Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Ümmet'in kıyama kalkışı Türkiye'ye de sirayet edebilir mi? (2 Kullanıcı)

HUSEYIN SASMAZ

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eyl 2009
Mesajlar
1,204
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
61
Ümmet'in kıyama kalkışı Türkiye'ye de sirayet edebilir mi?
Ocak ayı itibarı ile Tunus'ta başlamış olan ümmetin kıyama kalkışı, bugünlerde etkisini özellikle Libya'da hissettirmeye başladı. Libya'nın şu an başında bulunan Muammer el-Kaddafi, askeri eğitimini 1963 yılında İngiltere'de aldıktan sonra 1 eylül 1969 yılında, Kral İdris'i darbeyle indirerek devletin başına geçti. Kaddafi'nin başkanı olduğu Devrim Komuta Konseyi yaklaşık 42 yıldır ülkeyi yönetmektedir. Kurulan rejim, totaliter komünizmdir, ülkenin şu an resmi adı Libya Arap Sosyalist Büyük Cemahiriyesi'dir ve ülkedeki tek siyasi parti Arap Sosyalist Birliği'dir.
Bu ülkenin maddi durumunu göz önünde bulunduracak olursak gözümüze şu çarpmaktadır. Ülkenin yeraltı kaynaklarından elde ettiği yıllık gelir 40 milyar. Ülkenin nüfusu ise sadece 6 milyon 420 bin olduğu söyleniyor. Bu doğrultuda, birçok Arap ve farklı diğer ülkelerde olmayan bir takım uygulamalar ile halkı kendi safında tutmaya çalıştığını görmekteyiz. Ülke vatandaşına eğitim ve sağlık hizmetlerinin bedava verilmesi ve yine bu ülkenin kişi başına GSYİH'ye (gayri safi yurtiçi hasılalarına) baktığımızda, diğer bir çok Arap ülkesine nazaran, refah seviyesinin yüksek olduğunu görürüz. Bakınız GSYİH dünya sıralamasında ABD kişi başına düşen 41,399 $ ile 3. sırada. Yine Almanya 30,579 $ ile 17. sırada, Libya ise 11,630 $ ile Çin, Hindistan, Rusya ve Türkiye gibi ülkeleri geride bırakarak dünya sıralamasında 55. ülke konumunda.
Neden bu açıklamalara ihtiyaç duyduğumu şu sebebe bağlamak mümkün. Tunus'tan, Mısır'dan farklı olarak, Libya'nın da bu kıyam safına beklenmedik bir şekilde çok erken katılmış olmasını sorgulayalım diye. Şu durumda artık Müslümanlar refah seviyesinin iyi olmasını tatmin edici bulmuyor. Bunun ötesinde çok daha önemli olan ve öncelikli olarak bilinmesi gereken yöneticilerin İslam karşıtı ve dış güçlerin birer piyonu olmasına razı olmuyor. Tabii ki bu duruşun daha net ve bilinçli olması gerekiyor. Bu bilinç ve gerçekleri daha etraflıca görebilme kabiliyeti ve anlayışı maalesef Müslümanlarda şuan bulunmamaktadır. İşte tam burada bilinç ve gerçekleri görme olgusu doğrultusunda, Suudi Arabistan ve şu anki AKP hükümeti ile Türkiye akla gelmektedir. Neden Suudi Arabistan dersek; çünkü dünyanın en çok petrol üreten ülkesi ve aynı zamanda GSYİH sıralamasında 15,229 $ ile 46. sırada, bulunmuş olduğu için. Bu ülkenin aynı zamanda İslam'i bir devlet olduğu iddiası, kişilerin tutumunu etkiliyor olabilir. Fakat ne krallık ile yönetilen Suudi Arabistan'ın nede diğer İslam beldelerin hiçbir şekilde İslam'la bir alakası yok. Bakınız Suudi Arabistan'da bulunan onlarca, belki de yüzlerce ABD üstünün bulunması ve onların Irak'ın işgali konusunda baş aktörlerden olmaları, Müslümanlar tarafından unutulmadı. Aynı zamanda Suudi Arabistan İsrail'in Filistin politikasında 2008 yılında gerçekleşen şu girişimi ile rengini belli etmektedir. YDH- Suudi Arabistan'ın eski Washington Büyükelçisi Turki el-Faysal, İsrail'i barışa uygun adımlar atmaya çağırması ne olduklarını ortaya koyuyor. Fakat diğer ülkelerde de olduğu gibi bu ülkede de çok sıkı bir Müslüman avı ve her türlü siyasi fikrin kontrolü söz konusu. Dolayısıyla Müslümanların tutumu endişeli bir tutum sergilemesine sebep olmaktadır.
