Resul Aydın
Kayıtlı Kullanıcı
VAROLUŞ GAYESİ
"Emr-i bi'l-maruf, nehy-i ani'l-münker", varlığın yaratılış gayesine götüren bir yoldur. Allah (c.c), kâinat sarayını bu yüce vazife için açmış ve yine insanı o sarayda bu yüce vazife için halife yapmıştır. Peygamberlik manzumesi de, bu sebeple nazmedilmiştir.
Hz. Âdem (a.s), hem ilk insan hem de ilk nebidir. Evlatları, daha gözlerini açar açmaz karşılarında babalarını, iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir peygamber olarak bulmuşlardır. Beşerî ilk oluşum nübüvvetle başlamıştır.
Neticede nübüvvet ağacı, başlangıçta ona çekirdek olan Nebi'yi meyve vermiştir. O (s.a.s), kâinat kendisi için yaratılan İki Cihan Serveri (s.a.s)'dir. O'nun gönderiliş gayesi ise tebliğdir. Tebliğin özü de, "emr-i bi'l-maruf, nehy-i ani'l-münker"dir. Demek ki varlık, onun için var edilmiştir. Şüphesiz varlığın yaratılış gayesi olan bir iş, işlerin en mühimidir.
Neticede nübüvvet ağacı, başlangıçta ona çekirdek olan Nebi'yi meyve vermiştir. O (s.a.s), kâinat kendisi için yaratılan İki Cihan Serveri (s.a.s)'dir. O'nun gönderiliş gayesi ise tebliğdir. Tebliğin özü de, "emr-i bi'l-maruf, nehy-i ani'l-münker"dir. Demek ki varlık, onun için var edilmiştir. Şüphesiz varlığın yaratılış gayesi olan bir iş, işlerin en mühimidir.
Evet, gözünü dünyaya açan Hz. Âdem (a.s)'in ilk çocukları, yaşadıkları âlemin semasında, her an nazarını ulvî âleme diken, emirleri oradan alan ve aldığı bu emirlerin altında haşyetinden iki büklüm olan, tir tir titreyen ve dudağında daima öbür âlemlerin endişesini ürperti hâlinde yaşayan bir "Nebi Baba"yı, Kutup Yıldızı seyreder gibi seyretmişlerdir. Hz. Âdem (a.s), hem insan olarak hem de peygamber olarak ilk defa "emr-i bi'l-maruf, nehy-i ani'l-münker" yapan insandır.. ve bu yol, bir defaya mahsus açılmış da ardından kapanmış bir yol da değildir.
Hz. Âdem (a.s)'i daha nice peygamberler takip etmiştir. Zira insanlığın nebilere ihtiyacı vardır. Çünkü insanda ne kadar fazilet mevcutsa, âdeta, zaman ve hâdiseler onları teker teker tüketme azmindedir. Onun içindir ki Kur’ân-ı Kerim, yenilenmeden geçen sürelerin kalb kasvetine sebep olduğuna işaret eder. Bazı zaman ve devirler böyle bir kalb kasvetine sebep olunca, insanların gözleri küsûf tutmaya, bakışları bulanmaya başlar.
Ayaklar kayar, istikamet kaybolur. Cenâb-ı Hakk muhit ilmiyle bunları en iyi bilen olduğu ve rahmeti gadabına sebkat ettiği için, art arda peygamberler göndermiş; gönderilen her peygamber de devrin şartlarına göre "emr-i bi'l-maruf, nehy-i ani'l-münker"de bulunmuştur.
Ayaklar kayar, istikamet kaybolur. Cenâb-ı Hakk muhit ilmiyle bunları en iyi bilen olduğu ve rahmeti gadabına sebkat ettiği için, art arda peygamberler göndermiş; gönderilen her peygamber de devrin şartlarına göre "emr-i bi'l-maruf, nehy-i ani'l-münker"de bulunmuştur.
Hz. Âdem (a.s), ömrünü bu uğurda bitirip tüketmiş, evlatlarının da daima iyi olanı yapmalarını, kötü olandan da kaçınmalarını tavsiye etmiştir. O'nun sesinin ihtizaz ve dalgalanmaları, vefatından sonra da belli bir devreye kadar sürmüş, titreşimler kuvvetini kaybetmeye yüz tutunca da Cenâb-ı Hakk, Hz. Âdem (a.s)'in seçkin evlatlarından bazılarını nebilik vazifesiyle görevlendirivermiştir.
Onlar da sırasıyla kendilerine tevdî edilen bu vazifeyi hakkıyla yerine getirmiş.. ve her nebinin güneş gibi gurub edip gitmesiyle, diğer nebinin yine bir güneş gibi doğuşu arasında, insanlık semasında her zaman bir karanlık yaşanmıştır. Gerçi velâyeti temsil edenler, her karanlık geceyi âdeta yıldızlar gibi donatıyorlardı; ancak, onların güneşten beklenen aydınlığı getirmeleri elbette ki mümkün değildi.
Onlar da sırasıyla kendilerine tevdî edilen bu vazifeyi hakkıyla yerine getirmiş.. ve her nebinin güneş gibi gurub edip gitmesiyle, diğer nebinin yine bir güneş gibi doğuşu arasında, insanlık semasında her zaman bir karanlık yaşanmıştır. Gerçi velâyeti temsil edenler, her karanlık geceyi âdeta yıldızlar gibi donatıyorlardı; ancak, onların güneşten beklenen aydınlığı getirmeleri elbette ki mümkün değildi.
Hz. Nuh (a.s)'a kadar devran hep, böyle devam etti geldi. Ve bir gün beşer, O'nun ulü'l-azm bir peygambere yakışır ciddiyette gür soluklarını duydu. O büyük Nebi, Kur’ân'ın ifadesiyle:
"Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum, size nasihat ediyorum ve ben sizin bilmediklerinizi Allah'tan (gelen vahy ile) biliyorum" (Ârâf, 7/62) diyordu. Yani, beni dinleyen, bana itaat eden ve sefineme binen kurtulacaktır. Bu kurtuluş hem zahirî hem de batınî olacaktır. Sular üstündeki sefine sizin cismaniyetinizi kurtaracaktır. Kalbinizle bana bağlanır, dediklerime kulak verirseniz, dünyevî-uhrevî hayatın korkunç dalgaları arasında boğulmaktan kurtulur, selâmete erersiniz. Aksi hâlde, hem madde, hem de mânânızla tükenir gidersiniz...
İşte Hz. Nuh (a.s), bin seneye yakın bir müddet hep böyle nasihat edip durmuştur. O'nu takiben Hz. Hûd (a.s) gelir. O da yine aynı şekilde:
"Ben size emin bir nasihatçıyım" (Âraf, 7/68) der. İnsanları, yaratılış gayelerine uygun hareket etmeye davet eder.
İnsan ki, Cenâb-ı Hakk'ı bilip tanımak ve bu bildiklerini vicdanında duymak için yaratılmıştır. İşte ona bu vazifesini hatırlatmak ve aynı zamanda onu bu marifete ulaştırmak için art arda peygamberler gelmektedir.. ve Hz. Hûd (a.s)'dan sonra da nice peygamberler gelmiş ve hep aynı yolu takip etmişlerdir.
"Ben size emin bir nasihatçıyım" (Âraf, 7/68) der. İnsanları, yaratılış gayelerine uygun hareket etmeye davet eder.
İnsan ki, Cenâb-ı Hakk'ı bilip tanımak ve bu bildiklerini vicdanında duymak için yaratılmıştır. İşte ona bu vazifesini hatırlatmak ve aynı zamanda onu bu marifete ulaştırmak için art arda peygamberler gelmektedir.. ve Hz. Hûd (a.s)'dan sonra da nice peygamberler gelmiş ve hep aynı yolu takip etmişlerdir.
Ama ne zaman bir önceki nebinin ses ve soluklarının tesiri zihinlerden silinmiş ise, muhakkak insanlık bir öncekilere göre alçalışa geçmiş ve onun ruhî hayatında büyük sarsıntılar birbirini takip etmiştir. Manevî hayat çorak bir araziye dönmüş, lâhut âlemine ait inşirah esintileri tamamen dinmiş ve insanlar derbeder hâle gelmişlerdir.
İşte nebiler babası Hz. İbrahim (a.s), gönderildiğinde insanlık âlemi böyle bir atmosferi yaşıyordu. O, "emr-i bi'l-maruf ve nehy-i ani'l-münker"in diriltici nefesleriyle insanlar arasına girdi; nerede üç-beş kişi gördüyse, oraya gitti ve onlara hakkı, hakikati tebliğ etti. O'nu dinleyip sözüne kulak verenler, yeniden insanî kemalat adına zirvelere tırmandı ve hep şahikalarda dolaşmaya başladılar.
İşte nebiler babası Hz. İbrahim (a.s), gönderildiğinde insanlık âlemi böyle bir atmosferi yaşıyordu. O, "emr-i bi'l-maruf ve nehy-i ani'l-münker"in diriltici nefesleriyle insanlar arasına girdi; nerede üç-beş kişi gördüyse, oraya gitti ve onlara hakkı, hakikati tebliğ etti. O'nu dinleyip sözüne kulak verenler, yeniden insanî kemalat adına zirvelere tırmandı ve hep şahikalarda dolaşmaya başladılar.
Hz. İbrahim (a.s)'den sonra insanlık tekrar çıktığı zirveden yavaş yavaş aşağıya inmeye ve yeniden yozlaşmaya yüz tuttu. Her şeyi maddede arayan ve onda bulmaya çalışan bir zihniyet, yeniden gelip başköşeye kuruldu. Bir ucu yirminci asra kadar uzanan bu felaketin, nasıl korkunç bir şey olduğunu, zannediyorum biz bugün daha iyi anlamaktayız.
İşte Hz. Musa (a.s), Mısır'da, Nil deltasında böyle bir anaforun yaşandığı dönemde zuhur etti. O da kendisinden önceki peygamberler gibi, "emr-i bi'l-maruf nehy-i ani'l-münker" vazifesiyle memurdu ve inatçı bir kavme karşı mücadele vermekle görevlendirilmişti. Bu yüce vazifeyi yüklendi ve onları ellerinden tutup yüceltme gayretine girdi. Bu çalışmalarında bir ölçüde muvaffak da oldu.
İşte Hz. Musa (a.s), Mısır'da, Nil deltasında böyle bir anaforun yaşandığı dönemde zuhur etti. O da kendisinden önceki peygamberler gibi, "emr-i bi'l-maruf nehy-i ani'l-münker" vazifesiyle memurdu ve inatçı bir kavme karşı mücadele vermekle görevlendirilmişti. Bu yüce vazifeyi yüklendi ve onları ellerinden tutup yüceltme gayretine girdi. Bu çalışmalarında bir ölçüde muvaffak da oldu.
Muhatapları çok zor yola gelebilecek bir millet olmasına rağmen, Hz. Musa (a.s)'nın gece-gündüz gösterdiği gayret ve çırpınışları neticesinde ve "emr-i bi'l-maruf nehy-i ani'l-münker"in bir semeresi olarak, hayatta iken kendi de çok şeye şâhit oldu.
Elbette ki, insanları ellerinden tutup şahikalara çıkarmak ve onları birer kâmil insan hâline getirmek kolay bir hâdise değildir. Onun içindir ki, peygamberlerden dahi nice şehitler verilmiştir. Hz. Zekeriya (a.s) baştan aşağıya demir testereyle bu uğurda ikiye biçilmiş, Hz. Yahya (a.s) yine bu uğurda şehit edilmiştir. Zaten Hz. İsa (a.s) için kurulan çarmıh da, başka bir gaye için değildi.
Elbette ki, insanları ellerinden tutup şahikalara çıkarmak ve onları birer kâmil insan hâline getirmek kolay bir hâdise değildir. Onun içindir ki, peygamberlerden dahi nice şehitler verilmiştir. Hz. Zekeriya (a.s) baştan aşağıya demir testereyle bu uğurda ikiye biçilmiş, Hz. Yahya (a.s) yine bu uğurda şehit edilmiştir. Zaten Hz. İsa (a.s) için kurulan çarmıh da, başka bir gaye için değildi.
Allah Resûlü (s.a.s)'nün maruz kaldığı zorluklar bunların hepsini aşkındı. O’nun bu uğurda çekmediği eza ve cefa kalmamıştı. Hatta bir defasında O, Hz. Âişe (r.anha)'ye hitaben: "Ya Âişe, kavminden çok çektim"1 diyecektir. Mahzun Peygamberin bu sözünde, bir kalb kırıklığının iniltisi vardır. Siz bu sözü alın, bütün peygamberlere uğrayarak Hz. Âdem (a.s)'e kadar ulaştırın. Ve hayalen bu sözü yakın takibe alın, onu hemen her nebinin kalb inkisarı olarak bulacaksınız.
Hz. Âdem (a.s) evlatlarını toplayacak: "Sizden çok çektim" diyecek, Hz. Nuh (a.s), Hz. Hûd (a.s) ve diğerleri de aynı sözü tekrar edecek ve aynı inkisarı dile getireceklerdir.
Efendimiz'den sonra, bu işi devam ettiren kutlular.. onların ifadeleri de sıkılsa, damla damla aynı inkisarın döküldüğü görülecektir: "Seksen küsur senelik bütün hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum. Bütün ömrüm harp meydanlarında, esaret zindanlarında, yahut memleket hapishanelerinde, memleket mahkemelerinde geçti.
Hz. Âdem (a.s) evlatlarını toplayacak: "Sizden çok çektim" diyecek, Hz. Nuh (a.s), Hz. Hûd (a.s) ve diğerleri de aynı sözü tekrar edecek ve aynı inkisarı dile getireceklerdir.
Efendimiz'den sonra, bu işi devam ettiren kutlular.. onların ifadeleri de sıkılsa, damla damla aynı inkisarın döküldüğü görülecektir: "Seksen küsur senelik bütün hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum. Bütün ömrüm harp meydanlarında, esaret zindanlarında, yahut memleket hapishanelerinde, memleket mahkemelerinde geçti.