Alıntı:
Seyid Ali Topal / Din İşl. Yük. Krl. Uzmanı
İnsanın huzurlu bir şekilde yaşayabilmesi için toplum hayatına ihtiyacı vardır. Bundan başka alternatifi olmayan insanın mutluluğu ve huzuru ise, toplumun huzur ve mutluluğuna bağlıdır. İnsan, karşılaştığı sıkıntıları, içinde yaşadığı toplumun bireyleri ile paylaşma ihtiyacını hisseder. Çünkü, insan karşı karşıya kaldığı bazı problemleri, kişisel imkan ve gayretiyle her zaman aşamayabilir. İşte bu noktada, bir çok değişik mesleklerden ve yetenek sahibi kimselerden teşekkül eden toplum devreye girmektedir. Farklı görüş ve özelliklere sahip, çeşitli bireylerden oluşan toplum fertlerinden hiç birinin fonksiyonu, diğerine kıyasla küçümsenemez. Toplumda âlim-cahil, zengin-fakir bütün kesimleriyle bir birliktelik oluştuğunda, beraber ve birlikte yaşamanın bir anlamı olabilir.
Toplum halinde yaşamanın kendisine göre ilke ve kuralları vardır. Cemiyet hayatını zinde tutan bu ilke ve kuralları yerine göre dinî ve ahlâkî normlar belirlerken, yerine göre de gelenek ve görenekler belirlemektedir. Bütün toplum fertlerinin bu kurallara aynı ölçüde uyması doğal olarak beklenemez. Vakıa da bunu göstermektedir. Sonuçta, uyulması gereken bu kuralların çiğnenmesiyle, toplum fertleri arasındaki ahenk bozularak, kişilerin birbirleriyle olan ilişkileri kötüye gitmekte veya tamamen kesilmektedir. Başka bir ifade ile toplumsal dayanışma zayıflamakta ve huzur yok olmaktadır.
İnsan olmak noktasında İslâm toplumlarında da farklı sebeplerle birbirleriyle karşılıklı çekişmeler, çatışmalar olabilmektedir. Bu durumda, söz konusu olumsuzlukların, ileri boyutlara taşınması engellenerek, İslâm dininin getirdiği evrensel ilkeler çerçevesinde her bireyin çaba sarfetmesi gerekmektedir. Nitekim İslâm, bu tür hadiselerin çözümü için bir takım tedbirler almış ve problemleri giderecek yolları göstermiştir. Rasûlüllah’ın; "Bir kişinin kardeşini üç günden fazla terkedip küs durması helâl değildir. İki müslüman karşılaşırlar biri bir tarafa, öteki öbür tarafa döner. Halbuki bu iki mü'minin hayırlısı önce selâm vermeye başlayandır."(1) hadis-i şerifi yanında, toplumda meydana gelmiş olan çatışmanın halledilmesinde takip edilecek yol Kur’an’da şöyle gösterilmiştir: "Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin. Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar, haddi aşan tarafa karşı savaşın. Eğer (Allah’ın emrine) dönerse artık aralarını adaletle düzeltin ve (onlara) adaletli davranın. Çünkü Allah, adaletli davrananları sever. Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah'a karşı gelmekten sakının ki, size merhamet edilsin."(2) Bu âyette, çeşitli etkenler sonucunda meydana gelecek anlaşmazlıklarda takip edilecek metoda işaret edilmektedir. Kısaca ifade ettiğimiz bu tür olayların çözümünde İslâm, kendisinin tesis ettiği "kardeşlik" metodunu öngörmektedir. Kardeş denildiğinde genellikle ilk olarak akla, aynı anneden ve babadan dünyaya gelen kişiler gelmektedir. Bununla birlikte bir takım ortak değerlere sahip olan kimselerin yanında, aynı dine veya dünya görüşüne mensup olan kişilerin oluşturduğu kardeşlikler de vardır. İslâm dininde ise kardeşlik, bütünüyle inanç temeline oturtulmaktadır. Kur'ân-ı Kerim'in ifadesi olan; "Mü'minler ancak kardeştirler."(3) âyeti kerimesinden ve "Hiçbiriniz kendi nefsiniz için arzu ettiğinizi kardeşiniz için etmedikçe iman etmiş olmaz" (4) hadis-i şerifinden de açıkça anlaşılacağı üzere, İslâm dininde, iman bağıyla bir araya gelenler kardeş olarak kabul edilmektedirler. Hicretin ilk yıllarında Rasûlüllah (s.a.s.), Mescid-i Nebevî'nin inşasından sonra Muhâcirler ile Ensâr'dan doksan kişi arasında, ikişer ikişer kardeşlik akdi gerçekleştirmiştir. Muâhât adı verilen bu olayda kendisi de Hz. Ali'yi kardeş edinmiştir. Bütün mü'minler birbirinin din kardeşi olmakla birlikte, bu özel kardeşleştirme; yardım, ziyaret, ihsan hatta bir birlerine mirasçı olmayı kapsamına alıyordu. Daha sonra nazil olan miras âyeti ile bu şekilde mirasçı olma kaldırılmıştır.
"İman edip hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve (muhacirleri) barındırıp (onlara) yardım edenler var ya, işte onlar birbirlerinin velileridirler."(5) Buna göre yeryüzünün neresinde yaşıyor ve hangi dili konuşuyor olurlarsa olsunlar, bütün mü'minler, kelimenin tam anlamıyla birbirlerinin kardeşleridirler. Bu şekilde bir bağ ile bir araya gelen kardeşler kendi aralarında bir topluluk oluştururlar. İnanan insanların gönüllerini sağlam ve köklü bir biçimde bağlayan bağ, iman ve takva esasından kaynaklanan din kardeşliği bağıdır. Cahiliye döneminin en acımasız şartlarını yaşamış olan o günkü Arap toplumu, sözünü ettiğimiz din kardeşliği bağı ile örnek bir toplum haline gelmiştir. Âyet-i kerimede bu durum şöyle ifade edilmektedir: "Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki, doğru yola eresiniz."(6) İslâm'da kardeşlik inanç temeline oturtulduğu içindir ki, mü'minlerin arasını bozacak her türlü sunî ayrımlara ve kırgınlıklara götüren hususlar şiddetle yerilmiştir. Irk, soy, cins vs. türünden cahil toplum değerleri yerine, takva kriteri getirilmek suretiyle toplumsal kardeşliğin ve ahengin sağlanmasına çalışılmıştır. Bu konudaki âyeti kerime her türlü tartışmayı sona erdirici niteliktedir: "Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdâr olandır."(7) Âyet-i kerimede, İslâm toplumunda fertlerin birbirleriyle yardımlaşmaları, inanç ve takvadan kaynaklanan kardeşliğin bir gereği olarak zikredilmektedir. Bireysel ve toplumsal hayatta iman ve takva ilkesinin egemen olmasını sağlamak için bu yardımlaşma gerekli görülmektedir. Nitekim bu amaçla bir araya gelen kimseler övülmüş ve onlara Allah'ın rahmet edeceği bildirilmiştir: "Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve Resûlüne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir..."(
Kardeş olmak; sevinçte ve kederde beraber olmayı göze almak ve bunu her türlü eyleminde göstermektir ki, bunun sonucunda sevmek, saymak, güvenmek, merhamet etmek, yardımlaşmak ve dayanışmak gibi huzur ortamının temel taşları olan değerler oluşmaktadır. Kur'ân'ın öngördüğü kardeşlik, bütün bunları içeren bir hayat biçimidir. Dinde kardeşliğin en güzel numunesini Hz. Peygamber’in zamanında onunla birlikte yaşayan seçkin sahabeler ortaya koymuşlardır. Âyet-i kerimeye konu olan Muhacir-Ensar ilişkisi, kardeşliğin ne anlama geldiğini canlı olarak bizlere gösteren son derece mükemmel bir örnekliktir. Bu örneklik Kur’ân-ı Kerim’de şöyle ifadesini bulmuştur: "Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, kendilerine hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı da içlerinde bir ihtiyaç duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimri ve bencil tutkularından korunmuşsa, işte onlar, felah bulanlardır."(9)
Millî ve manevî değerlerin yozlaşmaya başladığı, basit menfaatler uğruna karşılıklı diyalogun terk edildiği, buna karşın dostlukları, menfaat ilişkilerinin belirlediği günümüz toplumunda Müslümanlar kendilerine bir huzur reçetesi gibi verilmiş olan "din kardeşliği" mefhumunu yeniden gözden geçirmelidirler. Nitekim Hz. Peygamber’in, "Birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerine şefkat hususunda mü’minler adeta tek bir beden gibidirler. Ondan bir uzuv şikayet ederse, uykusuzluk ve ateşle vücudun diğer uzuvları da ona iştirak ederler."(10) sözleri, mü’minlerin toplum hayatında bir birlerine karşı düşünce ve tutumlarının nasıl olacağını açıklayıcı mahiyettedir. Dolayısıyla mü’minlerin bu çerçevede birbirlerine bakış açılarını yeniden gözden geçirmeleri gerekmektedir.
İslâm dini, âyet ve hadislerle temellendirdiği kardeşlik kavramıyla, toplumda ilişkilerin sağlıklı ve düzgün olmasını hedeflemiş ve bunu imanla ilintilendirmiştir. "Mü'minler ancak kardeştirler…"(11) âyetinde olduğu gibi toplum fertlerinin kardeş oldukları ilan edilmiştir
Kur’ân’ın öngördüğü kardeşliğin tesisi kadar, korunması ve sürdürülmesi de önem arzetmektedir. İnsanî ilişkilerde bireylerin aralarını bozacak ve kardeşliğe zarar verebilecek pek çok husus meydana gelebilmektedir. Kur'ân-ı Kerim'de ve hadis-i şeriflerde bütün bu hususlar açık bir biçimde belirtilmekte ve insanlara yol gösterilmektedir. Bir âyet-i kerimede, kardeşliği bozan ve dolayısıyla bireysel ve toplumsal ahengin zedelenmesine yol açan kötü hususlardan bazılarına şöyle değinilmektedir. "Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir."(12) Bu âyet-i kerimede, mü'minler açık bir biçimde başkaları hakkında bilgiye dayanmayan kötü düşünceden, onların gizli yönlerini araştırmaktan, gıybet, dedikodu ve çekiştirmeden sakındırmaktadır. Bir başka âyet-i kerimede şu hususların altı çizilmektedir: "Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir namdır! Kim de tövbe etmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir."(13) Bu âyet-i kerimede de alay, kötü lakab takma ve benzeri davranışlara dikkat çekilerek, bu gibi yerilen davranışlar konusunda mü'minlerin duyarlı olmaları gerektiği vurgulanmaktadır. Peygamberimiz (s.a.s.) ise bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Zandan sakınınız. Zira zan, sözlerin yalanı çok olanıdır. Birbirinizin ayıbını görmeye ve duymaya çalışmayınız. Birbirinizin mahrem hayatını da araştırmayınız."(14)
Kin, haset ve hakaret de kardeşliği bozan hususlar arasındadır. Kur’ân-ı Kerim'de kendilerinden övgüyle bahsedilen mü'minlerin her türlü kinden ve hasetten arındırıldıkları belirtilmektedir: " Biz onların kalplerindeki kini söküp attık. Artık onlar sedirler üzerinde, kardeşler olarak karşılıklı otururlar."(15) Peygamberimiz (s.a.s.), "Birbirinizle ilginizi kesmeyiniz, sırt dönmeyiniz, kin tutmayınız ve hased etmeyiniz. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olunuz. Bir müslümanın, din kardeşini üç günden fazla terkedip küs durması helâl değildir." (16) sözüyle, din kardeşlerinin birbirlerine buğuz etmelerini, arka çevirmelerini, hased etmelerini ve birbirleriyle küs durmalarını yasaklayarak, kin ve düşmanlığı yermektedir. Zira, mü'min kardeşinin ufak-tefek kusurlarına ve eksikliklerine bakarak ona kin ve düşmanlık besleyen kişi gerçekte evrensel değerlerden yoksun kimsedir.