Ve yine konumuzun başlığı ile alakalı olan Türkiye'nin bu isyan ve kıyama kalkış konusundaki durumu ne olacak? Bu sorunun birçok Müslüman'ın kendisine sormuş olduğunu açıkçası tahmin edebiliyorum. Veya Türkiye'nin şu anki siyasi duruşu ile bu gerçekleşen isyan dalgasından etkilenebilir mi veya etkileyebilir mi sorusu sorulabilir. Hepimizin malumu olan BOP diye bilinen ve daha sonra GOP olan bir ABD-Projesi var. Bu projenin Eşbaşkanının ise Tayyip Erdoğan'ın olduğunu da bizzat onun azından duyduk. Tüm bunların bu süreç ile bir alakası var mı veya olmamış olsa da, bundan sonra bir B-planı olarak devreye girebilir mi sorulabilir. Lakin öncelikle halledilmesi gereken şu soruyu cevaplandırmamız gerekiyor. Tayyip Erdoğan'ın özgeçmişini ve ailesinin tesettürlü olmasını göz önünde bulunduracak olursak. Aynı zamanda İsrail karşıtı bir siyaset izliyor havası olması onun bu isyan dalgasından şuan itibari ile etkilenemeyeceğini söyleyebiliriz. Fakat bu yüzeysel bakıştan sıyrılıp, işin içyüzüne baktığımızda tablonun çok farklı olduğunu anlamak çok da zor değil. Evvelce de söylemiş olduğum gibi şuan Türkiye'deki Müslümanlarda bilinç ve gerçekleri daha etraflıca görebilme kabiliyeti ve anlayışından maalesef uzak oldukları görülüyor. Fakat bu onların bu gerçekleri görebilmeleri için güvendikleri geçek dava erleri ve kanaat önderlerine bağlanmak sureti ile İslam beldelerinde olduğu gibi bir kıyamın olmayacağına delalet etmez.
ABD'nin Türkiye üzerinden yapmış olduğu hesaplara bir göz atacak olursak ve bu planın hayata geçirilmesi için özellikle Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin adeta sözcülüğünü üstlenmesi gereken bir Türkiye siyaseti görmekteyiz. Fakat batılıların yapmış oldukları hesaplarda, İslam beldelerindeki halklarının şahlanışı, en azından şu anki şiddeti ile kesinlikle tahmin edilmiyordu. Şu durumda Tayyip Erdoğan'a biçilen misyon gereği bu bölgelerinin haklarını sükunete uğraması için başaktör oynaması ve o ülkeler için bir örnek devlet modeli olması istenecek.
Bakınız ABD'nin tecrübeli gazetecilerinden olan Mehmet Ali Birand'nın 22 Şubat 2011 yılında Hürriyet gazetesinde yayınlanan şu yazısının bazı kesitlerini sizinle paylaşmak istiyorum.
"Türkiye'yi İslam anlayışı ve demokrasi kurtardı...
Suriye-İran-Körfez Ülkeleri-Irak-Ürdün-İran-Fas-Tunus-Cezayir- Suudi Arabistan.
Bütün bu ülkeler, uzun yıllar hep tepelerine getirilen diktatörlerle yönetildiler. İngiltere-Fransa- ABD üçgeni tarafından tam kıskaç altına alındılar. Bu üçlünün tek korkusu vardı. O da, İslamcı akımları kontrol altında tutabilmek. Tepeye yerleştirilen güçlü kişilerin en önemli görevi de buydu. Tunus'un Burgiba'sı olsun, Irak'ın Saddam'ı, İran'ın Şah Pehlevi'si, Ürdün'ün Kral Hüseyin'i, Fas'ın Kral Hasan'ı, Suriye'nin Hafız Esad'ı , Mısır'ın Mübarek'i olsun, tümünün görevi, sıkı bir askeri rejim altında radikal İslam'ı, laiklik adına kontrol altında tutabilmekti. Özgürlükleri sıfıra indirilmiş, köle gibi itilip kakılan halklar oluşturulmuştu.
Çizilen yoldan çıkanlar hemen cezalandırıldılar. Örneğin, Cezayir'de 1990'larda İslam bayrağını taşıyan İslamcı FİS, genel seçimleri silip sürüp iktidara geldiği gün, asker müdahale etti ve yıllarca süren bir iç savaş başlattı. Yüzbinler öldü. Cezayir kana bulandı. Batı umursamadı bile. Şimdi FİS'i mumla arayanlar var."
Bu cümlelerden sonra Mehmet Ali Birand bu ülkelerin istenilen eski misyonları gereği, yönetilemediğini söyledikten sonra AKP'nin dolaylı olarak Türkiye'deki başarısından bahsediyor. Ama öncesinde TSK'nın din karşıtı tutum ve davranışlarının bu ülkede halkın devlete karşı güvenini sarstığından bahsediyor:
"TSK da 1940'lardan itibaren, laikliği ve Kemalizmi daha da fazlasıyla sahiplendi ve 2006 yılına kadar da sürdürmeyi bildi. Ancak, askerin laiklik anlayışı zaman içinde öylesine katılaştı ki, dindar ile dinci birbirine karıştırıldı, hepsi aynı torbaya atıldı.
Hatırlarım, 1950'lerde evimize sadece Cumhuriyet gazetesi girerdi, zira bizler de CHP'liydik. Sık sık, "Bir ticani daha yakalandı" başlığıyla, sakallı bir adam ve çarşaflı bir kadının resimleri çıkardı.
1960 ihtilalı, ardından 12 Mart müdahalesi ve nihayet 12 Eylül darbesiyle, Türkiye'ye adeta bir deli gömleği giydirildi.
Tabi bu kadar baskı, dindar kesimi sonunda ayaklandırdı.
Bir yandan ülkedeki -din hariç- özgürlükler artıyor, ekonomi büyüyor, ancak bu zenginleşme ve özgürlükten dindar kesim hakkını alamıyordu.
Önce 1983'te Özal‘ın gelişi ve O'nun din konusuna yaklaşımı, ardından da 1994 belediye seçimleri ve 1996'daki genel seçimlerde yaşanan Erbakan'ın Refah Partisi ile patlama yapması, sinyali verdi.
Evet, ABD'nin bu planı ve Avrupa ülkelerinin bu plan doğrultusunda şimdilik aciz gibi görülmüş olması, bunun daha yoğun bir şekilde destekleneceğini gösteriyor. Lakin göz ardı edilen bir konu var oda Müslümanların İslami duyarlılığı gittikçe artmaktadır. Müslümanlar İslam ile iç içe oldukları müddetçe İslami bir takım konularla yetinmeyecekler (örneğin: namaz, oruç ve haç) gibi, bilakis dava erlerinin büyük gayreti ile de devletin çeşitli kurumlarını örneğin: ordu, eğitim veya ekonomi gibi konularda da İslami çözümler bekleyecekler. Müslümanların seçme hakkı ellerinde olduğu müddetçe, onların İslami seçeceklerinin zerre kadar şüphe getirmeyen bir hakikattir. Öyleyse şimdi dünden daha yoğun bir şekilde Müslümanların, ümmete duydukları güvenin daha da artmasını sağlamak durumundayız. Yine Müslümanlara günümüzün sorunlarının sadece bir takım sloganik ve bir takım ruhani tavırlarla yetinilemeyeceğini hatırlatmamız gerekiyor. Engel bahanesi artık geçerli bir bahane değildir. Artık Müslümanların AKP hükümetinden birtakım uşak duruşlar değil, bilakis onların Sad bin Muaz gibi İslam şeriatını ilan edecek bir nusret hamlesinde bulunmasını istemektedir.
Rabbim bu gidişatı inşaAllah İslam ümmetinin ve tüm insanlığın hayrına İslami hayata dönüş olarak İslam Devleti Raşidi Hilafetle geri çevirir...
Kardeşiniz Mehmet Aydın
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt