Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Vay başıma gelen yoksa sen zeydü’l-hayl mısın? (1 Kullanıcı)

Siyahgulsevdalisi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
2,046
Tepki puanı
0
Puanları
0
Ey Amcacığım!
Senin durumun iyi...
Amcam Ebû Tâlib fakir;
bu yüzden çocukları
kıtlık içinde kırılmaktadır. Ona yardımcı olalım.
Bir çocuğunu sen,
bir çocuğunu da ben
yanımıza alalım.

Adam, yayını gerer ve oku gönderir. Ok, sanki eli ile yerleştirmişçesine orta düğüme gelip, konar. Ardından ikinci ve üçüncü oklar gelir, her biri bir düğüme yerleşir. Artık anlaşılmıştır ki bu yiğitle baş etmek mümkün değildir.






Kâinatın Efendisi Mekke'nin en şerefli, en faziletli ve en iffetli kadını ile evlenmiş, birlikte mutlu bir yuva kurmuşlardır. Bu üstün özelliklere sahip kadın, altı çocuk dünyaya getirmiştir. Kâinatın Efendisi'nin çocuklarının biri hariç tamamı Hz. Hatice validemizden dünyaya gelmiştir. Bunlar sırasıyla Kasım, Zeynep, Rukiyye, Ümmü Gülsüm, Fatıma ve Abdullah'tır.
Evlilikle birlikte yıllar akıp geçmektedir. Evliliklerinin onuncu yılına girilirken, Mekke ve çevresinde büyük bir kıtlık yaşanır. Halk geçim sıkıntısından darlığa düşer. Bu darlığa düşenlerin başında da Amcası Ebû Tâlib gelmektedir. Çünkü bakmakla yükümlü olduğu ailesi nüfus bakımından oldukça kalabalıktır. Kâinatın Efendisi bu durumu görür ve amcasının yükünü hafifletmek için hâl–i vakti yerinde olan diğer amcası Hz. Abbas'a şöyle teklifte bulunur:
"Ey Amcacığım! Senin durumun iyi... Amcam Ebû Tâlib fakir; bu yüzden çocukları kıtlık içinde kırılmaktadır. Ona yardımcı olalım. Bir çocuğunu sen, bir çocuğunu da ben yanımıza alalım. Onun yükü bir nebze olsun hafiflesin."
Hz. Abbas bu öneriyi memnunlukla kabul eder. Kâinatın Efendisi, Ebû Tâlib'in en küçük oğlu Hz. Ali'yi yanına alır. Hz. Abbas da, Ali'den bir yaş büyük olan Ca'fer'i yanına alır. Kâinatın Efendisi ile Hz. Ali bir daha hiç ayrılmamak üzere bir bera berliğe başlamışlardır. Hz. Ali Kâinatın Efendisi'nin himayesine girdiğinde beş altı yaşlarında bulunuyordu. Denilebilir ki, o bütün terbiyesini Kâinatın Efendisi'nden almış, nur bahçesinde yetişmiş bir nadide çiçektir.
Kuraklık her tarafı kasıp kavuruyordu. Ekinler olmamış, hayvanlar ölmüş, her canlı yiyecek içecek derdine düşmüştür. İşte bu zor şartlar altında bulunan ailelerden biri de Âmir oğullarının mensuplarından bir yiğit adamın ailesidir. Kıtlık sebebiyle ailesini yanına alarak, Necef'e doğru yol alır. Yolculukları esnasında artık yürüyecek takatleri kalmaz ve Necef'e yakın bir mevki olan Hîre de konaklarlar. Bu adam ailesine derki:
"Beni burada bekleyin, size yiyecek içecek bir şeyler bulmadan dönmeyeceğim."
Bu sözü söyledikten sonra hızla gözden kaybolur. Yedi gün yedi gece yol alır. Bu zaman içinde ne bir ganimete ne de ailesine götürebileceği bir yiyeceğe rastlamaz. Tam umudunu yitireceği bir sırada uzakta bir ağıl görür. Ağıla yaklaşır ve ağılın yanında büyük bir çadırın bulunduğunu fark eder. Gizlice çadıra yaklaşır. Öce etrafı sonra çadırın içerisini kontrol eder; hiç kimse yoktur. Çadırın içine gireceği sırada, çadırın tam orta yerinde bir ihtiyarın oturduğunu görür. İhtiyar, yaşı bir hayli ilerlemiş görünmektedir. Yanından sessizce geçen adamı fark edemez. Adam, ihtiyarın arkasına geçip oturur. Çadırın içi oldukça karanlık olduğu için bu adam kendini de gizlediğinden başkaları tarafından görünmeyecek bir durumdadır.
Akşamla birlikte uzaktan bir atlı grubun, bulundukları yere doğru gelmekte olduklarını görür. Atlılar, çadırın önüne gelip dururlar, en önde olan ve her hâlinden bunların reisleri olduğu anlaşılan, iri cüsseli, güzel endamlı, güçlü bir yiğit atından iner ve çevresinde bulunanlara emirler yağdırmaya başlar.
"Deveyi sağın, sütü efendinize takdim edin!"
Sağılan devenin sütü, çadırın içinde bulunan ihtiyara verilir. Süt ihtiyarın önüne konur, ihtiyar sütten bir iki yudum alır ve süt kabını yere koyar. Arkada saklanan adam dayanamaz, elini uzatarak kabı alır ve bir nefeste tamamını içip bitirir ve boş kabı ihtiyarın önüne koyar. Kısa bir zaman sonra, sütü ihtiyara sunan kişi gelip, süt kabının boş olduğunu görünce sevinç içinde reislerine seslenir:
"Efendim, hepsini içmiş!"
"Derhal bir kap daha doldurun ve efendinize verin!"
Bir kap daha doldururlar ve ihtiyarın önüne koyarlar. Yine süt kabından bir iki yudum alan ihtiyar, süt kabını yere bırakır. Arkada bulunan adam yine elini uzatır ve yine sütü bir nefeste içer; ancak bu kez dikkat çekmemek için kabın dibinde az bir miktar süt bırakır.
O sırada çadırın dışında koyunlar kesilip kızartılmakta, tam bir ziyafet verilmektedir. Bu ziyafet faslından sonra herkes bir kenarda istirahata çekilir. Herkesin derin bir uykuya daldığından emin olan adam, sessizce yerinden kalkar ve doğruca sürünün başı olan devenin yanına gider. Sürünün başı olan devenin yularını çözer ve yönünü yoldan tarafa çevirir. Bunu gören diğer develer de yönlerini yoldan tarafa çevirir ve hep birlikte geçenin karanlığında ilerlemeye başlarlar. Gün ağarıncaya kadar hiç durmadan yol alırlar. Gün ışıyınca yine de durmaz; arkadan takip edileceğini tahmin ettiği için, aradaki mesafeyi açmak ister.
Öğlen sularına doğru korktuğu başına gelir. Geri dönüp baktığında ufukta bir karartının kendilerine doğru süzüldüğünü fark eder.
Yapacak bir tek çare kalmıştır. Bindiği deveyi sağlamca bir yere bağlayarak önüne geçmek... Diğer develeri de arkasına alır. Sadağından bir ok çıkararak yayına yerleştirir ve yayı gerer. Bu arada atlı süvari de mesafeyi oldukça kapatmış, bir yay mesafesinde atında inmiş ve adama seslenmişti:
"Aygır devenin yularını çöz!"
"Hayır, çözemem; arkamda beni bekleyen aç ve perişan çocuklar ve kadınlar var. Onların yanına mal bulmadan dönmeyeceğime yemin ettim. Onun için ölümü göze aldım, haberin olsun."
"O zaman kendini ölmüş say."
"Hayır, çözmeyeceğim!"
"O zaman devenin yularını aşağıya sarkıt!"
Adamın dediğini yapar ve yuları aşağı doğru sarkıtır. Yularda üç adet düğüm vardır. Adam seslenir:
"Oku hangi düğüme yerleştirmemi istersin?"
Develeri kaçıran şaşırır, ortadaki düğümü işaret eder. Adam, yayını gerer ve oku gönderir. Ok, sanki eli ile yerleştirmişçesine orta düğüme gelip, konar. Ardından ikinci ve üçüncü oklar gelir, her biri bir düğüme yerleşir. Artık anlaşılmıştır ki bu yiğitle baş etmek mümkün değildir. Çaresizlik içinde teslim olur. Adamı onu teslim alır, develerini arkasına katarak, geldiği istikamete doğru hep birlikte yol almaya başlarlar. Adam yolda ona:
"Sana ne yapacağımı zannediyorsun?"
"Tahminlerin en kötüsünü…"
"Neden"
"Sana yaptıklarımın karşılığı olarak, seni yordum, sıkıntılara soktum ve sen de beni esir aldın."
"Hakikaten sana kötülük yapacağımı zannediyor musun? Sen dün gece, Mühelhel'in yemeğini paylaştın. Ona herhangi bir kötülükte bulunmadın."
"Sen Mühelhel'in neyi oluyorsun?"
"Mühelhel benim babamdır."
"Vay başıma gelen, sen yoksa Zeydü'l–Hayl mısın?"
"Evet."
"Esir alanların hayırlısı ol." dedim.
Çadırın yanına varmıştık. Bineklerden indik. Zeydü'l–Hayl:
"Vallahi bu develer benim olsaydı, hepsini sana teslim ederdim. Bunlar, kız kardeşimin develeridir. Sen birkaç gün burada misafirimiz ol. Yeni bir baskının eşiğindeyiz. Baskından ele geçireceğim develeri sana veririm, ailenin yanına onlarla dönersin." Bir hafta bu şekilde bekler. Bir hafta sonra beklenen baskın yapılır, baskında ele geçen çok sayıda ganimetten bir kısmını ona verirler. Yanına da adamlarından bir grup katarak Hîre'deki ailesinin yanına varıncaya kadar ona eşlik ederler. (M. Şerafettin Kalay, Peygamber Dostları, Örnek Nesil, Altınoluk, İstanbul 2001, s. 77)
Adı geçen Zeydü'l–Hayr cahilliye devrinde Arap yarımadasının eşsiz kahramanı, silahşörü ve yiğidi idi. O uzun boyu, iri ve güçlü yapısı, güzel siması, sağlam karakteri, vefası, zekası, cesareti ile dillerde dolaşan bir kahramandı. Onu gören, görmeyen, herkes tanırdı. O Zeydü'l–Hayl İbn Mühelhel İbn Zeyd'di. Tay kabilesinin efendisi, reisi ve bileği bükülmez süvarisiydi. Bu olaya burada bir nokta koyup, aradan uzun yıllar geçecek ve Medine'de güzel bir günde Zeydü'l–Hayl, Kâinatın Efendisi'ni ziyarete gelecek, çok duygu yüklü anlar yaşanacak...
İşte Mekke ve çevresi büyük bir kıtlık yaşıyordu. Bundan herkes nasibini alıyordu.
Bu kıtlık devirlerinde yaşanan bir başka olay da Kâinatın Efendisi'nin bir çocuğu evlat edinmesi olayıdır. Zeyd bin Hârise, Kelb kabilesine mensup hıristiyan bir ailenin çocuğudur. Bir savaşta karşı tarafa esir düşer. Zeyd, bedel karşılığında köle olarak satılır. Kader–i İlâhî, bu çocuğu köle olarak, Hz. Hatice validemize kadar getirir. Zeyd, Hz. Hatice'nin kölesidir. Zeyd, Kâinatın Efendisi'nden on yaş küçüktür. Hz. Hatice ile Kâinatın Efendisi evlendikten sonra Hz. Hatice Zeyd'i Kâinatın Efendisi'ne bağışlar. Kâinatın Efendisi, Zeyd'e yakınlık duyar, onu sever ve kölelikten azat eder.
Azat etmekle kalmaz, onu evlat edinir. Çok sonraları, Zeyd'in babası oğlunun izini bulur ve onu almak için Mekke'ye gelir. Bedelini ödemek kaydı ile oğlunu almak ister. Ancak Zeyd Kâinatın Efendisi'nden ayrılmak istemez, babasının bütün tekliflerini geri çevirir ve Kâinatın Efendisi'nin yanında kalacağını söyler.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt