Yine büyük bir hüzün çökmüştü yüreğine. Adeta yüreğine sığmayan, çocuksu, masum simasına ve gözlerine de sirayet eden bir hüzün...
Hüzün; yalnızlık, gariplik, hasret ve mazlumlukla birleşince daha bir yakar yüreği. Bu hüzünle yaşamak bazen müthiş acılar verir, adeta içinde bir yara kanıyor gibi gelir insana. Ölüm yaşamaktan güzel, toprağın altı üstünden güzel görünür. Yaralı gönül, huzura kavuşmak ve bir nebze olsun mutluluğu yakalamak ister. Serap misali çok uzaklarda görünen huzur ve mutluluğu bulamayınca da kendi gurbetinde yaşamaya mecbur kalır. Ruh yelkenlerini indirir, ufuk daralır ve kalbin üstüne heyulâ gibi bir ağırlık çöker.
İşte böyle bir hâlet-i ruhiye içindeyken yine günlüğünü açtı ve hayalindeki dosta bir şeyler yazmak istedi. Önce bir şiir döküldü kaleminden:
Sonsuza uçmak isteyen bir kelebek gibiyim,
Uçma istidadım var, ama kanadım tek...
Tek kanatla uçmak mümkün değil bilmez miyim? Uçmama imkân sağlayan kanadım olur musun?
Akıntıya doğru tersine kürek çeken bir kürekçi gibiyim. Yoruldum, tükendim böyle kürek çekerek...
Elbet yardıma ihtiyacım var hissetmez miyim? Beraber kürek çeksek, yardımcı olur musun?
Dünya mahzeninde yaşayan bir mahpus gibiyim. Zindanda çok sıkıldım seni bekleyerek...
Hazanda baharın ve dostun hasretini çekmez miyim? Zindanı gülistana çeviren yarenim olur musun?
Ey dost! İsmin ne olursa olsun, diğer insanlar sana ne derlerse desinler, önemli değil. Sen benim Ebubekirimsin. Ebubekir; sadakat, vefa ve fedakârlığın simgesi, sadık dost demek. Sana Ebubekirim dedim; çünkü sen benim en sadık dostumsun. Sen bir yana, bütün dünya bir yana...
Nice insanlar tanıdım; insanların nazarında büyük, makam-mevkii, şöhret sahibi... Dost bilip biraz yaklaşınca "büyük cüce" olduklarını anladım.
Nice insanlar gördüm, yüzleri güzel; ama kalpleri ve ruhları çirkin... Bunlardan kaçtım, ben hep seni aradım. Senin yüzüne akseden kalbinin nuru, ruhunun ve yüreğinin güzelliği öyle değil mi? Ben zaten senin güzel yüreğini sevdim.
Şimdiye kadar hep değer verdiğim, dost bildiğim insanlar beni incittiler, hayal kırıklığına uğrattılar. Gönül yıkmanın vebalini bilmeyen insanlar, çok rahat kalp kırıyorlar. Sen beni hiç incitmez, hayal kırıklığına uğratmazsın değil mi?
Samimiyetsizlik, kendini beğenmişlik, riya, yalan, kötü zan, dedikodu ve söz verip sözde durmama ne kadar yaygınlaşmış öyle!.. Sen bütün bunlardan nefret edersin değil mi?
Gel ey dost! Bitir artık şu dünya sürgünümü! Bir ışık ol bana, yolumu aydınlat! Kâinatın İftihar Tablosu Sevgili Peygamberimiz (s.a.v)'in bile çok bunaldığı günler olmuştu. Onun bile bir Ebubekir'e ihtiyacı vardı. Ya şu acizin sana ihtiyacı olmaz mı? Kalabalıklar içinde kendisini yalnız hisseden şu garibi daha fazla mahzun bırakma! Ne olur sen de benim yar-ı ğarim ol! Karanlık mağaramı aydınlat! Kötülere karşı destek, kötülüklere karşı siper ol bana! Biliyor musun, başım dizine müştak, dizim başına hasret!..
Gel ey dost! Bu zamanda Ebubekir olmaz diyenlere inat, gel! Gel de beni anlamayan, çok hayalperest olduğumu iddia edenlere karşı beni mahcup etme! İnan sana hava kadar, su kadar ihtiyacım var, hiç mübalâğa yapmıyorum. Mecnun'un Leylâsı'nı aradığı gibi seni arıyorum, neredesin? Sensiz hiçbir şeyin tadı yok benim için. Artık beklemeye takatim kalmadı, ne olur tez zamanda gel! Gel de seni dünya gözüyle bir göreyim! Senin varlığına inanmayanlara seni "İşte samimiyet, dürüstlük, alçakgönüllülük, fazilet timsali, sadık, vefalı, fedakâr dostum" diye takdim edeyim.
Gel ey dost! Kafese sıkışmış yaralı bir kuş gibiyim. Gönlümün yarasını sar. Uçalım seninle uzak diyarlara. İstersen manevî iklimlere hicret edelim. İstersen uzlete çekilelim, ruhumuzu kanatlandıralım. İstersen açalım sinelerimizi açabildiğimiz kadar, ta ki ummanlar gibi olsun ve ihtiyaç duyan gönüllere ab-ı hayat sunmaya koşalım.
Gel ey dost! Fazla naz dost usandırır. Gayrı gel artık!
***
Sonra yazısına bir göz attı ve günlüğünü kapatarak düşünmeye başladı genç kız. Darda kalmış bir insanın canhıraş feryadı gibiydi adeta duyguları, çağrısı... Yine hüzünden, haksızlıktan, kırgınlıktan söz etmişti hep. Yoksa sürekli yaşadığı olumsuz olaylara odaklandığı için mi kendisini yalnız ve mutsuz hissediyordu?
Çoğu zaman bardağın dolu tarafını değil de, boş tarafını görerek kendi kendisini mi mutsuz ediyordu?
Yaradan'ın bahşettiği sayısız nimete hakkıyla şükretmeye çalışmak yerine, henüz sahip olamadıklarını, ya da yapmak isteyip de yapamadıklarını düşünerek kendi kendisine mi acıyor, ya da acı çektiriyordu?
Evet, hep engellerle karşılaşmış, bunun için de yapmak istediği birçok şeyi yapamamış, hayallerini, ideallerini gerçekleştirememişti. Üstelik yakınlarından ve destek beklediği insanlardan destek görmemişti. Hatta destek olması gerekenler çoğu zaman köstek olmuşlardı. Zaman zaman tökezlemişti; ama yine de yıkılmamıştı ve dimdik ayaktaydı işte!.. Her zaman her durumda yapılabilecek bir şeyler olmalıydı. Güzel bir sözü hatırladı:
"Çaresizseniz, çare sizsiniz."
"Kendime engel olmamalıyım." dedi sessizce ve kendisini sorgulamaya başladı:
"Nerede yanlış yapıyorum acaba? Olumsuz düşüncelere zihnimde fazlaca yer vermiş olmam mı olumsuz duygulara sebep oluyor? Neden kendime doğru soruları sormuyorum? Ben kimim? Hayattaki gayem ve rolüm ne olmalı? Tercih ettiğim rolün hakkını verebilmek için yeterince gayret sarf ediyor, irademi kullanıyor muyum?
Mutluluk nedir? Sağlıklı olmak bile büyük bir mutluluk sebebi değil midir aslında? Başarı nedir? Kime ve neye göre başarılı olunur? Başarılı sayılabilmek için öncelikle ne gibi hususlarda başarılı olmak gerekir? Maddiyat ve kariyer alanında mı; yoksa insaniyet, ibadet, iyilik, yardım, gönül kazanmak gibi manevî hususlarda mı? Niye bu soruların cevaplarını düşünmek yerine, kafamı lüzumsuz düşüncelerle meşgul ediyorum?
Bir gün, hasretini çektiğim dostun gelip beyaz atlı prensin sihirli değneğiyle dokunuşu gibi hayatıma dokunmasını, beni ve tüm hayatımı bir anda değiştirmesini mi istiyorum yoksa?
Tamam, fıtrî olarak sevgiye, şefkate, ilgiye, desteğe, iyi bir dosta ihtiyacım var ve bunları arzu etmem normal; ama hayatta mutlu ve başarılı olmak için illâ ki beklediğim sadık dostun karşıma çıkması ve hayatımda önemli bir şeylerin değişmesi mi gerekir? Vakti-saati gelince zaten kaderin hükmü tecelli etmeyecek mi?
Bunun vaktini belirlemek benim elimde olmadığına göre, o hâlde kendi irademle kendimi ve hayatımı nasıl değiştireceğimi düşünüp bulmalı, bundan böyle geçmişe ve olumsuzluklara değil, geleceğe ve bana olumlu duygular verecek fikirlere, hedeflerimi gerçekleştirmeye odaklanmalıyım." diye düşündü ve eline bir kâğıt-kalem alarak "özgeçmişim" adı altında, olumsuz deneyimlerini ve kendisini hatalı bulduğu yönlerini yazdı. Belki de en büyük hatalarından biri insanlara fazla güvenmek ve değer vermek, yeterince tedbirli davranmamaktı. Bunun da maddî-manevî zararını görmüş ve çok yara almıştı. Artık bundan böyle "hüsn-ü zan+hüsn-ü tedbir" (insanlar hakkında iyi zanda bulunmak, bununla beraber her türlü ihtimali de hesaba katarak tedbiri elden bırakmamak) formülüyle hareket etmeye karar verdi.
Sonra, hatırladığında kendisini kötü hissetmesine sebep olan deneyimlerini ve "keşke"leri yazdığı kâğıdı bir kibritle tutuşturdu, yaktı ve çöpe attı. Daha sonra defterini açtı, geçmişteki tecrübelerinden çıkardığı dersleri, aldığı kararları, hedeflerini ve "özgeleceğini" yazdı. Hatta gözlerini kapatıp bunların bir bir gerçekleştiğini hayal etti. Çaba sarf edip fiilî duada bulunduğu takdirde, Allah'ın izniyle inandığı şeyler bir gün gerçek olacaktı. Buna bütün kalbiyle inanıyordu. Son derece rahatladığını ve ferahladığını hissetti.
Defterini kapattığında, geleceğe umutla bakıyor ve mutlulukla tebessüm ediyordu.