Kaan Erdem
Yönetici
- Katılım
- 9 Ara 2006
- Mesajlar
- 11,197
- Tepki puanı
- 230
- Puanları
- 63
"“Kendisinden başka hiç kimseye zararı olmayan utangaç insanlar... Ya da tüm topluma zarar veren utanmaz insanlar.”
Öyle rekabetli bir dünyada yaşıyoruz ki, sessiz sakin ve terbiyeli insanlar artık neredeyse toplum dışı yapılmak üzere, sanki yok olmaya mahkum edilmişler… Öyle bir düzen ki yaşadığımız; yarış halinde ve kitleler üzerinde büyük etkileri olanların dünyasında, “gemisini kurtaran kaptan” anlayışını zorla da olsa kabul ettirdiler. Bu yarışta tabiî ki utanmazlar daha da öne çıkıyorlar. Utananlar terbiyelerinden dolayı geride kalarak yalnızlığı seçmek zorunda kalıyorlar. Bu duruma da doktorlar “sosyal fobi” diyorlar. Yani “sosyal korku...” Bu korku tıpkı “yılan korkusu, karanlık korkusu, yükseklik korkusu” gibi bir şeymiş… Ve insanları ilaçlarla tedavi etmeye çalışıyorlar. Oysa tedavi edilmesi gerekenler utangaçlar değil de, sistem olarak değişmesi gerekenler ve utanmazların olduğu bir gerçek.
Sizce hangi kesim daha masum, iffetli ve hayalı?..
Tabiî ki utanan kesim diyeceksiniz. Peki, ne oldu da tercihler değişti? İçimiz başka dışımız başka ister olduk. Hem utanmazlara kızarız. Hem de baş tacı yaparak onların utanmazlıklarına utanmazlık katarız... Ve bu davranışlarına da kendine güvenen insanlar olarak önem kazandırıp hatalarını meşru yaparız. Ya da büyük küçük demeden yapılan saygısızlığı ve ukalalığı kendine güven adı altında onaylarız.
Teknoloji hastalığı sosyal fobi
Son yüzyıldır gelişen bir hastalık olan depresyon ve bunun yanında son yıllarda keşfedilen bir hastalık olan “soyal fobi.” Yani insanlık tarihi boyunca var olan ve terbiyeli, saygılı insanların özelliği olan bir davranışa ve karaktere (utangaçlığa) takılan yeni bir ad... ”Sosyal Fobi” Bu teknolojiyle beraber gelişen hastalıkların en başında geliyor. Çünkü iletişim ve rekabet çağında yaşıyoruz. Şimdiye kadar var olan utangaçlık insanların iş hayatlarını ve sosyal hayatları hiç etkilemezken, hatta varlığından dahi kimsenin haberi yokken; şimdi yeni bir hastalık ve sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ayrıca biraz çekingenlik insanları daha sempatik yapar. Hatta karşısındaki insana güven verir. İngiliz toplumu genelde çok rahat olmalarına rağmen, çoğunluğu utangaç insanlardır. Konuşurken çabuk kızarırlar. Beyaz tenli oldukları için de kızardıkları hemen fark edilir. Ve bu durum onları çok daha sevimli yapar. Utangaç veya çekingen olup da çok başarılı iş adamlarımız vardır. Hatta siyasetçiler, bilim adamları, yazarlar vs...
Bazılarının dediği gibi, utangaçlık başarıyı engeller demelerine karşı; bazı ünlü ve başarılı insanların geçmişlerini bir araştırdığımızda, hemen -hemen hepsinde bir dönem çekingenlik ve güvensizlik yaşadıkları görülmüştür... Dolayısıyla utangaçlık başarı için çok fazla engel değildir. Bence engel gibi görenler biraz tembellik yaparak ve utangaçlığı bahane ederek, kendilerini utangaçlığın arkasına saklamaktadırlar.
Bu sorunla nasıl baş edeceğiz?
Doktorlar ilaç tedavisi ve terapi yollarına başvuruyorlar… Ve ilacı bıraktığı anda hastalığın yani utangaçlığın tekrarlama ihtimalinin çok büyük olduğunu söylüyorlar. Tabiî ki burada ilaçların sadece içildiği sürece insanı sarhoş edercesine uyuttuğu bir gerçek... Yani insanı dünyadan uzaklaştıran ve uyutan bir yöntem olarak karşımıza çıkıyor.
Terapi ise; akrabalık bağlarının ve komşuluk ilişkilerinin neredeyse unutulduğu veya menfaatlere dayandığı bir dünyada yaşamanın verdiği yalnızlıktan dolayı ihtiyaç duyulan ve terapist ile yapılan paralı bir sohbet ortamı diyebiliriz...
Bu terapistlere de sanki komşuya gider gibi sürekli gidemeyeceğimize göre, korkuları nasıl içimizde kendi kendimize telkinlerle yaşatıyorsak, çarelerini de yine kendi içimizde aramalıyız.
Peki, bu durumda ne yapacağız?
Tıpkı bir atasözü gibi¸ “ya bu deveyi güdeceğiz, ya da bu diyardan gideceğiz” mi diyeceğiz. Bu diyardan gidemeyeceğimize göre, geriye bu deveyi gütmek kalıyor. Yani diğerleri gibi rekabet dünyasında utanmazlığı öğrenmekten başka çare kalmıyor mu?..
Hayır tabi ki çare var!..
Mademki bu hastalık sosyal korku, Yani bir şekilde düşüncede oluşan bir duygu, o zaman önce düşünceyi değiştirmek lazım… Bir şekilde bu korkunun üzerine cesaretle gitmek lazım...
Cesaret korkmamak değil, korktuğun halde yola devam etmektir.
Korkuyu yenene kadar üzerine gidip, defalarca toplumun tam orta yerinde sık- sık bulunmak lazım… Ya da kendi kendiyle dalga geçerek, bu korkuyla alay etmek lazım... İnsanları ilahlaştırmadan ve onların da en az sizler kadar korkuları ve zayıf yanları olduğunu unutmadan üzerlerine gitmek lazım… En önemlisi de Allah’tan başka ilah olmadığı gerçeğini unutmamak lazım.
İnsanların insanları ilahlaştırmalarından dolayı kendi kendilerine zulmettiklerini Kuran ayetleri bizler şöyle haber verir:
“Şüphesiz Allah insanlara hiçbir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar kendi nefislerine zulmediyorlar.” (Yunus Suresi, 44)
Sizin ilahınız tek bir ilahtır; O'ndan başka ilah yoktur; (Bakara Suresi.163)
Öyle rekabetli bir dünyada yaşıyoruz ki, sessiz sakin ve terbiyeli insanlar artık neredeyse toplum dışı yapılmak üzere, sanki yok olmaya mahkum edilmişler… Öyle bir düzen ki yaşadığımız; yarış halinde ve kitleler üzerinde büyük etkileri olanların dünyasında, “gemisini kurtaran kaptan” anlayışını zorla da olsa kabul ettirdiler. Bu yarışta tabiî ki utanmazlar daha da öne çıkıyorlar. Utananlar terbiyelerinden dolayı geride kalarak yalnızlığı seçmek zorunda kalıyorlar. Bu duruma da doktorlar “sosyal fobi” diyorlar. Yani “sosyal korku...” Bu korku tıpkı “yılan korkusu, karanlık korkusu, yükseklik korkusu” gibi bir şeymiş… Ve insanları ilaçlarla tedavi etmeye çalışıyorlar. Oysa tedavi edilmesi gerekenler utangaçlar değil de, sistem olarak değişmesi gerekenler ve utanmazların olduğu bir gerçek.
Sizce hangi kesim daha masum, iffetli ve hayalı?..
Tabiî ki utanan kesim diyeceksiniz. Peki, ne oldu da tercihler değişti? İçimiz başka dışımız başka ister olduk. Hem utanmazlara kızarız. Hem de baş tacı yaparak onların utanmazlıklarına utanmazlık katarız... Ve bu davranışlarına da kendine güvenen insanlar olarak önem kazandırıp hatalarını meşru yaparız. Ya da büyük küçük demeden yapılan saygısızlığı ve ukalalığı kendine güven adı altında onaylarız.
Teknoloji hastalığı sosyal fobi
Son yüzyıldır gelişen bir hastalık olan depresyon ve bunun yanında son yıllarda keşfedilen bir hastalık olan “soyal fobi.” Yani insanlık tarihi boyunca var olan ve terbiyeli, saygılı insanların özelliği olan bir davranışa ve karaktere (utangaçlığa) takılan yeni bir ad... ”Sosyal Fobi” Bu teknolojiyle beraber gelişen hastalıkların en başında geliyor. Çünkü iletişim ve rekabet çağında yaşıyoruz. Şimdiye kadar var olan utangaçlık insanların iş hayatlarını ve sosyal hayatları hiç etkilemezken, hatta varlığından dahi kimsenin haberi yokken; şimdi yeni bir hastalık ve sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ayrıca biraz çekingenlik insanları daha sempatik yapar. Hatta karşısındaki insana güven verir. İngiliz toplumu genelde çok rahat olmalarına rağmen, çoğunluğu utangaç insanlardır. Konuşurken çabuk kızarırlar. Beyaz tenli oldukları için de kızardıkları hemen fark edilir. Ve bu durum onları çok daha sevimli yapar. Utangaç veya çekingen olup da çok başarılı iş adamlarımız vardır. Hatta siyasetçiler, bilim adamları, yazarlar vs...
Bazılarının dediği gibi, utangaçlık başarıyı engeller demelerine karşı; bazı ünlü ve başarılı insanların geçmişlerini bir araştırdığımızda, hemen -hemen hepsinde bir dönem çekingenlik ve güvensizlik yaşadıkları görülmüştür... Dolayısıyla utangaçlık başarı için çok fazla engel değildir. Bence engel gibi görenler biraz tembellik yaparak ve utangaçlığı bahane ederek, kendilerini utangaçlığın arkasına saklamaktadırlar.
Bu sorunla nasıl baş edeceğiz?
Doktorlar ilaç tedavisi ve terapi yollarına başvuruyorlar… Ve ilacı bıraktığı anda hastalığın yani utangaçlığın tekrarlama ihtimalinin çok büyük olduğunu söylüyorlar. Tabiî ki burada ilaçların sadece içildiği sürece insanı sarhoş edercesine uyuttuğu bir gerçek... Yani insanı dünyadan uzaklaştıran ve uyutan bir yöntem olarak karşımıza çıkıyor.
Terapi ise; akrabalık bağlarının ve komşuluk ilişkilerinin neredeyse unutulduğu veya menfaatlere dayandığı bir dünyada yaşamanın verdiği yalnızlıktan dolayı ihtiyaç duyulan ve terapist ile yapılan paralı bir sohbet ortamı diyebiliriz...
Bu terapistlere de sanki komşuya gider gibi sürekli gidemeyeceğimize göre, korkuları nasıl içimizde kendi kendimize telkinlerle yaşatıyorsak, çarelerini de yine kendi içimizde aramalıyız.
Peki, bu durumda ne yapacağız?
Tıpkı bir atasözü gibi¸ “ya bu deveyi güdeceğiz, ya da bu diyardan gideceğiz” mi diyeceğiz. Bu diyardan gidemeyeceğimize göre, geriye bu deveyi gütmek kalıyor. Yani diğerleri gibi rekabet dünyasında utanmazlığı öğrenmekten başka çare kalmıyor mu?..
Hayır tabi ki çare var!..
Mademki bu hastalık sosyal korku, Yani bir şekilde düşüncede oluşan bir duygu, o zaman önce düşünceyi değiştirmek lazım… Bir şekilde bu korkunun üzerine cesaretle gitmek lazım...
Cesaret korkmamak değil, korktuğun halde yola devam etmektir.
Korkuyu yenene kadar üzerine gidip, defalarca toplumun tam orta yerinde sık- sık bulunmak lazım… Ya da kendi kendiyle dalga geçerek, bu korkuyla alay etmek lazım... İnsanları ilahlaştırmadan ve onların da en az sizler kadar korkuları ve zayıf yanları olduğunu unutmadan üzerlerine gitmek lazım… En önemlisi de Allah’tan başka ilah olmadığı gerçeğini unutmamak lazım.
İnsanların insanları ilahlaştırmalarından dolayı kendi kendilerine zulmettiklerini Kuran ayetleri bizler şöyle haber verir:
“Şüphesiz Allah insanlara hiçbir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar kendi nefislerine zulmediyorlar.” (Yunus Suresi, 44)
Sizin ilahınız tek bir ilahtır; O'ndan başka ilah yoktur; (Bakara Suresi.163)