s.a arkadaşlar.
Ünlü Rus yazar Tolstoy'un Peygamber efendimiz hakkındaki düşüncelerini anlatan bir kitap oldugunu biliyor muydunuz?
Tolstoy İstanbul'a geliyorken bir istasyonda öldü.Çoğu kişi tarafından müslüman olduğu iddia edildi.
Şu adresten (40ikindi.com / Edebiyat -> e-sohbet: Arif Arslan: "Tolstoy Müslümandı") aldiğim Tolstoy yorumuyla ilgili pasaji da aktariyorum.
"Tolstoy'un Müslüman olduğunu nereden biliyorsunuz, nasıl öğrendiniz?" gibi sorular sordum; bana Tolstoy'un, Peygamberimizin hadislerini derlediği bu kitapçığı gösterdiler. Artı, Bayan Yelena Vekilova'ya yazdığı mektuplardan bahsettiler. Ben de, mektupları okumadan buna inanmanın zor olduğunu söyledim. Benim yerimde kim olsa aynı şekilde düşünürdü.
Vekilova'ya yazılan mektupları gördünüz ve hazırladığınız kitapta da yayınladınız. Peki ne diyorsunuz, Tolstoy Müslüman mı?
Tolstoy Müslümandır. Sofya Andreyevna adında bir kadınla aralarında, 1909 yılının 13 Mart'ında şöyle bir konuşma geçiyor. Tolstoy diyor ki "Bir anneden mektup aldım [Yelena Vekilova] Yazıyor ki: Çocuklarımın babası Müslümandır, bense Hıristiyanım. İki oğlum var [Boris ve Qleb], biri öğrenci, diğeri subay. Her ikisi de İslam dinine geçmek istiyor.'" Bunun üzerine Bayan Andreyevna "Belki de oğulları çok eşli olabilmek için Müslümanlığa geçmek istiyorlardır" diyerek alay ediyor.
Tolstoy nasıl karşılık veriyor?
Tolstoy sinirleniyor: "Ne var yani?! Bizde çok eşliler yok mu sanki?! Muhammed her konuda Hıristiyanlardan üstün. 0, insanı Tanrı saymıyor, kendini Tanrıyla bir tutmuyor. Müslümanların Allah'tan başka ilahı yok ve Muhammed onun peygamberi. Tam da olması gerektiği gibi."
Tolstoy'un bu kitabini pdf olarak internette buldum.
www.sevde.de/Hz.Muhammed-Tolstoy.pdf
pdf'teki begendiğim bölümü yapiştiriyorum.
Selamlar.
Ünlü Rus yazar Tolstoy'un Peygamber efendimiz hakkındaki düşüncelerini anlatan bir kitap oldugunu biliyor muydunuz?
Tolstoy İstanbul'a geliyorken bir istasyonda öldü.Çoğu kişi tarafından müslüman olduğu iddia edildi.
Şu adresten (40ikindi.com / Edebiyat -> e-sohbet: Arif Arslan: "Tolstoy Müslümandı") aldiğim Tolstoy yorumuyla ilgili pasaji da aktariyorum.
"Tolstoy'un Müslüman olduğunu nereden biliyorsunuz, nasıl öğrendiniz?" gibi sorular sordum; bana Tolstoy'un, Peygamberimizin hadislerini derlediği bu kitapçığı gösterdiler. Artı, Bayan Yelena Vekilova'ya yazdığı mektuplardan bahsettiler. Ben de, mektupları okumadan buna inanmanın zor olduğunu söyledim. Benim yerimde kim olsa aynı şekilde düşünürdü.
Vekilova'ya yazılan mektupları gördünüz ve hazırladığınız kitapta da yayınladınız. Peki ne diyorsunuz, Tolstoy Müslüman mı?
Tolstoy Müslümandır. Sofya Andreyevna adında bir kadınla aralarında, 1909 yılının 13 Mart'ında şöyle bir konuşma geçiyor. Tolstoy diyor ki "Bir anneden mektup aldım [Yelena Vekilova] Yazıyor ki: Çocuklarımın babası Müslümandır, bense Hıristiyanım. İki oğlum var [Boris ve Qleb], biri öğrenci, diğeri subay. Her ikisi de İslam dinine geçmek istiyor.'" Bunun üzerine Bayan Andreyevna "Belki de oğulları çok eşli olabilmek için Müslümanlığa geçmek istiyorlardır" diyerek alay ediyor.
Tolstoy nasıl karşılık veriyor?
Tolstoy sinirleniyor: "Ne var yani?! Bizde çok eşliler yok mu sanki?! Muhammed her konuda Hıristiyanlardan üstün. 0, insanı Tanrı saymıyor, kendini Tanrıyla bir tutmuyor. Müslümanların Allah'tan başka ilahı yok ve Muhammed onun peygamberi. Tam da olması gerektiği gibi."
Tolstoy'un bu kitabini pdf olarak internette buldum.
www.sevde.de/Hz.Muhammed-Tolstoy.pdf
pdf'teki begendiğim bölümü yapiştiriyorum.
'Sebepsiz bu dünyaya gelemezdim'
O, benim arayışımı biliyor, çaresizliğimi ve savaşımı da
görüyordu. "O var!" dedim kendi kendime ve bunu kabul
etmem yetti. O anda yaşam içimde kıpırdandı ve ben varlığın
imkânını, sevincini hissettim. Ancak kısa bir an sonra,
Allah'ın varlığını kabullenmek düşüncesinden ona olan ilgiyi
aramaya geçtim. Karşımda yine üç değişik kılıkta kurtarıcı
oğlunu bize gönderen yaratıcımız, Allah vardı. Bu dünyadan
ve benden kopmuş olan Allah, bir buz parçası gibi gözlerimin
önünde eriyip gitti ve sonunda yine bir hiçlik kaldı. Yaşam
pınarının yine kuruduğunu hissettim. Beni yine kuşku
ve o kötü duygu sardı: Kendimi öldürmekten başka çıkar yol
olmadığı duygusu. Fakat en kötüsü, bunu becerecek durumda
olmadığımı hissediyor olmamdı.
Çok iyi hatırlıyorum, bahardı ve ormanda yalnızdım.
Ormanın sesine kulak vermiştim. Dinliyor ve tek bir şeyi düşünüyordum.
Zaten son üç yılda hep o tek ve aynı şeyi düşünmüştüm.
Yine Allah'ı arıyordum.
"Pekâlâ, Allah yok!" dedim kendi kendime. Benim hayal
gücümün ürünü olmayıp da gerçek olan, yani hayatım gibi
gerçek biri yok. Yok böyle biri ve hiçbir şey, hiçbir mucize
böyle bir şeyi ispatlayamaz. Çünkü, mucizeler benim hayal
gücümün ürünleri ve üstelik de mantığa aykırı. "Ya benim
aradığım yaratıcı kavramı? Peki bu kavram nereden geliyor?"
diye sordum kendi kendime. Bu düşünceyle birlikte
içimde yaşama sevinci dalgalanmaya başladı. Çevremdeki
her şey yaşam gücü ve anlam kazandı. Fakat sevincim yine
uzun sürmedi. Akıl işlemeye devam ediyordu: Bir yandan
"Allah tasavvuru Allah değildir!" diyordum kendi kendime.
Sonra da "Tasavvur, benim içimde cereyan eden bir şeydir.
Yaratıcı tasavvuru benim içimde uyandırıp uyandıramadığım
bir şey. Ben onsuz hayatın olmayacağı bir şeyi arıyorum."
diyordum. Şimdi içimdeki ve çevremdeki her şey yine
ölüyordu ve ben yine kendimi öldürmek istiyordum.
Sonunda kendimi inceledim ve içimde neler oluyor diye
kendime baktım. Ölmeye ve dirilmeye dair yüzlerce olay hatırladım.
Gördüm ki, ben yalnızca Allah'a inandığımda yaşıyordum.
Allah'ı düşünmem yetiyordu, o zaman hemen diriliyordum.
O'nu unuttuğum, O'na inanmadığım zamanlarda
ise, yaşam da yok oluyordu. Yaşamın bu diriliş ve ölümleri
neydi? Allah'ın varlığına inancı kaybettiğimde, sanki yaşamla
ilgili bağlarım da kopuyordu. Allah'ı bulmak konusunda
az da olsa umudum olmasa, yaşamıma çoktan son verirdim.
Fakat yaşıyordum. O'nu hissettiğim ve O'nu aradığım zaman
yaşıyordum. Öyleyse, O vardır. O, O'nsuz yaşanmayan
şeydir. Allah'ı bilmek ve yaşamak, bir ve aynı şeydir. Allah
yaşamdır. Allah'ı arayarak yaşadığın takdirde, yaşam Allah'sız
olmaz."
O, benim arayışımı biliyor, çaresizliğimi ve savaşımı da
görüyordu. "O var!" dedim kendi kendime ve bunu kabul
etmem yetti. O anda yaşam içimde kıpırdandı ve ben varlığın
imkânını, sevincini hissettim. Ancak kısa bir an sonra,
Allah'ın varlığını kabullenmek düşüncesinden ona olan ilgiyi
aramaya geçtim. Karşımda yine üç değişik kılıkta kurtarıcı
oğlunu bize gönderen yaratıcımız, Allah vardı. Bu dünyadan
ve benden kopmuş olan Allah, bir buz parçası gibi gözlerimin
önünde eriyip gitti ve sonunda yine bir hiçlik kaldı. Yaşam
pınarının yine kuruduğunu hissettim. Beni yine kuşku
ve o kötü duygu sardı: Kendimi öldürmekten başka çıkar yol
olmadığı duygusu. Fakat en kötüsü, bunu becerecek durumda
olmadığımı hissediyor olmamdı.
Çok iyi hatırlıyorum, bahardı ve ormanda yalnızdım.
Ormanın sesine kulak vermiştim. Dinliyor ve tek bir şeyi düşünüyordum.
Zaten son üç yılda hep o tek ve aynı şeyi düşünmüştüm.
Yine Allah'ı arıyordum.
"Pekâlâ, Allah yok!" dedim kendi kendime. Benim hayal
gücümün ürünü olmayıp da gerçek olan, yani hayatım gibi
gerçek biri yok. Yok böyle biri ve hiçbir şey, hiçbir mucize
böyle bir şeyi ispatlayamaz. Çünkü, mucizeler benim hayal
gücümün ürünleri ve üstelik de mantığa aykırı. "Ya benim
aradığım yaratıcı kavramı? Peki bu kavram nereden geliyor?"
diye sordum kendi kendime. Bu düşünceyle birlikte
içimde yaşama sevinci dalgalanmaya başladı. Çevremdeki
her şey yaşam gücü ve anlam kazandı. Fakat sevincim yine
uzun sürmedi. Akıl işlemeye devam ediyordu: Bir yandan
"Allah tasavvuru Allah değildir!" diyordum kendi kendime.
Sonra da "Tasavvur, benim içimde cereyan eden bir şeydir.
Yaratıcı tasavvuru benim içimde uyandırıp uyandıramadığım
bir şey. Ben onsuz hayatın olmayacağı bir şeyi arıyorum."
diyordum. Şimdi içimdeki ve çevremdeki her şey yine
ölüyordu ve ben yine kendimi öldürmek istiyordum.
Sonunda kendimi inceledim ve içimde neler oluyor diye
kendime baktım. Ölmeye ve dirilmeye dair yüzlerce olay hatırladım.
Gördüm ki, ben yalnızca Allah'a inandığımda yaşıyordum.
Allah'ı düşünmem yetiyordu, o zaman hemen diriliyordum.
O'nu unuttuğum, O'na inanmadığım zamanlarda
ise, yaşam da yok oluyordu. Yaşamın bu diriliş ve ölümleri
neydi? Allah'ın varlığına inancı kaybettiğimde, sanki yaşamla
ilgili bağlarım da kopuyordu. Allah'ı bulmak konusunda
az da olsa umudum olmasa, yaşamıma çoktan son verirdim.
Fakat yaşıyordum. O'nu hissettiğim ve O'nu aradığım zaman
yaşıyordum. Öyleyse, O vardır. O, O'nsuz yaşanmayan
şeydir. Allah'ı bilmek ve yaşamak, bir ve aynı şeydir. Allah
yaşamdır. Allah'ı arayarak yaşadığın takdirde, yaşam Allah'sız
olmaz."