Gevelemeden... Geçiştirme yollarına yeltenmeden...
Çünkü soruyu soran bizatihi Allah (c.c.)...
İşte o sorulardan biri: ‘‘İman edenler için hala vakit gelmedi mi?‘‘ (Hadid,16)
Mükellefiyetten kaçınmanın yolunu kesen bir sual...
Yükümlülüklerimizi erteleme manevralarını boşa çıkaran bir sorgulama...
Bizler değilmiydik Rabb‘imizin ‘‘Elestu birabbikum‘‘ sualine ‘‘Bela‘‘ cevabını veren...
O halde soralım kendimize nereye bu gidişimiz???
Hala kafamızı kumdan kaldırmanın vakti gelmedi mi???
Yoksa bizlerde mi Rabb‘imizin Hadid-16‘da buyurduğu kimseler gibi olduk?
‘‘İman edenlerin Allah‘ı ve O‘ndan inen Hakk için kalplerinin haşyet ile yumuşama vakti daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden zaman uzadı da kalpleri kasvet bağladı. Ve onlardan bir coğu fasıktırlar!‘‘ (Hadid,16)
Evet, ey müslüman, dünyevileşmemizin huşusuzluktan başka bir izahını yapabilir miyiz? Kur’an‘dan ve Kur‘ani bir hayattan bu kadar uzak olmamızı ne ile açıklayabiliriz? Kur’an‘a bu kadar duyarsızlığımız kalplerimizin katılaşmasından değil mi? Eğer kalplerimizde haşyetullah (Allah korkusu) olsaydı bu günkü durumumuz daha farklı olmaz mıydı?
Dünyanın bitmez taleplerine terk ettiğimiz ömrümüzü Allah‘ın talepleri ile ne zaman buluşturacağız? Vahdetten, birlik ve beraberlikten yoksun, soğuk dünyalarımızı, ihlaslı bir kardeşliğe bırakmaktan başka ne çaremiz var?
Kaçta kaçımız seherde döşeklere gömülü bedenlerimizi seccadeye taşıyoruz? Patrona, şef‘e hesap vermekten korkan bizler, gecenin üçünde işyerinde olduğumuz gibi, bu inceliği bizleri yaratana da yapabiliyor muyuz? Patrondan korktuğumuz kadar Rabb‘imizden korkuyor muyuz?
Akmayan göz yaşlarımızı Allah için akıtabiliyor muyuz? Bedelsiz ve çilesiz cennet hesaplarımızdan vazgeçme vaktimiz hala gelmedi mi?
‘‘Eti senin kemiği benim‘‘ mantığına terk ettiğimiz nesillere tekrardan kavuşmanın acelesi yok mu?
Hala vakit gelmedi mi?
Allah‘ın izzeti ile izzetlenmenin... Boyası ile boyanmanın... Ahlakı ile ahlaklanmanın... Rehavetin ve şuursuzluğun ağırlığı ile çakılı kaldığımız dünya hayatından kurtulmanın zamanı çok mu erken?
Mustazafların ve mazlum insanların ellerinden tutmak için ne kadar bekleyeceğiz? Izzetli bir ölümü zelil bir hayata tercih etmenin zevki bize ne zaman nasip olacak?
Irak‘ta tecavüze uğrayan müslüman kadınların feryadını duyamıyacak kadar sağırlaştık mı? Eğik başlarımızı kaldırıp zalimlerin yüzüne tükürme şartları hala oluşmadı mı?
Boş zamanlarımızın İslam‘ı ile değil, tüm zamanlarımızı kuşatan bir İslam ile buluşmanın hala vakti gelmedi mi?
Allah‘ın rızasını bu ömre sığdıramayacaksak hangi ömre? Allah‘ın yanında kabul görecek bir hayatı bugün sunamayacaksak hangi gün? Yoksa Azrail (a.s.) ile olan randevumuza daha çok mu var?
Evet, ey müslüman! Nereye bu gidişimiz?!.
Yoksa acele mi ediyoruz?
Ama bakın ve görün, Sahabe-i Kiram efendilerimiz hiçte böyle düşünmüyordu!
Bedir savaşında Allah Resulu’nun, ’’Haydin kıyama’’ çağrısını yemek başında duyan Sahabi elindeki hurmaları atıp Allah Resulu’ne koşmuştu. Onun düşüncesi, hurmaları yiyip bitirinceye kadar yaşarsam bu uzun bir hayattır. Yani cennete geç kalmış olurum diyordu… Düşman safına dalıyor ve sonunda şehid oluyordu. O andaki yükümlülüklerini ertelemiyorlardı.
Bugün bulunmamız gereken konumda değil isek bunun sebeplerini düşünmemiz gerekmiyor mu?
İşte Allah’ın, yeryüzü iktidarını vereceği kullarına iki şartı:
İMAN ve SALİH AMEL!
Yani iktidar olamayışımızın temel sebebi; imani ve ameli zaafiyetlerimiz...
Ve İlahi beyan:
’’Allah sizden iman edip salih amellerde bulunanlara, kendilerinden öncekileri hakim kıldığı gibi onları da yeryüzüne hakim kılacağını vadetti...’’ (Nur, 55)
Evet, ey müslüman! Ölümlü bir hayatın zorunlu yolcularıyız...
Ama ölümü hangi koşullarda beklemekteyiz?
Putların ve İslami olmayan düzenlerin gölgelediği bir hayatta...
Kirli bir hayatın kuşatması altında bizleri bekleyen ölümün nasıl gerçekleşeceğini tahmin etmek zor olmasa gerek...
Azrail (a.s.) ile olan randevumuz başımız eğik olarak mı gerçekleşecek yoksa?
Ahirete gidişimiz hangi kimlikle olacak?!.
Aziz olarak mı? Yoksa zelil olarak mı?!.
Allah’ım Sen koru bizleri!!! (Amin)
ALINTI
Çünkü soruyu soran bizatihi Allah (c.c.)...
İşte o sorulardan biri: ‘‘İman edenler için hala vakit gelmedi mi?‘‘ (Hadid,16)
Mükellefiyetten kaçınmanın yolunu kesen bir sual...
Yükümlülüklerimizi erteleme manevralarını boşa çıkaran bir sorgulama...
Bizler değilmiydik Rabb‘imizin ‘‘Elestu birabbikum‘‘ sualine ‘‘Bela‘‘ cevabını veren...
O halde soralım kendimize nereye bu gidişimiz???
Hala kafamızı kumdan kaldırmanın vakti gelmedi mi???
Yoksa bizlerde mi Rabb‘imizin Hadid-16‘da buyurduğu kimseler gibi olduk?
‘‘İman edenlerin Allah‘ı ve O‘ndan inen Hakk için kalplerinin haşyet ile yumuşama vakti daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden zaman uzadı da kalpleri kasvet bağladı. Ve onlardan bir coğu fasıktırlar!‘‘ (Hadid,16)
Evet, ey müslüman, dünyevileşmemizin huşusuzluktan başka bir izahını yapabilir miyiz? Kur’an‘dan ve Kur‘ani bir hayattan bu kadar uzak olmamızı ne ile açıklayabiliriz? Kur’an‘a bu kadar duyarsızlığımız kalplerimizin katılaşmasından değil mi? Eğer kalplerimizde haşyetullah (Allah korkusu) olsaydı bu günkü durumumuz daha farklı olmaz mıydı?
Dünyanın bitmez taleplerine terk ettiğimiz ömrümüzü Allah‘ın talepleri ile ne zaman buluşturacağız? Vahdetten, birlik ve beraberlikten yoksun, soğuk dünyalarımızı, ihlaslı bir kardeşliğe bırakmaktan başka ne çaremiz var?
Kaçta kaçımız seherde döşeklere gömülü bedenlerimizi seccadeye taşıyoruz? Patrona, şef‘e hesap vermekten korkan bizler, gecenin üçünde işyerinde olduğumuz gibi, bu inceliği bizleri yaratana da yapabiliyor muyuz? Patrondan korktuğumuz kadar Rabb‘imizden korkuyor muyuz?
Akmayan göz yaşlarımızı Allah için akıtabiliyor muyuz? Bedelsiz ve çilesiz cennet hesaplarımızdan vazgeçme vaktimiz hala gelmedi mi?
‘‘Eti senin kemiği benim‘‘ mantığına terk ettiğimiz nesillere tekrardan kavuşmanın acelesi yok mu?
Hala vakit gelmedi mi?
Allah‘ın izzeti ile izzetlenmenin... Boyası ile boyanmanın... Ahlakı ile ahlaklanmanın... Rehavetin ve şuursuzluğun ağırlığı ile çakılı kaldığımız dünya hayatından kurtulmanın zamanı çok mu erken?
Mustazafların ve mazlum insanların ellerinden tutmak için ne kadar bekleyeceğiz? Izzetli bir ölümü zelil bir hayata tercih etmenin zevki bize ne zaman nasip olacak?
Irak‘ta tecavüze uğrayan müslüman kadınların feryadını duyamıyacak kadar sağırlaştık mı? Eğik başlarımızı kaldırıp zalimlerin yüzüne tükürme şartları hala oluşmadı mı?
Boş zamanlarımızın İslam‘ı ile değil, tüm zamanlarımızı kuşatan bir İslam ile buluşmanın hala vakti gelmedi mi?
Allah‘ın rızasını bu ömre sığdıramayacaksak hangi ömre? Allah‘ın yanında kabul görecek bir hayatı bugün sunamayacaksak hangi gün? Yoksa Azrail (a.s.) ile olan randevumuza daha çok mu var?
Evet, ey müslüman! Nereye bu gidişimiz?!.
Yoksa acele mi ediyoruz?
Ama bakın ve görün, Sahabe-i Kiram efendilerimiz hiçte böyle düşünmüyordu!
Bedir savaşında Allah Resulu’nun, ’’Haydin kıyama’’ çağrısını yemek başında duyan Sahabi elindeki hurmaları atıp Allah Resulu’ne koşmuştu. Onun düşüncesi, hurmaları yiyip bitirinceye kadar yaşarsam bu uzun bir hayattır. Yani cennete geç kalmış olurum diyordu… Düşman safına dalıyor ve sonunda şehid oluyordu. O andaki yükümlülüklerini ertelemiyorlardı.
Bugün bulunmamız gereken konumda değil isek bunun sebeplerini düşünmemiz gerekmiyor mu?
İşte Allah’ın, yeryüzü iktidarını vereceği kullarına iki şartı:
İMAN ve SALİH AMEL!
Yani iktidar olamayışımızın temel sebebi; imani ve ameli zaafiyetlerimiz...
Ve İlahi beyan:
’’Allah sizden iman edip salih amellerde bulunanlara, kendilerinden öncekileri hakim kıldığı gibi onları da yeryüzüne hakim kılacağını vadetti...’’ (Nur, 55)
Evet, ey müslüman! Ölümlü bir hayatın zorunlu yolcularıyız...
Ama ölümü hangi koşullarda beklemekteyiz?
Putların ve İslami olmayan düzenlerin gölgelediği bir hayatta...
Kirli bir hayatın kuşatması altında bizleri bekleyen ölümün nasıl gerçekleşeceğini tahmin etmek zor olmasa gerek...
Azrail (a.s.) ile olan randevumuz başımız eğik olarak mı gerçekleşecek yoksa?
Ahirete gidişimiz hangi kimlikle olacak?!.
Aziz olarak mı? Yoksa zelil olarak mı?!.
Allah’ım Sen koru bizleri!!! (Amin)
ALINTI