İnsanlar sefil ve sürgündü.
Uçsuz ve bucaksız yer yüzünde.
Doğmatik düşünceler,
Küfürlerin karattığı kalpler.
İnkarcı katı yürekler,
Kuru bir övgünün peşinde ömür törpülediler.
Kimi putu, kimi aklını ilahlaştırdı.
Çaydırıcı her şeyi söylüyorlardı.
Küfürlerini pekiştiren inkarla, inatla..
O gün,
Kara bulutların kapladığı, bir dünya.
İnsanlığı pençesine almış zalim iki güç.
Cihan kan ağlarken,
Çirit atan Kisrâlar, İremler,
Kâhinlerin yamyamların, kölesi, o mâziler.
Vay yüzsüzler,
Utanç duyarlardı, kız çocuğu babası olmaktan.
Gömüyorlardı toprağa diri diri, duydukları ardan.
Bakın, bundan daha gülünç bir şey var mı?
Undan ,helvadan yapılan putlar.
Taifte Lât, Bedirde Menât, Mekke’de Uzzâ ,
Kâbe de Hübel, sahte tanrılar.
Panayırlarda meta karşılığı satılan insanlar,
Hayatları bin kat daha beter hor görülen kadınlar.
Şirk ve isyan dolu hayatta,
Kızgın çöllerde dökülen mazlumların kanları.
Çölün ıssızlıklarında aç çocukların açıklı feryatları.
Annelerin çaresiz çırpınışları, ümitli bakışları.
Hangi yürekle gömdünüz haberi olmayan o yavruları
Bu kısır döngü dehşeti, nesilleri yaktı yıktı.
Son Peygamber böyle bir dünyaya gözlerini açar.
Günah dolu hayata rağbet etmez.
Sadece onurlu bir hayatı yaşar.
Azgınlardan zalimlerden olmuş kavimle.
O kavmin ele başları,
Evinin önüne mundar hayvan leşleri döktüler.
Kapı ve pencerelerine kan sürdüler.
’İlâhi, hor görüldüğümü ancak sana arz ederim.
Huysuz,yüzsüz bir düşman eline beni düşürme,
Yüzünün nuruna sığınırım.’
Kimi zaman acılı, kimi zaman zorlu,
Ama her zaman dürüst, kararlı idi.
Ruhunu dinlediği dağdan peygamber olarak iner.
Sayısız yıldızların ıssız çöl gecelerinde,
Mekke de yükselen bu gür ses,
Kâbe’nin tam önünde tüm putlara karşı.
Baskılara rağmen yankılanır.
Tüm insanları kurtuluşa çağıran gör sedasıyla.
Kur’an-ın ruhları saran çarpıcı etkisiyle.
Hira Nur dağından halk kitlelerine,
Allah’ın büyüklüğüne yalnız O’na boyun eğmeye.
Dava arkadaşları Peygamberlerine,
Siper etmişler mal ve canlarını.
Kâbe’nin şehri, bu kutsal belde de, Mekke ‘de.
Geçirdikleri yıllar, acı ve hüzün dolu.
Sabırla olgunlaştılar orada, tadıp açlığı zorluğu .
Ümmül Kûra, köylerin annesi vahdâniyetin yurdu.
Vakti saat geldi,
Bir karanlık gecede terk etti bu mukaddes şehri,
O Enbiyalar serveri,
Zulme öyle direniyorlardı ki, Medine’de.
Korkunun sefaletin kıramadığı bir güçle.
Hayatlarının baharında,
Göz kırpmadan canlarını feda ederek,
Allah`a ruhlarını teslim ettiler.
Belalarla ,ölümle, sınandıkları imtihanda .
Dünyada da, ukbada da onur duyacaklar.
Maddi rütbelerin üstünde bir makama layıklar.
Allahın yardımı ve fetih geldiği zaman.
Fetih yolunda,coştu gönüller Resulün muhabbetiyle,
Girdiler o Kutsal şehre, muzaffer askerleriyle.
Peygamber ordusu,
Dalga dalga etrafa yayılıyordu.Zi-Tuva vadisinde.
Gönüllerinde ferah ve sürur, tebessüm yüzlerinde.
Alaylar,tabyalar halinde İslâm ordusu geçiyordu.
Ebû Süfyan, hayret ve haşyet içinde titredi durdu.
Dalgalar gibi akan mücahitlere, gözleri kamaşıyordu.
Tekbirlerle,
Allahu Ekber sedalarıyla
Mukaddes şehre girerken,
Fahri Kâinat efendimiz,
Tevazû ile mübârek başını öne eğmişti.
Nerdeyse mübârek sakalının ucu,
Değecekti devesinin semerine.
Ah bir görebilseydin Allah ordusunun ihtişamını.
Bu zaferler, taş duvarların değil gönüllerin fethidir.
Taştan da katı kalplerin, taifelerin erimesidir.
Sabrın sevinçin zaferidir, tamamlandı güzel ahlâk.
Bu fetih kıyamete kadar gıbda edilecek, anılacak
Selam sana efendim,
Seni Anlatabilmek, fâni kalemlerin tâkatı üstündedir.
Sen alemleri aydınlatan güneşsin, doğru yolu gösterdin,
Yokluğun dayanılmaz bir acı, yüzün nurun bir hûdadır.
Rabbimden nadide gülsün, yel essin, kokun gelsin.
1403 H. Mekke
Ali Kılıç Kakiz
Uçsuz ve bucaksız yer yüzünde.
Doğmatik düşünceler,
Küfürlerin karattığı kalpler.
İnkarcı katı yürekler,
Kuru bir övgünün peşinde ömür törpülediler.
Kimi putu, kimi aklını ilahlaştırdı.
Çaydırıcı her şeyi söylüyorlardı.
Küfürlerini pekiştiren inkarla, inatla..
O gün,
Kara bulutların kapladığı, bir dünya.
İnsanlığı pençesine almış zalim iki güç.
Cihan kan ağlarken,
Çirit atan Kisrâlar, İremler,
Kâhinlerin yamyamların, kölesi, o mâziler.
Vay yüzsüzler,
Utanç duyarlardı, kız çocuğu babası olmaktan.
Gömüyorlardı toprağa diri diri, duydukları ardan.
Bakın, bundan daha gülünç bir şey var mı?
Undan ,helvadan yapılan putlar.
Taifte Lât, Bedirde Menât, Mekke’de Uzzâ ,
Kâbe de Hübel, sahte tanrılar.
Panayırlarda meta karşılığı satılan insanlar,
Hayatları bin kat daha beter hor görülen kadınlar.
Şirk ve isyan dolu hayatta,
Kızgın çöllerde dökülen mazlumların kanları.
Çölün ıssızlıklarında aç çocukların açıklı feryatları.
Annelerin çaresiz çırpınışları, ümitli bakışları.
Hangi yürekle gömdünüz haberi olmayan o yavruları
Bu kısır döngü dehşeti, nesilleri yaktı yıktı.
Son Peygamber böyle bir dünyaya gözlerini açar.
Günah dolu hayata rağbet etmez.
Sadece onurlu bir hayatı yaşar.
Azgınlardan zalimlerden olmuş kavimle.
O kavmin ele başları,
Evinin önüne mundar hayvan leşleri döktüler.
Kapı ve pencerelerine kan sürdüler.
’İlâhi, hor görüldüğümü ancak sana arz ederim.
Huysuz,yüzsüz bir düşman eline beni düşürme,
Yüzünün nuruna sığınırım.’
Kimi zaman acılı, kimi zaman zorlu,
Ama her zaman dürüst, kararlı idi.
Ruhunu dinlediği dağdan peygamber olarak iner.
Sayısız yıldızların ıssız çöl gecelerinde,
Mekke de yükselen bu gür ses,
Kâbe’nin tam önünde tüm putlara karşı.
Baskılara rağmen yankılanır.
Tüm insanları kurtuluşa çağıran gör sedasıyla.
Kur’an-ın ruhları saran çarpıcı etkisiyle.
Hira Nur dağından halk kitlelerine,
Allah’ın büyüklüğüne yalnız O’na boyun eğmeye.
Dava arkadaşları Peygamberlerine,
Siper etmişler mal ve canlarını.
Kâbe’nin şehri, bu kutsal belde de, Mekke ‘de.
Geçirdikleri yıllar, acı ve hüzün dolu.
Sabırla olgunlaştılar orada, tadıp açlığı zorluğu .
Ümmül Kûra, köylerin annesi vahdâniyetin yurdu.
Vakti saat geldi,
Bir karanlık gecede terk etti bu mukaddes şehri,
O Enbiyalar serveri,
Zulme öyle direniyorlardı ki, Medine’de.
Korkunun sefaletin kıramadığı bir güçle.
Hayatlarının baharında,
Göz kırpmadan canlarını feda ederek,
Allah`a ruhlarını teslim ettiler.
Belalarla ,ölümle, sınandıkları imtihanda .
Dünyada da, ukbada da onur duyacaklar.
Maddi rütbelerin üstünde bir makama layıklar.
Allahın yardımı ve fetih geldiği zaman.
Fetih yolunda,coştu gönüller Resulün muhabbetiyle,
Girdiler o Kutsal şehre, muzaffer askerleriyle.
Peygamber ordusu,
Dalga dalga etrafa yayılıyordu.Zi-Tuva vadisinde.
Gönüllerinde ferah ve sürur, tebessüm yüzlerinde.
Alaylar,tabyalar halinde İslâm ordusu geçiyordu.
Ebû Süfyan, hayret ve haşyet içinde titredi durdu.
Dalgalar gibi akan mücahitlere, gözleri kamaşıyordu.
Tekbirlerle,
Allahu Ekber sedalarıyla
Mukaddes şehre girerken,
Fahri Kâinat efendimiz,
Tevazû ile mübârek başını öne eğmişti.
Nerdeyse mübârek sakalının ucu,
Değecekti devesinin semerine.
Ah bir görebilseydin Allah ordusunun ihtişamını.
Bu zaferler, taş duvarların değil gönüllerin fethidir.
Taştan da katı kalplerin, taifelerin erimesidir.
Sabrın sevinçin zaferidir, tamamlandı güzel ahlâk.
Bu fetih kıyamete kadar gıbda edilecek, anılacak
Selam sana efendim,
Seni Anlatabilmek, fâni kalemlerin tâkatı üstündedir.
Sen alemleri aydınlatan güneşsin, doğru yolu gösterdin,
Yokluğun dayanılmaz bir acı, yüzün nurun bir hûdadır.
Rabbimden nadide gülsün, yel essin, kokun gelsin.
1403 H. Mekke
Ali Kılıç Kakiz