Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Üç kuru kafa kaç para eder... (1 Kullanıcı)

Siyahgulsevdalisi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
2,046
Tepki puanı
0
Puanları
0
Üç kuru kafa kaç para eder


Üç sayıdır Behlül Dânâ Hazretleri'nin hayatından ibret dolu kesitleri değerli okurlarımıza sunmaya çalışıyoruz. Her hâl ve hareketinde ayrı bir ders, ayrı bir ibret olan bu Allah dostunun hayatı evliyaların menkıbeler literatürüne altın harflerle yazılmıştır.

Kitaplarda Behlül Dânâ hakkında anlatılan ve kendisine atfedilen pek çok kıssa vardır. Bu kıssalarda meydana gelen hâdiseler, onun sözlerine, tavırlarına ve hayatına dair bir ışık tutmaktadır. Bu sebeple bunlardan bazılarını sizlere arz ediyorum.
Bir gün Behlül'ün üstü başı dağınık bir hâldeydi. Her tarafı toz toprak içindeydi. Onu bu hâlde gören, uzun bir yolculuktan dönmüş zannederdi. Behlül Dânâ'nın mânevî makamlar sahibi bir veli olduğunun farkında olmayan, onu sıradan bir meczup zanneden bazıları, onunla dalga geçmek ve eğlenmek kastıyla sordular:
–Ey Behlül! Bu ne hâl böyle! Nereden geliyorsun? Behlül'ün cevabı hiç de onların bekledikleri türden değildi:
–Cehennemden geliyorum!
Soruyu soranlar kendi kendilerine: "İşte yine deliliği tuttu, böyle cevap olur mu?" diyerek tekrar sordular.
–Peki, cehennemde ne işin vardı?
Behlül yine hiç istifini bozmadan aynı tavırla:
–Ateş lâzım oldu da onun için gitmiştim.
–Peki, ateşi aldın mı bari?
Behlül'ün cevabı müthişti:
–Hayır, maalesef ateşi alamadım. Cehennemin bekçileri bana: "Sanıldığı gibi burada ateş bulunmaz, ateşi herkes dünyadan kendisi getirir." dediler.
Birisi Behlül Dânâ'ya sordu:
–Senin oturduğun, yattığın, sığındığın bir yer yok mu?
–Elbette var.
–Peki, nereye sığınırsın?
–Azizle hakirin, zenginle fakirin müsavi olduğu yere, dedi.
–Orası neresi? diye sorulunca
–Mezarlık, diye cevap verdi.
–Peki, gecenin karanlığında, orada yalnız kalınca yabancılık çekip, korkmuyor musun?
–Ben kendi yalnızlığımı ve içinde bulunduğum karanlığı, mezarda yatan ölülerin yalnızlığı ve karanlığıyla mukayese ettiğim zaman bende ne yabancılık kalıyor, ne de korku…
Behlül Dânâ Hazretleri, bir gün pazara üç tane kuru kafa getirerek, onları satmaya başladı. Her üç kafanın da fiyatları farklı farklıydı. Tabiî millet merakla Behlül Dânâ'nın etrafına toplandı. Önüne açtığı tezgâhın üzerindeki bu kuru kafaları sattığını öğrenince sordular:
–Ey Behlül! Bu kafaları kaça satıyorsun?
Behlül Dâna:
–Birini bir paraya, birini on paraya, birini de ağırlığınca paraya satıyorum, diye cevap verince, oradakilerden bir tanesi taaccüb ederek sordu:
–Ey Behlül! Bunların üçü de kurumuş kafalar olduğu hâlde sen üçüne de ayrı ayrı fiyat biçiyorsun. Bunların birbirlerinden ne farkı var ki?
Behlül Dânâ Hazretleri, bunun hikmetini şöyle anlattı:
–Birincisi, taş kafadır. Bunun değeri hepsinden düşüktür; çünkü bu hiç nasihat dinlemez ve nasihata ihtiyaç duymaz. İkincisi, yani on paralık kafa ise, nasihat dinler; ama nasihati tutmaz... Söz onun bir kulağından girer, öbür kulağından çıkar. Bunun adı da boş kafadır. Üçüncüsü ise, tam kafadır. Bu kafa, hem nasihat dinleyip onunla amel eder, hem de öğrendiklerini başkasına öğretir. İşte en kıymetli kafa budur. Bunu da ağırlığınca paraya veriyorum.
Behlül Dânâ'nın annesi ısrarla oğlunu evlendirmek istemiş ve nihayet oğlu Behlül'ü zorla da olsa evliliğe ikna etmişti. Günü geldiğinde düğünü yapmışlar ve gelini getirmişlerdi. Sırf annesinin sözünü kırmamak için evlenmeyi kabul eden Behlül, zifaf gecesi hanımıyla baş başa kaldığı zaman kulağını hanımının karnına koydu ve bir müddet dinledi. Sonra Behlül Dânâ, hanımını karşısına alıp şunları söyledi:
–Şu ana kadar seninle evli idik; fakat şu andan itibaren seni üç talakla boşadım. Bundan sonra benim dünya – âhiret kardeşimsin.
Sabah olunca merakla damadı görmeye hazırlananlar, onu gelinle birlikte aynı oda da bulamadılar. Hâl böyle olunca Halife Harun Reşid, telâş içinde kaldı. Her yere bakıp, onu aradılar, nihayet Behlül'ü dergâhında buldular: Ona
–Suçsuz bir kadını bir gecede niçin boşadın? diye sordular. O:
–Sizden ayrılıp da içeri girdiğim andan itibaren, içerde birtakım sesler duymaya başladım. Ben bu sesler nereden geliyor diye araştırmaya başlayınca, gelinin karnından geldiğini anladım. Kulağımı verip iyice dinledim ki, ilerde gelecek olan çocuklar, kapının ağzına toplanmışlar bağrışıyorlar. Onlardan kimi elbise, kimi tahsil, kimisi de mal–mülk diye feryat ediyorlardı. Ben bunlarla uğraşıp da ibadetimden mahrum olmaktansa, kapıyı açmayayım daha iyi dedim ve çareyi onu boşamakta buldum, dedi.
Behlül Dânâ bir kere daha böyle bir olay yaşamış; artık bundan sonra ne kadar ısrar ettilerse de ona evlenmeyi kabul ettirememişlerdi.


Her camiye gelen
namaz kılmıyor
Harun Reşid bir ramazan günü Behlül Dânâ'ya şöyle tembih etti:
–Akşam namazında camiye git, namaza gelen herkesi iftara davet et.
Akşam oldu, namazlar kılındı. Namazın akabinde Behlül Dânâ 5–10 kişilik küçük bir grupla çıkageldi. Harun Reşid buna çok şaşırdı. Zira kalabalık bir grup bekliyordu.
–Behlül bunlar kim? Ben sana namaza gelen herkesi saraya iftara çağır diye tembih etmedim mi? Sen o kadar cemaatin arasından bir sofralık bile adam getirmemişsin, deyince Behlül cevap verdi:
–Sultanım, siz bana camiye gelenleri değil; namaza gelenleri iftara çağır dediniz. Namazdan sonra bendeniz cami kapısında durdum. Çıkan herkese imamın namaz kıldırırken hangi sûreyi okuduğunu sordum. Fakat çoğu bilemedi. İşte yalnız bu getirdiğim kişiler bildi. Camiye gelen çoktu; ama namaza gelen demek ki, yalnız bunlarmış."
Halife Harun Reşid'in üvey kardeşi olduğu rivayet edilen Behlül Dânâ Hazretleri bir gün etrafta kimseler yokken, Harun Reşid'in taht odasını boş buldu ve onun tahtına geçip oturdu. Henüz birkaç dakika oturmamıştı ki, onu sarayın hizmetçileri gördüler. Hemen alelacele Behlül Dânâ Hazretleri'ni tahttan indirdikleri gibi bir de temiz dayak attılar... Bunun üzerine Behlül ağlamaya başladı. O anda Harun Reşid makamına gelerek Behlül'ün ağladığını görünce, onun neden ağladığını sordu. Oradakiler Behlül'ün büyük ve affedilmez bir hata ettiğini, yalnızca Halife'ye ait bir makam olan tahta çıkıp oturduğunu, bunun için kendilerinin de onu tahttan indirip dövdüklerini söylediler.
Tabiî Harun Reşid, Behlül'ün böyle ağlamasına üzülerek:
–Böyle bir sebepten dolayı adamcağız böylesine ağlatacak kadar dövülür mü? deyip, adamlarını azarladı.
Bunun üzerine Behlül Dânâ Hazretleri Harun Reşid'e:
–Adamlarına kızmana gerek yok. Ben, onlar beni dövdüler diye ağlamıyorum. Ben birkaç dakika tahta çıkmakla bu kadar dayak yedim, oysa sen hep tahtta oturuyorsun. Bu durumda yarın senin hâlin ne olacak, kim bilir ne kadar dayak yiyeceksin diye düşündüm de onun için ağlıyorum, dedi.
Bu sözler Harun Reşid'in gözlerini yaşarttı:.
–O hâlde nasıl hareket edersem, kurtulurum, onu söyle! dedi. Behlül Dânâ Hazretleri de şu nasihatte bulundu:
–Adaletle hükmet, kimseyi incitme. Millet senden memnun olup sana dua etsinler. Ancak o zaman kurtulursun.
Allah delisi olan meczupların tavır ve hareketleri insana ilk bakışta ne kadar tuhaf gibi gelse de, bunda akıl sahipleri için büyük hikmetler gizlidir.
Birisi babasına sordu:
–Böyle doğru ve hikmetli sözleri akıllılar bile söyleyemezken bir deli bunları nasıl söyleyebiliyor?
–Evladım, onlara deli mi diyorsun? Onlar erdemli, marifetin sırrına varmış ve böylece akılları gitmiş kimselerdir. Onlarda diğer insanlara karışan riya ve benzeri hâller barınamaz olmuştur.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt