Bu hafta yani 09-15 mayıs tarihleri arası Veysel Karani hz. anma haftası En azından bir FATİHA gönderelim mubareğe belki şefaati bizede yetişir.Hayatını okuyalım anlatalım herkese
Peygamber efendimiz zamânında yaşamış büyük velî. İsmi Üveys bin Âmir el-Karnî´dir. Yemenin Karn köyünde doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 657 (H.37) târihinde şehîd edildi. Peygamber efendimizin sağlığında müslüman oldu. Fakat görmediği için Sahâbî olamadı. Peygamber efendimiz zamânında Medîneye gelmedi. Tâbiînin büyüklerinden olduğu hadîs-i şerîfte bildirildi. Hazret-i Ömerin halîfeliği sırasında Medîneye geldi. Çok alâka ve hürmet gördü. Önceleri kendi memleketi Yemende yaşadı. Sonra Basra´ya gitti.
Veysel Karânî hazretleri, Yemende iken deve güder, geçimini onunla temin ederdi. Geçimi, yaşaması pek sâdeydi. Hasta, âmâ ve ihtiyar annesinden başka kimsesi yoktu. Güttüğü develer için belli bir ücret istemez, ne verirlerse kabul ederdi. Fakir olanlardan hiç ücret almazdı. Aldığının yarısını sadaka olarak fakirlere dağıtır, kalanını da kendi ihtiyaçlarına ve annesine harcardı.
Müslüman olduktan sonra bütün ömrü boyunca sevgili Peygamberimizin aşkı ile yanıp tutuştu. Bir an bile Rabbini unutmadı. Kulluğunda o dereceye yükseldi ki, her hâli, her hareketi ve her sözü insanlara ibret ve nasîhat oldu. Kimseden incinmemiş ve kimseyi incitmemiştir. Onun en önemli vasfı; Peygamber efendimize olan aşkı, ibâdete canla başla devâmı ve annesine saygısıdır. Annesine çok hizmet edip, hayır duâsını aldı. Resûlullah efendimizi görmeği çok arzu ediyordu. Defâlarca Peygamber efendimizi görmek için annesinden izin istedi. Annesi, kendisine bakacak kimsesi olmadığı için izin veremedi.
Peygamber efendimiz; "Üveys-i Karnî, ihsân ve iyilikte Tâbiînin hayırlısıdır. buyurdu. Resûlullah efendimiz, zaman zaman mübârek yüzünü Yemen tarafına döndürür ve; Yemen tarafından rahmet rüzgârı estiğini duyuyorum. buyururdu. Kıyâmette Allahü teâlâ Üveys sûretinde yetmiş bin melek yaratır ve Üveysi onların arasında Arasata götürürler. Cennete gider ve Allahü teâlânın dilediği (bildirdiği)nden başka mahlûk hangisinin Üveys olduğunu bilmez. Ümmetimden bir kimse vardır ki, Rebîa ve Mudar kabîlelerinin koyunları kıllarının adedince kişiye kıyâmette şefâat edecektir. buyurdu. Arabistanda bu iki kabîlenin koyunları kadar kimsenin koyunu olmadığı söylenmiştir. Eshâb-ı kirâm; Yâ Resûlallah, bu kimdir? dediler. Peygamber efendimiz; Allahın kullarından biri. buyurdu. Biz hepimiz kullarız, ismi nedir? dediler. Üveys. buyurdu. Nerelidir? dediler. Karnlıdır. buyurdu. O sizi gördü mü? dediler. Baş gözü ile görmedi. buyurdu. Hayret, size bu kadar âşık olsun da, hizmet ve huzûrunuza koşup gelmesin! dediler. İki sebepten: Biri hallerine mağlubdur. İkincisi ise benim dînime bağlılığından dolayıdır. İhtiyar bir annesi vardır. Îmân etmiştir. Gözleri görmez, el ve ayakları hareket etmez. Üveys gündüzleri deve çobanlığı yapar, aldığı ücreti kendisinin ve annesinin nafakasına harcar. buyurdu. Biz onu görür müyüz dediler. Hazret-i Ebû Bekre; Sen onu kendi zamânında göremezsin. Ama hazret-i Ömer ve hazret-i Aliye; Siz onu görürsünüz. Sol böğründe ve avucunun içinde bir gümüş miktarı beyazlık vardır. Bu baras hastalığı beyazlığı değildir. Ona varınca, benim selâmımı söyleyin ve ümmetime duâ etmesini bildirin. buyurdu.
Veysel Karânî hazretleri gece-gündüz ibâdet ve tâatle vakit geçirirdi. Kendini halktan gizlerdi. İlk zamanlar herkes ona dîvâne gözü ile bakıyordu. Sonradan onun büyüklüğünü anladılar, çok ikrâm ve hürmet göstermeye başladılar. Bunun üzerine, annesinin vefâtından sonra Karn köyünden çıkıp Kûfe şehrine gitti.
Peygamber efendimizin vefâtı yaklaşınca, hırkanızı kime verelim? dediler. Üveys-i Karnî´ye verin. buyurdu. Resûlullahın vefâtından sonra hazret-i Ömer ile hazret-i Ali Kûfeye geldiklerinde, Ömer (radıyallahü anh) hutbe esnasında; Ey Necdliler, kalkınız! buyurdu. Kalktılar. Aranızda Karndan kimse var mıdır? buyurdu. Evet dediler ve birkaç kişiyi ona gönderdiler. Hazret-i Ömer, onlardan Üveysi sordu. Biliyoruz. O, sizin bildiğinizden pek aşağı bir kimsedir. Dîvânedir, akılsızdır ve insanlardan kaçar bir hâli vardır, dediler. Onu arıyorum, nerededir? buyurdu. Arne vâdisinde develerimize çobanlık yapmaktadır, biz de karşılığında ona akşam yiyeceği veririz, saçı-sakalı karışıktır, şehirlere gelmez, kimse ile sohbet etmez, insanların yediğini yemez; üzüntü ve neşe bilmez. İnsanlar gülünce, o ağlar; insanlar ağlayınca o güler dediler. Onu arıyorum. buyurdu. Sonra hazret-i Ömerle hazret-i Ali, onun olduğu yere gittiler. Onu namaz kılar gördüler. Allahü teâlâ, develerini gütmesi için bir melek vazifelendirmişti. Namazı bitirip selâm verince, hazret-i Ömer, kalktı ve selâm verdi. Selâmı aldı. Hazret-i Ömer; İsmin nedir? diye sordu. Abdullah, yâni Allahın kulu. dedi. Hepimiz Allahın kullarıyız; esas ismin nedir? diye sordu. Üveys dedi. Sağ elini göster. buyurdu. Gösterdi. Hazret-i Ömer; Peygamber efendimiz size selâm etti. Mübârek hırkalarını size gönderip; Alıp giysin, ümmetime de duâ etsin. diye vasiyet buyurdu, dedi.
Yâ Ömer! Ben zayıf, âciz ve günahkâr bir kulum. Dikkat buyur, bu vasiyet başkasına âid olmasın? deyince; Hayır yâ Üveys, aradığımız kimse sensin. Peygamber efendimiz senin eşkâlini ve vasfını belirtti. cevâbını verdi.
Bunun üzerine, Hırka-i şerîfi hürmetle aldı, öptü, kokladı, yüzüne gözüne sürdü. Sonra; Siz burada bekleyin. dedi. Yanlarından ayrıldı. Biraz ileride hırkayı yere bırakıp, yüzünü yere koydu. Cenâb-ı Hakka şöyle duâda bulundu:
Yâ Rabbî! Sevgili Peygamber efendimiz, ben fakir, âciz kuluna hazret-i Ömer ve hazret-i Ali ile Hırka-i şerîflerini göndermiş. dedi. Günahkâr olan bütün müslümanların affı için duâ etti. Bir çok günahkâr müslümanın affolduğu bildirilince, Hırka-i şerîfi hürmetle giydi.
Veysel Karânî hazretleri, kendisine hırka verildikten sonra Yemenden Kûfeye gitti. Kûfeye gittikten sonra çok az kimse onu görebildi. Görenlerden biri Harem bin Hayyandır. Harem bin Hayyan anlatır: "Üveysin şefâatinin ne derecede olduğunu bildiren hadîsi işitince, onu görmek istedim. Kûfeye gidip, onu aradım. Nihâyet Fırat Nehri kenarında abdest alırken buldum. Daha önce hakkında mâlûmâtım olduğundan onu tanıdım. Selâm verdim. Selâmımı aldı. Bana baktı. Müsâfeha etmek istedim, elini vermedi. Allah sana merhamet eylesin, seni bağışlasın ey Üveys, nasılsın? dedim. Onu o kadar sevmiştim, ona o kadar acımıştım ki ağladım. Çünkü çok zayıftı. O da ağladı ve; Allah sana hayırlı ömür versin, ey Harem bin Hayyan! Nasılsın ey kardeşim! Beni sana kim gösterdi? dedi. İsmimi ve babamın ismini nasıl bildin ve hiç görmeden beni nasıl tanıdın? dedim. Her şeyi bilen ve her şeyden haberi olan bana bildirdi. Rûhum senin rûhunu tanıdı. Çünkü müminlerin rûhları birbirlerini tanırlar, birbirlerini görmeseler de! dedi."
Resûlullah efendimizden bana bir haber ver, dedim. Ben onu görmedim, Onun haberini başkalarından işittim. Hadîs yolunu kendime açmayı istemem. Muhaddis, müftü veya müzekkir olmayı istemem. Benim meşguliyetim vardır. Bunlarla uğraşamam. dedi. Bana bir âyet okuyun. Sizden duyayım dedim. Elimi tuttu. Eûzü besmele okudu ve çok ağladı. Sonra; Cinleri ve insanları beni tanımaları, ibâdet etmeleri için yarattım. (Zâriyât sûresi: 56) Gökü, yeri ve ikisi arasındakileri oyun olsun diye yaratmadım. (Enbiyâ sûresi: 16) meâlindeki âyet-i kerîmeleri okudu. Sonra bir feryad etti. Aklının gittiğini sandım. Sonra; Ey Hayyânın oğlu, sen buraya niçin geldin? dedi. Seni tanımak, seninle sohbet etmek arzusu ile dedim. Bir kimsenin Allahü teâlâyı tanıdıktan sonra, herhangi bir kimse ile ahbablık etmek istemesine hiçbir zaman bir mânâ veremem. dedi. Bana vasiyet, nasihat et dedim. Yattığın zaman ölümü yastığının altında bil. Kalkınca da karşında bulundur. Günahın küçüklüğüne değil, onunla âsî olmaklığının büyüklüğüne bak! Günâhı küçük tutarsan, onu yasak eden Rabbini küçük tutmuş olursun. Onu büyük tutarsan, Rabbini büyük tutmuş olursun. dedi. Nereye yerleşmemi tavsiye edersin? dedim. Şama dedi. Orada geçim nasıldır. dedim. Şüphenin ağır bastığı şu kalbe yazıklar olsun, nasihat kabul etmez. dedi. Bana bir tavsiyede daha bulun? dedim. Ey Hayyânın oğlu! Baban öldü, Âdem aleyhisselâm, Dâvûd aleyhisselâm, Muhammed Resûlullah öldüler. Halîfesi Ebû Bekir öldü. Kardeşim Ömer öldü. Ah Ömer!.. Ah Ömer!.. dedi. Allah sana rahmet eylesin, hazret-i Ömer ölmemiştir dedim. Allahü teâlâ, onun öldüğünü bana bildirdi. dedi. Salevât okuyup, kısa bir duâdan sonra şu vasiyeti yaptı: Ben ve sen, ölülerdeniz. Allahın kitabını ve onda bildirilen sırât-ı mustakîmi, doğru yolu elden bırakma ve ölümü bir an unutma! Kavmine ve akrabâna varınca onlara nasihat et ve Allahın kullarına öğüt vermekten geri durma. Ehl-i sünnete uymaktan bir adım ayrılma ki, dînini kayıp edersin de haberin olmaz ve Cehenneme düşersin. Birkaç duâ daha etti, sonra; Git Harem bin Hayyan, bir daha ne sen beni gör, ne de ben seni! Beni duâ ile hatırla, ben de seni duâ ile anarım. Sen bu taraftan git, ben de şu taraftan gideyim. dedi. Bir zaman onunla gitmek istedim. Bırakmadı. Gitti, ağlıyordu. Ben de ağladım. Ardından baktım durdum. Gözden kayboluncaya, şehre girinceye kadar baktım. Hâlâ ondan bir haber alamadım.
Devamlı ibâdet ve tefekkür hâlindeydi. Devamlı insanlardan uzak yaşar kimseyle görüşmezdi. Benimle en çok konuşan, hazret-i Ömer ve hazret-i Alidir. demiştir.
Veysel Karânî hazretleri Mekkede hac yapıp, Medîneye gidince, işte Resûlullahın türbesi burasıdır diye kendisine gösterildi. Kendinden geçerek düşüp bayıldı. Ayılınca; Beni buradan götürün. Resûlullah efendimizin medfûn bulunduğu bir beldede benim için yaşamanın tadı olmaz. buyurdu.
Rebî bin Haysem anlatır: Üveys´i görmeye gittim. Sabah namazında idi. Bitirdi, tesbihlerin sonuna kadar bekleyeyim dedim. Kuşluğa kadar kalkmadı. Kalktı kuşluk namazı kıldı. Öğle oldu, öğleyi kıldı. Velhâsıl üç gün namazdan kalkıp, dışarı çıkmadı. Yemedi, uyumadı. Dördüncü gece ona kulak verdim. Gözüne uyku gelmişti. Derhal münâcaâta başladı ve; Yâ Rabbî, çok uyuyan gözden, çok yiyen karından sana sığınırım. dedi. Bana bu yeter dedim ve hâlini bozmadan kalkıp gittim.
Geceleri hiç uyumazdı. Bir gece; Bu gece kıyâm gecesidir. dedi. Diğer gece, Bu gece rükû gecesidir. Öbür gece, Bu gece secde gecesidir. dedi. Bir geceyi kıyâm, bir geceyi rükû, bir başka geceyi de secdeyle geçirdi. Ey Üveys, bu kadar uzun geceyi bir hâlde geçirmeye nasıl katlanıyorsun? dediklerinde; Secdede, sabah oluyor da, ben hâlâ bir kere Sübhâne Rabbiyel alâ diyemem. Halbuki üç tesbih sünnettir. Bunu yapamamamın sebebi, meleklerin ibâdetini yapmak istememdir. Buna ise gücüm yetmemektedir. dedi.
Kendisine, namazda huşû nedir? dediklerinde; Böğrüne iğne batırılsa, namazda duymamaktır. dedi. Kendisine nasılsın? dediler: Sabahleyin kalkıp, akşama sağ çıkacağını bilmeyenin hâli nasıl olur? dedi. İş nasıldır? dediler. Ah, yolun uzaklığından azıksızlıktan, ah! dedi.
Birisi Veysel Karânî hazretlerini ziyârete gitti. Ona hitâben; "Ey Allahü teâlânın sevgili kulu! Bana bir nasîhatta bulun?" dedi. Veysel Karânî hazretleri; Allahü teâlâyı bilir misin? Evet bilirim. Öyle ise, Allahü teâlâdan gayri şeyleri unut. Bu yetişir. buyurdu.
Yâ Üveys, bir nasihat daha söyle! Allahü teâlâ seni bilir mi? Evet bilir. Öyle ise, Allahtan gayrisi seni bilmesin. Allahü teâlânın bilmesi senin için kâfidir. dedi.
Veysel Karânî hazretlerini çocuklar bâzan taşa tutardı. O ise çocuklara; Yavrucaklar mutlaka beni taşa tutmanız gerekiyorsa, hiç olmazsa küçük taş atın da ayaklarımı kanatıp namaz kılmakta bana zorluk olmasın. derdi.
Veysel Karânî bir defasında üç gün üç gece yemek yememişti. Dördüncü gün sabahı dışarı çıktı. Yolda bir altın para gördü. Bir kimseden düşmüştür deyip, almadı. Açlığını gidermeye çalışırken, bir koyunun kendisine doğru geldiğini gördü. Koyun, ağzında o bir altınla önünde durdu. Bir kimsenin olabilir deyip, yüzünü çevirdi. Koyun dile gelip; Ben de, senin kulu olduğun zâtın kuluyum. Allahın rızkını Allahın kulundan al. dedi. Altını almak için elini uzatınca, onu eline bıraktı ve koyun kayboldu.
Buyurdu ki:
Allahü teâlâyı tanıyana hiçbir şey gizli kalmaz.
Ey insan bu fâni hayatta Allah korkusunu kalbinden çıkarma! Kurtuluş çâresi Ona itâattedir.
Yüksekliği aradım, tevâzuda buldum. Başkanlık aradım, halka nasihatta buldum. Neseb aradım, takvâda buldum. Şeref aradım, kanâatte buldum. Rahatlık aradım, zühdde buldum. Zenginlik aradım, tevekkülde buldum.
Veysel Karânî hazretlerine Peygamber efendimiz tarafından hediye edilen Hırka-i şerîf, Van civârında İrisân Beylerine kadar gelmiş ve 1618 senesinde, Osmanlı pâdişâhlarından Sultan İkinci Osman Hana getirilip hediye edilmiştir. Sultan Abdülmecîd Han, bu Hırka-i şerîf için Fâtih civârında Hırka-i Şerîf Câmisini yaptırmıştır. Günümüzde bu hırka, her sene Ramazan ayında camekân içinde halkın ziyâretine açık tutulmaktadır.
KEFEN
Veysel Karânî hazretlerine; Şuracıkta bir adam var. Otuz senedir, bir mezar kazdı, kefenini giydi, o kabrin başında oturmuş ağlar, gecesi gündüzü yok dediler. Beni oraya götürün. buyurdu. Veysel Karânîyi onun yanına götürdüler. Sararmış, zayıflamış, kurumuş, gözleri ağlamaktan çukurlaşmış halde idi. Ey kişi, bu kabir ve kefen, seni otuz senedir, Allahdan alıkoydu. Sen Allahı düşünecek, zikredecek yerde, hep kefeni ve kabri düşündün. buyurdu. O kişi, onun nûruyla o tehlikeyi kendinde gördü. Feryâd ederek o kabre düşüp can verdi.
Peygamber efendimiz zamânında yaşamış büyük velî. İsmi Üveys bin Âmir el-Karnî´dir. Yemenin Karn köyünde doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 657 (H.37) târihinde şehîd edildi. Peygamber efendimizin sağlığında müslüman oldu. Fakat görmediği için Sahâbî olamadı. Peygamber efendimiz zamânında Medîneye gelmedi. Tâbiînin büyüklerinden olduğu hadîs-i şerîfte bildirildi. Hazret-i Ömerin halîfeliği sırasında Medîneye geldi. Çok alâka ve hürmet gördü. Önceleri kendi memleketi Yemende yaşadı. Sonra Basra´ya gitti.
Veysel Karânî hazretleri, Yemende iken deve güder, geçimini onunla temin ederdi. Geçimi, yaşaması pek sâdeydi. Hasta, âmâ ve ihtiyar annesinden başka kimsesi yoktu. Güttüğü develer için belli bir ücret istemez, ne verirlerse kabul ederdi. Fakir olanlardan hiç ücret almazdı. Aldığının yarısını sadaka olarak fakirlere dağıtır, kalanını da kendi ihtiyaçlarına ve annesine harcardı.
Müslüman olduktan sonra bütün ömrü boyunca sevgili Peygamberimizin aşkı ile yanıp tutuştu. Bir an bile Rabbini unutmadı. Kulluğunda o dereceye yükseldi ki, her hâli, her hareketi ve her sözü insanlara ibret ve nasîhat oldu. Kimseden incinmemiş ve kimseyi incitmemiştir. Onun en önemli vasfı; Peygamber efendimize olan aşkı, ibâdete canla başla devâmı ve annesine saygısıdır. Annesine çok hizmet edip, hayır duâsını aldı. Resûlullah efendimizi görmeği çok arzu ediyordu. Defâlarca Peygamber efendimizi görmek için annesinden izin istedi. Annesi, kendisine bakacak kimsesi olmadığı için izin veremedi.
Peygamber efendimiz; "Üveys-i Karnî, ihsân ve iyilikte Tâbiînin hayırlısıdır. buyurdu. Resûlullah efendimiz, zaman zaman mübârek yüzünü Yemen tarafına döndürür ve; Yemen tarafından rahmet rüzgârı estiğini duyuyorum. buyururdu. Kıyâmette Allahü teâlâ Üveys sûretinde yetmiş bin melek yaratır ve Üveysi onların arasında Arasata götürürler. Cennete gider ve Allahü teâlânın dilediği (bildirdiği)nden başka mahlûk hangisinin Üveys olduğunu bilmez. Ümmetimden bir kimse vardır ki, Rebîa ve Mudar kabîlelerinin koyunları kıllarının adedince kişiye kıyâmette şefâat edecektir. buyurdu. Arabistanda bu iki kabîlenin koyunları kadar kimsenin koyunu olmadığı söylenmiştir. Eshâb-ı kirâm; Yâ Resûlallah, bu kimdir? dediler. Peygamber efendimiz; Allahın kullarından biri. buyurdu. Biz hepimiz kullarız, ismi nedir? dediler. Üveys. buyurdu. Nerelidir? dediler. Karnlıdır. buyurdu. O sizi gördü mü? dediler. Baş gözü ile görmedi. buyurdu. Hayret, size bu kadar âşık olsun da, hizmet ve huzûrunuza koşup gelmesin! dediler. İki sebepten: Biri hallerine mağlubdur. İkincisi ise benim dînime bağlılığından dolayıdır. İhtiyar bir annesi vardır. Îmân etmiştir. Gözleri görmez, el ve ayakları hareket etmez. Üveys gündüzleri deve çobanlığı yapar, aldığı ücreti kendisinin ve annesinin nafakasına harcar. buyurdu. Biz onu görür müyüz dediler. Hazret-i Ebû Bekre; Sen onu kendi zamânında göremezsin. Ama hazret-i Ömer ve hazret-i Aliye; Siz onu görürsünüz. Sol böğründe ve avucunun içinde bir gümüş miktarı beyazlık vardır. Bu baras hastalığı beyazlığı değildir. Ona varınca, benim selâmımı söyleyin ve ümmetime duâ etmesini bildirin. buyurdu.
Veysel Karânî hazretleri gece-gündüz ibâdet ve tâatle vakit geçirirdi. Kendini halktan gizlerdi. İlk zamanlar herkes ona dîvâne gözü ile bakıyordu. Sonradan onun büyüklüğünü anladılar, çok ikrâm ve hürmet göstermeye başladılar. Bunun üzerine, annesinin vefâtından sonra Karn köyünden çıkıp Kûfe şehrine gitti.
Peygamber efendimizin vefâtı yaklaşınca, hırkanızı kime verelim? dediler. Üveys-i Karnî´ye verin. buyurdu. Resûlullahın vefâtından sonra hazret-i Ömer ile hazret-i Ali Kûfeye geldiklerinde, Ömer (radıyallahü anh) hutbe esnasında; Ey Necdliler, kalkınız! buyurdu. Kalktılar. Aranızda Karndan kimse var mıdır? buyurdu. Evet dediler ve birkaç kişiyi ona gönderdiler. Hazret-i Ömer, onlardan Üveysi sordu. Biliyoruz. O, sizin bildiğinizden pek aşağı bir kimsedir. Dîvânedir, akılsızdır ve insanlardan kaçar bir hâli vardır, dediler. Onu arıyorum, nerededir? buyurdu. Arne vâdisinde develerimize çobanlık yapmaktadır, biz de karşılığında ona akşam yiyeceği veririz, saçı-sakalı karışıktır, şehirlere gelmez, kimse ile sohbet etmez, insanların yediğini yemez; üzüntü ve neşe bilmez. İnsanlar gülünce, o ağlar; insanlar ağlayınca o güler dediler. Onu arıyorum. buyurdu. Sonra hazret-i Ömerle hazret-i Ali, onun olduğu yere gittiler. Onu namaz kılar gördüler. Allahü teâlâ, develerini gütmesi için bir melek vazifelendirmişti. Namazı bitirip selâm verince, hazret-i Ömer, kalktı ve selâm verdi. Selâmı aldı. Hazret-i Ömer; İsmin nedir? diye sordu. Abdullah, yâni Allahın kulu. dedi. Hepimiz Allahın kullarıyız; esas ismin nedir? diye sordu. Üveys dedi. Sağ elini göster. buyurdu. Gösterdi. Hazret-i Ömer; Peygamber efendimiz size selâm etti. Mübârek hırkalarını size gönderip; Alıp giysin, ümmetime de duâ etsin. diye vasiyet buyurdu, dedi.
Yâ Ömer! Ben zayıf, âciz ve günahkâr bir kulum. Dikkat buyur, bu vasiyet başkasına âid olmasın? deyince; Hayır yâ Üveys, aradığımız kimse sensin. Peygamber efendimiz senin eşkâlini ve vasfını belirtti. cevâbını verdi.
Bunun üzerine, Hırka-i şerîfi hürmetle aldı, öptü, kokladı, yüzüne gözüne sürdü. Sonra; Siz burada bekleyin. dedi. Yanlarından ayrıldı. Biraz ileride hırkayı yere bırakıp, yüzünü yere koydu. Cenâb-ı Hakka şöyle duâda bulundu:
Yâ Rabbî! Sevgili Peygamber efendimiz, ben fakir, âciz kuluna hazret-i Ömer ve hazret-i Ali ile Hırka-i şerîflerini göndermiş. dedi. Günahkâr olan bütün müslümanların affı için duâ etti. Bir çok günahkâr müslümanın affolduğu bildirilince, Hırka-i şerîfi hürmetle giydi.
Veysel Karânî hazretleri, kendisine hırka verildikten sonra Yemenden Kûfeye gitti. Kûfeye gittikten sonra çok az kimse onu görebildi. Görenlerden biri Harem bin Hayyandır. Harem bin Hayyan anlatır: "Üveysin şefâatinin ne derecede olduğunu bildiren hadîsi işitince, onu görmek istedim. Kûfeye gidip, onu aradım. Nihâyet Fırat Nehri kenarında abdest alırken buldum. Daha önce hakkında mâlûmâtım olduğundan onu tanıdım. Selâm verdim. Selâmımı aldı. Bana baktı. Müsâfeha etmek istedim, elini vermedi. Allah sana merhamet eylesin, seni bağışlasın ey Üveys, nasılsın? dedim. Onu o kadar sevmiştim, ona o kadar acımıştım ki ağladım. Çünkü çok zayıftı. O da ağladı ve; Allah sana hayırlı ömür versin, ey Harem bin Hayyan! Nasılsın ey kardeşim! Beni sana kim gösterdi? dedi. İsmimi ve babamın ismini nasıl bildin ve hiç görmeden beni nasıl tanıdın? dedim. Her şeyi bilen ve her şeyden haberi olan bana bildirdi. Rûhum senin rûhunu tanıdı. Çünkü müminlerin rûhları birbirlerini tanırlar, birbirlerini görmeseler de! dedi."
