Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Vicdanlarını Gömen Babalar (1 Kullanıcı)

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,536
Tepki puanı
876
Puanları
113
Yaş
65
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Vicdanlarını Gömen Babalar
Hande Gülderen
Câhiliye devri, “zulmün birçok açıdan had safhaya ulaştığı İslâm öncesi devri” ifade eder. Ancak bu devrin ahlâkî ve insanî yönden gayet çirkin ve yürek parçalayan bazı özelliklerine baktığımızda, maalesef tarih boyunca tekrar eden tarafları olduğu hemen göze çarpacaktır. Zaten “câhiliye”yi sadece bir devre has imiş gibi kabul etmek de, aslında kişinin kendi zamanını ve dolayısıyla da kendini hakkı olmadığı hâlde temize çekme çabası olarak yorumlanabilir. Nitekim yaşadığımız zamanda da câhiliyenin birçok özelliğini bulmak mümkündür.

Devrimizdeki câhiliye özellikleri, “âşikâr” ve “gizli” olmak üzere iki grupta değerlendirilebilir. Âşikâr olanları inkâr edilemez ve tartışma götürmez bir açıklığa sahiptir ve insanların çoğu için tuzağına düşme tehlikesi içermez. En çıplak hâliyle kumar, tefecilik, zinâ, haksız yere cana kıyma gibi fiiller böyledir. Bu tür fiiller, toplumlarda sürekli olarak ayıplanmış ve kötülüğü herkesçe kabul edilmiş fiiller olagelmiştir.
Gizli cahiliye âdetleri ise, çok daha büyük bir tehlike arz eder. Çünkü gizli câhiliye âdetleri, özünde sahip olduğu çirkinlik ve zulüm yönünden, âşikâr cahiliye âdetleriyle aynı olmakla birlikte, birbirinden çok farklı ve çoğu zaman da mâsum görünüşlü çehrelere sahiptir. Bu sebeptendir ki, insanlar, çoğu kez kendi vicdanlarını kandırmanın bir yolunu bularak bu gizli câhiliye âdetlerine rahatlıkla teşebbüs edebilmekte ve toplum da bunu, kabul edilebilir bir durum gibi karşılayabilmektedir. Bu durumun en bâriz örneklerinden biri ise, kız çocuklarına karşı takınılan tavırdır.
Bilindiği üzere, câhiliye devrinde kız çocukları hor görülür ve akıl almaz bir vahşete mâruz kalırlardı. Onlar için haberlerin en kötüsü, bir kız çocuğuna sahip olduğu haberiydi. Bu durum, âyet-i kerîmede şöyle ifâde edilmektedir:
“Onlardan birine Rahman olan Allâh’a isnat ettikleri bir kız evlât müjdelense, içi öfkeyle dolarak yüzü simsiyah kesilirdi. (ez-Zuhruf, 17)
Bu âyet-i kerîme, Kur’ân-ı Kerîm’in kız evlâdı değerlendirişiyle câhiliye devri insanının kız evlâda bakış açısı arasında çok etkili ve mûciz bir mukayese ortaya koymaktadır. Nitekim kız evlâda sahip olmanın haberi, bu âyet-i kerîmede “beşâret”, yani “müjde” kelimesiyle ifade edilirken bu habere muhâtab olan câhiliye devri insanının tavrı, öfkenin en çirkin tezâhürüyle, yani yüzün simsiyah kesilmesiyle tasvir edilmiştir.
Çok büyük bir teessüfle söylemek gerekir ki, Kur’ân-ı Kerîm’de tasvir edilen bu tablo, bugün bile bize yabancı değildir. İslâm’ı ve onun getirdiği güzellikleri en fazla özümseyip benimsemiş olmakla tavsif edebileceğimiz toplumumuzda bile îmân güzelliğiyle aslâ bağdaşmayacak bu zâlimce ve aşağılık tavrın örneklerine şâhit olmaktayız. Babaları tarafından sırf cinsiyetleri sebebiyle dışlanan kız evlâtlar, sebebini kavrayamadıkları bir zulme ve hor görülmeye mâruz kalmaktadır. Bu zulüm, bazen öyle bir hâl almaktadır ki, yürekleri parçalayan ve en vahşî hayvanlarda bile görülmeyen kendi evlâdının canına kıyma cinâyetiyle neticelenmektedir.
Câhiliye devrinde hâmile olan kadınlar, doğum sancıları başladığında çöle götürülüp kendisine o hâliyle bir çukur kazdırılırdı. Sonrasında orada doğumun gerçekleşmesi beklenilir ve şayet dokuz aydır annenin çilesini çektiği yavru, kız ise, babası tarafından o çukura atılarak diri diri gömülürdü. Annenin doğum sancılarını bile unutturan bu yürek sancısının havliyle karşı koyması da bunu engelleyemezdi. Vicdanını, kız evlâdıyla birlikte toprak altına gömen baba, böylece doğan çocuğunun kız olduğundan kimsenin haberdar olmamasını sağlamaya çalışırdı. Ne olup bittiğini soranlara ise, bebeğin ölü doğduğunu söylerdi. Yani toplumun büyük bir çoğunluğu aynı alçaklığı işlemekle birlikte, yine de câhiliye insanları hâdiseyi birbirlerinden gizlemeye çalışırlardı. Bu, onların bir nevî olmayan vicdanlarını avutma yoluydu. Bazı babalar ise, “evlâdını rızık endişesiyle ve cimrilik sebebiyle öldürdü” denmesin diye, yani sırf cimrilik suçlamasıyla suçlanmaktan korkarak, kızlarının 4-5 yaşlarına kadar yaşamasına müsâade ederlerdi. Mâsum kızcağızlar, bu yaşa geldiklerinde ise kararlaştırılan bir günde, en güzel kıyâfetleri giydirilerek, “Dayına gidiyoruz…” yalanıyla, daha evvel kazılmış olan çukurun yanına götürülüp diri diri gömülmekten kurtulamazlardı.
Bu akıl almaz cinâyeti, Hazret-i Ömer şu sözlerle anlatmaktadır:
İslâmiyet’ten önce yaptığım iki şey vardır ki, birini hatırladıkça hâlâ çok gülerim, ötekini hatırladıkça da gözlerimden kanlı yaşlar dökülür.
Çok güldüğüm olay şudur: O zamanlar her âilenin ilâh edindiği bir putu vardı. Ticâretle meşgul olduğumuz için yola çıkarken genellikle hamurdan yaptığımız putumuzu yanımıza alır ve acıkınca onu güzelce yerdik.
Çok üzüldüğüm olay da şudur: Çok sevdiğim bir kızım vardı. İki-üç yaşına kadar onu muhafaza edebildim. Ama örfümüz gereği, onu öldürmeye karar verdim. Bir sabah kızımı yanıma aldım, çöle doğru yola çıktım. Kızıma mezar kazmaya başladım. Ben kürekle kumları atarken o çevremde dolaşıyor, gülerek sakalıma ve saçlarıma sıçrayan kumları silkeliyor ve tatlı bir sesle «Babacığım, saçın sakalın kirlenmesin!» diye cıvıldıyordu. Hâlbuki ben onu daha sonra toprağa ittim, diri diri kuma gömerek öldürdüm.”
Bu rivâyet, içler acısı bu tabloyu gâyet açık bir şekilde resmetmektedir. Burada dikkat çeken bir husus da şudur: Mâsum kızcağız, babası, onun canına kıyacağı ânda bile, o babasının sakalının tozlandığını görerek eliyle tozları silkelemeye çalışmaktadır. Ancak onun bu göz yaşartan merhameti, zâlim babasının yürek parçalayıcı zulmüne bir perde olamamaktadır.
Mâsum kız çocuklarının canına kıyma vahşetinin, günümüzde de sürdüğünü söylemiştik. Ama bu cinayetler, âşikâr bir şekilde olmaktan ziyâde, gizli cinâyet usûlleriyle devam etmektedir. Bu gizli cinayetin ismi ise, “kürtaj”dır. Kürtaj, hâmileliğin hangi safhasında olursa olsun, canlı bir cenine kastettiği ânda cinayetten başka bir şey değildir.
Kürtajın sebepleri arasında ise, “çocuk istememe” ve en fazla da “kız çocuğu istememe” câhilliği bulunmaktadır. Anne karnındaki yavrunun kız olduğunu öğrenen babaların, hanımını kürtaj yaptırmaya zorladığına şâhit olanlarımız az değildir.
Babalar, bu şekilde kendi ellerini kana bulamadan (!) kız çocuklarından kurtulmak istemekte ve bunu yaparken de kürtaj bıçağını, aslında kendi vicdanlarına vurduklarının farkında olmamaktadırlar.
Modern zamanlarda cinayet gibi görünmeyen bu fecî cinâyetten kurtulan kız çocukları ise, annelerinin dirâyeti ve karşı koymasıyla eğer dünyaya gelirlerse, baba sevgisinden mahrum bir şekilde büyümektedirler.
İster diri diri toprağa gömmek sûretiyle olsun, isterse kürtaj gibi modern cinâyet usûlleriyle olsun, mâsum evlâtların canına kıymak, hiçbir vicdan sahibi varlığın kabul edemeyeceği büyük bir vahşettir. Hattâ en vahşî hayvanlarda bile böylesi bir vahşetin örneklerini görmek mümkün değildir. Bu da insanın bazen nasıl “belhüm adall” olduğunu, yani hayvanlardan bile daha aşağı derekelere inebildiğini bizlere gösteren bir keyfiyettir.
Böylesi bir vahşet, ancak vicdanların öldürülmesiyle mümkündür!.. Babalar, kız evlâtlarını öldürmekle, aslında kendi vicdanlarını ve insanlıklarını öldürmekte, böylece en aşağılık varlıklar hâline gelmektedirler. Ancak bu fecî vahşetin hesabı, elbette ki, âhirette sorulacaktır. Bunu bizzat Kur’ân-ı Kerîm, dehşetengiz kıyâmet ve mahşer tablolarını tasvir ederken şu ilâhî tehdit cümlesiyle bizlere ihtar etmektedir:
“Diri diri toprağa gömülen kız çocuğunun hangi suçla öldürüldüğü sorulduğu zaman…”
(et-Tekvîr Sûresi, 8-9)
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt