Kitabını aç ve oku!
Fabrika işçisi, konfeksiyonda ortacı, öğretim üyesi, avukat veya tamirci
olman fark etmez. Kitabını kalbin gibi aç, kalbinle aç onu, sesine kulak ver, işit onun sözünü. Hadi Kitabını oku ve hatırla.
Senden önceki niceleri de geldi geçti ve sen de geçeceksin. Bir ödül töreninde takacağın dördüncülük madalyası kadar hem teşvik edici, hem de kırıcıdır başından geçenler. Ki, bütün şanslı birincileri de yeryüzünün, madalyalarını en çok müzelere asarak geçip gitmişler… Zenginler biriktirdiklerini, sevenler şiirlerini, analar oğullarını, kızlar gelinliklerini, kalemler mürekkeplerini ve cümle çiftçiler sabanlarını, bırakıp da geçtiler. Gittiler. Köşkler sahipsiz, tahtlar varissiz, mabedler müridsiz kaldı. Unutma, bir gün göklerin de güneşsiz kalacağı günler çok yakın. Biri ak diğeri kara, iki küçük fare gibi her geçen gün, hayatını azar azar kemirirken… Aynaya her baktığın gün, senin için gökten özel olarak inmiş bir ayet olsun. İşte hayat dostum, hayat dediğin şey, eriyen bir mumdan, güvenin tükettiği bir mendilden, nem yemiş demirden, daha dayanıklı değildir…
Senin bu kendinden utanmaların… Mutsuzluğun… Huzursuzluğun… Ruhunun bir türlü dolduramadığı o gizli iç ceplerin… O gizli ceplerde kimselere söyleyemediğin arzuların, tutkuların… En diplerinde, incilerinle kol kola yüzen köpekbalıkların… Gri renkli kararsızlıklarınla, siyahların ve beyazların… İçinde gezinip duran ejderhaların ve ceylanların… Hepsi seni insan kılan, insan kıldığı kadar insanlıktan da çıkarabilen şeyler. Evet biliyorum, zorsun, zoruz, çünkü insanız…
Yorgun çocuk!
Elinde tuttuğun Son Söz’üdür Allah’ın! Ve işte, birazdan kopacaktır Kıyamet!
Yorgun çocuk!
Sana itinayla öğretildiği gibi, “barbarlığını” sorguluyorsun, Kitabını eski, adını eksik buluyorsun. Her konuşmana “sahip”lerini sevindirecek bir kibarlıkla ve dünyadaki varlığını affettirebilmek adına, özürlerden özür beğenerek başlıyorsun… Rengin, dilin ve kokun asabını bozuyor. Hiçbir mucizevi makyaj malzemesi seni yeterince saklayamıyor. Kendinden nefret ediyorsun. Kimse sana hediye vermediği halde, şansına en kötü yılbaşı paketi çıkmış çocuklar kadar tasalısın. Buna rağmen davetli olmadığın tüm partiler canını yakıyor, boynuna takamadığın tüm madalyalar, en az iki tane sahip olamadığın ve tadılmamış tüm zevkler, boğazına yumru gibi oturuyor. “Hayatı iyi yaşamak” dedikleri “haram” olan şeylere, camın arkasından bakıyorsun. Asabın bozuluyor buna. Ne kadar alttan alsan, ne kadar af dilesen de olmuyor. Anneni, babanı ve arkadaşlarını da sevmiyor, istemiyor “efendi”lerin.
Yorgun çocuk!
Dünya haritalarında hiçbir yerin olmamalıydı ama en çok da Filistin'de olmamalıydın sen. Hiçbir ağacın altında durmamalıydın. Ama en çok da zeytin ağaçlarının altında… Bunun için yok ediliyor bak kardeşlerin! Bunun için boynundan vuruluyor sana benzeyen tüm küçük çocukları Filistin’in…
Şimdi sen!
Bırak artık kendinle didişmelerini… Bırak bu kendinden utanmalarını.
Ve Kitabını oku!
Kitabına yüreğini aç!
Toparlan!
Adem Peygamber'le İki Cihan Server’ine ve o ikisinin arasındaki diğer elçilere bir bir selam vererek, hepsinin de hürmetini, Allah’ın tevhidinde toparla.
Bak ne diyor Kur’an:
“Size ne oldu da; Allah yolunda ve ‘Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar! Bize tarafından bir sahip gönder! Bize katından bir yardımcı yolla!’ diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?” (Nisa-75)
Fabrika işçisi, konfeksiyonda ortacı, öğretim üyesi, avukat veya tamirci
olman fark etmez. Kitabını kalbin gibi aç, kalbinle aç onu, sesine kulak ver, işit onun sözünü. Hadi Kitabını oku ve hatırla.
Senden önceki niceleri de geldi geçti ve sen de geçeceksin. Bir ödül töreninde takacağın dördüncülük madalyası kadar hem teşvik edici, hem de kırıcıdır başından geçenler. Ki, bütün şanslı birincileri de yeryüzünün, madalyalarını en çok müzelere asarak geçip gitmişler… Zenginler biriktirdiklerini, sevenler şiirlerini, analar oğullarını, kızlar gelinliklerini, kalemler mürekkeplerini ve cümle çiftçiler sabanlarını, bırakıp da geçtiler. Gittiler. Köşkler sahipsiz, tahtlar varissiz, mabedler müridsiz kaldı. Unutma, bir gün göklerin de güneşsiz kalacağı günler çok yakın. Biri ak diğeri kara, iki küçük fare gibi her geçen gün, hayatını azar azar kemirirken… Aynaya her baktığın gün, senin için gökten özel olarak inmiş bir ayet olsun. İşte hayat dostum, hayat dediğin şey, eriyen bir mumdan, güvenin tükettiği bir mendilden, nem yemiş demirden, daha dayanıklı değildir…
Senin bu kendinden utanmaların… Mutsuzluğun… Huzursuzluğun… Ruhunun bir türlü dolduramadığı o gizli iç ceplerin… O gizli ceplerde kimselere söyleyemediğin arzuların, tutkuların… En diplerinde, incilerinle kol kola yüzen köpekbalıkların… Gri renkli kararsızlıklarınla, siyahların ve beyazların… İçinde gezinip duran ejderhaların ve ceylanların… Hepsi seni insan kılan, insan kıldığı kadar insanlıktan da çıkarabilen şeyler. Evet biliyorum, zorsun, zoruz, çünkü insanız…
Yorgun çocuk!
Elinde tuttuğun Son Söz’üdür Allah’ın! Ve işte, birazdan kopacaktır Kıyamet!
Yorgun çocuk!
Sana itinayla öğretildiği gibi, “barbarlığını” sorguluyorsun, Kitabını eski, adını eksik buluyorsun. Her konuşmana “sahip”lerini sevindirecek bir kibarlıkla ve dünyadaki varlığını affettirebilmek adına, özürlerden özür beğenerek başlıyorsun… Rengin, dilin ve kokun asabını bozuyor. Hiçbir mucizevi makyaj malzemesi seni yeterince saklayamıyor. Kendinden nefret ediyorsun. Kimse sana hediye vermediği halde, şansına en kötü yılbaşı paketi çıkmış çocuklar kadar tasalısın. Buna rağmen davetli olmadığın tüm partiler canını yakıyor, boynuna takamadığın tüm madalyalar, en az iki tane sahip olamadığın ve tadılmamış tüm zevkler, boğazına yumru gibi oturuyor. “Hayatı iyi yaşamak” dedikleri “haram” olan şeylere, camın arkasından bakıyorsun. Asabın bozuluyor buna. Ne kadar alttan alsan, ne kadar af dilesen de olmuyor. Anneni, babanı ve arkadaşlarını da sevmiyor, istemiyor “efendi”lerin.
Yorgun çocuk!
Dünya haritalarında hiçbir yerin olmamalıydı ama en çok da Filistin'de olmamalıydın sen. Hiçbir ağacın altında durmamalıydın. Ama en çok da zeytin ağaçlarının altında… Bunun için yok ediliyor bak kardeşlerin! Bunun için boynundan vuruluyor sana benzeyen tüm küçük çocukları Filistin’in…
Şimdi sen!
Bırak artık kendinle didişmelerini… Bırak bu kendinden utanmalarını.
Ve Kitabını oku!
Kitabına yüreğini aç!
Toparlan!
Adem Peygamber'le İki Cihan Server’ine ve o ikisinin arasındaki diğer elçilere bir bir selam vererek, hepsinin de hürmetini, Allah’ın tevhidinde toparla.
Bak ne diyor Kur’an:
“Size ne oldu da; Allah yolunda ve ‘Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar! Bize tarafından bir sahip gönder! Bize katından bir yardımcı yolla!’ diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?” (Nisa-75)