ali_akdes_89
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 18 May 2008
- Mesajlar
- 11
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 36
Soru 1. Allah ?
Üstün varlık. Mutavassıt bir müslüman âlimin bundan ne anladığını açıklayın. Ayni zamanda henüz gençlik çağında bulunan bir kimsenin ne anladığını iazh edin ?
Cevab
Mutavassıt, ya'ni İslâmın rûhiyyâtına orta derecede vâkıf olan bir müslüman ALLAH ism-i celîn ( büyük ismin ) den: Her şey o'nun taht-ı ihâtasında ( kuşatması altında ) olduğunu, mevcûdât ve şuûnâtda ( hadiselerde ) ki tasarrufât ( sâhib olma ) ve feyz-i hayâtın ( hayat bolluğunun ) O'nun isimlerinin tecelliyyâtı ( görünüşü ) ve nurları bulunduğunu, yine ( Ehad ) olduğunu, ya'ni kesret ( çokluk ) denilen tecelliyyât ve vahdâniyyetin merci'-i mutkalı ( mutlak dönülecek yeri ) olduğunu, o zât-ı mutlakın ehadiyyeti, vahdâniyyetden bile müstağnî (doymuş) bulunduğunu, bu kadar kesret ve azamet (büyüklük) tecelliyyâtı ile zâtından bir şey eksilmediğini, kezâ (Samed) olduğunu, ya'ni bütün mevcûdâtdan müstağni, bize tâbi' olmaktan gani fakat bütün mevcudâtdaki feyizler, kitablar, senedler, ameller hep O'nun samedâniyyeti ile olduğunu, ya'ni O'nun hiçbir şeyle münâsebet ve teallûku (alâkası ) olmadığı gibi, bir şey'e tekarrüb edip ( yaklaşıp ) de ondan intifa' etmek (faydalanmak) şâibe (leke)sinde de münezzeh (temiz ) ve şânı âlî bulunduğunu, eşyadan hiçbir şey'in cüz'ü ( parçası ) olmayıp, hiç bir şey'i tevlîd (doğurma) tarîkı (yolu) ile ve infiâlât-ı bâtıne mecbûriyyrti ile bu âleme getirmediğini, O'nun, bu gibi acz ve ihtiyacdan münezzeh bulunduğunu, bu mazhariyyet (naîl olma) O'nun sırr-ı ehadiyyetini izhâr (meydana çıkarmak) içün (Kün) emrinin tecellîsinden ibâret olduğunu, kezâlik O'nun herhangi bir şeyle temâs edip kendisine muîn (yardımcı) olmak üzere bir şey tedârik etmediğini, kimse O'nu taht-ı tasarrufuna almadığını, doğmadığını, doğurmadığını, tasarrufâtında müstakıl, irâdesinde kaadir bir zât-ı mutla olup, hiç bir şey O'na küfv (eş), mils (benzer) ve nazîr olmadığını, hulâsa O'nun vücûdiyle mevcûd, sîfatiyle muhît, esmâsiyle ma'lûm af'âliyle zâhir, âsâriyle meşhûd, nuût-ı cemaliyye ve kemâliyye sâhıbi, aded manzûmesinde çiftin mukaabili olmayan bir birlikle muttasıf, Evvel, ÂHİR, Zâhir, Bâtın bir VAR olduğunu anlar, binâen'aleyh ( Lâ ilâhe illâllah ) der, kâm alır.
Gençlik çağında bulunan bir kimseye ALLAH ism-î celîli zikredilince:
Hâdisât ve tasavvurâtdan münezzeh, her şe'n (iş)de kayyûmiyyet-i zâtiyyesi meşhûd, bu âlem, bütün varlık kendisiyle kaaim ve O'nun muhabbetiyle daîm, Zât-î Sübhânîsi mahsûs olan kudret ve saltanat-ı ilâhiyyesini muhabbeten izhâr içün ilm-i ezelîsinde mevcûd olan bu nihâyetsiz âlemleri ve âlemlerde el'an çeşid çeşid hesâba girmeyen mahlûkaatı ve mevcûdâtın ekmeli olan insânı vâr eden ve o insânı mensî (unutulmuş) ve mühmel (terkedilmiş) bırakmayıp, bir gün ahvâlinin (hâllerinin), akvâlinin (sözlerinin) ef'âlinin (işlerinin) hesâbını soracağını, kendisini konuşduranın bir gün kendisiyle konuşaçağını i'lân eden, noksan sıfatlardan münezzeh, Kemâl sıfatlariyle muttasıf bir kudret-i kâmileyi anlar ...
Üstün varlık. Mutavassıt bir müslüman âlimin bundan ne anladığını açıklayın. Ayni zamanda henüz gençlik çağında bulunan bir kimsenin ne anladığını iazh edin ?
Cevab
Mutavassıt, ya'ni İslâmın rûhiyyâtına orta derecede vâkıf olan bir müslüman ALLAH ism-i celîn ( büyük ismin ) den: Her şey o'nun taht-ı ihâtasında ( kuşatması altında ) olduğunu, mevcûdât ve şuûnâtda ( hadiselerde ) ki tasarrufât ( sâhib olma ) ve feyz-i hayâtın ( hayat bolluğunun ) O'nun isimlerinin tecelliyyâtı ( görünüşü ) ve nurları bulunduğunu, yine ( Ehad ) olduğunu, ya'ni kesret ( çokluk ) denilen tecelliyyât ve vahdâniyyetin merci'-i mutkalı ( mutlak dönülecek yeri ) olduğunu, o zât-ı mutlakın ehadiyyeti, vahdâniyyetden bile müstağnî (doymuş) bulunduğunu, bu kadar kesret ve azamet (büyüklük) tecelliyyâtı ile zâtından bir şey eksilmediğini, kezâ (Samed) olduğunu, ya'ni bütün mevcûdâtdan müstağni, bize tâbi' olmaktan gani fakat bütün mevcudâtdaki feyizler, kitablar, senedler, ameller hep O'nun samedâniyyeti ile olduğunu, ya'ni O'nun hiçbir şeyle münâsebet ve teallûku (alâkası ) olmadığı gibi, bir şey'e tekarrüb edip ( yaklaşıp ) de ondan intifa' etmek (faydalanmak) şâibe (leke)sinde de münezzeh (temiz ) ve şânı âlî bulunduğunu, eşyadan hiçbir şey'in cüz'ü ( parçası ) olmayıp, hiç bir şey'i tevlîd (doğurma) tarîkı (yolu) ile ve infiâlât-ı bâtıne mecbûriyyrti ile bu âleme getirmediğini, O'nun, bu gibi acz ve ihtiyacdan münezzeh bulunduğunu, bu mazhariyyet (naîl olma) O'nun sırr-ı ehadiyyetini izhâr (meydana çıkarmak) içün (Kün) emrinin tecellîsinden ibâret olduğunu, kezâlik O'nun herhangi bir şeyle temâs edip kendisine muîn (yardımcı) olmak üzere bir şey tedârik etmediğini, kimse O'nu taht-ı tasarrufuna almadığını, doğmadığını, doğurmadığını, tasarrufâtında müstakıl, irâdesinde kaadir bir zât-ı mutla olup, hiç bir şey O'na küfv (eş), mils (benzer) ve nazîr olmadığını, hulâsa O'nun vücûdiyle mevcûd, sîfatiyle muhît, esmâsiyle ma'lûm af'âliyle zâhir, âsâriyle meşhûd, nuût-ı cemaliyye ve kemâliyye sâhıbi, aded manzûmesinde çiftin mukaabili olmayan bir birlikle muttasıf, Evvel, ÂHİR, Zâhir, Bâtın bir VAR olduğunu anlar, binâen'aleyh ( Lâ ilâhe illâllah ) der, kâm alır.
Gençlik çağında bulunan bir kimseye ALLAH ism-î celîli zikredilince:
Hâdisât ve tasavvurâtdan münezzeh, her şe'n (iş)de kayyûmiyyet-i zâtiyyesi meşhûd, bu âlem, bütün varlık kendisiyle kaaim ve O'nun muhabbetiyle daîm, Zât-î Sübhânîsi mahsûs olan kudret ve saltanat-ı ilâhiyyesini muhabbeten izhâr içün ilm-i ezelîsinde mevcûd olan bu nihâyetsiz âlemleri ve âlemlerde el'an çeşid çeşid hesâba girmeyen mahlûkaatı ve mevcûdâtın ekmeli olan insânı vâr eden ve o insânı mensî (unutulmuş) ve mühmel (terkedilmiş) bırakmayıp, bir gün ahvâlinin (hâllerinin), akvâlinin (sözlerinin) ef'âlinin (işlerinin) hesâbını soracağını, kendisini konuşduranın bir gün kendisiyle konuşaçağını i'lân eden, noksan sıfatlardan münezzeh, Kemâl sıfatlariyle muttasıf bir kudret-i kâmileyi anlar ...