Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

üstad bediüzzaman (1 Kullanıcı)

serranur27

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
19 Mar 2009
Mesajlar
383
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
42
ÜSTÂD BEDÎÜZZAMÂN
-Vefâtının 50. yılı münâsebetiyle-



Ne vakit niyyet edersem kalemim acze düşer:
Seni tavsîf edemez zannederim lafz-ı beşer...



Kimsenin istemedin şahsını medhetmesini;
O büyük gàyen için, sâde, duyurdun sesini.



Bütün ömrünce o tek gàyeyi da'vâ saydın.
Ve o da'vânı ne zorluklara rağmen yaydın...



Hizmetinden alıkor zannederek zincirler,
Sana yıllarca zulüm etdi bütün münkirler.



Nice sürgünlere, mahbeslere gitdin gülerek;
İhtiyaç var ki, kader hizmete yollar, bilerek...



Döndü cennetlere, zindanları aydınlatdın;
Nûra muhtaçlara gerçekleri hep anlatdın.



Nice kàtilleri ıslâh ederek kurtardın,
En onulmaz nice bin yâreye merhem sardın...



Uyarıp memleket evlâdını her tehlikeden
Korudun milleti inkâr denilen pis lekeden...



İlk koşan hizmete Sendin, geri hiç kalmazdın;
Lâkin, ücret ve mükâfâtı durup almazdın.



Rehberin sünnet-i Peygamber olurken her an
Oldu da'vâna Senin en yüce hüccet Kur'ân...



İlmi irfâna katıp Hakk, Sana vehben vermiş;
Belli, timsâl-i fazîlet olarak göndermiş...



Yaşıyor yeryüzü üstünde bugün âsârın,
Duymayan kalmayacak belki de dünyâda yarın...



Elli yıl geçti, evet, rıhletinin üstünden:
Yine dillerde, duâlarda ve kalblerdeki Sen...





ÜSTÂD BEDÎÜZZAMÂN'A
RÜBÂÎLER

I
Dostuydu bütün Barla'da bağ, tarla, pınar..
Katran ve Çamın da gerçi çok hissesi var;
Bir başka şeref kazandı lâkin, kaç yıl,
Akşamları Üstâd'a refâkatle çınar...

II
Üç ayda bütün ilmini tahsîl etdi.
Artık O'na, seksen sene, Kur'ân yetdi.
Vehbiydi yazılmış yüz otuz parça eser;
Elbet de bu hâl çok ulu bir ni'metdi...
III
Hâdim idi İslâm'a her an beyni, kolu.
Her lahza tefekkür ve ibâdetle dolu.
Az yer, az uyur, az konuşur, çok düşünür..
Eshâb-ı Kirâmınkine benzerdi yolu...

IV
Sarfetdi bu hizmetde bütün ömrünü O.
Boş durmadı, za'y etmedi hiçbir günü O.
Aslâ ne kabûl etdi, ne arzû etdi;
Mevki' ve makam, mal, para, şöhret, ünü O!

V
Dünyâlığı tek elle taşınmakda idi.
Kalbiyle her an Rabb'ini anmakda idi.
Mürşidleri: Kur'ân ile Sünnet ve Kıyas..
Hep cadde-i kübrâda O, hep Hakk'da idi...

VI
Zindanlar olurdu, sanki, cennet köşesi;
Cânîleri etmedeydi islâh, nefesi.
Bin cevr ile susdurulmak istendi; fakat,
Dünyâda bugün, bütün duyulmakda sesi...

VII
Her hâli fazîletdi, numûneydi O'nun!
Her bir sözü âteş gibi bir şeydi O'nun!
İhlâs mı, ferâgat mi, şecâat mi.. aceb,
En üstünü hasletlerinin, neydi O'nun?!.

EKREM KILIÇI
Dostuydu bütün Barla'da bağ, tarla, pınar..
Katran ve Çamın da gerçi çok hissesi var;
Bir başka şeref kazandı lâkin, kaç yıl,
Akşamları Üstâd'a refâkatle çınar...

