Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Ya Nebi!... (1 Kullanıcı)

muhammed25

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Kas 2008
Mesajlar
879
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
31
Yâ Nebî!
Yürekler, Senin hasretinle kavrulan, kurak bir çöl. Hem yetîm hem öksüz kalan bıraktığın emânetler, ellerimizde âdetâ bir kor... Bilekler kırık ve gönüller yıkık. Renkler soldu yâ Nebî... Çiçekler açmıyor eskisi gibi... Müşrik aynı müşrik, mü’min değişti... İbâdet ama nefse, kıble değişti.
Değişmiş değerler bir garîb olmuş
Sarraf çarşısında gübre pazarı
Her bağ İrem bağı, her yolcu Kârun
Kim dinler, düşünür köhne mezarı...
Biz dünyâyla doldurduk kalbimizi... Dünyânın dört bir yanında mü’minlerin yarası kanarken ve açlıktan nefesleri kokarken, biz, rahat yataklar içinde ALLAH’a uzattık onlara uzatmadığımız ellerimizi... Kalp, ALLAH’ın evidir. Oysa, sâdece O’nun olan mekân, sadece O’nsuz şimdi...
Yine garîb kaldık şu dünyâda. İnsanlar, insan olma gayretinde değil. İnsanı hayvandan ayıran vasıflar bugün, insanı insandan ayırmakta... Zannederdim ki insan, ruh cesetten çıkınca ölür. Oysa, şu gördüğüm ne hazîn manzara. Toprağın üstünde de cesetler var, altında da.. Ruhlarını öldürüyorlar bilmeden ve gömüyorlar en derin çukurlara...
En derin çukurlar, en yüce doruklarla bir oldu. Nûr ile kir, bugün aynı kaba kondu. Dün Hakk’a çağırırken ecdâd, evlâd bugün bâtıla koştu. İman sustu. İman susunca, küfür coştukça coştu. Mazlum dinledi, zâlim konuştu. İnsanın içi alev alev yanarken susmak ne kadar acı... Hakk’tan uzaklaşanlar hep bâtılla doldu. Muhabbet gülü sararıp soldu, gülzârın kargalara yuva oldu. Bülbül, gülün sesidir, sevdâ gülün hayat suyu... Sensiz çöl oldu dünya güller sararıp soldu...
Yâ Nebî!
Biz ağlamayı unuttuk. Erkekler ağlamaz dediler, inandık sustuk... Göz pınarları kurudu. Öylesine kurudu ki, gönül çiçeği sararıp soldu. Ve artık, açmaz oldu... Şimdi ağlayan bir çocuk görsem, “ne olur susma!” diyorum. Ağla! Bir damla göz yaşı ALLAH için, bir damla göz yaşı kardeşi için, bir damla göz yaşı kendi için ağlayamayanların yerine sen ağla... Ağla ki, sen de unutmayasın...
Yâ Nebî!
Ashâb bulurdu Seni, her aradığında. Seyretmeye doyamazdı gül cemâlini, erirdi bir lahzacık olsun, o sımsıcak bakışınla. Ne olurdu, o nûr cemâlini bir kez de ben görseydim. Abdullah İbn Revâha gibi ben de bu cânı senin yolunda fedâ etseydim. Böyle mâşuku olan âşık dönmez mi şaşkına... Biz bugün hatırana bile susadık. Hani Sen açlıktan taş bağlamıştın ya bağrına, biz bugün, açlığından yüreğimize taş bastık. Tâkatimiz tükenmede her an. Biziz, Sana susamış, çölde en susuz fidan. Şaşkınız Senden çok uzaklarda. Kaçmaktayız tuzaklardan tuzaklara...
Yâ Nebî!
Bizi bağışla... Bizim için Tâif’te ayakları kanlar içinde kalana dek taşlanan, sonra, O’na taş atanlara bedduâ yerine duâ eden, ALLAH’ın “Habîbîm” dediği, “Sen olmasaydın kâinâtı yaratmazdım” dediği, uğruna ashâbın seve seve cân verdiği, ey Rasûl-i Kibriyâ, Sana lâyık bir ümmet olamadığımız için bizi bağışla... Belki çölde kaynar kumlar üzerine yatırılıp, karnına kızgın kayalar konan Hz. Bilâl (r.a)’ın yüreğinden taşan “ALLAH birdir” feryâdını duyamadık. Mus’ab bin Umeyr’in kefeni bile yoktu şehid olduğunda. Ya biz... Biz onlar gibi olamadık. Ama...
