aliye_aliye
Altın Üye
- Katılım
- 25 Eki 2006
- Mesajlar
- 16,828
- Tepki puanı
- 4
- Puanları
- 38
- Konum
- ~* پایتخت آن بهشت *~
- Web Sitesi
- www.fizikist.com

Üzerine zevksiz simsiyah bir örtü yayılmış büyük yuvarlak masanın etrafında, giyinişlerinden çok önemli kimseler oldukları anlaşılan veya anlaşılsın diye öyle giyinen farklı milliyetlerden on üç kelli-felli adam oturuyordu. Üçü hariç, on tanesi konuştukları mevzuya göre çok gençti...
Sigaralardan çıkan dumanlar etrafı bir sis tabakası gibi, ama tabii ki sisin yumuşaklığından uzak bir soğuklukla doldurmuş; sigara dumanları imkansız gibi görünse de karanlığa karanlık katmıştı.
Gençlerden biri ancak kendi yaşının söyleyebileceği fütursuzlukla;
"Yüzyıllardır oynadığımız oyundan bıktık. Bize hiçbir fayda sağlamadığını fark ettiğimiz yolları artık bırakalım. Yeni yollar keşfedelim"dedi.
Masadaki toplantının idarecisi ve bilgini olduğunu kanıtlamak isteyen yaşlılardan biri konuşan gence dönüp;
"Fevri davranma evlat. En kestirme yol bildiğin yoldur. Atalarımızın bin yıldır gittiği yolu tahkir etme. Biz Birinci Haçlı Seferi’nden beri bu yolu takip ediyoruz" diye ikaz etti.
Görüşlerini savunma ihtiyacı hisseden genç ise;
"Bin yıldır bu yolu izliyoruz da ne oluyor? Düşmanımız yine aynı yerinde ve sapasağlam duruyor. Bu, yolun yanlışlığına işarettir" sözleriyle diklendi..
Bu sözlere diğer yaşlılar da bozuldular. Üç yaşlının ortasında oturan ve yılların yorgunluğu gözlerinden ve yüz hatlarından kolaylıkla okunabilen bir diğer yaşlı, karanlığı bozmak istercesine sigarasını yaktı. Kibritin oluşturduğu birkaç saniyelik aydınlıktan istifade ederek, itirazcı gencin yüzüne baktı. Belki de sigarayı sırf bu yüzden yakmıştı. Zira, iki nefes aldıktan sonra sigarasını çok sert bir vuruşla küllüğün tam orta yerinde söndürüverdi. Belki de bu bakış; yılların verdiği tecrübe ile gencin yüzünden okuyabileceğini tahmin ettiği samimiyeti sorgulamak içindi.
"Atalarımıza laf etme!" diye gürledi ve devam etti:
"Yol doğru, yoldaşlar yanlıştı veya yanlışlık yaptılar. Çünkü o yolu açan kutlu bir papaz efendi idi. Eşeği ile diyar diyar gezmesi samimiyetindendi."
Hararetli tartışmanın bir türlü sonu gelmiyordu. Aynı ihtiyar, bu defa yatıştırıcı bir ses tonuyla devam etti:
"Hiçbiriniz Türkleri benim kadar iyi tanıyamazsınız. Siz sadece slogan olarak Barbar Türkler dersiniz; onları yeneceğinizi söyler durursunuz, ama tarihe hiç bakmazsınız. Öldüler, bittiler, ‘bundan sonra bellerini doğrultamazlar’ dediğimiz anlarda bile bu adamlar çocuklarına; Gazanfer, Muzaffer, Mücahit diye isimler takabilecek kadar büyük bir imana, inanca sahiptirler. Onun için boş lafları bırakın da gerçekçi şeyler düşünün. Türkleri bitirebileceğimiz gerçekçi şeyler.. Atalarınızın yoluna laf edeceğinize daha doğru bir yol bulun.."
Masadaki gençlerden biri kendinden beklenmeyen bir ağırbaşlılıkla karanlıkta etrafındakilere iyice bakıp konuşmaya başladı;
"Tarih dediniz. Çözüm tarihte mevcuttur. Türklere hırsız içerdeyse kilidin bir önemi yoktur dedirtmeliyiz. Olay bu kadar basit ve nettir" deyip sustu.
Adeta ne demek istedi diye düşünsünler ve ne söylediğini tam olarak anlayamadık desinler dercesine..
Yaşlılar hikmetli sözleri severlerdi. Fakat toplantıdakiler, hikmetli görünsün diye söylenen süslü laflarla gerçekten hikmetli sözleri birbirinden ayırt edebilecek yetenekte değildiler. Çünkü bu ayrımı yapabilmek için hikmet sahibi olmak gerekiyordu..
Konuşmanın başından beri suskunluğunu muhafaza eden son yaşlı dayanamadı ve gence dönüp;
"Bay Churchill, Türklere hırsız içerdeyse kilidin bir önemi yoktur dedirtmeliyiz dediniz. Bu ne demektir, açıklayabilir misiniz?" diye sordu.
Bu soruyu bekleyen Churchill, muzaffer bir komutan edasıyla konuşmaya devam etti:
"Havuzun içerisinde teçhizatsız bir şekilde balık yakalamak en mahir balıkçının bile başaramayacağı bir iştir. Artık bu balıkları yakalamayı bırakıp, meseleyi kökünden halletmeliyiz. Havuzdaki suyu boşaltmalıyız. Balıklar Türkler, su da onların dinidir. Hiçbir şey yapamasak bile her gün havuzdan bir maşrapa su almak, balıkları öldürmek için yeterlidir."
Soruyu soran ihtiyar, karşısında ukalalık yaptığını düşündüğü Churchill’e bakıp;
"Hırsız, kilit..."diyecek oldu. Sözün yine kendisine gelmesinden mutlu olan Churchill son noktayı koydu:
"Efendim, yeni bir senaryo yazmalıyız. Kaleyi içten fethetmek yüzyıllardır uyguladığımız taktik. Biz bu sefer işi daha da ileri götüreceğiz. Anadolu’da yaşayan her kavme, kavmiyetçilik fikrini aşılayacağız. Her birine de diğerini kötüleyeceğiz. Herkes kavminin yüceltilmesinden hoşnut olur, ama en duygusuzu bile kavmine küfredilmesine dayanamaz. Boynundan haçını indirmeyecek kardeşlerimiz, imam olarak bu coğrafyaya girecek ve kavmiyetçiliği yayacak. Bunun sonucu olarak da Türkler hırsızın içlerinde olduğunu düşünecek. Tabii ki diğerleri de..."
Karar verilmişti.. Anadolu’nun kaderi böylece çizildi..
Çıkarılacak ders:
"Düşmanın planını bozamayan milletler, ona ram olurlar.."
Mustafa Yahya ÇOŞKUN
Sigaralardan çıkan dumanlar etrafı bir sis tabakası gibi, ama tabii ki sisin yumuşaklığından uzak bir soğuklukla doldurmuş; sigara dumanları imkansız gibi görünse de karanlığa karanlık katmıştı.
Gençlerden biri ancak kendi yaşının söyleyebileceği fütursuzlukla;
"Yüzyıllardır oynadığımız oyundan bıktık. Bize hiçbir fayda sağlamadığını fark ettiğimiz yolları artık bırakalım. Yeni yollar keşfedelim"dedi.
Masadaki toplantının idarecisi ve bilgini olduğunu kanıtlamak isteyen yaşlılardan biri konuşan gence dönüp;
"Fevri davranma evlat. En kestirme yol bildiğin yoldur. Atalarımızın bin yıldır gittiği yolu tahkir etme. Biz Birinci Haçlı Seferi’nden beri bu yolu takip ediyoruz" diye ikaz etti.
Görüşlerini savunma ihtiyacı hisseden genç ise;
"Bin yıldır bu yolu izliyoruz da ne oluyor? Düşmanımız yine aynı yerinde ve sapasağlam duruyor. Bu, yolun yanlışlığına işarettir" sözleriyle diklendi..
Bu sözlere diğer yaşlılar da bozuldular. Üç yaşlının ortasında oturan ve yılların yorgunluğu gözlerinden ve yüz hatlarından kolaylıkla okunabilen bir diğer yaşlı, karanlığı bozmak istercesine sigarasını yaktı. Kibritin oluşturduğu birkaç saniyelik aydınlıktan istifade ederek, itirazcı gencin yüzüne baktı. Belki de sigarayı sırf bu yüzden yakmıştı. Zira, iki nefes aldıktan sonra sigarasını çok sert bir vuruşla küllüğün tam orta yerinde söndürüverdi. Belki de bu bakış; yılların verdiği tecrübe ile gencin yüzünden okuyabileceğini tahmin ettiği samimiyeti sorgulamak içindi.
"Atalarımıza laf etme!" diye gürledi ve devam etti:
"Yol doğru, yoldaşlar yanlıştı veya yanlışlık yaptılar. Çünkü o yolu açan kutlu bir papaz efendi idi. Eşeği ile diyar diyar gezmesi samimiyetindendi."
Hararetli tartışmanın bir türlü sonu gelmiyordu. Aynı ihtiyar, bu defa yatıştırıcı bir ses tonuyla devam etti:
"Hiçbiriniz Türkleri benim kadar iyi tanıyamazsınız. Siz sadece slogan olarak Barbar Türkler dersiniz; onları yeneceğinizi söyler durursunuz, ama tarihe hiç bakmazsınız. Öldüler, bittiler, ‘bundan sonra bellerini doğrultamazlar’ dediğimiz anlarda bile bu adamlar çocuklarına; Gazanfer, Muzaffer, Mücahit diye isimler takabilecek kadar büyük bir imana, inanca sahiptirler. Onun için boş lafları bırakın da gerçekçi şeyler düşünün. Türkleri bitirebileceğimiz gerçekçi şeyler.. Atalarınızın yoluna laf edeceğinize daha doğru bir yol bulun.."
Masadaki gençlerden biri kendinden beklenmeyen bir ağırbaşlılıkla karanlıkta etrafındakilere iyice bakıp konuşmaya başladı;
"Tarih dediniz. Çözüm tarihte mevcuttur. Türklere hırsız içerdeyse kilidin bir önemi yoktur dedirtmeliyiz. Olay bu kadar basit ve nettir" deyip sustu.
Adeta ne demek istedi diye düşünsünler ve ne söylediğini tam olarak anlayamadık desinler dercesine..
Yaşlılar hikmetli sözleri severlerdi. Fakat toplantıdakiler, hikmetli görünsün diye söylenen süslü laflarla gerçekten hikmetli sözleri birbirinden ayırt edebilecek yetenekte değildiler. Çünkü bu ayrımı yapabilmek için hikmet sahibi olmak gerekiyordu..
Konuşmanın başından beri suskunluğunu muhafaza eden son yaşlı dayanamadı ve gence dönüp;
"Bay Churchill, Türklere hırsız içerdeyse kilidin bir önemi yoktur dedirtmeliyiz dediniz. Bu ne demektir, açıklayabilir misiniz?" diye sordu.
Bu soruyu bekleyen Churchill, muzaffer bir komutan edasıyla konuşmaya devam etti:
"Havuzun içerisinde teçhizatsız bir şekilde balık yakalamak en mahir balıkçının bile başaramayacağı bir iştir. Artık bu balıkları yakalamayı bırakıp, meseleyi kökünden halletmeliyiz. Havuzdaki suyu boşaltmalıyız. Balıklar Türkler, su da onların dinidir. Hiçbir şey yapamasak bile her gün havuzdan bir maşrapa su almak, balıkları öldürmek için yeterlidir."
Soruyu soran ihtiyar, karşısında ukalalık yaptığını düşündüğü Churchill’e bakıp;
"Hırsız, kilit..."diyecek oldu. Sözün yine kendisine gelmesinden mutlu olan Churchill son noktayı koydu:
"Efendim, yeni bir senaryo yazmalıyız. Kaleyi içten fethetmek yüzyıllardır uyguladığımız taktik. Biz bu sefer işi daha da ileri götüreceğiz. Anadolu’da yaşayan her kavme, kavmiyetçilik fikrini aşılayacağız. Her birine de diğerini kötüleyeceğiz. Herkes kavminin yüceltilmesinden hoşnut olur, ama en duygusuzu bile kavmine küfredilmesine dayanamaz. Boynundan haçını indirmeyecek kardeşlerimiz, imam olarak bu coğrafyaya girecek ve kavmiyetçiliği yayacak. Bunun sonucu olarak da Türkler hırsızın içlerinde olduğunu düşünecek. Tabii ki diğerleri de..."
Karar verilmişti.. Anadolu’nun kaderi böylece çizildi..
Çıkarılacak ders:
"Düşmanın planını bozamayan milletler, ona ram olurlar.."
Mustafa Yahya ÇOŞKUN