II
Üç ayda bütün ilmini tahsîl etdi.
Artık O'na, seksen sene, Kur'ân yetdi.
Vehbiydi yazılmış yüz otuz parça eser;
Elbet de bu hâl çok ulu bir ni'metdi...
III
Hâdim idi İslâm'a her an beyni, kolu.
Her lahza tefekkür ve ibâdetle dolu.
Az yer, az uyur, az konuşur, çok düşünür..
Eshâb-ı Kirâmınkine benzerdi yolu...

IV
Sarfetdi bu hizmetde bütün ömrünü O.
Boş durmadı, za'y etmedi hiçbir günü O.
Aslâ ne kabûl etdi, ne arzû etdi;
Mevki' ve makam, mal, para, şöhret, ünü O!

V
Dünyâlığı tek elle taşınmakda idi.
Kalbiyle her an Rabb'ini anmakda idi.
Mürşidleri: Kur'ân ile Sünnet ve Kıyas..
Hep cadde-i kübrâda O, hep Hakk'da idi...

VI
Zindanlar olurdu, sanki, cennet köşesi;
Cânîleri etmedeydi islâh, nefesi.
Bin cevr ile susdurulmak istendi; fakat,
Dünyâda bugün, bütün duyulmakda sesi...

VII
Her hâli fazîletdi, numûneydi O'nun!
Her bir sözü âteş gibi bir şeydi O'nun!
İhlâs mı, ferâgat mi, şecâat mi.. aceb,
En üstünü hasletlerinin, neydi O'nun?!.



Ekrem Kılıç-Tefekkür Dergisi

Yazar: Ekrem Kılıç
Okunma: 206
Kategori: Şiirler | 23-Mart-2010
 

serranur27

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
19 Mar 2009
Mesajlar
383
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
42
Bu gün Bediüzzaman Said Nursi'nin vefatının 50. yıl dönümüdür


Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerini rahmetle anıyoruz.






Risale-i Nur nasıl bir tefsirdir, Bediüzzaman kimdir?



RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI, dili ve muhtevasıyla olduğu kadar, telif tarzı ve tertibiyle de orijinal bir eserdir. Ekseriyetle dağlarda, kırlarda, yahut zindanların amansız şartları altında telif edilen bu eser, telif şartlarından hiç beklenmeyecek bir şekilde, en ağır, en derin, en muğlâk ilmî meseleleri incelemekte, en çetin soruları ele almakta, yüzyıllar boyunca tartışma konusu teşkil edegelmiş problemler için çözümler ortaya koymakta, çağın tereddütlerine cevap getirmekte, üstelik bütün bunları, tamamen kendisine has bir üslûp ve metod içerisinde gerçekleştirmektedir.



Risale-i Nur, yaygın bir şekilde, “çağdaş bir tefsir” olarak tarif edilegelmiştir. Doğrudan doğruya Kur’ân’a dayanması ve bilhassa imana dair bir kısım âyet-i kerimeleri geniş şekilde açıklaması sebebiyle, bu tarif bir hakikati aksettirmektedir. Ancak, gerek tertip itibarıyla, gerekse açıklama tarzıyla Risale-i Nur alışılagelen tefsirlerden ayrıldığı gibi, Külliyatın bazı parçaları (On Dokuzuncu Mektup, Yirmi Dokuzuncu Lem’a, On Dokuzuncu Söz, umumiyetle lâhikalar ve müdafaalar gibi) daha başka ilim dalları içinde mütalâa edilebilecek eserleri teşkil etmektedir. Meselâ İşârâtü’l-İ’câz ile Sünuhat’ın aynı tasnif içine girecek eserler olmadığı, ilk bakışta kolayca anlaşılacaktır.



Risale-i Nur’un en az tefsir kadar önem taşıyan bir diğer cephesi, kelâm ilmiyle ilgilidir. Belki de Külliyatın ekseriyetini kelâm ilmi içinde mütalâa etmek daha doğru olacaktır. Başta lâhikalar olmak üzere geri kalan bölümlerde ise, hizmet metodları ile ilgili bahisler önemli bir ağırlık teşkil etmektedir.



Kelâm tarihi ve klâsik kelâm eserleri ile mukayese edildiğinde, Risale-i Nur’un bu sahada yep yeni bir tarz geliştirdiğini, hattâ bir çığır açmış olduğunu görmek hiç de zor olmayacaktır. Zaten Risale-i Nur Müellifi, eserlerinin çeşitli yerlerinde bu hususu açıkça dile getirmektedir.



Risale-i Nur, konuları ele alış tarzı, muhtevasındaki derinliği ve kapsamlılığı birçok kesimin yoğun ilgisini çekmiştir. Bir yandan yurt içinde ve dışında çeşitli halk kesimleri tarafından okunmakta ve diğer yandan hakkında uluslararası sempozyumlar düzenlenmekte ve birçok akademik makale ve tezlere konu olmaktadır.



Meselâ bunlar arasında çağdaş düşünürlerden Faslı Prof. Dr. Taha Abdurrahman, Risale-i Nur'un düşünce dünyasında yaptığı büyük devrimden söz ederken, onun diğer yönlerinin yanında bu yönünün de kayda değer olduğuna dikkat çekmektedir:



"Bazı Batılı filozoflar, her şeyin merkezine aklı aldılar ve sadece aklın ürünü olan hususlara itibar ettiler. Hattâ bu hususta öyle ileri gittiler ki, İncil ve Kur'ân gibi semâvî kitapları ve temsil ettikleri dinleri de aklın etrafında dönen diğer eşya arasına katarak, aklî sistem içinde onlara bir tanım getirdiler. Yani, tıpkı eski insanların dünyayı sabit sanıp güneşin de onun etrafında döndüğünü tevehhüm ettikleri gibi, aklı sabit kabul ederek semavî kitap ve dinleri onun etrafında gezdirdiler.



"İşte Bediüzzaman, Risale-i Nur'la düşünce dünyasındaki bu gidişatı olması gereken mecraya çevirdi-tıpkı ilim dünyasında Kopernik'in yaptığı gibi. Nasıl ki Kopernik, 'Dünyanın sabit, güneşin onun etrafında döndüğü şeklindeki eski görüşü ortadan kaldırıp; onun yerine, dünyanın hem kendi etrafında, hem güneşin etrafında döndüğünü' ispat etti; Bediüzzaman da Risale-i Nur'la düşünce dünyasında buna benzer bir inkılâp gerçekleştirdi: 'İnsanın düşünce dünyası sabit olamaz. Düşünce dünyası hem kendi ekseni etrafında döner, hem de vahiy güneşinin etrafında döner' diyerek insan düşüncesinin olması gereken asıl yerini tespit etmiş, aklı yalnızlık ve karanlıktan kurtararak aydınlatmış ve rahatlatmıştır."



Ayrıca Risale-i Nur, bir Kur'ân tefsiri olması itibariyle, aklın yanı sıra, kalb, ruh ve diğer bütün duygulara da hitap etmektedir. Ahlâkın bütün boyutlarına ışık tutmakta ve bir çok sosyal probleme çözümler sunmaktadır. Ancak onun bu ve benzeri daha bir çok meziyetini en iyi şekilde anlamanın yolu her halde onu açıp bizatihi okumak ve yaşamakla olur.



Risale-i Nur nasıl bir tefsirdir?



Tefsir iki kısımdır. Birisi: Malûm tefsirlerdir ki, Kur'ân’ın ibaresini ve kelime ve cümlelerinin mânalarını açıklar, izah ve isbat ederler. İkinci kısım tefsir ise: Kur'ân’ın imanî hakikatlerini kuvvetli hüccetlerle açıklar, isbat ve izah ederler. Bu kısmın çok ehemmiyeti var. Birinci kısım tefsirler, bu ikinci kısmı bazan özet bir tarzda ele alıyorlar. Fakat Risale-i Nur, doğrudan doğruya bu ikinci kısmı esas tutmuş, benzersiz bir şekilde inatçı filozofları susturan bir mânevî tefsirdir.



Risale-i Nur, her asırda milyonlarca insanın rehberi olan mukaddes kitabımız Kur'ân’ın hakikatlerini subjektif nazariye ve mütâlaalardan uzak olarak, rasyonel ve objektif bir şekilde izah edip insaniyetin istifadesine arz edilen bir külliyattır.



Risale-i Nur, Kur'ân âyetlerinin nurlu bir tefsiridir. Baştan başa îman ve tevhid hakikatlarıyla müberhendir. En avamdan en havassa kadar her sınıf halkın anlayışına göre hazırlanmış ve müsbet ilimlerle mücehhezdir.



Risale-i Nur, asrın ihtiyaçlarına tam cevab verir. Aklı ve kalbi tatmin eder. Vesveseli şübhecileri ikna eder. Hattâ en inatçı filozofları dahi teslime mecbur eder.
Risale-i Nur, akla gelen bütün istifhamları bertaraf eder. Zerrelerden güneşlere kadar îman mertebelerini açıklar. Vahdâniyet-i İlâhiyeyi ve nübüvvetin hakikatini ispat eder.
Risale-i Nur, yer ve göklerin tabakalarından, melâike ve ruh bahsinden, zamanın hakikatinden, haşir ve âhiretin vukuundan, Cennet ve Cehennemin varlığından, ölümün mâhiyetinden; ebedî saadet ve şekavetin kaynağına kadar, akla gelebilecek bütün imanî meseleleri en kat'î delillerle aklen, ilmen ve mantıken ispat eder... Pozitif ilimleri teşvik eder. Kesin delillerle aklı ve kalbi ikna eder ve merakları izale eder.



Büyük şâirimiz merhum Mehmed Âkif, bir üdebâ meclisinde, "Viktor Hügolar, Şekspirler, Dekartlar; edebiyatta ve felsefede, Bediüzzaman'ın bir talebesi olabilirler" demişti.



Bediüzzaman, Risale-i Nur'la beşeri sefâhet ve dalâletten kurtarırken, korku ve dehşet vermek tarzını tâkib etmez. Gayr-ı meşru bir lezzetin içinde, yüz elemi gösterir, hissi mağlûb eder, kalb ve ruhu hissiyata mağlûb olmaktan korur. Küfür ve dalâlette de, bir zakkum-u Cehennem tohumu olduğunu, dünyada dahi Cehennem azabları çektirdiğini; buna mukabil îmanda, İslâmiyet ve ibâdette leziz lezzetler ve zevkler bulunduğunu ve Cennet çekirdeği ve meyveleri gibi dünyada dahi bir nevi mükâfata nâil eylediğini isbat eder.



Kur'ân-ı Azîmüşşan bütün zamanlarda gelip geçen nev-i beşerin tabakalarına, milletlerine ve ferdlerine hitaben Arş-ı A'lâdan irad edilen İlahî ve şümullü bir nutuk ve umumî, Rabbanî bir hitabe olduğu gibi; bilinmesi, bir ferdin veya küçük bir cemaatin iktidarından hariç olan ve bilhassa bu zamana ait pek çok fenleri ve ilimleri câmi'dir.





Bu itibarla zamanca, mekânca, ihtisasça daire-i ihatası pek dar olan bir ferdin fehminden ve karihasından çıkan bir tefsir, bihakkın Kur'ân-ı Azîmüşşana tefsir olamaz. Çünki Kur'ân’ın hitabına muhatap olan milletlerin, insanların ahval-i ruhiyelerine ve maddiyatlarına, câmi' bulunduğu ince fenlere, ilimlere bir ferd vâkıf ve sahib-i ihtisas olamaz ki, ona göre bir tefsir yapabilsin. Hem bir ferdin mesleği ve meşrebi taassuptan hâlî olamaz ki, hakaik-i Kur'âniyeyi görsün, bîtarafane beyan etsin. Hem bir ferdin fehminden çıkan bir dava, kendisine has olup, başkası o davanın kabulüne davet edilemez. Meğer ki bir nevi icmaın tasdikine mazhar ola.



Binaenaleyh Kur'ân’ın ince mânâlarının ve tefsirlerde dağınık bir surette bulunan mehasininin ve zamanın tecrübesiyle fennin keşfi sayesinde tecelli eden hakikatlarının tesbitiyle, herbiri birkaç fende mütehassıs olmak üzere muhakkikîn-i ulemadan yüksek bir heyetin tedkikatıyla, tahkikatıyla bir tefsirin yapılması lâzımdır. Nitekim kanunî hükümlerin tanzim ve ıttıradı, bir ferdin fikrinden değil, yüksek bir heyetin nazar-ı dikkat ve tedkikatından geçmesi lâzımdır ki, umumî bir emniyeti ve cumhur-u nâsın itimadını kazanmak üzere millete karşı bir kefalet-i zımniye husule gelsin; ve icma-ı millet hücceti elde edebilsin.



Evet Kur'ân-ı Azîmüşşanın müfessiri, yüksek bir deha sahibi ve nâfiz bir içtihada mâlik ve bir velâyet-i kâmileyi haiz bir zât olmalıdır. Bilhassa bu zamanlarda, bu şartlar ancak yüksek ve azîm bir heyetin tesanüdüyle ve o heyetin telâhuk-u efkârından ve ruhlarının tenasübüyle birbirine yardım etmesinden ve hürriyet-i fikirlerinden ve taassuplarından âzâde olarak tam ihlâslarından doğan dâhî bir şahs-ı manevîde bulunur. İşte Kur'ân’ı ancak böyle bir şahs-ı mânevî tefsir edebilir.



İşte büyük ulemâ-i İslâm ve meşâyih-i kiram çok tecrübe ve imtihanlarla şöyle bir kanaata varmışlardır ki: Bediüzzaman ne söylerse hakikattır. Bediüzzaman'ın eserleri, sünuhât-ı kalbîye olup, cumhur-u ulemânın tasdik ve takdîrine mazhardır.



Risale-i Nur, Kur'ân-ı Mu'ciz-ül Beyânın bu asırda bir mu'cize-i mâneviyesi olan yüksek ve parlak bir tefsiridir. Evet Risale-i Nur kalblerin fatihi ve mahbubu, ruhların sultanı, akılların muallimi, nefislerin mürebbii ve müzekkîsidir.



İşte Bediüzzaman Said Nursî; Kur'an-ı Kerîm'deki bu asrın muhtaç olduğu hakikatleri keşfedip, Nur risalelerinde, herkesin kabiliyeti nisbetinde istifade edebileceği bir tarzda tefsir ve îzah etmek muvaffakıyetine mazhar olmuştur. Bunun içindir ki: Risale-i Nur, emsali görülmemiş bir şâheserdir kanaatına varılmıştır.



Bediüzzaman kimdir?



Said Nursî, 1876'da Bitlis vilayetine bağlı Hizan ilçesi Nurs köyünde dünyaya geldi. Çocukluğunda çevresindeki medreselerde eğitim gördü. Kendisinde görülen harikulade zeka ve hafıza sebebiyle önceleri Molla Said-i Meşhur diye tanındı. Daha sonra "Zamanın Harikası" anlamında "Bediüzzaman" ünvanıyla şöhret buldu.



Talebelik yıllarında temel İslamî ilimlerle ilgili 90 kitabı ezberledi. Her gece bunlardan birini tekrar ediyordu. Bu tekrarlar O'nu, Kur'an ayetlerini derinlemesine anlamasına birer basamak oldu ve her bir Kur'an ayetinin bütün kâinatı ihata ettiğini gördü.



1900'lü yılların başında doğuda Medresetü-z Zehra adında, din ve fen ilimlerinin birlikte okutulduğu bir İslam Üniversitesi kurmak fikriyle hilafet merkezi olan İstanbul'a geldi ve hayatı boyunca bu fikrini gerçekleştirmek için gayret gösterdi. Doğrudan istediği şekilde bir üniversite kuramamakla birlikte memleketin her tarafında şubeleri bulunan yaygın bir medrese sistemi tesis etti.



1. Dünya Savaşı yıllarında doğu cephesinde gönüllü alay komutanı olarak hizmet etti. Savaş esnasında yaralanıp 2,5 yıl Rusya'da esir kaldı. 1917'deki Bolşevik İhtilali esnasındaki kargaşadan yararlanıp esaretten kurtuldu. Dönüşte, Genelkurmay'ın kontenjanından Osmanlı'nın en üst düzey dinî danışma merkezi olan Dar-ül Hikmet-il İslamiyye'de görev yaptı. İngilizlerin İstanbul'u işgali yıllarında onların aleyhinde Hutuvat-ı Sitte adıyla bir risale neşretti. Anadolu'da başlatılan İstiklal mücadelesine destek verdi.



1925 yılında Van'da eğitim faaliyetlerinde bulunurken, o sırada meydana gelen Şeyh Said hareketi sebebiyle, önce Burdur'a, ardından Isparta ve Barla'ya sürgüne gönderildi. Burada 8 yıl kaldı. Risale-i Nur isimli Kur'an tefsirinin çoğu bölümlerini burada yazdı. Eserleri ve fikirleri sebebiyle Eskişehir Mahkemesine sevk edildi.



Sürgüne gönderildiği Kastamonu'da eserlerini yazmaya devam etti. 1943'te Denizli Mahkemesi'ne, 1948'de Afyon Mahkemesi'ne sevk edildi. Mahkemeler beraatla neticelendi.



1950'de çok partili hayata geçildiğinde dini hak ve hürriyetler genişledi. Bediüzzaman, bu dönemde bulunduğu Emirdağ, Isparta ve civar yerlerde Nur Medreseleri tesis etti, talebeler yetiştirdi. Eserlerini matbaalarda bastırdı.



Bediüzzaman Said Nursi, 23 Mart 1960'ta Hakk'ın rahmetine kavuştu.

Aziz ruhlarına el- Fatihâ
 

serranur27

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
19 Mar 2009
Mesajlar
383
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
42
Büyük çilekeş ÜSTAD BEDİÜZZAMAN
Kan-ter içinde yaşadın kan-terdi pazarın;
Yoktu hiç vefâdârın...




Sînelere çarpıp geçiyordu âh u zârın..
Ateşten o efkârın...




Mağmalar gibiydin yalnız kaldığın günlerde;
Âlâmın perde perde..




Hasretle geçip gitti hicrân dolu her anın;
Netti gâyet kararın:




Hep diyordun nur zulmetleri boğuncaya dek,
Bu ızdırap sürecek..!




Aşk rehberin olmuştu, mefkûren de dildârın;
İçtendi ah u zârın.




İnleyip dolaştın çöllerde; çöldü her yöre:
Ova, oba, dağ, dere..

Bahar müjdelemiştin, tüllenmeden baharın,
Masmavi gülizârın.




Göçüp gittin bir gece tan yeri ağarırken..
Tam horozlar öterken...




Hep anıp durmuştun, erdin vuslatına Yâr'ın..
... Ve gönüller mezarın...





Zaman-Kürsü
 

serranur27

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
19 Mar 2009
Mesajlar
383
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
42
Lâfızperestlik (Aşırı Sözseverlik)..?

--------------------------------------------------------------------------------

Evet, lâfızperestlik bir hastalıktır; fakat bilinmez ki hastalıktır.

hem;

Ruhlunu sersem ve aklını geveze etmek...


Gevezelik herşeye bir söz söyleme ne olduğuna bakmadan bilerek bilmeyerek konuşma..hem..

[mücazefe] : Sözle karşısındakinin hakkını örtmek, aldatmak.


[cerbeze] : Demagoji. vs...vb...gibi...

Üzerine binler hakikat ve tavsiyeler söylenmiş bir acip söz gerçeği...İnsan hayatının en geniş en önemli hadiselerinden biri...İnsanı vezir insanı rezil..vs dairesi hayat kadar geniş bir vazgeçilmezlik...

"Ya hayır söyle Ya sus"dan yola çıkarak..Nedir bu lafız perestlik..Nasıl korunuruz..Yüzünü nasıl hayra çevirebiliriz...Nedersiniz...?
__________________

Evet, mecazda bir dane-i hakikat bulunmak lâzımdır ki, mecaz ondan neşvünema bularak sümbüllensin. Veyahut hakikat, ışık veren fitildir; mecaz ise, ziyasını tezyid eden şişesidir. Evet, muhabbet kalbde ve akıl dimağdadır; elde ve ayakta aramak abestir.



Bediüzzaman


Muhâkemat
 

serranur27

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
19 Mar 2009
Mesajlar
383
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
42
Üzerinde söylenebilecek sözlerin çokluğundadır belki hakkında pek bir şey söylenemez… Hem herkesle alakası cihetiyle insan kendini oradan çekip de bir şey de diyemez… Belki en çok istimal edilen yanı; kendini ifade edebilmekten ziyade,kendini göstermektir…

Bende varım’ın en belirgin sesidir…Kabul ettirmenin kavgası..Rüçhaniyet iddiasının ayak diremesi…Noksanlığın cerbezesi..aldatmanın mücazefesi…

Her fikir sahibin her insanın hakkında diyebileceği sözleri olan dünya…

Hayat bir anlamda ,hikmet ve gaye ve netice üzerine tesis edilmiş..Her şeyde ise mutlak bir mana bir fayda var…Ve her şey kendisine koyulmuş planlama üzerine hareket halinde…En kullanışlı yanı ile ortaya çıkarılmış ve amacına yürümektedir…Ve yaşayış içinde en acip anaforların ve alemleri bir birine katan rüzgarların bireysel ve toplumsal dalgalanmanın dairesi bu söz dairesidir..Hem sadece dünya ile sınırlı olmayan mesuliyetli de bir mahiyettedir…Hem kurtuluşun hem hapsi münferidin vesikasıdır…

İmtihan bu ya akla kapı açılır irade elden alınmaz..Ne söylenmek istenirse söylenir..nasıl insan ne dediğini bilir..Öyle de ne söylediği öylece kayd edilir…Güzel sözler nurlu alemlere yükselirken..Çirkin sözler çirkin sözleriyle karanlıklara çekilir…

Nasıl doğru sözlülük Mü’min vasfıdır..Öyle de aynı sözün hataya kötü maksada hizmeti aşağı derecelerin kullanmasıyla haklarında verilen hükümler ile olan insanlar İnsanların en şerlileri olmuşlardır…

Düşünerek ve maksadı ve faydayı gözeterek…Sözde gaye üreterek konuşmak..Hem teselliye hem hoş görüye hem ilme irfana ait hem dünya ve ukbayı tezyin edecek nakışlardan söz etmek..Hem Hakkın yad ettiklerini yad etmek..Hem güzel eserler üzerine hem sevimli ifadeleri hem insan kalbine sıcak gelen sesleri işitmeye çalışmak ve o savtlara ayna olup işitilmesine çalışmak…Hani maksad ,şu dünyayı faniden gider ayak hoş bir seda bırakmaktır denilebilir…

Her manalı güzel söze bir nur ve nurdan nurani varlıklar var edilirmiş… Her çekinilen kem içi boş sözden de nurları işleyen tesbihanlar var edilirmiş…Hem o bet kelamlar zulmani ve laşeden mürekkep kötü kokular yayarlarmış…

Bilmediğini bilmekte ilimdenmiş…

Âlim bilmediğini bilenmiş…

Korunulası bir uzvu insani eğer tutulsa tutulanlarla beraber karşısına cennet çıkarmış…

Dinleyen söyleyenden iyi anlarmış…

"Ya hayır söyle ya sus" demiş…

Hem söylemiş Habib ASM.;

“Ya Ebazer, Allah güzeldir güzeli sever…”

Hem Bedi’ demiş;

Biri söyle; Ona ait olmayan sözler mâlâyâni sayılabilir.



Hayra..İlme, İrfana ,Ümrana, İmana ,İslama ,Nur’a, Huzura ,Hazıra, Gayba ve Vücuda.. en güzele konuşanlardan olabilmek duasıyla…
__________________

Evet, mecazda bir dane-i hakikat bulunmak lâzımdır ki, mecaz ondan neşvünema bularak sümbüllensin. Veyahut hakikat, ışık veren fitildir; mecaz ise, ziyasını tezyid eden şişesidir. Evet, muhabbet kalbde ve akıl dimağdadır; elde ve ayakta aramak abestir.



Bediüzzaman


Muhâkemat
 

serranur27

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
19 Mar 2009
Mesajlar
383
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
42
Lâfızperestlik nasıl bir hastalıktır;
öyle de, suretperestlik, üslûpperestlik ve teşbihperestlik ve hayalperestlik ve kafiyeperestlik, şimdi filcümle, ileride ifratla, tam bir hastalık ve mânâyı kendine feda edecek derecede bir maraz olacaktır.
Hattâ bir nükte-i zarafet için veya kafiyenin hatırı için, çok edip, edepte edepsizlik etmeye şimdiden başlamışlardır.

