. Bizans Yahudileri (Romanoitler) kurtarıcıları İkinci Mehmet Han sayesinde can, mal, inanç hürriyetine kavuşmuşlardır. Böylece Sultan hem Bizans’ı, hem de bütün reayanın gönüllerini fethederek Fatih unvanını hak etmiştir. Fatih Sultan Mehmet Hanın izin vermesi ile Moşe Kapsali; Müslüman ve Türk İstanbul’da yaşayan Yahudilerin ilk hahambaşısı olur.

Kuzey Avrupa da hızla yayılan Protestanlık Yahudi toplumuna karşı daha bir hınçla bakmaya başlar. Tüm Hıristiyan topluluklarınca istenmeyen halk olan Yahudiler bu kez Bavyera’dan kovulacaklardır. Zira Fransiskan Papazlar onuncu Ludvige baskı yaparak Tüm Yahudilerin sürülmesini istemektedirler. Bu baskılar sonucunda 1470 yılında Bavyeradan Osmanlı topraklarına yeni bir Yahudi göçü başlayacaktır.

Sefarat Yahudileri ve Sultan II. Beyazıt Han
Yaklaşık sekiz asır devam eden Müslüman Endülüs’ün yıkılması ile İspanya ve Portekiz’de kötü günler başlayacaktır. Hem Müslümanlar ve hem de Yahudiler Cizvit papazlarının organizasyonunda “Engizisyon” mahkemelerince yakılarak ölüme mahkum ediliyor ve hüküm anında uygulanmaya konuyordu. Böylece Avrupa’nın güney batısından yükselen keskin yanık insan eti kokusu her bir ciheti kaplamaya başlıyordu.
Bu zulüm karşısında bigane kalamayan Sultan İkinci Beyazıt Han Bir ferman yayınlayarak Allah’ın yarattığı kulları yakarak öldürenleri uyaracaktır. Bu ültimatom karşısında gerek İspanyol ve gerekse Portekiz’de Müslüman ve Yahudi soykırımı duracaktır. Müslümanlar Kuzey Afrika’ya Magrip ülkelerine göç ederler. Yahudiler ise 1492 yılında Sultan İkinci Beyazıt Hanın korumasında Osmanlı topraklarına yerleşirler. İspanya ve Portekiz’den göç ederek gelenlere “Sefarat” Yahudileri denilecektir. Genellikle bu Yahudiler İstanbul’un Galata semtine yerleşmişlerdir.

Theodor Herzl ve Siyonizm
1860 yılında Budapeşte’de (Edlach) Macar Yahudisi bir ailede dünyaya geldi. Bu doğum dünyadaki bütün pozitif dengeleri değiştirecektir. T. Herzl’in doğumu dünyaya Yahudi fanatizmini yeniden yaşatmaya başlayacaktır. Yahudi ırkçılığı olarak Siyonizm’in ortaya çıkması ile dünya yeni bir kabusun girdabına düşecektir. Zira Theodor Herzl; Siyonizmin (Büyük İsrail Devletinin yeniden inşası ve dünya hegemonyası) kurucusudur.
Thedor Herzl Yüksek tahsilini tamamladıktan sonra Neue Freie Presse’te Paris Muhabiri ılarak çalışmaya başlar. Oldukça iyi bir gazeteci olarak ünlenir. Maddi olarak hiçbir sıkıntısı yoktur. Toplumsal olaylara ise oldukça ilgisizdir. Dine ilgisizdir. Yahudi davasına ise tamamen duyarsızdır. Ta ki “Dreyfus olayı”na kadar!
 

titretttinhoca

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
8 Ocak 2009
Mesajlar
298
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
87
EMPERYAL İHTİRASLARIN ODAĞINDAKİ ORTADOĞU

Yüzbaşı Dreyfus ve Theodor Herzl
Fransız ordusunda yüzbaşı rütbesine kadar yükselen, Yahudi asıllı bir sanayici ailenin oğlu olan Alfred Dreyfus; 1855 yılında Mulhouse’de doğar. Yüksek tahsilini bitirdikten sonra orduya katılır. Kısa sürede terfi eden genç Dreyfus Fransız Genel Kurmay Başkanlığında oldukça itibarlı bir göreve atanır. Çöp tenekesinde bulunan bir yazıdan yola çıkılarak Yzb. Dreyfus Fransız ordusuna ait gizli belgeleri Almanlara vermekle suçlanır. Dreyfus’un Almanya hesabına casuslukla suçlanması ile tam oniki yıl sürecek ve Fransız kamuoyunu ikiye bölecek bir dava başlar. 1894 Aralık ayında başlayan mahkemeye çıkarılan Dreyfus bir takım hayali belgelerle suçlanır. Mahkeme görmediği belge ve sözlü bilgilere dayanarak Alfred Dreyfus’un rütbelerini geri alarak onu Fransız Guyanası’ndaki Şeytan Adasına sürgün eder. Tarih Eylül 1899.

Bu dava bütün dünyada geniş yankılar uyandırır. Fransa kamuoyu Dreyfusçular ve Dreyfusçu olmayanlar olarak ikiye bölünür. Jakobenler bile davanın bir tarafında yer alır. Ünlü yazar Emile Zola koyu bir Dreyfus taraftarı olarak ateşli konuşmalar yapar. Basına Dreyfusa komplo kurulduğu yönünde makaleler yazar. Dreyfusçular onun Yahudi asıllı bir Fransız olmasından dolayı bu muameleye reva görüldüğü inancındadırlar. Kısacası Dreyfus mağdurdur.

Der Judenstaat–Yahudi Devleti
Mağduru oynamak için seçilmiş bir aktör müdür Dreyfus? Buna hayır demek mümkün değil. Olayların Kronolojik gelişimi bütün dünyada bir Yahudi Davasına dikkatleri çekmiştir bile. (Dikkatlerinizi hiç yoktan mağdur edilen ve mazlumu oynayan bizim aktörlere çekmek istiyorum. Haksız yere hapis yattıktan sonra halk kahramanı unvanına kavuşan ve daha sonra olmadık olaylarla elde edilen imtiyazlar. Sonrasında sahneye konulan hiç de hesapta olmayan oyunlar. Bunu bir düşünün!) Nihayet kamuoyu baskıları sonuç verir Fransız Adalet Bakanlığı davanın yeniden görülmesine karar verir. Temmuz 1906’da dava Dreyfus’un aklanarak beraat etmesiyle sonuçlanır. Alfred Dreyfus rütbesi dahil bütün haklarını geri alır. Birinci Dünya Savaşına katılır. Fransa’nın en büyük nişanı olan “Legion d’honneur” ile taltif edilir. Yarbay rütbesiyle ordudan emekli olur.

Bu olay Theodor Herzl’i çok etkilemiştir. Kendisi bir anda Dreyfus olayı ile dünyanın dört bir yanında yükselen Yahudi milliyetçiliğinin önderi olacaktır. O şimdi yasaklanan Yahudilikle ilgili bütün değerlerin yeniden ortaya çıkmasının en ateşli savunucusudur. Herzl “Der Jundestaat” (Yahudi Devleti’nin Yeniden Doğuşu) adlı kitabı kaleme alır. Kısa zamanda bir doktrin olan kitap bütün dünyadaki Yahudilerin başucu kitabı olacaktır.

Arz–ı Mev’ud
Herzl’e göre savunduğu bütün değerler ancak Antik İsrailoğullarının kutsal kabul ettiği topraklar üzerinde bir Yahudi devletinin kurulmasıyla yeniden elde edilebilecektir. Bunun için arkasına aldığı zengin ve güçlü dünya Yahudilerini kullanarak İngiltere, Fransa, Çarlık Rusya’sı, ABD, Avusturya–Macaristan İmparatorluğu ile temasa geçer.

Bu çabaları sonucunda 1897 yılında Basel’de ilk “Siyonist Kongre”yi toplar. Dünya Yahudileri T. Herzl’in başkanlığında ilk defa organize olarak bir araya gelmişlerdir. Bu kongrede alınan kararlar sonucunda Nil’den Fırat’a Büyük İsrail Devletinin (Arz–ı Mev’ud) kurulması kararlaştırılır. Bu topraklar Devlet–i Ali Osman’a aittir.

Şehit Kanıyla Alınan Parayla Satılamaz
Theodor Herzl, bu kutsal gayelere ulaşmak için güçlü olmak gerektiğinin bilincindeydi. Biliyordu ki; artık dünyanın yeni gücü; PARA’dır. O halde parasal gücü elde etmek ve onu silah olarak kullanmak birinci öncelik olmalıdır. Bu düşüncesi paralelinde, önce “Ulusal Yahudi Bankası”nı kurar. Böylece bütün dünya Yahudilerinin mali gücü tek elde toplanmaya başlar. İkinci olarak elde edilen bu muazzam para gücünü kullanabileceği “Yahudi Milli Kredi Kurumu”nu kurarak tüm dünya Yahudilerine servet sahibi olacak geniş imkanları sunmaya başlayacaktır.

Yine Theodor Herzl’in kendi kaleminden öğreniyoruz ki; (T. Herzl’in Anıları.) Osmanlı toprağı olan Filistin’i satın almak için Sultan Abdülhamit Han’a teklif götürülmüştür. Abdülhamit Han’a teklif edilen para dudak uçuklatacak kadar büyük bir meblağdır ve tamamı da çil çil altın olarak ödenecektir. (Günümüzde her bulduğunu, sağduyulu ikazlara kulaklarını tıkayarak, satmayı marifet bilenlere önemle duyurulur.) Osmanlı Devletinin paraya bugünkünden kat be kat daha fazla ihtiyacı olduğu halde Sultan; “O toprakları ecdadımız, aziz kanlarını dökerek, şehit olmak bahasına bize emanet etmişlerdir. “Şehit kanıyla alınan; parayla satılamaz” başka kapıya diyerek reddetmiştir. Theodor Herzl de öyle yapmıştır. Başka kapıya gitmiş ve Filistin’i İngiltere Müstemlekeler Bakanı Mr. Chamberlain’den istemiştir. O da; “Hay, hay neden olmasın ama henüz bizim değil biraz daha dişinizi sıkın. Bakın hasta adam eninde sonunda ölecek. Filistin toprakları elbette sizindir. Ama takdir edersiniz ki; bu size biraz pahalıyla patlayacaktır” demiştir! T. Herzl’in buna karşılık verdiği cevap; “Paranın miktarının hiç önemi yok” olmuştur!..

Buna bağlı olarak; İngiltere ile Siyonistler arasında yapılan gizli anlaşma “Balfaur Deklarasyonu” olarak tarihteki yerini alacaktır.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt