Muhtazaf
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 30 Mar 2008
- Mesajlar
- 9,591
- Tepki puanı
- 957
- Puanları
- 113
- Yaş
- 66
- Web Sitesi
- www.aydin-aydin.com
Vasiyet
Babam o akşam eve yine geç geldi. Ama bu defa farklıydı. İşten dönmüş ter kokan yorgun adam değildi. Başka bir şeydi. Üflesen uçuşan teke sakalıydı sanki. Ne bileyim sokaklarda rüzgârın sürüklediği naylon poşet gibiydi filan...
Neyse, babam zorlanarak içeri girdi. Zorlanarak bir yere oturdu. Annem ne olduğunu sordu. Biz üç kardeş etrafını sarıp kocaman gözlerle sustuk. Başını öne eğdi, kendini toparlayıp konuşmaya başladı. Taksi kazanmıyordu. İşler kesattı. Hiçbir şey yolunda gitmiyordu, uçan kuşa borçluyduk. Üstelik bunu bilen kuşlar gelip gelip arabamızın camına pisliyordu. Çok harcıyorduk. Eksiklerimiz bitmiyordu. Para yetmiyordu. Çalışıyorduk, olmuyordu. Araba bozuluyordu. Kaza oluyordu. Polis ceza yazıyor, arabayı parka çekiyordu. Her şey bir şekilde çok kötüydü.
Evet, bunlar doğruydu galiba. Bana ayakkabı alamamıştık. Ortancaya kaban, küçüğe de önlük alınamamıştı. Herkesin canı sıkılmış, kaçamak gözlerle birbirimize bakıyoruz. Ortada komik bir şey yoktu. Ama insanın güleceği geliyordu. Tıpkı filmlerdeki gibi...
Babam masaya gitti, ortanca kardeşimin defterini ve kalemini aldı. Tam ortasından bir sayfa yırtacakken, bizimki mızıklandı. Babam, demek babana bir sayfayı çok görüyorsun ha, diye bir bakış fırlattı. Araya annemin uzattığı sayfa girdi de haybeye çıkacak bir kriz atlatıldı. Babam kâğıda bir şeyler yazmak için şöyle bir davrandı. Sonra, yok, dedi, ben yapamayacağım. Neyi baba, dedik. Alın, dedi, biriniz yazsın. Neyi? Vasiyetimi!
Annem endişeli ve kızgın bir şekilde söylenmeye başladı. Delirdin mi bey, ne vasiyetiymiş? Gözü kör olmayasıca bizi bırakıp nereye gidecen, diye.
Babam kâğıdı bana uzattı. Annemin yanan gözlerini görmesem de, pek istekli değildim yazmaya. Ortanca kardeş zaten bi’ sayfayı çok gördüğünden pas geçildi. En küçüğümüz daha bire gidiyordu. Eh biraz okuyup yazıyordu da. Bir anda babam, aslan oğlum, deyip kalemi kâğıdı eline tutuşturuverdi. Zavallı çocukta gecenin bir yarısı müfettiş sınıfa gelmiş gibi renk attı. Herkes onun okuyup yazdığını sanıyordu. Ama nedense o birden kızardı, bozardı. Yaz, dedi babam, aslan oğlum! Büyük harfle vasiyetim. Ve söylemeye başladı...
Meğer ne çok şeyi varmış denecek, ama aslında aslı astarı olmayan bir dolu şeyi birilerimize bölüştürdü. Ortanca kardeşim bir ara kendisine verilen şeye razı olmadığını belli eden bir şeyler söylendi ama babam ters ters bakınca yüz bulamayıp sustu.
Evet, dedi babam, hepsi bu kadar galiba. Bunları öyle içli bir havada söyledi ki, hepimizin içi burkuldu. Annem yaslandığı duvardan bir sandalyenin ucuna ilişti, ben sırtımı yasladığım divandan öne doğru geldim. Bir bakalım deyip kardeşimin yazdığı kâğıdı okumak için aldı babam. Baktı baktı... Ama, ama.. bu.. bu, bu ne, deyip bir kahkaha kopardı ki, evlere şenlik!.. Oturduğu yerden yere yığıldı ve durmamacasına gülmeye başladı.
Kâğıdı alıp baktık. Kargacık burgacık harflerle kocaman bir başlık: VAZİFELERİM yazıyordu. Altında da anlamsız kimi işaretler...
Ufaklığa baktık, divana yatmış, yorganı da başına çekmişti. Belli ki başta bir şeyler yazmış, devamını getiremeyince dönüp vazifelerim üzerinde uğraşmış durmuş.
Babam gözlerinden yaşlar gelerek gülüyor. Ya biz öleceğiz, adam hâlâ vazife çıkarıyor bize. ALLAH ALLAH, bir vasiyet bile yazdıramadık arkadaş, diye söyleniyordu.
Hep beraber gülüyor, bu üzüntülü hava dağılsın diye gülmeyi biraz da uzatıp abartıyorduk sanki. Babam gidip ufaklığın yorganını açtı ki, ufaklık salya sümük ağlıyor. Kızacaklar diye korkmuş. Yanaklarından öptü. Bağrına bastırdı. Sonra annem gelip, aferin oğlum, diye başını okşadı, iki de o öpüp bağrına bastırdı. Çocuk şaşkın...
Sabah baktım bir ışıklar.. Birileri abdest alıyor sanki. Annemi gördüm, ne oldu anne, dedim. Şşşt dedi, sen uyu. Baban namaza başladı, dedi gözleri ışıl ışıl. Tekrar başımı yastığa koydum. Baban namaza başladı cümlesini birkaç kez kurdum. Ee, başlasın tabi, dedim, yedi yaşını geçeli çok oldu.
Uyuyamadım.
Ben de geçmiştim yedi yaşını.
(alıntı)
Babam o akşam eve yine geç geldi. Ama bu defa farklıydı. İşten dönmüş ter kokan yorgun adam değildi. Başka bir şeydi. Üflesen uçuşan teke sakalıydı sanki. Ne bileyim sokaklarda rüzgârın sürüklediği naylon poşet gibiydi filan...
Neyse, babam zorlanarak içeri girdi. Zorlanarak bir yere oturdu. Annem ne olduğunu sordu. Biz üç kardeş etrafını sarıp kocaman gözlerle sustuk. Başını öne eğdi, kendini toparlayıp konuşmaya başladı. Taksi kazanmıyordu. İşler kesattı. Hiçbir şey yolunda gitmiyordu, uçan kuşa borçluyduk. Üstelik bunu bilen kuşlar gelip gelip arabamızın camına pisliyordu. Çok harcıyorduk. Eksiklerimiz bitmiyordu. Para yetmiyordu. Çalışıyorduk, olmuyordu. Araba bozuluyordu. Kaza oluyordu. Polis ceza yazıyor, arabayı parka çekiyordu. Her şey bir şekilde çok kötüydü.
Evet, bunlar doğruydu galiba. Bana ayakkabı alamamıştık. Ortancaya kaban, küçüğe de önlük alınamamıştı. Herkesin canı sıkılmış, kaçamak gözlerle birbirimize bakıyoruz. Ortada komik bir şey yoktu. Ama insanın güleceği geliyordu. Tıpkı filmlerdeki gibi...
Babam masaya gitti, ortanca kardeşimin defterini ve kalemini aldı. Tam ortasından bir sayfa yırtacakken, bizimki mızıklandı. Babam, demek babana bir sayfayı çok görüyorsun ha, diye bir bakış fırlattı. Araya annemin uzattığı sayfa girdi de haybeye çıkacak bir kriz atlatıldı. Babam kâğıda bir şeyler yazmak için şöyle bir davrandı. Sonra, yok, dedi, ben yapamayacağım. Neyi baba, dedik. Alın, dedi, biriniz yazsın. Neyi? Vasiyetimi!
Annem endişeli ve kızgın bir şekilde söylenmeye başladı. Delirdin mi bey, ne vasiyetiymiş? Gözü kör olmayasıca bizi bırakıp nereye gidecen, diye.
Babam kâğıdı bana uzattı. Annemin yanan gözlerini görmesem de, pek istekli değildim yazmaya. Ortanca kardeş zaten bi’ sayfayı çok gördüğünden pas geçildi. En küçüğümüz daha bire gidiyordu. Eh biraz okuyup yazıyordu da. Bir anda babam, aslan oğlum, deyip kalemi kâğıdı eline tutuşturuverdi. Zavallı çocukta gecenin bir yarısı müfettiş sınıfa gelmiş gibi renk attı. Herkes onun okuyup yazdığını sanıyordu. Ama nedense o birden kızardı, bozardı. Yaz, dedi babam, aslan oğlum! Büyük harfle vasiyetim. Ve söylemeye başladı...
Meğer ne çok şeyi varmış denecek, ama aslında aslı astarı olmayan bir dolu şeyi birilerimize bölüştürdü. Ortanca kardeşim bir ara kendisine verilen şeye razı olmadığını belli eden bir şeyler söylendi ama babam ters ters bakınca yüz bulamayıp sustu.
Evet, dedi babam, hepsi bu kadar galiba. Bunları öyle içli bir havada söyledi ki, hepimizin içi burkuldu. Annem yaslandığı duvardan bir sandalyenin ucuna ilişti, ben sırtımı yasladığım divandan öne doğru geldim. Bir bakalım deyip kardeşimin yazdığı kâğıdı okumak için aldı babam. Baktı baktı... Ama, ama.. bu.. bu, bu ne, deyip bir kahkaha kopardı ki, evlere şenlik!.. Oturduğu yerden yere yığıldı ve durmamacasına gülmeye başladı.
Kâğıdı alıp baktık. Kargacık burgacık harflerle kocaman bir başlık: VAZİFELERİM yazıyordu. Altında da anlamsız kimi işaretler...
Ufaklığa baktık, divana yatmış, yorganı da başına çekmişti. Belli ki başta bir şeyler yazmış, devamını getiremeyince dönüp vazifelerim üzerinde uğraşmış durmuş.
Babam gözlerinden yaşlar gelerek gülüyor. Ya biz öleceğiz, adam hâlâ vazife çıkarıyor bize. ALLAH ALLAH, bir vasiyet bile yazdıramadık arkadaş, diye söyleniyordu.
Hep beraber gülüyor, bu üzüntülü hava dağılsın diye gülmeyi biraz da uzatıp abartıyorduk sanki. Babam gidip ufaklığın yorganını açtı ki, ufaklık salya sümük ağlıyor. Kızacaklar diye korkmuş. Yanaklarından öptü. Bağrına bastırdı. Sonra annem gelip, aferin oğlum, diye başını okşadı, iki de o öpüp bağrına bastırdı. Çocuk şaşkın...
Sabah baktım bir ışıklar.. Birileri abdest alıyor sanki. Annemi gördüm, ne oldu anne, dedim. Şşşt dedi, sen uyu. Baban namaza başladı, dedi gözleri ışıl ışıl. Tekrar başımı yastığa koydum. Baban namaza başladı cümlesini birkaç kez kurdum. Ee, başlasın tabi, dedim, yedi yaşını geçeli çok oldu.
Uyuyamadım.
Ben de geçmiştim yedi yaşını.
(alıntı)