ELİM SİZDEN AYRILMAZ, GÖNLÜM BUNA ZATEN RAZI OLMAZ İŞTE BURDAYIM.
ESSELAMUN ALEYKÜM YÜREKLERİ GÜZEL KARDEŞLERİM.
...ALINTIDIR...
ESSELAMUN ALEYKÜM YÜREKLERİ GÜZEL KARDEŞLERİM.
Cenab-ı Hakk’ın insanı dünyaya göndermesinin pek çok hikmetlerinden birisi de insanın manen ve ruhen gelişmesi, tekamül etmesidir. Bu tekamül etmenin yani olgunlaşmanın pek çok sebeplerinden, vesilelerinden biriside şeytanın hilkati yani yaradılışıdır. Şeytanın hilkatinde acaba ne gibi hikmetler ve faydalar vardır, insanın gelişiminde ne gibi olumlu etkileri bulunur, daha doğrusu böyle bir şey olabilir mi, şeytanın yaradılışı şer ve kötü değil midir, insanın kötü yollara düşmesinin hatta imanını kaybetmesinin en büyük sebebi şeytan değil midir diye bir dizi sual aklımıza gelebilir.
Bütün bunlara karşılık cevaben deriz ki: Hayır ve asla. Şeytanın yaradılışı şer değildir. Şeytanın yolundan gidip onun sözlerini dinlemek şerdir, kötüdür, zararlıdır. Bu görüşümüzü şöyle bir örnekle doğrulayabiliriz. Elimizde on tane hurma çekirdeği bulunsa, bunları toprağa gömsek ve sulasak bu verdiğimiz suyun tesiriyle on çekirdekten sekizi çürüse ikisi kök salsa filiz verse, büyüyüp gelişip güzel bir hurma ağacına inkılap etse ve binlerce meyve ve çekirdek verse sekiz tane hurma çekirdeğini kaybedip binlerce çekirdek kazandığımız bu olayın sonunda biri çıksa dese ki; on tane çekirdekten sekizinin çürümesine sebebiyet veren bu suyun varlığı yani yaradılışı şerdir, çirkindir. Ne kadar yanlış bir düşünce, ne kadar sakat bir görüş beyan etmiş olur. Aynen öyle de; şeytanın telkini ve tasallutu sebebiyle on kişiden sekizi imanını kaybetse ikisi araştırmaya, incelemeye başlasa ve öyle şeyler elde etse ki binlerce talebe yetiştirip binlerce insanın imanının kurtulmasına vesile olsa bu olayda insan nesli zararda mıdır, karda mıdır? Çünkü şeytanın vesvesesi, imanını kaybetme korkusu içerisine giren bazı insanları, imanını kurtarmak endişesiyle araştırmaya sevk eder. Ve insan öyle şeyler elde eder ve imanı öyle inkişaf eder ki şeytanı vesvese verdiğine pişman eder. Demek ki olayları bu açıdan değerlendirecek olursak nasıl ki suyun varlığı ve yaradılışı hurma nesli için faydalıdır, şeytanın yaradılışı dahi insan nev’i için şer değil, hayırdır, faydalıdır.
Evet … şeytan, insanın kalbinin altında bulunan ve “lümme-i şeytani” denen küçük bir odacıktan insana vesvese vermekte, kötü telkinlerde bulunmakta hatta dinin en kutsal inanç esaslarını inkar etmemiz için gayret sarfetmektedir. Eğer kalp şeytanın bu telkinlerini kabul etmezse bu sapık fikirler kalpten akla geçer. Akla edep dışı, pis ve çirkin şeyleri düşündürerek insanın huzurunu kaçırdığı gibi insanı da Allah’ın huzurundan kaçırmak ister. İnsan zanneder ki Rabbine karşı edep dışı düşüncelerde bulundu, aklına kötü şeyler geldi ve bunlardan dolayı günaha girdi. Ve o şahıs ‘bırak sevabı bari günaha girmeyeyim’ diyerek namazı terk eder, kurtuluşu Allah’ın huzurundan kaçmakta bulur. Ve der ki; ‘kalbim ne kadar bozulmuş, ne kadar aşağılık bir insanım ki Allah’ın huzurunda bile böyle şeyler düşünebiliyorum.’ Selameti ise ibadetleri terk etmekte bulur. Şeytanın işini kendi kalbine mal eder. Kötü şeyler düşündüğünü zanneder, zarara düşer.
Halbuki akıl ve hayal bir ayna gibidir; biliriz ki aynadaki görüntüler aynanın malı olmadığı gibi aynaya hiçbir zararı da yoktur. Mesela yılanın aynadaki aksi ısırmaz, ateşin aksi yakmaz ve pisliğin aksi aynayı pisletmez. O halde hayalimize gelen hiçbir düşünce, çirkin ve müstehcen şekil çirkin, pis ve müstehcen değildir. Çünkü bir şeyin dinen çirkin olması Allah’ın yasaklaması sebebi iledir. Yani Cenab-ı Hakk pis ve çirkin bir şeyi, pis ve çirkin olduğu için yasaklamaz. Ancak yasakladığı için o şey pis ve çirkin olur. Hayalimize ve aklımıza gelen çirkin ve pis şeyler irademizin dışında olduğu için Allah onları yasaklamaz ve yasaklamadığı içindir ki akıldaki o düşünceler ve akla gelen kötü şeyler asla çirkin, pis ve kötü olmaz.
Netice olarak diyebiliriz ki müstehcen şeylerin aklımıza, hayalimize gelmesi günah olmadığı gibi Allah’ın, peygamber’in, kur’an’ın, ahiretin ve diğer imani meselelerin inkarı ile ilgili şeylerin dahi aklımıza gelmesi irademizin dışında olduğu için küfür ve inkar olmadığı gibi imanımıza en küçük bir zararı dahi olamaz.
Kaldı ki bu gibi düşüncelerden kalbimiz müteessir olup üzülmekte, sıkıntı çekmektedir. Öyle ise kalbimize ait değildir. Çünkü bir insan kalben Allah’ı, peygamberi inkar etse o düşünceler kalbinin malı olduğu için o kalp bundan asla rahatsız olmaz ve o insan da bu düşüncelerden asla ızdırap çekmez. Demek kalbinde kuvvetli ve ihlaslı bir iman var ki küfrün ve inkarın hayali dahi onu rahatsız etmektedir. Öyle ise bu düşünceler kalbe yakın olan “lümme-i şeytani” den yani şeytanın vesvese attığı yerden gelmektedir. Öyle ise şeytana aittir. Bizler ile hiçbir alakası yoktur, zararı da yoktur. Ancak zarar ise “hasr-ı nazar” dan ve “zann-ı zarar” dan yani ona çok dikkat etmekten, onunla çok meşgul olmaktan ve zarara düştüğünü zannetmekten gelir. Malumdur ki arılarla mücadelenin en güzel yolu mücadeleyi terk etmek, hareketsiz kalmaktır. Şeytanın hücumu da arılar gibi akla kalbe saldırmaktır. Onun bu gibi saçma sapan saldırılarına karşı en güzel mücadele , mücadeleyi terk etmek, ilgilenmemektir. (Zira o, en büyük gücünü bu yanlış fikirlerine bizim ilgimizi, dikkatimizi çekmekle elde etmektedir.) Aksi taktirde o şahıs ruhsal ve sinirsel bir rahatsızlığa düşer. Ruhunu sıkıntı kaplar ve maalesef bu sıkıntıdan kurtulmak için namazı, ibadeti terk eder. Şeytanın ekmeğine yağ sürer, onun hedeflediği noktaya gelir, şeytana mağlup olur.
Mü’min – Müslüman hem bilgili hem de akıllı olmalıdır. Bu iki husustan mahrum olan kimse şeytanın elinde bir oyuncak olur. İmanlı bir insanın kalbine vesveseyi, evhamı atar aklına çeşitli düşünceleri sokar sonra kıs kıs gülerek sigarasını yakar neticeye bakar. Evet, yılanı başından ezmek, vesveseyi büyümeden öldürmek lazım geldiği gibi şeytanın kuyuya attığı taşı düşmeden yakalamak lazımdır. Yoksa uğraş ki çıkarasın.
Bir de mü’minin, inanç esaslarına dinsizin tarafından onun gözüyle bakma düşüncesi, şeytanın hilelerinden bir diğeridir. İmani meselelere dinsizin gözüyle bakmak ise geçici bir dinsizliktir. Şeytan bu fikri tarafsızlık adı altında mü’mine telkin eder. Yani ‘sen medeni bir insansın, olaylara at gözlüğü ile dar bir açıdan bakma, bir de karşı tarafın yani kafirin gözüyle bak, eğer beğenmez ve mantıklı bulmazsan tekrar eski bakışına dönersin’ diyerek insanı aldatmaya çalışır. Halbuki bir mü’minin kalbinde iman bulundukça hadiselere tam olarak kafirin gözüyle bakması mümkün değildir. Demek şeytanın bu telkindeki asıl gayesi o şahsın kalbindeki imanın çıkmasını sağlamaktır. İnsan böyle bir hata ile kalbindeki imanı çıkarabilir ancak tekrar yerine koyması insanın kendi iradesinin dışında Cenab-ı Hakk’ın istek ve iradesine bağlıdır. Nitekim şeytan böyle çoklarının imanlarını ellerinden almıştır.
İnşaallah bizler, yukarıda bahsettiğimiz müsbet ölçüler içerisinde davranmak sureti ile bu çok ciddi tehlikeden bırakın zararlı çıkmayı bilakis şeytanın yaradılışındaki hikmetten istifade ederek kalbimize atmak istediği şüpheleri, o şüphelerin tahrik ve sevkiyle araştırma ve inceleme yoluyla tahkik-i imana yani sağlam bir imana çevirmek suretiyle manen, ruhen terakki etmek, yükselmek imkanına sahip olmaktayız.
--------------------------------------------------------------------------------Bütün bunlara karşılık cevaben deriz ki: Hayır ve asla. Şeytanın yaradılışı şer değildir. Şeytanın yolundan gidip onun sözlerini dinlemek şerdir, kötüdür, zararlıdır. Bu görüşümüzü şöyle bir örnekle doğrulayabiliriz. Elimizde on tane hurma çekirdeği bulunsa, bunları toprağa gömsek ve sulasak bu verdiğimiz suyun tesiriyle on çekirdekten sekizi çürüse ikisi kök salsa filiz verse, büyüyüp gelişip güzel bir hurma ağacına inkılap etse ve binlerce meyve ve çekirdek verse sekiz tane hurma çekirdeğini kaybedip binlerce çekirdek kazandığımız bu olayın sonunda biri çıksa dese ki; on tane çekirdekten sekizinin çürümesine sebebiyet veren bu suyun varlığı yani yaradılışı şerdir, çirkindir. Ne kadar yanlış bir düşünce, ne kadar sakat bir görüş beyan etmiş olur. Aynen öyle de; şeytanın telkini ve tasallutu sebebiyle on kişiden sekizi imanını kaybetse ikisi araştırmaya, incelemeye başlasa ve öyle şeyler elde etse ki binlerce talebe yetiştirip binlerce insanın imanının kurtulmasına vesile olsa bu olayda insan nesli zararda mıdır, karda mıdır? Çünkü şeytanın vesvesesi, imanını kaybetme korkusu içerisine giren bazı insanları, imanını kurtarmak endişesiyle araştırmaya sevk eder. Ve insan öyle şeyler elde eder ve imanı öyle inkişaf eder ki şeytanı vesvese verdiğine pişman eder. Demek ki olayları bu açıdan değerlendirecek olursak nasıl ki suyun varlığı ve yaradılışı hurma nesli için faydalıdır, şeytanın yaradılışı dahi insan nev’i için şer değil, hayırdır, faydalıdır.
Evet … şeytan, insanın kalbinin altında bulunan ve “lümme-i şeytani” denen küçük bir odacıktan insana vesvese vermekte, kötü telkinlerde bulunmakta hatta dinin en kutsal inanç esaslarını inkar etmemiz için gayret sarfetmektedir. Eğer kalp şeytanın bu telkinlerini kabul etmezse bu sapık fikirler kalpten akla geçer. Akla edep dışı, pis ve çirkin şeyleri düşündürerek insanın huzurunu kaçırdığı gibi insanı da Allah’ın huzurundan kaçırmak ister. İnsan zanneder ki Rabbine karşı edep dışı düşüncelerde bulundu, aklına kötü şeyler geldi ve bunlardan dolayı günaha girdi. Ve o şahıs ‘bırak sevabı bari günaha girmeyeyim’ diyerek namazı terk eder, kurtuluşu Allah’ın huzurundan kaçmakta bulur. Ve der ki; ‘kalbim ne kadar bozulmuş, ne kadar aşağılık bir insanım ki Allah’ın huzurunda bile böyle şeyler düşünebiliyorum.’ Selameti ise ibadetleri terk etmekte bulur. Şeytanın işini kendi kalbine mal eder. Kötü şeyler düşündüğünü zanneder, zarara düşer.
Halbuki akıl ve hayal bir ayna gibidir; biliriz ki aynadaki görüntüler aynanın malı olmadığı gibi aynaya hiçbir zararı da yoktur. Mesela yılanın aynadaki aksi ısırmaz, ateşin aksi yakmaz ve pisliğin aksi aynayı pisletmez. O halde hayalimize gelen hiçbir düşünce, çirkin ve müstehcen şekil çirkin, pis ve müstehcen değildir. Çünkü bir şeyin dinen çirkin olması Allah’ın yasaklaması sebebi iledir. Yani Cenab-ı Hakk pis ve çirkin bir şeyi, pis ve çirkin olduğu için yasaklamaz. Ancak yasakladığı için o şey pis ve çirkin olur. Hayalimize ve aklımıza gelen çirkin ve pis şeyler irademizin dışında olduğu için Allah onları yasaklamaz ve yasaklamadığı içindir ki akıldaki o düşünceler ve akla gelen kötü şeyler asla çirkin, pis ve kötü olmaz.
Netice olarak diyebiliriz ki müstehcen şeylerin aklımıza, hayalimize gelmesi günah olmadığı gibi Allah’ın, peygamber’in, kur’an’ın, ahiretin ve diğer imani meselelerin inkarı ile ilgili şeylerin dahi aklımıza gelmesi irademizin dışında olduğu için küfür ve inkar olmadığı gibi imanımıza en küçük bir zararı dahi olamaz.
Kaldı ki bu gibi düşüncelerden kalbimiz müteessir olup üzülmekte, sıkıntı çekmektedir. Öyle ise kalbimize ait değildir. Çünkü bir insan kalben Allah’ı, peygamberi inkar etse o düşünceler kalbinin malı olduğu için o kalp bundan asla rahatsız olmaz ve o insan da bu düşüncelerden asla ızdırap çekmez. Demek kalbinde kuvvetli ve ihlaslı bir iman var ki küfrün ve inkarın hayali dahi onu rahatsız etmektedir. Öyle ise bu düşünceler kalbe yakın olan “lümme-i şeytani” den yani şeytanın vesvese attığı yerden gelmektedir. Öyle ise şeytana aittir. Bizler ile hiçbir alakası yoktur, zararı da yoktur. Ancak zarar ise “hasr-ı nazar” dan ve “zann-ı zarar” dan yani ona çok dikkat etmekten, onunla çok meşgul olmaktan ve zarara düştüğünü zannetmekten gelir. Malumdur ki arılarla mücadelenin en güzel yolu mücadeleyi terk etmek, hareketsiz kalmaktır. Şeytanın hücumu da arılar gibi akla kalbe saldırmaktır. Onun bu gibi saçma sapan saldırılarına karşı en güzel mücadele , mücadeleyi terk etmek, ilgilenmemektir. (Zira o, en büyük gücünü bu yanlış fikirlerine bizim ilgimizi, dikkatimizi çekmekle elde etmektedir.) Aksi taktirde o şahıs ruhsal ve sinirsel bir rahatsızlığa düşer. Ruhunu sıkıntı kaplar ve maalesef bu sıkıntıdan kurtulmak için namazı, ibadeti terk eder. Şeytanın ekmeğine yağ sürer, onun hedeflediği noktaya gelir, şeytana mağlup olur.
Mü’min – Müslüman hem bilgili hem de akıllı olmalıdır. Bu iki husustan mahrum olan kimse şeytanın elinde bir oyuncak olur. İmanlı bir insanın kalbine vesveseyi, evhamı atar aklına çeşitli düşünceleri sokar sonra kıs kıs gülerek sigarasını yakar neticeye bakar. Evet, yılanı başından ezmek, vesveseyi büyümeden öldürmek lazım geldiği gibi şeytanın kuyuya attığı taşı düşmeden yakalamak lazımdır. Yoksa uğraş ki çıkarasın.
Bir de mü’minin, inanç esaslarına dinsizin tarafından onun gözüyle bakma düşüncesi, şeytanın hilelerinden bir diğeridir. İmani meselelere dinsizin gözüyle bakmak ise geçici bir dinsizliktir. Şeytan bu fikri tarafsızlık adı altında mü’mine telkin eder. Yani ‘sen medeni bir insansın, olaylara at gözlüğü ile dar bir açıdan bakma, bir de karşı tarafın yani kafirin gözüyle bak, eğer beğenmez ve mantıklı bulmazsan tekrar eski bakışına dönersin’ diyerek insanı aldatmaya çalışır. Halbuki bir mü’minin kalbinde iman bulundukça hadiselere tam olarak kafirin gözüyle bakması mümkün değildir. Demek şeytanın bu telkindeki asıl gayesi o şahsın kalbindeki imanın çıkmasını sağlamaktır. İnsan böyle bir hata ile kalbindeki imanı çıkarabilir ancak tekrar yerine koyması insanın kendi iradesinin dışında Cenab-ı Hakk’ın istek ve iradesine bağlıdır. Nitekim şeytan böyle çoklarının imanlarını ellerinden almıştır.
İnşaallah bizler, yukarıda bahsettiğimiz müsbet ölçüler içerisinde davranmak sureti ile bu çok ciddi tehlikeden bırakın zararlı çıkmayı bilakis şeytanın yaradılışındaki hikmetten istifade ederek kalbimize atmak istediği şüpheleri, o şüphelerin tahrik ve sevkiyle araştırma ve inceleme yoluyla tahkik-i imana yani sağlam bir imana çevirmek suretiyle manen, ruhen terakki etmek, yükselmek imkanına sahip olmaktayız.