HUSEYIN SASMAZ
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 11 Eyl 2009
- Mesajlar
- 1,204
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 61
Valinin Yetkileri
Vali, Halife’nin vekili olarak valiliği çerçevesinde yönetmek ve dairelerin çalışmalarını kontrol etmek yetkisine sahiptir. Valilik bölgesi içerisinde, maliye, yargı ve ordu dışında yardımcıların sahip olduğu tüm yetkilere sahiptir. Vilayeti içerisinde yaşayanların üzerinde emirlik hakkına sahip Ancak polis gücü yalnızca uygulama yönünden valinin emri altında bulundurulur. Polis, İdari açıdan valinin emri altında değildir.
Çünkü vali, Halife’nin kendisini tayin ettiği alan üzerinde Halife’nin vekilidir. Halife’nin sahip bulunduğu yetkilere sahiptir. Eğer valiliği genel ise, bütün hususlara nezaret etme bakımından yardımcı gibidir. Yani o alanda, bütün işlere nezaret etme yetkisi verilmişse böyledir. Şayet valiliği özel ise, yalnızca yetkisi altına verilen işlere nezaret etme yetkisine sahiptir. Bunların dışında kalan işlere nezaret etmek yetkisi yoktur. Nitekim Rasul (s.a.v), valileri yönetimde mutlak yetki ile tayin ediyordu. Bazılarını her hususta genel vali olarak tayin ettiği gibi bir kısmını da belli bir bölgede özel vali olarak tayin ederdi. Muaz b. Cebel'i Yemen'e göndermiş ve ona nasıl uygulama yapacağını öğretmek üzere şöyle demişti:
"Ne ile hükmedeceksin?
-Allah'ın kitabı ile.
-Eğer bulamazsan?
-Rasulullah'ın sünnetiyle.
-Eğer bulamazsan?
-Derhal ictihad ederek, görüşümle hükmederim.
Bu sefer Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu:
-Allah Rasulü’nün gönderdiği elçiyi, Allah'ın ve Rasülü’nün sevdiği şeye muvaffak kılan Allah'a hamdolsun.” [1]
Ali b. Ebi Talib'i de Yemen'e göndermiş fakat ona ayrıca bir şey öğretmemişti. Çünkü Ali'nin bu işlerin altından kalkabileceğini ve bu konuda yeterli olduğunu biliyordu. Muaz b. Cebel'i Yemen'e vali tayin ettiğinde namaz ve zekat yetkilerini ona vermişti. Ferve bin Sehl'i Murad, Müzhic ve Zebid üzerine âmil olarak göndermiş onunla birlikte Halid b. Saîd'i de sadakayı (zekatı) toplamak üzere göndermişti. İşte bütün bunlar, valinin yönetimin bütün yetkilerine sahip olduğunun delilidir. Nitekim bu hususa Muaz'ın ne ile hükmedeceğinin öğretilmesi ile Ali'ye bunun öğretilmeyişinde de açıkça görülmektedir. Ayrıca Peygamber (s.a.v)'in bir takım valileri hem namaz hem de zekatı toplama yetkilerini vermek suretiyle genel vali, bazıları ise yalnızca namaz üzere özel vali, diğer bir kısmını ise zekat toplamak üzere özel vali olarak tayin ettiğini görüyoruz.
Her ne kadar Halife’nin, valiyi genel ya da özel vali olarak tayin etmesi caiz ise de, genel vali olarak tayin edilmesi sonucunda Muaviye, Osman döneminde Halifeden bağımsız bir vali kimliğine bürünmüş ve Osman'ın onun üzerinde idari yetki ve otoritesi kalmamıştı. Osman'ın vefatından sonra ise Şam bölgesinde elindeki bütün yönetim yetkileri dolayısıyla o malüm fitneyi ortaya çıkartmıştır. Abbasi Halifelerinin zayıfladıkları dönemlerde vilayetler öyle bağımsız birer hal aldı ki, Halife’nin bu vilayetler üzerinde adı okunarak ona dua edilmesi ve adına para basılmasının dışında hiçbir yetki ve otoritesi kalmamıştı.
İşte buradan hareketle genel valilik vermek İslâm devletinin birtakım zararlar görmesine sebep teşkil ediyordu. Bundan dolayı valinin yetkileri, Halifeden bağımsız bir kimliğe bürünmesi sonucunu vermeyecek şekilde tahsis edilmelidir. Bağımsızlık imkanını kazandıran ordu, para ve yargıdır. Çünkü ordu gücün kendisidir. Para, hayatın can damarıdır. Hakların korunması ve hadlerin uygulanması ise yargı ile gerçekleşir. İşte bundan dolayı, valilere yargı, ordu ve mali konular dışında kalmak üzere, özel valilik verilir. Çünkü bunların valinin eline teslim edilmesi bağımsızlık tehlikesini doğurabilir. Devlet için tehlikeli sonuçlar verebilir.
Ancak vali bir yönetici sayıldığından, yürütme için belli bir güce sahip olması da kaçınılmazdır. Bu nedenle polis gücü onun emri altında bulunur. Onun emirliği az önce sözü geçen üç güç müstesna olmak üzere valiliği kapsamındaki her şeyi kuşattığı gibi onu da kapsar. Fakat polis gücü; ordunun bir parçası olması nedeniyle idaresi ordunun elinde olur. Fakat uygulama ve yürürlük için valinin tasarrufu altında bulunur.
Kendi isteğiyle olması dışında valinin emirliği gereği yürürlüğe koyduğu işlerde Halifeyi haberdar etmesi vacip değildir. Eğer alışılmadık yeni bir iş ortaya çıkacak olursa o taktirde bu işi Halife’nin mütealasına bağlı olarak yapar. Bu konuda Halife’nin kendisine verdiği emir gereğince uygulamada bulunur. Eğer Halife’nin görüşünü beklemekten dolayı, durumun kötüye gideceğinden korkarsa, önce uygun gördüğünü yapar ve ondan sonra da Halifeyi yaptığı işten haberdar eder. Bu işi yapmadan önce onun mütealasını almayış sebebini de açıklar.
Yaptığı tüm işlerde Halife’nin görüşünün almak mecburiyetinde olan Tefviz Yardımcısı ile yaptığı işlerde Halife’nin görüşünü alma mecburiyeti olmayan vali arasındaki fark şudur: Tefviz Yardımcısı Halife’nin şahsına naibtir ve Halife’nin yapacağı işlere vekildir. Bu nedenle Halife öldüğü zaman yardımcı da azledilir. Çünkü vekil aslın ölümü ile azledilmiş sayılır. Vali için ise böyle bir durum söz konusu değildir. Çünkü vali ne Halife’nin vekilidir ne naibidir ne de onun yapması gereken işleri yapmakla görevlidir. Bu nedenle Halife’nin ölümü ile vali ezledilmiş sayılmaz.
Rasulullah (s.a.v) valileri tayin etmiş ve yaptıkları işlerden kendisini haberdar etmelerini istememiştir. Onlar da Peygamber (s.a.v)'den herhangi bir husus hakkında müteala istemiyorlardı. Onların her birisi emirliği çerçevesinde uygun gördüğü şekilde hükmediyor ve kendi işlerini tam bir bağımsızlıkla ifa ediyorlardı. Muaz, Attab b. Esîd ve el-Ala b. el-Hadram gibi onun tayin ettiği bütün valiler böyleydi. İşte bu hususlar, valinin yaptığı işlerin herhangi birisi hakkında Halifeyi bilgilendirmesinin gerekli olmadığının delilidir. Bu yönüyle vali Halife yardımcısından farklılık arzetmektedir. Halife yardımcısı ifa edeceği bütün işlerde Halife’nin mütealasını alması ve onu haberdar etmesi icab eder. Valinin ise yaptığı herhangi bir iş ile ilgili olarak Halifeyi haberdar edip, mütealasını alması icap etmez. Halife’nin, yardımcının ifa ettiği bütün işleri yakından takip etmesi gerekir. Ancak valinin bütün işlerini takip etmesini gerektiren bir durum yoktur. Her ne kadar valilerin durumunu açığa çıkarmak ve onlara dair haber ve bilgileri toplaması gerekiyor ise de, valinin kendi valilik alanında tasarrufu mutlaktır. Bundan dolayı Muaz b. Cebel, kendisini Yemen'e vali olarak gönderen Peygamber (s.a.v)'e: "Görüşümle ictihad ederim" demiştir. İşte bu valinin Halifeyi durumdan haberdar edip, mütealasını istemediğinin, aksine kendi görüşüne göre ictihat ettiğinin delilidir. Ancak bu durum, önemli meselelerde Halife’nin görüşünü almaya de engel değildir. Fakat insanların işlerinin askıda kalmaması için önemli olmayan işlerde Halife’nin görüşünü almaz. Alışılmadık herhangi bir durum ortaya çıkacak olursa, Halife’nin görüşünü alıncaya kadar bu işi bekletir. Çünkü valilik görevinin verilmesi, Halife’nin herhangi bir belde veya bölge emirliğini, o belde ve bölgenin bütün halkı üzerinde alışılmış işler üzerinde yönetim yetkisinin havale etmesidir. Alışılmadık herhangi bir şey ortaya çıkacak olur ise bunu Halifeye başvurup görüşünü alıncaya kadar bekletir. Ancak işlerin bozulup kötüye gideceğinde korkulursa, o işi görüşüne göre yerine getirir, sonra da Halifeye başvurarak görüşünü alır, çünkü bu alışılmadık bir durumdur.
Diğer taraftan bir kişinin bir valilik bölgesindeki valilik süresi uzun olmamalıdır. Bulunduğu beldede gittikçe yerini sağlamlaştırdığı, yahut da insanların onun sebebiyle fitneye düştüğü görüldüğü taktirde, valiliğinden affedilmesi gerekmektedir.
Çünkü Rasulullah (s.a.v), valiyi bir süre vali olarak tayin ediyor sonra onu azlediyordu. Rasulullah (s.a.v)'in hayatta kaldığı süre boyunca valilik makamında kalan tek bir vali yoktur. İşte bu da valinin daimi olarak o görevde tutulmayacağını, aksine bir süre vali olarak görev yaptıktan sonra azledildiğini göstermektedir. Ancak, valilik süresinin uzun ya da kısa olması ile ilgili olarak, Peygamber (s.a.v)'in uygulamalarında delil olabilecek bir şey sabit olmuş değildir. Rasul’ün hayatında bu konuda bilinen husus, tek bir valiyi dahi hayatta olduğu süre boyunca görevinde bırakmamasıdır. Valileri tayin ettikten bir müddet sonra azlettiği sabittir. Fakat Muaviye'nin Ömer ve Osman döneminde Şam bölgesinde uzun süre valilik yapması Müslümanların yapısını derinden sarsan bir fitne ortaya çıkarmıştır. İşte bundan; valinin, valilik bölgesinde uzun bir süre görevde kalmasının Müslümanlar ve devlet aleyhine bir takım zararlar doğurabileceği anlaşılmaktadır. İşte valinin, valilik süresinin uzatılmaması gerektiği görüşü de buradan gelmektedir.
Vali bir vilayetten bir başkasına nakledilemez. Çünkü onun vali olarak tayin edilmesinde genel olarak bütün işlere nezaret olmakla birlikte görev yerinin sınırlı olması söz konusudur. Bunun yerine vali, bir görevden alınır, daha sonra ikinci bir göreve tayin edilebilir
Nitekim Peygamber (s.a.v) de böyle uygulama yapmıştır. O, valileri azlediyordu. Bir valiyi bir yerden başka bir yere naklederek tayin ettiği rivayet edilmemiştir. Ayrıca valilik, açık ifadelerle gerçekleşen bir akittir. Belli bir bölgeye ya da beldeye vali tayin akdinde, valinin yöneteceği yer de sınırlandırılır. Halife onu azletmediği sürece yönetim yetkisi ve valilik onun hakkıdır. Bir başka bölgeye nakledilecek olursa, bu nakil ile birinci yerdeki valiliğinden azledilmiş olmaz. Ayrıca nakledildiği yere de vali olarak tayin edilmiş olmaz. Çünkü birinci yerdeki görevinden ayrılması için, valilikten azledildiğine dair açık bir ifadeye ve yine nakledildiği yere vali tayin edilebilmesi için de bu yer için özel olarak yeni bir vali atama akdine gerek vardır. İşte buradan hareketle, valinin bir başka yere doğrudan doğruya nakledilemeyeceği, önce görev yaptığı yerden azledilip daha sonra yeni yere, yeni bir akitle vali olarak tayin edileceği hükmü çıkarılmaktadır.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Beyhaki; Ebu Davud, 3119; Daremi, 168; Ahmed b. Hanbel, 21000; Muaz b. Cebel’den rivayet etmişlerdir
Vali, Halife’nin vekili olarak valiliği çerçevesinde yönetmek ve dairelerin çalışmalarını kontrol etmek yetkisine sahiptir. Valilik bölgesi içerisinde, maliye, yargı ve ordu dışında yardımcıların sahip olduğu tüm yetkilere sahiptir. Vilayeti içerisinde yaşayanların üzerinde emirlik hakkına sahip Ancak polis gücü yalnızca uygulama yönünden valinin emri altında bulundurulur. Polis, İdari açıdan valinin emri altında değildir.
Çünkü vali, Halife’nin kendisini tayin ettiği alan üzerinde Halife’nin vekilidir. Halife’nin sahip bulunduğu yetkilere sahiptir. Eğer valiliği genel ise, bütün hususlara nezaret etme bakımından yardımcı gibidir. Yani o alanda, bütün işlere nezaret etme yetkisi verilmişse böyledir. Şayet valiliği özel ise, yalnızca yetkisi altına verilen işlere nezaret etme yetkisine sahiptir. Bunların dışında kalan işlere nezaret etmek yetkisi yoktur. Nitekim Rasul (s.a.v), valileri yönetimde mutlak yetki ile tayin ediyordu. Bazılarını her hususta genel vali olarak tayin ettiği gibi bir kısmını da belli bir bölgede özel vali olarak tayin ederdi. Muaz b. Cebel'i Yemen'e göndermiş ve ona nasıl uygulama yapacağını öğretmek üzere şöyle demişti:
"Ne ile hükmedeceksin?
-Allah'ın kitabı ile.
-Eğer bulamazsan?
-Rasulullah'ın sünnetiyle.
-Eğer bulamazsan?
-Derhal ictihad ederek, görüşümle hükmederim.
Bu sefer Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu:
-Allah Rasulü’nün gönderdiği elçiyi, Allah'ın ve Rasülü’nün sevdiği şeye muvaffak kılan Allah'a hamdolsun.” [1]
Ali b. Ebi Talib'i de Yemen'e göndermiş fakat ona ayrıca bir şey öğretmemişti. Çünkü Ali'nin bu işlerin altından kalkabileceğini ve bu konuda yeterli olduğunu biliyordu. Muaz b. Cebel'i Yemen'e vali tayin ettiğinde namaz ve zekat yetkilerini ona vermişti. Ferve bin Sehl'i Murad, Müzhic ve Zebid üzerine âmil olarak göndermiş onunla birlikte Halid b. Saîd'i de sadakayı (zekatı) toplamak üzere göndermişti. İşte bütün bunlar, valinin yönetimin bütün yetkilerine sahip olduğunun delilidir. Nitekim bu hususa Muaz'ın ne ile hükmedeceğinin öğretilmesi ile Ali'ye bunun öğretilmeyişinde de açıkça görülmektedir. Ayrıca Peygamber (s.a.v)'in bir takım valileri hem namaz hem de zekatı toplama yetkilerini vermek suretiyle genel vali, bazıları ise yalnızca namaz üzere özel vali, diğer bir kısmını ise zekat toplamak üzere özel vali olarak tayin ettiğini görüyoruz.
Her ne kadar Halife’nin, valiyi genel ya da özel vali olarak tayin etmesi caiz ise de, genel vali olarak tayin edilmesi sonucunda Muaviye, Osman döneminde Halifeden bağımsız bir vali kimliğine bürünmüş ve Osman'ın onun üzerinde idari yetki ve otoritesi kalmamıştı. Osman'ın vefatından sonra ise Şam bölgesinde elindeki bütün yönetim yetkileri dolayısıyla o malüm fitneyi ortaya çıkartmıştır. Abbasi Halifelerinin zayıfladıkları dönemlerde vilayetler öyle bağımsız birer hal aldı ki, Halife’nin bu vilayetler üzerinde adı okunarak ona dua edilmesi ve adına para basılmasının dışında hiçbir yetki ve otoritesi kalmamıştı.
İşte buradan hareketle genel valilik vermek İslâm devletinin birtakım zararlar görmesine sebep teşkil ediyordu. Bundan dolayı valinin yetkileri, Halifeden bağımsız bir kimliğe bürünmesi sonucunu vermeyecek şekilde tahsis edilmelidir. Bağımsızlık imkanını kazandıran ordu, para ve yargıdır. Çünkü ordu gücün kendisidir. Para, hayatın can damarıdır. Hakların korunması ve hadlerin uygulanması ise yargı ile gerçekleşir. İşte bundan dolayı, valilere yargı, ordu ve mali konular dışında kalmak üzere, özel valilik verilir. Çünkü bunların valinin eline teslim edilmesi bağımsızlık tehlikesini doğurabilir. Devlet için tehlikeli sonuçlar verebilir.
Ancak vali bir yönetici sayıldığından, yürütme için belli bir güce sahip olması da kaçınılmazdır. Bu nedenle polis gücü onun emri altında bulunur. Onun emirliği az önce sözü geçen üç güç müstesna olmak üzere valiliği kapsamındaki her şeyi kuşattığı gibi onu da kapsar. Fakat polis gücü; ordunun bir parçası olması nedeniyle idaresi ordunun elinde olur. Fakat uygulama ve yürürlük için valinin tasarrufu altında bulunur.
Kendi isteğiyle olması dışında valinin emirliği gereği yürürlüğe koyduğu işlerde Halifeyi haberdar etmesi vacip değildir. Eğer alışılmadık yeni bir iş ortaya çıkacak olursa o taktirde bu işi Halife’nin mütealasına bağlı olarak yapar. Bu konuda Halife’nin kendisine verdiği emir gereğince uygulamada bulunur. Eğer Halife’nin görüşünü beklemekten dolayı, durumun kötüye gideceğinden korkarsa, önce uygun gördüğünü yapar ve ondan sonra da Halifeyi yaptığı işten haberdar eder. Bu işi yapmadan önce onun mütealasını almayış sebebini de açıklar.
Yaptığı tüm işlerde Halife’nin görüşünün almak mecburiyetinde olan Tefviz Yardımcısı ile yaptığı işlerde Halife’nin görüşünü alma mecburiyeti olmayan vali arasındaki fark şudur: Tefviz Yardımcısı Halife’nin şahsına naibtir ve Halife’nin yapacağı işlere vekildir. Bu nedenle Halife öldüğü zaman yardımcı da azledilir. Çünkü vekil aslın ölümü ile azledilmiş sayılır. Vali için ise böyle bir durum söz konusu değildir. Çünkü vali ne Halife’nin vekilidir ne naibidir ne de onun yapması gereken işleri yapmakla görevlidir. Bu nedenle Halife’nin ölümü ile vali ezledilmiş sayılmaz.
Rasulullah (s.a.v) valileri tayin etmiş ve yaptıkları işlerden kendisini haberdar etmelerini istememiştir. Onlar da Peygamber (s.a.v)'den herhangi bir husus hakkında müteala istemiyorlardı. Onların her birisi emirliği çerçevesinde uygun gördüğü şekilde hükmediyor ve kendi işlerini tam bir bağımsızlıkla ifa ediyorlardı. Muaz, Attab b. Esîd ve el-Ala b. el-Hadram gibi onun tayin ettiği bütün valiler böyleydi. İşte bu hususlar, valinin yaptığı işlerin herhangi birisi hakkında Halifeyi bilgilendirmesinin gerekli olmadığının delilidir. Bu yönüyle vali Halife yardımcısından farklılık arzetmektedir. Halife yardımcısı ifa edeceği bütün işlerde Halife’nin mütealasını alması ve onu haberdar etmesi icab eder. Valinin ise yaptığı herhangi bir iş ile ilgili olarak Halifeyi haberdar edip, mütealasını alması icap etmez. Halife’nin, yardımcının ifa ettiği bütün işleri yakından takip etmesi gerekir. Ancak valinin bütün işlerini takip etmesini gerektiren bir durum yoktur. Her ne kadar valilerin durumunu açığa çıkarmak ve onlara dair haber ve bilgileri toplaması gerekiyor ise de, valinin kendi valilik alanında tasarrufu mutlaktır. Bundan dolayı Muaz b. Cebel, kendisini Yemen'e vali olarak gönderen Peygamber (s.a.v)'e: "Görüşümle ictihad ederim" demiştir. İşte bu valinin Halifeyi durumdan haberdar edip, mütealasını istemediğinin, aksine kendi görüşüne göre ictihat ettiğinin delilidir. Ancak bu durum, önemli meselelerde Halife’nin görüşünü almaya de engel değildir. Fakat insanların işlerinin askıda kalmaması için önemli olmayan işlerde Halife’nin görüşünü almaz. Alışılmadık herhangi bir durum ortaya çıkacak olursa, Halife’nin görüşünü alıncaya kadar bu işi bekletir. Çünkü valilik görevinin verilmesi, Halife’nin herhangi bir belde veya bölge emirliğini, o belde ve bölgenin bütün halkı üzerinde alışılmış işler üzerinde yönetim yetkisinin havale etmesidir. Alışılmadık herhangi bir şey ortaya çıkacak olur ise bunu Halifeye başvurup görüşünü alıncaya kadar bekletir. Ancak işlerin bozulup kötüye gideceğinde korkulursa, o işi görüşüne göre yerine getirir, sonra da Halifeye başvurarak görüşünü alır, çünkü bu alışılmadık bir durumdur.
Diğer taraftan bir kişinin bir valilik bölgesindeki valilik süresi uzun olmamalıdır. Bulunduğu beldede gittikçe yerini sağlamlaştırdığı, yahut da insanların onun sebebiyle fitneye düştüğü görüldüğü taktirde, valiliğinden affedilmesi gerekmektedir.
Çünkü Rasulullah (s.a.v), valiyi bir süre vali olarak tayin ediyor sonra onu azlediyordu. Rasulullah (s.a.v)'in hayatta kaldığı süre boyunca valilik makamında kalan tek bir vali yoktur. İşte bu da valinin daimi olarak o görevde tutulmayacağını, aksine bir süre vali olarak görev yaptıktan sonra azledildiğini göstermektedir. Ancak, valilik süresinin uzun ya da kısa olması ile ilgili olarak, Peygamber (s.a.v)'in uygulamalarında delil olabilecek bir şey sabit olmuş değildir. Rasul’ün hayatında bu konuda bilinen husus, tek bir valiyi dahi hayatta olduğu süre boyunca görevinde bırakmamasıdır. Valileri tayin ettikten bir müddet sonra azlettiği sabittir. Fakat Muaviye'nin Ömer ve Osman döneminde Şam bölgesinde uzun süre valilik yapması Müslümanların yapısını derinden sarsan bir fitne ortaya çıkarmıştır. İşte bundan; valinin, valilik bölgesinde uzun bir süre görevde kalmasının Müslümanlar ve devlet aleyhine bir takım zararlar doğurabileceği anlaşılmaktadır. İşte valinin, valilik süresinin uzatılmaması gerektiği görüşü de buradan gelmektedir.
Vali bir vilayetten bir başkasına nakledilemez. Çünkü onun vali olarak tayin edilmesinde genel olarak bütün işlere nezaret olmakla birlikte görev yerinin sınırlı olması söz konusudur. Bunun yerine vali, bir görevden alınır, daha sonra ikinci bir göreve tayin edilebilir
Nitekim Peygamber (s.a.v) de böyle uygulama yapmıştır. O, valileri azlediyordu. Bir valiyi bir yerden başka bir yere naklederek tayin ettiği rivayet edilmemiştir. Ayrıca valilik, açık ifadelerle gerçekleşen bir akittir. Belli bir bölgeye ya da beldeye vali tayin akdinde, valinin yöneteceği yer de sınırlandırılır. Halife onu azletmediği sürece yönetim yetkisi ve valilik onun hakkıdır. Bir başka bölgeye nakledilecek olursa, bu nakil ile birinci yerdeki valiliğinden azledilmiş olmaz. Ayrıca nakledildiği yere de vali olarak tayin edilmiş olmaz. Çünkü birinci yerdeki görevinden ayrılması için, valilikten azledildiğine dair açık bir ifadeye ve yine nakledildiği yere vali tayin edilebilmesi için de bu yer için özel olarak yeni bir vali atama akdine gerek vardır. İşte buradan hareketle, valinin bir başka yere doğrudan doğruya nakledilemeyeceği, önce görev yaptığı yerden azledilip daha sonra yeni yere, yeni bir akitle vali olarak tayin edileceği hükmü çıkarılmaktadır.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Beyhaki; Ebu Davud, 3119; Daremi, 168; Ahmed b. Hanbel, 21000; Muaz b. Cebel’den rivayet etmişlerdir