Resûlullah efendimizden bana bir haber ver, dedim. Ben onu görmedim, Onun haberini başkalarından işittim. Hadîs yolunu kendime açmayı istemem. Muhaddis, müftü veya müzekkir olmayı istemem. Benim meşguliyetim vardır. Bunlarla uğraşamam. dedi. Bana bir âyet okuyun. Sizden duyayım dedim. Elimi tuttu. Eûzü besmele okudu ve çok ağladı. Sonra; Cinleri ve insanları beni tanımaları, ibâdet etmeleri için yarattım. (Zâriyât sûresi: 56) Gökü, yeri ve ikisi arasındakileri oyun olsun diye yaratmadım. (Enbiyâ sûresi: 16) meâlindeki âyet-i kerîmeleri okudu. Sonra bir feryad etti. Aklının gittiğini sandım. Sonra; Ey Hayyânın oğlu, sen buraya niçin geldin? dedi. Seni tanımak, seninle sohbet etmek arzusu ile dedim. Bir kimsenin Allahü teâlâyı tanıdıktan sonra, herhangi bir kimse ile ahbablık etmek istemesine hiçbir zaman bir mânâ veremem. dedi. Bana vasiyet, nasihat et dedim. Yattığın zaman ölümü yastığının altında bil. Kalkınca da karşında bulundur. Günahın küçüklüğüne değil, onunla âsî olmaklığının büyüklüğüne bak! Günâhı küçük tutarsan, onu yasak eden Rabbini küçük tutmuş olursun. Onu büyük tutarsan, Rabbini büyük tutmuş olursun. dedi. Nereye yerleşmemi tavsiye edersin? dedim. Şama dedi. Orada geçim nasıldır. dedim. Şüphenin ağır bastığı şu kalbe yazıklar olsun, nasihat kabul etmez. dedi. Bana bir tavsiyede daha bulun? dedim. Ey Hayyânın oğlu! Baban öldü, Âdem aleyhisselâm, Dâvûd aleyhisselâm, Muhammed Resûlullah öldüler. Halîfesi Ebû Bekir öldü. Kardeşim Ömer öldü. Ah Ömer!.. Ah Ömer!.. dedi. Allah sana rahmet eylesin, hazret-i Ömer ölmemiştir dedim. Allahü teâlâ, onun öldüğünü bana bildirdi. dedi. Salevât okuyup, kısa bir duâdan sonra şu vasiyeti yaptı: Ben ve sen, ölülerdeniz. Allahın kitabını ve onda bildirilen sırât-ı mustakîmi, doğru yolu elden bırakma ve ölümü bir an unutma! Kavmine ve akrabâna varınca onlara nasihat et ve Allahın kullarına öğüt vermekten geri durma. Ehl-i sünnete uymaktan bir adım ayrılma ki, dînini kayıp edersin de haberin olmaz ve Cehenneme düşersin. Birkaç duâ daha etti, sonra; Git Harem bin Hayyan, bir daha ne sen beni gör, ne de ben seni! Beni duâ ile hatırla, ben de seni duâ ile anarım. Sen bu taraftan git, ben de şu taraftan gideyim. dedi. Bir zaman onunla gitmek istedim. Bırakmadı. Gitti, ağlıyordu. Ben de ağladım. Ardından baktım durdum. Gözden kayboluncaya, şehre girinceye kadar baktım. Hâlâ ondan bir haber alamadım.
Devamlı ibâdet ve tefekkür hâlindeydi. Devamlı insanlardan uzak yaşar kimseyle görüşmezdi. Benimle en çok konuşan, hazret-i Ömer ve hazret-i Alidir. demiştir.
Veysel Karânî hazretleri Mekkede hac yapıp, Medîneye gidince, işte Resûlullahın türbesi burasıdır diye kendisine gösterildi. Kendinden geçerek düşüp bayıldı. Ayılınca; Beni buradan götürün. Resûlullah efendimizin medfûn bulunduğu bir beldede benim için yaşamanın tadı olmaz. buyurdu.
Rebî bin Haysem anlatır: Üveys´i görmeye gittim. Sabah namazında idi. Bitirdi, tesbihlerin sonuna kadar bekleyeyim dedim. Kuşluğa kadar kalkmadı. Kalktı kuşluk namazı kıldı. Öğle oldu, öğleyi kıldı. Velhâsıl üç gün namazdan kalkıp, dışarı çıkmadı. Yemedi, uyumadı. Dördüncü gece ona kulak verdim. Gözüne uyku gelmişti. Derhal münâcaâta başladı ve; Yâ Rabbî, çok uyuyan gözden, çok yiyen karından sana sığınırım. dedi. Bana bu yeter dedim ve hâlini bozmadan kalkıp gittim.
Geceleri hiç uyumazdı. Bir gece; Bu gece kıyâm gecesidir. dedi. Diğer gece, Bu gece rükû gecesidir. Öbür gece, Bu gece secde gecesidir. dedi. Bir geceyi kıyâm, bir geceyi rükû, bir başka geceyi de secdeyle geçirdi. Ey Üveys, bu kadar uzun geceyi bir hâlde geçirmeye nasıl katlanıyorsun? dediklerinde; Secdede, sabah oluyor da, ben hâlâ bir kere Sübhâne Rabbiyel alâ diyemem. Halbuki üç tesbih sünnettir. Bunu yapamamamın sebebi, meleklerin ibâdetini yapmak istememdir. Buna ise gücüm yetmemektedir. dedi.
Kendisine, namazda huşû nedir? dediklerinde; Böğrüne iğne batırılsa, namazda duymamaktır. dedi. Kendisine nasılsın? dediler: Sabahleyin kalkıp, akşama sağ çıkacağını bilmeyenin hâli nasıl olur? dedi. İş nasıldır? dediler. Ah, yolun uzaklığından azıksızlıktan, ah! dedi.
Birisi Veysel Karânî hazretlerini ziyârete gitti. Ona hitâben; "Ey Allahü teâlânın sevgili kulu! Bana bir nasîhatta bulun?" dedi. Veysel Karânî hazretleri; Allahü teâlâyı bilir misin? Evet bilirim. Öyle ise, Allahü teâlâdan gayri şeyleri unut. Bu yetişir. buyurdu.
Yâ Üveys, bir nasihat daha söyle! Allahü teâlâ seni bilir mi? Evet bilir. Öyle ise, Allahtan gayrisi seni bilmesin. Allahü teâlânın bilmesi senin için kâfidir. dedi.
Veysel Karânî hazretlerini çocuklar bâzan taşa tutardı. O ise çocuklara; Yavrucaklar mutlaka beni taşa tutmanız gerekiyorsa, hiç olmazsa küçük taş atın da ayaklarımı kanatıp namaz kılmakta bana zorluk olmasın. derdi.
Veysel Karânî bir defasında üç gün üç gece yemek yememişti. Dördüncü gün sabahı dışarı çıktı. Yolda bir altın para gördü. Bir kimseden düşmüştür deyip, almadı. Açlığını gidermeye çalışırken, bir koyunun kendisine doğru geldiğini gördü. Koyun, ağzında o bir altınla önünde durdu. Bir kimsenin olabilir deyip, yüzünü çevirdi. Koyun dile gelip; Ben de, senin kulu olduğun zâtın kuluyum. Allahın rızkını Allahın kulundan al. dedi. Altını almak için elini uzatınca, onu eline bıraktı ve koyun kayboldu.
Buyurdu ki:
Allahü teâlâyı tanıyana hiçbir şey gizli kalmaz.
Ey insan bu fâni hayatta Allah korkusunu kalbinden çıkarma! Kurtuluş çâresi Ona itâattedir.
Yüksekliği aradım, tevâzuda buldum. Başkanlık aradım, halka nasihatta buldum. Neseb aradım, takvâda buldum. Şeref aradım, kanâatte buldum. Rahatlık aradım, zühdde buldum. Zenginlik aradım, tevekkülde buldum.
Veysel Karânî hazretlerine Peygamber efendimiz tarafından hediye edilen Hırka-i şerîf, Van civârında İrisân Beylerine kadar gelmiş ve 1618 senesinde, Osmanlı pâdişâhlarından Sultan İkinci Osman Hana getirilip hediye edilmiştir. Sultan Abdülmecîd Han, bu Hırka-i şerîf için Fâtih civârında Hırka-i Şerîf Câmisini yaptırmıştır. Günümüzde bu hırka, her sene Ramazan ayında camekân içinde halkın ziyâretine açık tutulmaktadır.
KEFEN
Veysel Karânî hazretlerine; Şuracıkta bir adam var. Otuz senedir, bir mezar kazdı, kefenini giydi, o kabrin başında oturmuş ağlar, gecesi gündüzü yok dediler. Beni oraya götürün. buyurdu. Veysel Karânîyi onun yanına götürdüler. Sararmış, zayıflamış, kurumuş, gözleri ağlamaktan çukurlaşmış halde idi. Ey kişi, bu kabir ve kefen, seni otuz senedir, Allahdan alıkoydu. Sen Allahı düşünecek, zikredecek yerde, hep kefeni ve kabri düşündün. buyurdu. O kişi, onun nûruyla o tehlikeyi kendinde gördü. Feryâd ederek o kabre düşüp can verdi.