Evet, *lâfza ziynet verilmeli, fakattabiat-ı mânâ istemek şartıyla.

*Ve suret-i mânâya haşmet vermeli, fakat meâlin iznini almak şartıyla.

* Ve üslûba parlaklık vermeli, fakat maksudun istidadı müsait olmak şartıyla.

*Ve teşbihe revnak vermeli, fakat matlubun münasebetini göze almak ve rızasını tahsil etmek şartıyla.

*Ve hayale cevelân ve şâşaa vermeli, fakat hakikati incitmemek ve ağır gelmemek ve hakikate misal olmak ve hakikatten istimdat etmek şartıyla gerektir.
MUHAKEMAT


__________________

Eyühel üstadül muhterem!..
hayatımın her anından safhasından kıymetli..Ve..
O hayatı pervane misal bir emrin infazına ateşte yakmaya heran hazır olduğum kıymetli üstadım...
 

serranur27

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
19 Mar 2009
Mesajlar
383
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
42
Evet..söz söylemek..söylemiş sözlerle sözünü sözlemek..Hem sözü söz gibi söylemek hayatın en kaliteli medeni seviyesidir diye biliriz...

çünkü; lafız hayattardır..kelam hayati..bir emir bir demiri keserken bir emirsizlik bir ahengi tarumar eder...

hayat neredeyse söz orada..ifade-i hissiyat ..müdavele-i fikir..talep tepki her şey...

Belkide insanlar bir biri içinde öyle mecz olmuş ki..konuşmada sınıf farkı kalmamış...Aynı dünya öyle eskitilmiş ki herkes aynı dili bir anlamda aynı tepkiyle varlıklarını idame etmişler...Bilenler bilmeyenlerin içinde..bilmeyenler bilenlerin içinde kültürden uzak ..faydadan beri magazin akılların iafadeleriyle ifadeler meydan almış...

Asrın gereği böyle belki..Biraz düşünce yirmi kelimeyle çarşı pazar anlaşmak mümkün...hal hatır ve bittii..o nedenle lafız perestliğin söz kalabalığından bile azade olmuş yanı var...cerbeze kimliğini yitirmiş..inadi bir tutum ve ısrar gürültüsü olmuş...

Hakiki Kültürün olduğu yerde merhamette olur..devri münasibinde havas avamın içinde irşad ve ikaz ile şefkatle bulunmuşlar..Bilmeyenler bilmemenin arifliğinde duyduklarından istifade eder bir mahiyet kesbederdiler...

İnsanlık yıprandığından sözde hırpalandı...

Aslında sözü artık gaye söylüyor...İdeal söylüyor..İddialar içinde savlar söylüyor..İlim susmamış sözün kısası..Kör olası hikmetsiz felasifede..Sofastailede natıkan...Amma söz söz olaki içinde ölü kalpler hayat bula ..meyyit idrakler nurlana...

demiş;

Kulağı ger yapıştırsan şu Furkan'ın sinesine; derinden tâ derine, sarihan işitirsin, semâvî bir sadâ der ki: Lâ ilâhe illâ Hû.

hem efendimiz asm .demiş ki demişler diye;

Yani: "Ben ve benden evvel gelen peygamberlerin en ziyade faziletli ve kıymetli sözleri, Lâ ilâhe illâllah kelâmıdır."

Muvatta', Kur'an, 32, Hac, 246; el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 1:153; el-Elbânî, Sahihu'l-Câmiu's-Sağîr, no: 1113. Bk. Mektubat: s. 505, dipnot: 1

Sözün özü, herşeyin özüne çıkan sözlerle sözün başını bağlamaktır belki de..Şifası Allah'tan...
__________________

Evet, mecazda bir dane-i hakikat bulunmak lâzımdır ki, mecaz ondan neşvünema bularak sümbüllensin. Veyahut hakikat, ışık veren fitildir; mecaz ise, ziyasını tezyid eden şişesidir. Evet, muhabbet kalbde ve akıl dimağdadır; elde ve ayakta aramak abestir.



Bediüzzaman


Muhâkemat
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt