HUSEYIN SASMAZ
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 11 Eyl 2009
- Mesajlar
- 1,204
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 61
Ümmetin Bugün Müfessirlere Olan İhtiyacı (1)
--------------------------------------------------------------------------------
Tefsir ilmi, Şer’î bilgilerin en önemlilerinden sayılması nedeniyle, Şer’î ilimlerin en üstün olanıdır. Bu nedenle her asırda ve her nesilde tefsir ilmine çok önem vermek gerekir. Daha önceki asırlarda var olmayan yeni yeni meseleler ortaya çıktığı için ümmet bugün de müfessirlere muhtaçtır. Çünkü ortaya çıkan yeni yeni meseleler, Kur'an-ı Kerim'de zikredilen genel prensiplerin kapsamına giriyorsa bunların hükmünün bilinmesi lazımdır. Veya daha sonra onlara cüzi hükümler uygulanabilir.
Tefsir bütünlüğü içerisinde eski tefsirler, metot, şekil ve sunuş bakımından bir nevi telif hükmündedirler. Eski eserlerin üslûbunda yazılmış olan bu tefsirleri, eski eserleri okumaya alışmış olan çok az sayıdaki insanların dışında bu neslin çocukları şevkle ve istekle okuyamamaktadır. Bu nedenle fikri kitapları okur gibi, aydın derin bir fikirle Müslümanların hatta Müslüman olmayanların bile tefsir okuma arzu ve isteğini artıracak bir üslûbla yeniden tefsirlerin yazılması gerekir.
Üstelik felsefi kitapların Arapçaya tercüme edilip de müfessirlerin onlardan etkilenmelerinden sonra gelen dönemde ve haçlı savaşlarından sonra gelen dönemde, üzerinde seyrettikleri husus, Kur'an ayetleriyle alakası olmayan, tefsirden sayılmayan şeylere özen göstermekte büyük çabalar harcanılan tefsirlerin oluşumuna yol açtı. Üstelik tefsirler İsrailiyatla doldu. Hatta İsrailiyat, müfessirler nezdinde tefsir kaynaklarından üçüncü bir kaynak haline geldi.
Bu nedenle Kur'an'ın, Sahabelerden nakledilen tefsirden de faydalanılarak ve Kur'an’ı anlamada ictihad olması bakımından Sahabelerin tefsir metodu üzere tefsir edilmesi gerekir. Fakat Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'den tefsir olarak nakledilenler eğer sahih ise Hadisten bir parça sayılırlar, Tefsir olarak itibar edilmezler. Çünkü bu durumda Kur'an gibi teşrii nass sayılır ki bu da tefsir kapsamına girmez.
Ancak müfessirin üzerinde yürümesi gereken üslûba gelince: Bu üslûb, müfessirin icad etme gücüne bağlıdır. Çünkü tefsir üslûbu, tefsirde kullanılan şekillerden bir şekildir. Bu, bir telif çeşidi olduğu için her müfessir, tefsir yaparken düzenleme, bölümlere ayırma ve sunma açısından uygun gördüğü bir üslûbu kullanır. Bu nedenle tefsirde telif üslûbunu açıklamak doğru değildir.
Fakat tefsir metodunun açıklanması gerekir. İnceleme, araştırma ve düşündükten sonra bulduğumuz tefsir metodunu, Kur'an tefsirinin bu metoda göre yapılması için burada sunuyoruz. Bu metot Kur'an vakıasının gerektirdiği bir metottur. Biz burada “üslûb” ifadesini kullanmayarak “metot”/devamlı olarak kararlaştırılmış bir iş ifadesini kullandık. Çünkü tefsir metodu, Kur'an’ı Kerimin işaret ettiği Şer’î delillerden ve nassların vakıasından anlaşılan ictihad metodu gibi bir metottur. Bu nedenle tefsirin de bir metodu olması gerekir. Tefsir metodu, Şer’î hüküm olmasından dolayı değil, kendisine bağlanılmasından dolayı bir metottur. Çünkü metot hükümler cinsinden değildir. Kur'an-ı Kerim'in tefsirinde takip edilmesini uygun gördüğümüz bu metot şu şekilde özetlenebilir:
Kur'an tefsiri, Kur'an'ın cümlelerindeki kelimelerin anlamlarını ve cümle bütünlüğü içerisinde cümlelerin anlamlarını açıklamak demektir. Kur'an'ın tefsir metodunu öğreninceye kadar:
1- Kur'an vakıasının ortaya konulması ve öncelikle bütüncül bir şekilde Kur'an gerçeğini ortaya koyacak inceleme ve araştırmanın yapılması. Kelimeleri ve anlamları açısından bu vakıaya uyan şeylerin incelenmesi,
2- Sonra da Kur'an'la gelen konuların anlaşılması, kaçınılmazdır. Kur'an vakıasını, ona uyanları ve Kur'an'ın getirdiği konuyu bilmekle kişi, Kur'an tefsirinde takip edeceği metodu anlar. Böylece tefsir esnasında takip etmesi gereken güçlü bir yola ulaşır. Şimdi bu hususları detayları ile inceleyelim:
1- Kur'an Vakıası: Kur'an Arapçadır ve Arapça kelamından/sözlerden ibarettir. Dolayısıyla onun vakıasını Arapça kelam olması itibarı ile anlamak gerekir. Zira kelimelerinin Arapça kelimeler, cümlelerinin de Arapça lafızlarından meydana gelen Arapça cümleler olarak idrak edilmesi/kavranması gerekir. Cümlelerinde var olan kelimelerin ne şekilde (icaz, istiare, kinaye vs.) kullanıldığını ve cümle bütünlüğü olarak da cümlelerin ne şekilde kullanıldığı kavranmalıdır. Arapça kelimelerde ve cümlelerde Arapça kullanım şekillerinden veya cümle kuruluşları açısından Arapça şekillerden meydana geldiği iyice bilinmelidir. Üstelik Arapçadaki konuşma edebiyatı ve hitap edebiyatında var olan üstün zevke sahip Arapça üslubu açısından Kur’an da var olan konuşma edebiyatı ve hitap edebiyatındaki üstün zevkin de kavranılması lazımdır.
İşte, bütün bunlar kavranıldığı zaman yani Arapça esasa tafsilatlı bir şekilde tamamen vakıf olarak Kur'an vakıasını kavradığı zaman kişi tefsir yapabilir, aksi durumda ise yapamaz. Çünkü Kur'an-ı Kerimde bulunan bütün kelimeler ve ifade tarzları Arapça kelimelerdir ve Arapların aralarında konuşa geldikleri ifadelerdir. Onların kullandıkları dildir. Bundan kıl payı kadar bile dışarı çıkmaz. Bu nedenle Kur'an, ancak bu anlayışla ve bu vakıasıyla tefsir edilebilir. Bu anlayış ve yaklaşıma sahip olunmadıkça hiçbir şekilde Kur'an'ın gerçek tefsirini yapmak mümkün değildir.
Bu nedenle Kur'an tefsiri, Kur'an'ın Arapça olmasından dolayı Arapça vakıasını kavrayarak Arapça nasslardan bir nass ve Arapça, kelam olma niteliği kavranarak yapılabilir. Zira Allahu Teâla Kitabındaki şu ayetlerde Kur'an'ın Arapça olduğunu bildirmektedir:
وَكَذَلِكَ أَنزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا "Böylece biz onu Arapça Kur'an olarak indirdik."[1]
وَكَذَلِكَ أَنزَلْنَاهُ حُكْمًا عَرَبِيًّا "Böylece biz onu Arapça bir hüküm olarak indirdik."[2]
Buraya kadar yaptığımız açıklamalar Kur’an vakıasının kavranması ve bu vakıaya uyan Kur’an lafızları, anlamları yani lügat açısından yapılan bir açıklama idi.
2- Kur'an'ın getirdiği konu açısından açıklanmasına gelince: Kur'an'ın konusu; Allah Subhanehû ve Teala tarafından gönderilen bir elçi aracılığı ile tebliğ edilen Allah Subhanehû ve Teala’dan insanoğluna bir risalettir/mesajdır. Bu Kur'an içerisinde risaleti ilgilendiren her şey vardır. Bu hususları ana başlıkları ile şöylece özetlemek mümkündür:
a- Öğüt ve hatırlatma için; akaid, hükümler, müjde, korkutma ve kıssalar,
b- Kötülüklerden sakındırmak ve iyi amellere teşvik için; kıyamet sahneleri, cennet ve cehennem tasviri,
c- İdrak için akli meseleler,
d- İman ve amel için hissedilir hususlar ve aslı akla dayalı gaybi hususlar,
e- Ve bunların dışında insanoğlu için risaletin gerektirdiği her şey vardır.
Resulün getirdiği metodun dışında dosdoğru bir şekilde bu hususları kavramak mümkün değildir Özellikle de Allahu Teâla Kur'an'ın insanlara açıklaması için Resule indirildiğini bildirmektedir:
وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ "Sana da insanlara indirileni açıklayasın diye Zikri (Kur’an’ı) indirdik."[3]
Resulün metodu Sünnetidir. Yani Resulden söz, fiil ve takrirden sahih rivayetle gelen hususlardır. Bu nedenle hem Kur'an tefsirine başlamadan önce hem de tefsir esnasında mutlaka Resulün Sünnetini kavramak gereklidir. Zira Resulün Sünnetini kavramadan Kur'an'ın konusunu anlamak mümkün değildir.
Ancak bu kavrama, Sünnetin senedini kavramaktan daha çok Sünnetin metnini şuurlu/uyanık bir şekilde kavramayı gerektirmektedir. Yani bu kavrama Sünnetin lafızlarını ezberlemeyle sınırlı kalan bir kavrama değil, insanın davranışlarını yönlendiren mefhumlar olarak Sünnetin ifade ettiği fikirleri derinlemesine düşünme şeklinde olmalıdır. Diğer bir ifade ile çıkardığı Hadisin sıhhatine güvendiği sürece, Hadisin ravilerini ve senedini bilmeye veya lafızlarının ezberlenmesine önem vermemek müfessire herhangi bir zarar vermez. Müfessir için önemli olan Hadisin delâlet ettiği şeyleri kavramaktır. Çünkü tefsir, Sünnetin lafızları, senedi ve ravileri ile değil de Sünnetin delâlet ettikleri ile alakalıdır. Bu nedenle Kur'an’ı tefsir edebilmek için Sünnetin çok iyi bir şekilde anlaşılması lazımdır.
--------------------------------------------------------------------------------
Tefsir ilmi, Şer’î bilgilerin en önemlilerinden sayılması nedeniyle, Şer’î ilimlerin en üstün olanıdır. Bu nedenle her asırda ve her nesilde tefsir ilmine çok önem vermek gerekir. Daha önceki asırlarda var olmayan yeni yeni meseleler ortaya çıktığı için ümmet bugün de müfessirlere muhtaçtır. Çünkü ortaya çıkan yeni yeni meseleler, Kur'an-ı Kerim'de zikredilen genel prensiplerin kapsamına giriyorsa bunların hükmünün bilinmesi lazımdır. Veya daha sonra onlara cüzi hükümler uygulanabilir.
Tefsir bütünlüğü içerisinde eski tefsirler, metot, şekil ve sunuş bakımından bir nevi telif hükmündedirler. Eski eserlerin üslûbunda yazılmış olan bu tefsirleri, eski eserleri okumaya alışmış olan çok az sayıdaki insanların dışında bu neslin çocukları şevkle ve istekle okuyamamaktadır. Bu nedenle fikri kitapları okur gibi, aydın derin bir fikirle Müslümanların hatta Müslüman olmayanların bile tefsir okuma arzu ve isteğini artıracak bir üslûbla yeniden tefsirlerin yazılması gerekir.
Üstelik felsefi kitapların Arapçaya tercüme edilip de müfessirlerin onlardan etkilenmelerinden sonra gelen dönemde ve haçlı savaşlarından sonra gelen dönemde, üzerinde seyrettikleri husus, Kur'an ayetleriyle alakası olmayan, tefsirden sayılmayan şeylere özen göstermekte büyük çabalar harcanılan tefsirlerin oluşumuna yol açtı. Üstelik tefsirler İsrailiyatla doldu. Hatta İsrailiyat, müfessirler nezdinde tefsir kaynaklarından üçüncü bir kaynak haline geldi.
Bu nedenle Kur'an'ın, Sahabelerden nakledilen tefsirden de faydalanılarak ve Kur'an’ı anlamada ictihad olması bakımından Sahabelerin tefsir metodu üzere tefsir edilmesi gerekir. Fakat Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'den tefsir olarak nakledilenler eğer sahih ise Hadisten bir parça sayılırlar, Tefsir olarak itibar edilmezler. Çünkü bu durumda Kur'an gibi teşrii nass sayılır ki bu da tefsir kapsamına girmez.
Ancak müfessirin üzerinde yürümesi gereken üslûba gelince: Bu üslûb, müfessirin icad etme gücüne bağlıdır. Çünkü tefsir üslûbu, tefsirde kullanılan şekillerden bir şekildir. Bu, bir telif çeşidi olduğu için her müfessir, tefsir yaparken düzenleme, bölümlere ayırma ve sunma açısından uygun gördüğü bir üslûbu kullanır. Bu nedenle tefsirde telif üslûbunu açıklamak doğru değildir.
Fakat tefsir metodunun açıklanması gerekir. İnceleme, araştırma ve düşündükten sonra bulduğumuz tefsir metodunu, Kur'an tefsirinin bu metoda göre yapılması için burada sunuyoruz. Bu metot Kur'an vakıasının gerektirdiği bir metottur. Biz burada “üslûb” ifadesini kullanmayarak “metot”/devamlı olarak kararlaştırılmış bir iş ifadesini kullandık. Çünkü tefsir metodu, Kur'an’ı Kerimin işaret ettiği Şer’î delillerden ve nassların vakıasından anlaşılan ictihad metodu gibi bir metottur. Bu nedenle tefsirin de bir metodu olması gerekir. Tefsir metodu, Şer’î hüküm olmasından dolayı değil, kendisine bağlanılmasından dolayı bir metottur. Çünkü metot hükümler cinsinden değildir. Kur'an-ı Kerim'in tefsirinde takip edilmesini uygun gördüğümüz bu metot şu şekilde özetlenebilir:
Kur'an tefsiri, Kur'an'ın cümlelerindeki kelimelerin anlamlarını ve cümle bütünlüğü içerisinde cümlelerin anlamlarını açıklamak demektir. Kur'an'ın tefsir metodunu öğreninceye kadar:
1- Kur'an vakıasının ortaya konulması ve öncelikle bütüncül bir şekilde Kur'an gerçeğini ortaya koyacak inceleme ve araştırmanın yapılması. Kelimeleri ve anlamları açısından bu vakıaya uyan şeylerin incelenmesi,
2- Sonra da Kur'an'la gelen konuların anlaşılması, kaçınılmazdır. Kur'an vakıasını, ona uyanları ve Kur'an'ın getirdiği konuyu bilmekle kişi, Kur'an tefsirinde takip edeceği metodu anlar. Böylece tefsir esnasında takip etmesi gereken güçlü bir yola ulaşır. Şimdi bu hususları detayları ile inceleyelim:
1- Kur'an Vakıası: Kur'an Arapçadır ve Arapça kelamından/sözlerden ibarettir. Dolayısıyla onun vakıasını Arapça kelam olması itibarı ile anlamak gerekir. Zira kelimelerinin Arapça kelimeler, cümlelerinin de Arapça lafızlarından meydana gelen Arapça cümleler olarak idrak edilmesi/kavranması gerekir. Cümlelerinde var olan kelimelerin ne şekilde (icaz, istiare, kinaye vs.) kullanıldığını ve cümle bütünlüğü olarak da cümlelerin ne şekilde kullanıldığı kavranmalıdır. Arapça kelimelerde ve cümlelerde Arapça kullanım şekillerinden veya cümle kuruluşları açısından Arapça şekillerden meydana geldiği iyice bilinmelidir. Üstelik Arapçadaki konuşma edebiyatı ve hitap edebiyatında var olan üstün zevke sahip Arapça üslubu açısından Kur’an da var olan konuşma edebiyatı ve hitap edebiyatındaki üstün zevkin de kavranılması lazımdır.
İşte, bütün bunlar kavranıldığı zaman yani Arapça esasa tafsilatlı bir şekilde tamamen vakıf olarak Kur'an vakıasını kavradığı zaman kişi tefsir yapabilir, aksi durumda ise yapamaz. Çünkü Kur'an-ı Kerimde bulunan bütün kelimeler ve ifade tarzları Arapça kelimelerdir ve Arapların aralarında konuşa geldikleri ifadelerdir. Onların kullandıkları dildir. Bundan kıl payı kadar bile dışarı çıkmaz. Bu nedenle Kur'an, ancak bu anlayışla ve bu vakıasıyla tefsir edilebilir. Bu anlayış ve yaklaşıma sahip olunmadıkça hiçbir şekilde Kur'an'ın gerçek tefsirini yapmak mümkün değildir.
Bu nedenle Kur'an tefsiri, Kur'an'ın Arapça olmasından dolayı Arapça vakıasını kavrayarak Arapça nasslardan bir nass ve Arapça, kelam olma niteliği kavranarak yapılabilir. Zira Allahu Teâla Kitabındaki şu ayetlerde Kur'an'ın Arapça olduğunu bildirmektedir:
وَكَذَلِكَ أَنزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا "Böylece biz onu Arapça Kur'an olarak indirdik."[1]
وَكَذَلِكَ أَنزَلْنَاهُ حُكْمًا عَرَبِيًّا "Böylece biz onu Arapça bir hüküm olarak indirdik."[2]
Buraya kadar yaptığımız açıklamalar Kur’an vakıasının kavranması ve bu vakıaya uyan Kur’an lafızları, anlamları yani lügat açısından yapılan bir açıklama idi.
2- Kur'an'ın getirdiği konu açısından açıklanmasına gelince: Kur'an'ın konusu; Allah Subhanehû ve Teala tarafından gönderilen bir elçi aracılığı ile tebliğ edilen Allah Subhanehû ve Teala’dan insanoğluna bir risalettir/mesajdır. Bu Kur'an içerisinde risaleti ilgilendiren her şey vardır. Bu hususları ana başlıkları ile şöylece özetlemek mümkündür:
a- Öğüt ve hatırlatma için; akaid, hükümler, müjde, korkutma ve kıssalar,
b- Kötülüklerden sakındırmak ve iyi amellere teşvik için; kıyamet sahneleri, cennet ve cehennem tasviri,
c- İdrak için akli meseleler,
d- İman ve amel için hissedilir hususlar ve aslı akla dayalı gaybi hususlar,
e- Ve bunların dışında insanoğlu için risaletin gerektirdiği her şey vardır.
Resulün getirdiği metodun dışında dosdoğru bir şekilde bu hususları kavramak mümkün değildir Özellikle de Allahu Teâla Kur'an'ın insanlara açıklaması için Resule indirildiğini bildirmektedir:
وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ "Sana da insanlara indirileni açıklayasın diye Zikri (Kur’an’ı) indirdik."[3]
Resulün metodu Sünnetidir. Yani Resulden söz, fiil ve takrirden sahih rivayetle gelen hususlardır. Bu nedenle hem Kur'an tefsirine başlamadan önce hem de tefsir esnasında mutlaka Resulün Sünnetini kavramak gereklidir. Zira Resulün Sünnetini kavramadan Kur'an'ın konusunu anlamak mümkün değildir.
Ancak bu kavrama, Sünnetin senedini kavramaktan daha çok Sünnetin metnini şuurlu/uyanık bir şekilde kavramayı gerektirmektedir. Yani bu kavrama Sünnetin lafızlarını ezberlemeyle sınırlı kalan bir kavrama değil, insanın davranışlarını yönlendiren mefhumlar olarak Sünnetin ifade ettiği fikirleri derinlemesine düşünme şeklinde olmalıdır. Diğer bir ifade ile çıkardığı Hadisin sıhhatine güvendiği sürece, Hadisin ravilerini ve senedini bilmeye veya lafızlarının ezberlenmesine önem vermemek müfessire herhangi bir zarar vermez. Müfessir için önemli olan Hadisin delâlet ettiği şeyleri kavramaktır. Çünkü tefsir, Sünnetin lafızları, senedi ve ravileri ile değil de Sünnetin delâlet ettikleri ile alakalıdır. Bu nedenle Kur'an’ı tefsir edebilmek için Sünnetin çok iyi bir şekilde anlaşılması lazımdır.