Yâ Nebî!
Yine de biz Senin ümmetiniz. Senin, bağışlanması için “Ümmetî, ümmetî” diye gözyaşı döktüğün garîb ümmetin... Gözyaşların hürmetine şöyle; şu perîşan hâlimizle aşkımız varır mı Sana? Eğer varırsa; ey âlemlere rahmet olarak gönderilen yüce Peygamber! O âşıklar hürmetine bizi bırakma!
Yâ Nebî!
Ey hicrân yarasının şifâsı! Kimsesizim. Ben şehirdeyim. Şehirse benden uzakta.
Dokunuver şefkatli ellerinle ateşli alnıma... Rahmet esintisi ol yürekten yüreğe esen... Hasret çekenlerin feri ol, sımsıcak bakışınla. Ufuklar, asırlardır bulanık Sensiz...
Acı, rahmetine muhtaç olan âşıklara... Ey zulmeti nûruyla boğan ışık! Gözler, Seni görmeden de kamaşık. Öyle bir zincirle bağlandım ki Sana, bin darbe vurup, bu gün zinciri kırsalar da, zincirin halkaları kalır boynumda...
Yâ Nebî!
Sorsan “Beni seviyor musunuz?” diye. “Belî, belî” diyen ölülerin feryâdını duyarsın. Sorma, ne olur sorma “nasıl ve neyle?” diye. O zaman kaçmak isterim, kimsenin olmadığı, kimsenin bilmediği, kimsenin duymadığı bir yere. Yine Sen varsın.
O âşıkların aşkı Sanadır. Güneş, ısısını onların yüreklerinin harâretinden alır. Dünyânın ufku onlara dar gelirken, gönülleri tâ Rahmân’ın arşına uzanır. Onlar Dost’tan Dost’u isterler.
Yâ Nebî!
O aşıklar ki; Senin hasretinle, ruhlarına vurulan prangaları eskittiler. Ey canların cânı! O âşıklar ki, aşk âteşine pervâne olmak isterler. Hicrânınla yanıp, aşk derdin dermân bilirler. Tabîb şöyle dursun, “biz derde müştâkız” derler. Aşıkların aşkına tercümân oldu Fuzûlî;
“Aşk derdiyle hoşem, el çek ilâcımdan tabîb,
Kılma dermân kim helâkım zehr-i dermânımdadır” diye feryâd ederken...
Açılan gonca güller, hep bir aşkı resmederken, seherde öten bülbüller hep bu aşkı besteler. Sorsan, “gökyüzü niçin ağlar?” diye; “bu sevdâdır onu ağlatan” derler. Bu sevdâdır onu ve bizi ağlatan. Hasret besteleri cömertce dökülsün dudağından, eğer sen de âşıksan. Sevdâ dolu yaşlar dökülsün gözlerinden Medine’ye doğru akan... Bu yaşlar bir aşk ırmağı olsun O’na kavuşmak için dağları aşan... Öylesine büyüsün ki, bir deryâ olsun sevgin, ufuklara sığmayan, yüreklerden kaynadıkça kaynayan ve her an coştukça coşan...
Yâ Nebî!
Senin hicretinle şenlenmişti Medine. Sevenler kavuşmuştu o gün sevdiğine... Arz titriyordu heyecânından, hiç şâhit olmamıştı böylesine bir güne... Ey gönüllere ışık saçan! Seni gören gözler, başkasına bakar mı? Sesini bir kez işiten, başkasını duyar mı?
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
Senin visâlinle bir gülmüş de ben olsaydım
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım...
Hani, kuru bir ağaç parçası feryâd ediyordu firkatinden, eğer şefkat elin dokunmasaydı ona, kıyâmete dek ağlayacaktı hasretinden. Ya biz...

Alıntı...

SELAM VE DUA İLE...
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt