'Hastaneye götürelim.'
Hiç inanır mı baba? Kızının tazecik tebessümü dudağında hâlâ gül gibi kıpkırmızı büyürken, araya ölçüsüz, zamansız, insafsız uzakların girdiğine inanır mı? Kirpiklerinin altında o mavi/yeşil/kara gözler sımsıcak güneş gibi bekleşirken, can dolu bakışların, nazlı göz kaçırmaların pencereden çekildiğine inanır mı? Kucağında tatlı bir uykunun ninnisinde baba sesinden örülü rüyaları görür gibi, anne yüreğinden ödünç hayaller büyütür gibi kıvranmış o gövdenin hep suskun kalacağına inanabilir mi anne? Oyuncak bebekleri minik elleriyle yan yana dizdiğini fark etmişsen, dokunabilir misin ellerinin dokunduğu yere? Ayağını bekleyen ayakkabılarını, saçlarını özleyen tokalarını, yüzünü gözleyen aynaları, bakışına hasret oyuncakları silebilir misin ömrünün defterinden? Kolayca mı çıkarırsın kırmızı çizmelerini yürüyesi ayaklarının altından? Acımadan sıyırır mısın kelebekli desenli, pembe boncuklu gömleğini büyüyesi omuzlarından? Saçlarından çekiverirken pembe tokaları, ellerine hüzünler bulaşmaz mı?
'. belki doktorlar.'
Hemencecik, kolaycacık, usulcacık itiverir misin avuçlarından üşümüş küçücük avuçlarını? Her açıldığında bir parçacık çikolata tadını sonsuz bir tebessüme çeviren, kıyısız sevinçlere yücelten o avuçlara yeryüzünün bütün çikolatalarını boca etmek istemez misin? Yeter ki gülsün, yeter ki az açsın gözlerini diye. Cılız da olsa, son kez de olsa, 'babacığım..' desin diye, 'anneciğim.' desin diye, gelmiş geçmiş günlerin cümle sevinçlerini, gecelerin kuytularında saklı kırık dökük neşeleri, soğuk nefesine sarıp sarmalamak istemez misin? 'Seni seviyorum.' demesine alıştığın, sımsıcak öpüşlerini elinin altında bildiğin, nazlı gülüşlerini kapının ardında beklediğini sandığın o dudakların ölüm morluğu, apansız ve anlamsız suskunluğu gelip cümle sözleri anlamsızlığa, onca işleri boşluğa itiverirse, dökülüvermez mi biriktirdiğin onca umut taşları göğsünden, çökmez mi ardına saklandığın huzur kaleleri içinden?
'..belki doktorlar yaşatır.'
Kucağındaki cansız bedeni, bir türlü tanımlayamadığın, adını koyamadığın, koşturmalar arasında doyasıya tartamadığın/tadamadığın şefkat boşluğunu yine de dolduruyorken, gözlerini göğe kaldırıp her şeyi, her acıyı bir çırpıda maviye dönüştürebilmen mümkün iken, mümkün olsa takvim yapraklarını geri yapıştırıp düne dönmeye bunca hevesliyken, daha bu sabah okşadım yüzünü derken, daha bu sabah veda etmeye bile gerek duymayacak sıradan bir uzaklık girdiğini sanmışken aranıza, şimdi bu ciddiyet nereden çöktü üzerime, bu acılı an niye gelip buldu bizi derken, rüyadan hemen uyanır gibi uyanacağına bunca inanmışken, inanabilir misin onun da artık 'ölü' olduğuna? Dünyanın en arsız, en arzulu, en ağlamaklı, en çığırtkan dilencisi olmaz mısın onun yarım da kalsa tek bir nefesine, uzaktan da olsa tek bir bakışına, hayat sözü vermese de göğsünün tek bir defa inip kalkmasına?
'Belki doktorlar yaşatır.' 'Belki ha.. Belki..'
Kimse 'yaşatamaz.' demedi. 'Öldü kızın' diyemedi. Kucağındaydı ölüm babanın.
Upuzun ve dağınıktı ölümün/ölünün saçları. Saçlar ki en çok bir cesede fazla gelir. Her ölmüşe uzun gelir saçları. Hele de kız çocuğu saçları. Uzanmaya utanırlar ölmüş kız çocuğu yüzüne.. Dağılırken, dokunurken kahrolurlar ölü kız çocuğu omuzlarına. Sonsuz yaşamaya asılmış, upuzun sevmelere tutunmuş, teklifsiz okşanmalara yapışmış, cennet bahçelerine doğru uzanmaya ahdetmiş saçlar, duyuyor musun, ağlayarak sarılıyor Dilara'nın omuzlarına.
İnanma o habere. O fotoğraf da sahte. Babası ile birlikte şakacıktan ölüm oyunu oynadılar. Dilara'ya yakışır mı hiç lağım sularında boğulmak? O cennetin kıyısız mutluluklarına kanat açtı. Sonsuz göklerde hiç korkusuz, hiç hüzünsüz kanat açıyor sevinçleri. Boğulan senin kalbin. Boş lakırtıların rögar kapağından içeri düşen senin kalbindir. Lüzumsuz işgallerin boşluğunda tebessümü lağımlara bulanan senin kalbin. Kalbini küçük kız çocuğu bilip kucağına al şimdi. Dilara'nın babası gibi. 'Belki..' de. 'Belki..'de. Umutlarının uzun saçlarını okşarken kalbinin kucağında 'belki yaşıyordur.' de. 'Belki de.'
SENAİ DEMİRCİ
Hiç inanır mı baba? Kızının tazecik tebessümü dudağında hâlâ gül gibi kıpkırmızı büyürken, araya ölçüsüz, zamansız, insafsız uzakların girdiğine inanır mı? Kirpiklerinin altında o mavi/yeşil/kara gözler sımsıcak güneş gibi bekleşirken, can dolu bakışların, nazlı göz kaçırmaların pencereden çekildiğine inanır mı? Kucağında tatlı bir uykunun ninnisinde baba sesinden örülü rüyaları görür gibi, anne yüreğinden ödünç hayaller büyütür gibi kıvranmış o gövdenin hep suskun kalacağına inanabilir mi anne? Oyuncak bebekleri minik elleriyle yan yana dizdiğini fark etmişsen, dokunabilir misin ellerinin dokunduğu yere? Ayağını bekleyen ayakkabılarını, saçlarını özleyen tokalarını, yüzünü gözleyen aynaları, bakışına hasret oyuncakları silebilir misin ömrünün defterinden? Kolayca mı çıkarırsın kırmızı çizmelerini yürüyesi ayaklarının altından? Acımadan sıyırır mısın kelebekli desenli, pembe boncuklu gömleğini büyüyesi omuzlarından? Saçlarından çekiverirken pembe tokaları, ellerine hüzünler bulaşmaz mı?
'. belki doktorlar.'
Hemencecik, kolaycacık, usulcacık itiverir misin avuçlarından üşümüş küçücük avuçlarını? Her açıldığında bir parçacık çikolata tadını sonsuz bir tebessüme çeviren, kıyısız sevinçlere yücelten o avuçlara yeryüzünün bütün çikolatalarını boca etmek istemez misin? Yeter ki gülsün, yeter ki az açsın gözlerini diye. Cılız da olsa, son kez de olsa, 'babacığım..' desin diye, 'anneciğim.' desin diye, gelmiş geçmiş günlerin cümle sevinçlerini, gecelerin kuytularında saklı kırık dökük neşeleri, soğuk nefesine sarıp sarmalamak istemez misin? 'Seni seviyorum.' demesine alıştığın, sımsıcak öpüşlerini elinin altında bildiğin, nazlı gülüşlerini kapının ardında beklediğini sandığın o dudakların ölüm morluğu, apansız ve anlamsız suskunluğu gelip cümle sözleri anlamsızlığa, onca işleri boşluğa itiverirse, dökülüvermez mi biriktirdiğin onca umut taşları göğsünden, çökmez mi ardına saklandığın huzur kaleleri içinden?
'..belki doktorlar yaşatır.'
Kucağındaki cansız bedeni, bir türlü tanımlayamadığın, adını koyamadığın, koşturmalar arasında doyasıya tartamadığın/tadamadığın şefkat boşluğunu yine de dolduruyorken, gözlerini göğe kaldırıp her şeyi, her acıyı bir çırpıda maviye dönüştürebilmen mümkün iken, mümkün olsa takvim yapraklarını geri yapıştırıp düne dönmeye bunca hevesliyken, daha bu sabah okşadım yüzünü derken, daha bu sabah veda etmeye bile gerek duymayacak sıradan bir uzaklık girdiğini sanmışken aranıza, şimdi bu ciddiyet nereden çöktü üzerime, bu acılı an niye gelip buldu bizi derken, rüyadan hemen uyanır gibi uyanacağına bunca inanmışken, inanabilir misin onun da artık 'ölü' olduğuna? Dünyanın en arsız, en arzulu, en ağlamaklı, en çığırtkan dilencisi olmaz mısın onun yarım da kalsa tek bir nefesine, uzaktan da olsa tek bir bakışına, hayat sözü vermese de göğsünün tek bir defa inip kalkmasına?
'Belki doktorlar yaşatır.' 'Belki ha.. Belki..'
Kimse 'yaşatamaz.' demedi. 'Öldü kızın' diyemedi. Kucağındaydı ölüm babanın.
Upuzun ve dağınıktı ölümün/ölünün saçları. Saçlar ki en çok bir cesede fazla gelir. Her ölmüşe uzun gelir saçları. Hele de kız çocuğu saçları. Uzanmaya utanırlar ölmüş kız çocuğu yüzüne.. Dağılırken, dokunurken kahrolurlar ölü kız çocuğu omuzlarına. Sonsuz yaşamaya asılmış, upuzun sevmelere tutunmuş, teklifsiz okşanmalara yapışmış, cennet bahçelerine doğru uzanmaya ahdetmiş saçlar, duyuyor musun, ağlayarak sarılıyor Dilara'nın omuzlarına.
İnanma o habere. O fotoğraf da sahte. Babası ile birlikte şakacıktan ölüm oyunu oynadılar. Dilara'ya yakışır mı hiç lağım sularında boğulmak? O cennetin kıyısız mutluluklarına kanat açtı. Sonsuz göklerde hiç korkusuz, hiç hüzünsüz kanat açıyor sevinçleri. Boğulan senin kalbin. Boş lakırtıların rögar kapağından içeri düşen senin kalbindir. Lüzumsuz işgallerin boşluğunda tebessümü lağımlara bulanan senin kalbin. Kalbini küçük kız çocuğu bilip kucağına al şimdi. Dilara'nın babası gibi. 'Belki..' de. 'Belki..'de. Umutlarının uzun saçlarını okşarken kalbinin kucağında 'belki yaşıyordur.' de. 'Belki de.'
SENAİ DEMİRCİ