Her konuda ölçülü olmayı tavsiye eden İslâm, dostluk ve düşmanlıkta, sevgi ve nefrette de bu metodu önermektedir. Nitekim, "İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir."(17) âyeti, din kardeşliğini zedeleyecek problemi gidermede izlenecek yolu ve takınılacak tavrı gayet veciz bir şekilde dile getirmektedir.
Görüldüğü gibi İslâm’ın önerdiği "kardeşlik" toplumsal dayanışma ve huzuru tesis ederek cemiyet hayatını beslemektedir. Din kardeşliği, toplum fertlerini daima birlikteliğe davet eder "Allah’a ve Rasûl’üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin, sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider…"(1 âyeti, ayrılıkların, bölünmelerin, toplumun gücünün zayıflamasının veya yok olmasının sebebi olduğunu vurgular. Sonuç olarak, insanlığın, özünü dinden alan ve sağlam temelleri olan kardeşliğe ve birlikteliğe ihtiyacı vardır.
1- Buhârî, Edeb, 62; Müslim, Birr, 23, 24, 28.
2- Hucurât, 9-10.
3- Hucurât, 10.
4- Buhârî, imân, 7.
5- Enfâl, 72.
6- Âl-i İmrân, 103.
7- Hucurât, 13.
8- Tevbe, 71.
9- Haşr, 9.
10- Buhârî, Salât, 88; Müslim, Birr, 65.
11- Hucurât, 10.
12- Hucurât, 12.
13- Hucurât, 11.
14- Müslim, Birr, 28.
15- Hicr, 47.
16- Buhârî, Edep, 57, 58, 62; Müslim, Birr, 23, 24, 28.
17- Fussilet, 34.
18- Enfâl, 46.
Seyid Ali Topal / Din İşl. Yük. Krl. Uzmanı
İnsanın huzurlu bir şekilde yaşayabilmesi için toplum hayatına ihtiyacı vardır. Bundan başka alternatifi olmayan insanın mutluluğu ve huzuru ise, toplumun huzur ve mutluluğuna bağlıdır. İnsan, karşılaştığı sıkıntıları, içinde yaşadığı toplumun bireyleri ile paylaşma ihtiyacını hisseder. Çünkü, insan karşı karşıya kaldığı bazı problemleri, kişisel imkan ve gayretiyle her zaman aşamayabilir. İşte bu noktada, bir çok değişik mesleklerden ve yetenek sahibi kimselerden teşekkül eden toplum devreye girmektedir. Farklı görüş ve özelliklere sahip, çeşitli bireylerden oluşan toplum fertlerinden hiç birinin fonksiyonu, diğerine kıyasla küçümsenemez. Toplumda âlim-cahil, zengin-fakir bütün kesimleriyle bir birliktelik oluştuğunda, beraber ve birlikte yaşamanın bir anlamı olabilir.
Toplum halinde yaşamanın kendisine göre ilke ve kuralları vardır. Cemiyet hayatını zinde tutan bu ilke ve kuralları yerine göre dinî ve ahlâkî normlar belirlerken, yerine göre de gelenek ve görenekler belirlemektedir. Bütün toplum fertlerinin bu kurallara aynı ölçüde uyması doğal olarak beklenemez. Vakıa da bunu göstermektedir. Sonuçta, uyulması gereken bu kuralların çiğnenmesiyle, toplum fertleri arasındaki ahenk bozularak, kişilerin birbirleriyle olan ilişkileri kötüye gitmekte veya tamamen kesilmektedir. Başka bir ifade ile toplumsal dayanışma zayıflamakta ve huzur yok olmaktadır.
İnsan olmak noktasında İslâm toplumlarında da farklı sebeplerle birbirleriyle karşılıklı çekişmeler, çatışmalar olabilmektedir. Bu durumda, söz konusu olumsuzlukların, ileri boyutlara taşınması engellenerek, İslâm dininin getirdiği evrensel ilkeler çerçevesinde her bireyin çaba sarfetmesi gerekmektedir. Nitekim İslâm, bu tür hadiselerin çözümü için bir takım tedbirler almış ve problemleri giderecek yolları göstermiştir. Rasûlüllah’ın; "Bir kişinin kardeşini üç günden fazla terkedip küs durması helâl değildir. İki müslüman karşılaşırlar biri bir tarafa, öteki öbür tarafa döner. Halbuki bu iki mü'minin hayırlısı önce selâm vermeye başlayandır."(1) hadis-i şerifi yanında, toplumda meydana gelmiş olan çatışmanın halledilmesinde takip edilecek yol Kur’an’da şöyle gösterilmiştir: "Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin. Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar, haddi aşan tarafa karşı savaşın. Eğer (Allah’ın emrine) dönerse artık aralarını adaletle düzeltin ve (onlara) adaletli davranın. Çünkü Allah, adaletli davrananları sever. Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah'a karşı gelmekten sakının ki, size merhamet edilsin."(2) Bu âyette, çeşitli etkenler sonucunda meydana gelecek anlaşmazlıklarda takip edilecek metoda işaret edilmektedir. Kısaca ifade ettiğimiz bu tür olayların çözümünde İslâm, kendisinin tesis ettiği "kardeşlik" metodunu öngörmektedir. Kardeş denildiğinde genellikle ilk olarak akla, aynı anneden ve babadan dünyaya gelen kişiler gelmektedir. Bununla birlikte bir takım ortak değerlere sahip olan kimselerin yanında, aynı dine veya dünya görüşüne mensup olan kişilerin oluşturduğu kardeşlikler de vardır. İslâm dininde ise kardeşlik, bütünüyle inanç temeline oturtulmaktadır. Kur'ân-ı Kerim'in ifadesi olan; "Mü'minler ancak kardeştirler."(3) âyeti kerimesinden ve "Hiçbiriniz kendi nefsiniz için arzu ettiğinizi kardeşiniz için etmedikçe iman etmiş olmaz" (4) hadis-i şerifinden de açıkça anlaşılacağı üzere, İslâm dininde, iman bağıyla bir araya gelenler kardeş olarak kabul edilmektedirler. Hicretin ilk yıllarında Rasûlüllah (s.a.s.), Mescid-i Nebevî'nin inşasından sonra Muhâcirler ile Ensâr'dan doksan kişi arasında, ikişer ikişer kardeşlik akdi gerçekleştirmiştir. Muâhât adı verilen bu olayda kendisi de Hz. Ali'yi kardeş edinmiştir. Bütün mü'minler birbirinin din kardeşi olmakla birlikte, bu özel kardeşleştirme; yardım, ziyaret, ihsan hatta bir birlerine mirasçı olmayı kapsamına alıyordu. Daha sonra nazil olan miras âyeti ile bu şekilde mirasçı olma kaldırılmıştır.
"İman edip hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve (muhacirleri) barındırıp (onlara) yardım edenler var ya, işte onlar birbirlerinin velileridirler."(5) Buna göre yeryüzünün neresinde yaşıyor ve hangi dili konuşuyor olurlarsa olsunlar, bütün mü'minler, kelimenin tam anlamıyla birbirlerinin kardeşleridirler. Bu şekilde bir bağ ile bir araya gelen kardeşler kendi aralarında bir topluluk oluştururlar. İnanan insanların gönüllerini sağlam ve köklü bir biçimde bağlayan bağ, iman ve takva esasından kaynaklanan din kardeşliği bağıdır. Cahiliye döneminin en acımasız şartlarını yaşamış olan o günkü Arap toplumu, sözünü ettiğimiz din kardeşliği bağı ile örnek bir toplum haline gelmiştir. Âyet-i kerimede bu durum şöyle ifade edilmektedir: "Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki, doğru yola eresiniz."(6) İslâm'da kardeşlik inanç temeline oturtulduğu içindir ki, mü'minlerin arasını bozacak her türlü sunî ayrımlara ve kırgınlıklara götüren hususlar şiddetle yerilmiştir. Irk, soy, cins vs. türünden cahil toplum değerleri yerine, takva kriteri getirilmek suretiyle toplumsal kardeşliğin ve ahengin sağlanmasına çalışılmıştır. Bu konudaki âyeti kerime her türlü tartışmayı sona erdirici niteliktedir: "Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdâr olandır."(7) Âyet-i kerimede, İslâm toplumunda fertlerin birbirleriyle yardımlaşmaları, inanç ve takvadan kaynaklanan kardeşliğin bir gereği olarak zikredilmektedir. Bireysel ve toplumsal hayatta iman ve takva ilkesinin egemen olmasını sağlamak için bu yardımlaşma gerekli görülmektedir. Nitekim bu amaçla bir araya gelen kimseler övülmüş ve onlara Allah'ın rahmet edeceği bildirilmiştir: "Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve Resûlüne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir..."(
Kardeş olmak; sevinçte ve kederde beraber olmayı göze almak ve bunu her türlü eyleminde göstermektir ki, bunun sonucunda sevmek, saymak, güvenmek, merhamet etmek, yardımlaşmak ve dayanışmak gibi huzur ortamının temel taşları olan değerler oluşmaktadır. Kur'ân'ın öngördüğü kardeşlik, bütün bunları içeren bir hayat biçimidir. Dinde kardeşliğin en güzel numunesini Hz. Peygamber’in zamanında onunla birlikte yaşayan seçkin sahabeler ortaya koymuşlardır. Âyet-i kerimeye konu olan Muhacir-Ensar ilişkisi, kardeşliğin ne anlama geldiğini canlı olarak bizlere gösteren son derece mükemmel bir örnekliktir. Bu örneklik Kur’ân-ı Kerim’de şöyle ifadesini bulmuştur: "Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, kendilerine hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı da içlerinde bir ihtiyaç duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimri ve bencil tutkularından korunmuşsa, işte onlar, felah bulanlardır."(9)
Millî ve manevî değerlerin yozlaşmaya başladığı, basit menfaatler uğruna karşılıklı diyalogun terk edildiği, buna karşın dostlukları, menfaat ilişkilerinin belirlediği günümüz toplumunda Müslümanlar kendilerine bir huzur reçetesi gibi verilmiş olan "din kardeşliği" mefhumunu yeniden gözden geçirmelidirler. Nitekim Hz. Peygamber’in, "Birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerine şefkat hususunda mü’minler adeta tek bir beden gibidirler. Ondan bir uzuv şikayet ederse, uykusuzluk ve ateşle vücudun diğer uzuvları da ona iştirak ederler."(10) sözleri, mü’minlerin toplum hayatında bir birlerine karşı düşünce ve tutumlarının nasıl olacağını açıklayıcı mahiyettedir. Dolayısıyla mü’minlerin bu çerçevede birbirlerine bakış açılarını yeniden gözden geçirmeleri gerekmektedir.
İslâm dini, âyet ve hadislerle temellendirdiği kardeşlik kavramıyla, toplumda ilişkilerin sağlıklı ve düzgün olmasını hedeflemiş ve bunu imanla ilintilendirmiştir. "Mü'minler ancak kardeştirler…"(11) âyetinde olduğu gibi toplum fertlerinin kardeş oldukları ilan edilmiştir
Kur’ân’ın öngördüğü kardeşliğin tesisi kadar, korunması ve sürdürülmesi de önem arzetmektedir. İnsanî ilişkilerde bireylerin aralarını bozacak ve kardeşliğe zarar verebilecek pek çok husus meydana gelebilmektedir. Kur'ân-ı Kerim'de ve hadis-i şeriflerde bütün bu hususlar açık bir biçimde belirtilmekte ve insanlara yol gösterilmektedir. Bir âyet-i kerimede, kardeşliği bozan ve dolayısıyla bireysel ve toplumsal ahengin zedelenmesine yol açan kötü hususlardan bazılarına şöyle değinilmektedir. "Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir."(12) Bu âyet-i kerimede, mü'minler açık bir biçimde başkaları hakkında bilgiye dayanmayan kötü düşünceden, onların gizli yönlerini araştırmaktan, gıybet, dedikodu ve çekiştirmeden sakındırmaktadır. Bir başka âyet-i kerimede şu hususların altı çizilmektedir: "Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir namdır! Kim de tövbe etmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir."(13) Bu âyet-i kerimede de alay, kötü lakab takma ve benzeri davranışlara dikkat çekilerek, bu gibi yerilen davranışlar konusunda mü'minlerin duyarlı olmaları gerektiği vurgulanmaktadır. Peygamberimiz (s.a.s.) ise bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Zandan sakınınız. Zira zan, sözlerin yalanı çok olanıdır. Birbirinizin ayıbını görmeye ve duymaya çalışmayınız. Birbirinizin mahrem hayatını da araştırmayınız."(14)
Kin, haset ve hakaret de kardeşliği bozan hususlar arasındadır. Kur’ân-ı Kerim'de kendilerinden övgüyle bahsedilen mü'minlerin her türlü kinden ve hasetten arındırıldıkları belirtilmektedir: " Biz onların kalplerindeki kini söküp attık. Artık onlar sedirler üzerinde, kardeşler olarak karşılıklı otururlar."(15) Peygamberimiz (s.a.s.), "Birbirinizle ilginizi kesmeyiniz, sırt dönmeyiniz, kin tutmayınız ve hased etmeyiniz. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olunuz. Bir müslümanın, din kardeşini üç günden fazla terkedip küs durması helâl değildir." (16) sözüyle, din kardeşlerinin birbirlerine buğuz etmelerini, arka çevirmelerini, hased etmelerini ve birbirleriyle küs durmalarını yasaklayarak, kin ve düşmanlığı yermektedir. Zira, mü'min kardeşinin ufak-tefek kusurlarına ve eksikliklerine bakarak ona kin ve düşmanlık besleyen kişi gerçekte evrensel değerlerden yoksun kimsedir.
Her konuda ölçülü olmayı tavsiye eden İslâm, dostluk ve düşmanlıkta, sevgi ve nefrette de bu metodu önermektedir. Nitekim, "İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir."(17) âyeti, din kardeşliğini zedeleyecek problemi gidermede izlenecek yolu ve takınılacak tavrı gayet veciz bir şekilde dile getirmektedir.
Görüldüğü gibi İslâm’ın önerdiği "kardeşlik" toplumsal dayanışma ve huzuru tesis ederek cemiyet hayatını beslemektedir. Din kardeşliği, toplum fertlerini daima birlikteliğe davet eder "Allah’a ve Rasûl’üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin, sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider…"(1 âyeti, ayrılıkların, bölünmelerin, toplumun gücünün zayıflamasının veya yok olmasının sebebi olduğunu vurgular. Sonuç olarak, insanlığın, özünü dinden alan ve sağlam temelleri olan kardeşliğe ve birlikteliğe ihtiyacı vardır.
1- Buhârî, Edeb, 62; Müslim, Birr, 23, 24, 28.
2- Hucurât, 9-10.
3- Hucurât, 10.
4- Buhârî, imân, 7.
5- Enfâl, 72.
6- Âl-i İmrân, 103.
7- Hucurât, 13.
8- Tevbe, 71.
9- Haşr, 9.
10- Buhârî, Salât, 88; Müslim, Birr, 65.
11- Hucurât, 10.
12- Hucurât, 12.
13- Hucurât, 11.
14- Müslim, Birr, 28.
15- Hicr, 47.
16- Buhârî, Edep, 57, 58, 62; Müslim, Birr, 23, 24, 28.
17- Fussilet, 34.
18- Enfâl, 46.