Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Tokmağa Uzanan El (1 Kullanıcı)

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Furkan Dergisi 39. Sayısı Çıktı...
166362_10150093965222389_776472388_6028854_6438802_n.jpg



Sevgili Furkan okurları, yeni bir sayı ve yeni bir heyecanlarla yola devam ediyoruz…



Heyecanımız şu hikmete mebnî olsun istiyoruz: İnsan ilâhî rızaya mâtufen söz söyleyebilirse ne âlâ. Bunun dışında her söz, söyleyiş değil tökezleyiştir. Zira; hikmetten mahrum yavan söz mesabesindedir.



Hâdiseler âhir zaman hikmetince hızla ilerliyor. Hedef çok uzak olmasa gerek. Mesele, bu idrâkin yaygınlaşmasında. Gerisi, kolay addedilecek kâbilden…



Baran Dergisi’nin 191. sayısında Prof. Dr. Hasan Fehmi Üçışık bu kâbilden olmak üzere hatırlatmış:



«- Necib Fazıl hayattayken kendisini gördüm. Çok dolu, zaten çok şeyi kendisi anlatmış. 1960’dan sonra Fransız İhtilâli’ni anlatıyordu. “Burada nasıl olacak?” diye sorduğumda sanırım Osman Yüksel Serdengeçti; “yarım ihtilâl yeter” cevabını verdi.



- Yâni?



- Bir söz var, “Tokmağı çevirsek kapı açılır.”»



Evet…


Hâdiselerin bu hızlı seyrinde, tokmağa uzanan EL’in varlığı hissedilebiliyor. Bu el âdeta bir hayalet gibi dolaşıyor dünyanın dört bir yanında. Bu sebebtendir ki, kalblerine korku girenler her işlerinde beceriksizliklerini ifşâ eder oldular.




Zâhiri sebebler dünyasında hükümferma olan Determinist (sebeb-sonuç) düşüncenin, icatçısı Newton Fizik’i ile birlikte tedavülden kalktığına şahid oluyor insanlık.



Gelenin ne olduğuna dair alâmetler de hızla sökü etmeye başladı… Şu satırlara dikkat:



“Nasreddin Hoca’nın “hem-hem de” terkibinin uluslar arası konferanslarda saçaklı düşünceyi anlatmak için kullandığı düşünülünce, Kuantum fizikçilerinin tasavvuf ehliyle kolkola girmeleri artık imkânsızmış gibi gelmiyor.



Düşünce dünyasında işler gerçekten değişti. Belki bu defa, klâsik Batı düşüncesinin siyah-beyaz kurallara boğulmuş dünyasında zorlandığımız gibi zorlanmaz, Nasreddin Hoca’nın genlerinden bil-istifade, biraz mürekkeb yalamış, vasat bir Batılı aydının ilkokuldan itibarn aşina olduğu, çatala kaşık der gibi rahatlıkla dillendirdiği bu kavramları sular seller gibi içselleştiririz.”



Alev Alatlı “Batı’ya Yön Veren Metinler” isimli dört cildlik yeni piyasaya çıkmış kitabının dördüncü cildinin 1784. sayfasında böyle diyor.



Bu eseri tavsiye ederiz. Batı düşüncesine yön veren fikir adamları nezdinde, Batılı insanın kafa yapısının şekillenmesine dair ilginç bilgiler mevcud. Bugüne kadar tercüme edilmemiş metinlerin de içinde bulunduğu bu eser, bizim bir başka sebeble de tatlı tebessümümüze sebeb oldu; İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun dört cildlik “Büyük Muzdaribler” isimli eserini hatırladık… Yâni, Alev Alatlı takibte… Güzel!



Hülâsa, sıra, sular seller gibi içselleştirilmesi gereken FİKİR’dedir: “DOĞSUN BÜYÜK DOĞU BENDEN DOĞARAK.”



Sevgili Furkan okurları, bu hengâmede, yapılması gerekenlere hız verilmeli. Bulunduğunuz yer her neresi ise, oranın münbit hâle getirilmesi azmi içinde, insanımızı kafalarından ve gönüllerinden yakalamanın şartlarına mâlik olamaya çalışılmalı. Zira, zaman hem kısa, hem hızlı.







Sevgili Furkan okurları, mâlum olduğu üzere Türkiye’de “Adalet”, ilgili bakanlığın tabelasındaki altı harfin bir araya gelmesinden başka bir mânâ ifade etmiyor!.. Bir mânâ ifade etmediğini, 10 yıl önceki “Mirzabeyoğlu Davası”nda gördük. Bu sayımızda, Salih Mirzabeyoğlu’na İstanbul 6 no’lu DGM’nin, hiçbir delil olmadan münasib(!) gördüğü örgüt liderliğini ve yine münasib(!) gördüğü İDAM kararını tüm yönleriyle incelemeye çalıştık. Yaklaşık 70 sayfalık dosyamızda davanın iddianamesini, İbda Mimarı’nın savunmasını ve mahkemenin gerekçeli kararını okuyabilirsiniz. Ayrıca, “Mirzabeyoğlu Davası”nda yaşananlara avukat olarak şahid olan Güven Yılmaz’la yaptığımız röportajı okuduğunuzda sizler de o günleri yaşamış olacaksınız. Yine Salih Mirzabeyoğlu’nun avukatlarından Ali Rıza Yaman da, hukukçu gözüyle “Mirzabeyoğlu Davası”nı en ince teferruatıyla inceliyor. Mütefekkir Mirzabeyoğlu’na İDAM vermesi için mahkeme başkanlığına getirilen dünün hâkimi, bugünün ise Ergenekoncuların avukatı Metin Çetinbaş’ın kimliğini Dr. Latif Denizci’nin makalesinde bulabilirsiniz.



Makale, şiir ve çizimlerle dopdolu bir Furkan’ı, gelecek sayıda buluşmak duasıyla sizlere takdim ediyoruz.



O’na emanet olunuz.
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Bir Başka Dil ve İktidar
Saadettin Ustaosmanoğlu
images


*Aslında bir başka dil değil, dilin hakîkatidir bahsedeceğimiz. Fakat, zaman hususiyeti bu dilin mâhiyetini kavramaya nâmüsait olduğundan, ister istemez bir başka dil diye bahsediyoruz bu dilden.


*Bu dil’i kullananların sayısı her zaman azdır. Zaman zaman bu dili bilenlerin sayısında fazlalık sübût bulunca, toplumun kâhir ekseriyeti de bu dile kısmen de olsa âşina olur.


*Ne zaman ki, bu dil sükût eder, o zaman dilimi, tuhaf bir kuraklığa girer. Zâhirde olup bitenlerin çokluğu, bu dilin yokluğunu hissettirmez kalabalıklara, bu sebeble de her şey normâl zannedilir.


*Bu bir bakıma Eflâtun’un mağara benzetmesini andırır. Tüm hayatı mağarada zincirlenmiş olarak geçen insanların, sadece dışarıdakilerin içeriye vuran gölgeleriyle avunmaları ve bir gün kendilerine o gölgelerin sahibleri gösterildiğinde inanmakta güçlük çekmeleri gibi.


*Her dönem kendine ait bir husûsiyet belirtir. Ahir zamanın husûsiyeti ise bir başka. Zîra, bu zaman diliminde, son’un başa dönüşü hikmeti yaşanacak. Bu durum, tarihin tekerrürü değildir, mukadder olanın önceden tesbîtiyle ilgilidir. Yâni Peygamber buyruğu.


*Bu zamanın geldiğine dair, zahirî alâmetler idrak sahibleri için çok şey söylüyor. Anlamayanlar veya anlamak istemeyenler bile, bu zamanın mâhiyetini anlamamakla birlikte, tesirinde kalmaktan kurtulamıyorlar.


*Bu tesir, bazen iklim değişikliği şeklinde, bazen toplumların cinnet hallerinin izharı şeklinde, bazen de psikolojilerin uç noktada menfîliklere ulaşmasında hissediliyor… Bütün bunlara, doğru teşhisle yaklaşılmamış olsa da, hâl’in bu olduğundan kimsenin şübhesi yok. Çocuklar dâhil, herkes bu tuhaf sıkıntının cenderesinde. Bunun neresi normâl?


*Bu anormâl durum, durum değişikliğine doğru hızla yol alıyor. Baş’ın son’a ircâı’na dair alâmetler ehlince biliniyor, gidişat da bu çerçevede yönlendirilip tahkim ediliyor.


*BİR BAŞKA DİL dedik.


Bu dilin mâhiyetiyle alakalı öte âlem hakîkatlerinden iki örnek şuna denk geldi: Kuvantum fiziği, fizikle metafiziğin örtüştüğü noktada tecellî ediyor.


Öyle ya, aklın kavrayamadığı, ama isbat ettiği gerçekler sözkonusu. Akıl şaşkın.


*Ehl-i Hâl ne diyor; “Bu İş Ne Akılla Olur Ne Akılsız”… İşte bu kadar.


* Şimdi gelelim bu dilin sultanlarına.


Önce himmet, sonra iktidar meselesi…


Ubeydullah Ahrar Hazretleri anlatıyor: “-Delikanlılık devremizde Mevlânâ Sadeddin Kaşgari ile Heri’deydik. Seyir ve panayır yerlerine gidiyor ve güreşenler üzerinde tesir ve himmet derecemizi imtihan ediyorduk. Himmet ettiklerimiz galib geliyordu. Sonra onu bırakıp öbür tarafa dönüyor ve bu defa onu galib kılıyorduk. Bir gün yine gittik. Aramızdan kimse geçmesin diye el ele vermiştik. Güreş yerinin bir kenarında mevkî aldık. Güreşçilerin biri, heykel gibi bir cüsse sahibiydi. Öbürü zayıf, naif… Mevlânâ Sadeddin’e: «Şu zayıfı galib kılmaya çalışalım! Sen himmet göster, ben de yardımcın olayım!» dedim. İri vücutlu, zayıf ve naif adamı paçavra gibi yerden yere vuruyordu. Zayıfa himmet etmeye koyulduk. O anda zayıfta beklenmedik bir hâl oldu. Ellerini uzatıp koca gövdeyi havaya kaldırdı ve başının üzerinde döndürüp sırtüstü yere çaldı. Halktan müthiş bir nârâ ve çığlık koptu. Herkes bu beklenmedik neticeden çarpılmış, gırtlağından garib sesler çıkarıyordu. Kimse tesirin nereden geldiğini anlayamamıştı. Baktım, Mevlânâ Hazretlerinin gözleri yumulu… Kolundan dürttüm ve «Artık himmeti bırakın, her şey olup bitti!» dedim ve onu çekip seyir yerinden uzaklaştırdım.” (1)


*Bu, başka dil’in sahtecileri de çoktur; unutmamalı. Kendini zikre verip, duayı fiiliyatta arama emrini es geçen nice gâfil vardır… Bir de, bu dil’in karikatürize edilmesine çalışan madde(!) ehli. Her türlü izm’in müdavimleri.


*İkinciler için bir not: “…Bir kâfir bile iradesini bir nokta üzerinde yoğunlaştırıp himmet sarfedecek olursa, muvaffak olur. İman ve iyi iş bu mevzuda hususî bir âmil teşkil etmez. Saf kalblerin tesiri gibi kötü nefslerin de tesiri sabittir.” (2)


Saf kalbler, kötü nefsler. Kerâmet ve istidraç (sahte keramet) farkı… Televizyonlarda abra-kadabra numaraları yapanlara hoşgörüyle yaklaşanlar, ‘başka dil’e neden ısınamazlar dersiniz?


*Birincilere gelince. Pek bilinmeyen bir Hadis-i Şerif’i, onların izâhı babında nakledelim:


«Bir adamı Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in yanında andılar, yani ondan söz ettiler, savaştaki kuvvetinden, ibâdetteki üstün gayret ve devamlılığından örnekler verdiler. Onlar böyle konuşurken ansızın o adam çıkageldi. Onu görünce: “İşte yâ Resûllâllah! Sözünü ettiğimiz adam bu!” diye gösterdiler. Resûlullâh Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz ona baktı ve:


“Canımı kudret elinde tutan Allah’a and olsun ki, bunun yüzünde şeytandan bir sürtünme, bir damga görüyorum”buyurdu. Sonra o adam gelip selâm verdi. Resûlullâh Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz ona:


“Senin nefsin sana bu topluluk içersinde senden daha hayırlısının bulunmadığını haber verdi mi?” diye sordu. O da «Evet» diye cevablandırdı. Sonra ayrılıp Mescide girdi, iki topuğunu bir araya getirip namaza durdu. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz: “Kim kalkıp bu adamı öldürür?” diye sorduğunda Hazreti Ebûbekir Radıyallahu Anh “Ben öldürürüm” dedi ve kalkıp Mescide girdiğinde onu namaz kılar bir hâlde buldu. Bunun üzerine öldürmedi, büyük bir endişe içinde geri döndü. Sonra Resûlullâh Sallallahu Aleyhi ve Sellem “Kim kalkıp bu adamı öldürür?” diye sordu. Bu kes Hazreti Ömer Radıyallahu Anh “Ben öldürürüm” dedi ve Ebûbekir Sıddîk’ın yaptığı gibi o da yaptı. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz yine “Kim bu adamı öldürür?” diye sordu. Bu defa Hazreti Ali Radıyallahu Anh ayağa kalkıp, “Ben öldürürüm” dedi. Resûlullâh Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz ona: “Eğer o adama yetişirsen öldür.” diye emir verdi. Hazreti Ali Radıyallahu Anh Mescide gidinceye kadar o adam oradan ayrılmış bulunuyordu. Bulamayınca Resûlullâh’a döndü. Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

Bu, ümmetimin bünyesinden çıkan ilk fırka (ilk ayrılık)tır. Eğer onu öldürmüş olsaydın, artık ondan sonra ümmetim arasında iki kişi ihtilafa düşmez (fırkalara ayrılmazdı).

Şübhesiz ki İsrail oğulları 71 fıkraya ayrıldı. Benim ümmetim de yetmiş iki fırkaya ayrılacaktır; bir fırka hâriç, diğerlerinin hepsi ateştedir.» (3)


*Son kısmını hemen herkesin duyduğu bu Hadis-i Şerif’in ön kısmı neden hiç bilinmez?.. Bu da, Ulemâ’nın zaman ve mekân hususiyetlerine dâir, sosyolojik vak’alara karşı, bu tür Hadis-i Şerif’lerin aplikesinde zorluk çekmesindendir herhâlde, diye düşünüyoruz. Başka sebebini bulanlar anlatsın.


*Tam sırası gelmişken; önce himmet sonra iktidar demiş, ‘himmete’ dair misâlimizi verip ‘iktidara’ gelmiştik ama, iktidarı sona bırakarak, Ulemâ’nın zaman ve mekân hususiyetlerine dâir ilmî, ictimâî, felsefî, rûhî vs. meselelerde neden yetersiz kaldıklarına dair bir misâl verelim:


«Nitekim İbn Arabî Hazretleri El-Avâsım adlı eserde felsefecilerden, onların mezhebinden, İslâm!a ters düşen yollarından söz ettikten sonra diyor ki:


«Cenâb- Hak (İslâm’ı ve Müslümanları) koruyucu ölçüde bir grub zat meydana getirdi ki felsefecilere karşı kollarını sıvadılar, Allah’ın verdiği güç ve yardım ile onların görüşlerini çürütüp reddettiler. Ancak ne var ki bu grub zat, onların diliyle konuşmadı, onların metoduyla red yoluna girmedi, belki Allah’ın Kitabındaki hükümlerle onların karşısına çıktılar. Resûlullâh Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimizin bize öğrettiği dil ile onların görüşlerini reddettiler.


Felsefeciler ve onlara ayak uyduranlar bunların getirdiği dili anlamayınca, maksadlarını kavrayamayınca, bâtıl görüşleri büsbütün onları istilâ edip akıllarını başlarından aldı ve çok sürmedi o grubun ibareleriyle alaya kalkıştılar, getirdikleri dilleri ağır bir dille tenkit ettiler ve sahiblerini cehalete nisbet ettiler. Kendi hempalarıyla birlikte o grubtan söz edip alay edercesine gülüştüler. Bu kez onları kendi dilleriyle reddetmeyi, onların silâhını kullanmayı, onların dillerini getirip görüşlerini çürütmeyi, Ebû Hâmid Gazâlî Hazretleri kendi üzerine aldı ve harekete geçti:


Cidden söylediği sözleri en güzel biçimde ortaya koydu, misli az bulunur metodla onların karşısına çıktı, yine onların silâhıyla onları vurmaya çalıştı. Allah’ın dilediği ölçüde üstün fikirler getirdi ve böylece onları rezil ve rüsvay edecek seviyeye çıktı. Sözlerini çürüttü, delillerini boğazlayıp attı; bu vadide getirilmesi mümkün olanını getirdi, belki en güzelini ortaya koydu, rivayet edilenlerin en uygununu çıkardı.


Bu konuda özel bir kitab yazıp bunu Tehâfütü’l-Felâsife = Felsefecilerin Kaydıkları hususlar diye adlandırıldı. Gazâlî’nin fazîlet ve minneti bu eserde bir kat daha açığa çıktı. Maârif hususunda mertebesi açıklığa kavuştu. Ku’an’dan delil çıkarmakta karşı tarafın şartlarına göre bir metod tâkib etti.


Kıstas adlı kitabında ise beş ölçü ve metod üzerinden yürüdü. İlmî ölçülerde mantığa yer verdi, onu fıkhî mes’elelerle süsledi. Kelâm ilmiyle ona çeşni kattı. O kadar ki felsefecilerin ortaya koydukları şekil ve biçimleri silmeye muvaffak oldu, onların ortaya koyduğu her mes’ele ve örneği onların hile ve aldatıcı metodlarına göre bir bir ele alıp iç yüzünü sergiledi.


Gerçi bizim ülkemizin badiyesinden de bir zat çıktı. İbn Hâzım diye isim yapan bu zat Kindî’nin görüşlerini araştırdı ve sonunda mantıkla ilgili bir kitab yazdı. Gazâlî’nin aklına benzer ve onun kadrine uygun düşer ölçüde fikirler getirdi. Ama ne var ki «Ebu Hâmid Gazâlî (tıpkı yıldızlar ve ay gibi) gecelerin başları üstünde bir taç, yüceler gerdanında bir gerdanlıktır.» (4)


Bu satırlardan sonra, Büyük Doğu-İbda’nın Ehlullah nezaretinde zamanın tac’ı, mekânın yegâne gerdanlığı olduğu kanaatine ulaşamayanlara ne diyebiliriz. Bakmazsan göremezsin.


«Hoca Hazretlerine, rüyalarında demişler ki:


―Şeriat, senin mededinle kuvvet bulacaktır. Hoca hazretleri düşünmüşler ki, bu mânâ, sultan ve emirleri vasıta etmeden yerine gelmez. Bunun için, zamanın sultaniyle görüşmek üzere Semerkant’a gitmişler.


Refakatlerindeki zat anlatıyor:


―Sultan ile mülakat istediler. O zaman Mirza Abdullah Semerkant’a hükmetmekteydi. Semerkant’a vardığımız zaman Mirza’nın beylerinden biri hoca hazretlerinin istikbaline geldi. Hoca hazretleri dediler ki: «Bizim buralara kadar gelmekten muradımız, sizin Mirza’nız ile görüşmektir.» Bey, Hoca hazretlerine edebsizce cevab verdi: «Bizim Mirza’mız pervasız bir delikanlıdır ve onunla görüşmek kolayca kabul edilebilir bir iş değildir. Hem dervişlerin bir sultanla görüşmekte ne maksatları olabilir?» Hoca hazretleri bu karşılıktan öfkelendiler ve dediler: «Bize sultanlar ile görüşmek emredilmiştir. Ben buraya kendi kendime, kendi kararımla gelmiş değilim. Sizin Mirza’nız eğer pervasız ise, onu değiştirip pervalı olan birini getirirler!»


Bey, fena halde bozulup gitti. Bey gider gitmez, Hoca hazretleri, onun adını mürekkeple duvara yazıp, sonra parmağını ağzında ıslatarak sildiler ve dediler: «Bizim işimiz o padişahtan ve onun emirlerinden beklenemez! gidelim!» Ve o gün Taşkent yolunu tuttular. Bir hafta sonra o Bey vefat etti. Bir ay sonra Türkistan’da Mirza Ebu Said zuhur edip Mirza Abdullah’ı öldürdü ve mülküne el koydu.»(5)


*Şimdi iktidar:


*Bir başka dil’e âşina olmayan nesillere ve iktidarlara, ilk insan ilk Peygamber’den bu yana olanlar, bilenlerin mâlumudur… Dileriz ki, zamanımızın iktidarları, olup bitenler tutanağında, menfî tarafa kaydolmazlar.


Hayat ne kadar ki?

İktibaslar:


(1) Reşahat, s. 327, Sadeleştiren Necib Fazıl Kısakürek


(2) a.g.e., s. 328


(3) El-İbriz, c. 2, s. 339-340


(4) a.g.e., s. 389-390


(5) Reşahat, s.328, Sadeleştiren Necib Fazıl Kısakürek


Furkan Dergisi, Şubat 2011

images
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Dünya Bir İnkılap Bekliyor!

Domino etkisi teorisi iyi tuttu.İsyan ve devrim sırası Libya halkına geldi.Libyada yaşananlar ise Türkiye'nin hala daha bitirilemeyen ve oralarda süren tarihi rolünün adeta tescillenmesi oldu.

Kaddafi 42 senedir iktidarda olmasına rağmen ve ABD karşıtlığını sadece dilinde dolandırmasına rağmen son zamanlar da ABD ve Batı ile işbirliğine girmiş,halkına hiç birşey verememiş Üstad Necip Fazıl'ın tabiri ile Adi bir taklitçi...

Gazze vesilesi ile İslami Hareket sözcüsü 'İsrail Bomba atarken Filistinlileri avlarken sesiniz niye çıkmadı' diyerek tam yerinde bir soruyu yöneltmiş aynı zamanda Kaddafi ve onun şahsın da diğer Arap liderlere yönelik yarım asır boyunca koltuklarınızda oturmaktan başka ne yaptınız sorusunu sormuştur ....

Oğlu Seyfülislam'ın ise yaptığı konuşmasında sarfettiği 'Libya'yı Türk'lere bırakmayacağız'sözünü hatırlatalım.Bundan kasıt nedir hepimiz çok iyi biliyoruz.Bugün Libya'da muhalefetin elinde yer alan bayrak bile bunu bize hatırlatıyor.Libya Osmanlı'nın son vilayetidir.Ayrıca tarihi zaman diliminde Mısır,Tunus ve diğerleri Osmanlı'ya bağlı vilayetlerdendi .Bu bölgeler batılı emperyalistlerce mutlaka Osmanlının egemenliğinden çıkarılıp sömürülmesi gerekiyordu ve öylede oldu.Bugünkü ahlaksız Batı medeniyeti kendi yaşam alanlarını bu sayede genişletti.Libya bugün batı'nın petrol deposu niteliği ile de oldukça büyük önem taşımaktadır.Bu yüzdende hemen hemen dünyanın heryerinde her defasında İnsan hakları ve benzeri ihlallerde sesini yükselten batı çıkarları zedelenecektir diye Libya'da sessizliğe büründü.Binlerce kişi katledildi binlerce kişi de kayıp veya tutuklu .

Gemilerini Libya'ya gönderen Türkiye vatandaşlarını kurtarmak adına girişimlerini sürdürürken,Dışişleri'nin vatandaşları koruma amaçlı açıklamalarını duyuyoruz.Ancak Türkiye stratejik olarak buralarda ki İsyanlar'ın güdücüsü ve lideri olmak durumundadır.Bu tarihi bir zorunluluktur.

Hicri 1432 senesindeyiz.Bu sene öyle bir şekilde başladı ki felaketler,onlarca yıldır iktidarda olan kendi halkının düşmanı diktatörlerin yıkılması,Halkların isyanı ve daha bir çok olay vuku buldu.. Ve daha yılın başındayız...

Önümüzde ki günler neler getirecek ve bizler yaşadığımız zaman diliminde daha neler göreceğiz bilemiyoruz ama tahminlerimize göre bu İsyanlar doğusundan batısına kadar tüm İslam dünyasını saracaktır.Özellikle Mısır'dan sonra Arap halkları durdurulamaz bir sürece doğru adım atmıştır.Bu süreç kesinlikle ABD ve İsrail aleyhine tezahür edecek ve ABD'nin halktan yana görünmeye çalıştığı bu isyanların hedefi yine emperyalizmin kendisi olacaktır.İlk aşamada ABD'nin sahiplenici görüntüsü şimdilerde yerini İslami bir korkuya bıraktı bile..Bunun anormal bir tarafıda söz konusu değildir.

Çünkü,Batı yarım asra yaklaşan bir süredir kendi diktatörlerini bu ülkelerde iktidarda tutmaktaydı.Büyük Ortadoğu Projesinin en önemli ortağı olan Hüsnü Mübarek'i kaybeden ABD'nin şu anda nasıl bir şaşkınlık ve telaş içerisinde olduğunu görebiliyoruz.Halkların İsyanını sahiplenip gerçek bir devrimi engelleme peşinde olan ABD'ye bu fırsat kesinlikle verilmemelidir.Velhasıl Batı ve onun kardeşi olan ABD'nin ortak çıkarları ve emelleri bize ait olan toprakları sömürmeye ayarlıdır.Kendi diktatörlerinin devrilmesinden sonra bir ikinci plan olarak halktan yana görünmeyi seçen bu şerefisiz ve katil medeniyet'in demokrasi ve özgürlük yalanlarını bizler Irak ve Afganistan'da ve daha bir çok İslam toprağında zaten görüyoruz.Bunu en rahat ve apaçık şekilde görebilenlerde şu anda İsyan edip emperyalizmin kuklalarını alaşağı eden halklardır.Bu noktadan sonra bu halklara demokratik zırvalıklar yedirmeye giden Batıcı güruh hiç bir şekilde başarılı olamayacaktır.Elbette ki insanların insan gibi yaşayabilecekleri bir nizam kurulana kadar buralarda çok daha büyük değişiklikler beklenmesi düşünülemez.Ama bu devrimler İnsanca yaşama nizamına doğru atılmış en büyük adımlardandır..

Emperyalistlerin ellerine cetvel alarak çizdiği sınırlar bundan sonra değişecektir.Hatta bu sınırların içerisine sığmayan hapsedilen halklar, kendilerini sömüren Batı medeniyetinin topraklarına,şehirlerine ve başkentlerine kadar devrim ve isyan ateşini sürükleyeceklerdir.

Üstad Necip Fazıl Kısakürek BÜYÜK DOĞU olarak ortaya döktüğü fikirlerinin coğrafi olarak haritasını Büyük Asya ve Afrika kıtası olarak belirlemişti.Bu alana'da Büyük Doğu coğrafyası demişti.
Bugün bu alan içerisinde gerçekleşen isyanlar ve devrimlerin bütünü ile dünya'ya yayılıcı ve topyekün dünyayı sarsıcı niteliğe dönüşmesi kaçınılmazdır.Emperyalizm dünya çapında geriliyor ,Müslüman Halklar birbütün olarak ümitlerini bağladığı gerçek nizamı ararken Dünya'da akılları delirtecek şekilde yeni bir devrime doğru hızla ilerlemektedir.

Yine Üstad'ın yazımıza başlık olan ifadesi ile makalemizi sonlandıralım

'DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR'
Tuncay AKSOY
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Ahir Zaman Devrimleri Başladı

images


Arap dünyası kaynıyor. Rejimler devriliyor, kanlar dökülüyor, diktatörler panik içinde. Bütün bu olup bitenler nedir? Anladık, bunlar hep birer halk devrimidir ama bu devrimin ötesinde ve üstünde ne vardır?.. Bunlar hep ahir zaman alametleridir. Şimdiye kadar olup bitenler bir şey değil, siz bundan sonra olacakları bekleyiniz.

Ateist, pozitivist, maddeci istihfaf ederek (hafife alarak) soracak: Bu ahir zaman alametleri de neymiş? Onun inancı yok ya, olmayacak sanıyor. Be adam, bunca olağanüstü hadise oluyor, işte bunlar ahir zaman alametleridir.

Zelzeleler çoğalmadı mı?

Yanardağlar patlamadı mı?

Nice volkan patlamaya hazır değil mi?

Amerika'da bir volkan varmış, bir patlarsa halkın üçte ikisi perişan olurmuş...

Acaba üçüncü dünya savaşı başladı da bizim haberimiz mi yok?

Arap dünyası kaynıyor... Bir müddet sonra Türk dünyası da kaynamaya başlayacak.

Roma imparatorluğunu kuzeyden gelen Barbarlar yıkmıştı.

Avrupa Birliği denilen modern Roma'yı güneyden gelen mülteciler istila edecek.

Devletler adaletle ayakta durur. Adalet olmazsa devlet batar.

Kiliselerde eşcinsel nikahları kıymak kolaydır da, bunun getireceği bela, felaket, azap, musibete dayanmak hiç kolay değildir.

İsa İsa diyerek Hz. İsa'nın hatırasına tükürdüler!

Medeniyetleri iffetsiz ve hayasız.

Batı medeniyetinin ölümcül günahları saymakla bitmez. Filistin halkına yapılan zulümler bile onun terazisinin kötülük kefesini aşağıya çekmeye yeter.

İnsan haklarıymış!.. Filistin halkı insan değil mi? Onların hakları yok mu?

İrak'a, Afganistan'a hürriyet ve demokrasi götürmüşlermiş... Kanlı demokrasi, gözyaşlı demokrasi, ölümcül demokrasi!..

İslam dünyasının petrollerini sömürmek için Arapların başına zalimleri getirdiler. Bir adamın servetine bakınız: 40 milyar dolar!

İrak'ta Kur'an-ı Kerim'i yırtıp yere atmışlardı. Göreceksiniz acısı nasıl çıkacak?

Camideki yaralı Müslümanı nişan alarak kurşunlayıp öldürmüşlerdi.

Masum sivilleri öldürmüşlerdi hiç acımadan.

Ahir zaman ateşleri ve alevleri içinde yanacaklar.

Ben merhametli bir Müslümanım. Onların sivil halkına acıyorum. Bir kavmin tepesine musibet inerse, sadece kötülere gelmez, genel gelirmiş.

Filistinliler çok ağladı. Bundan sonra zalimler ağlayacak.

Mehmet Şevket Eygi
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Furkan'ın 40. Nüshası.

268656_250346291646502_201572009857264_1175654_5785992_n.jpg



FURKAN MECLİSİ'NDEN...Sevgili Furkan okurları, bünyelerin temel hayatiyet düstûru def’i mefsedet ve celbi menafidir, denilse yeridir.

Zira ferd, hayatı boyunca sağlığı ve huzuru arayıp sağlıksızlık ve huzursuzluktan kaçar. Sağlıklı ve huzurlu olmaya çalışmak bütün olmaya, bütünlenmeye çalışmaktır. Sağlıksızlık ve huzursuzluktan kaçmak ise parçalanmadan ve düzensizlikten kaçmaktır.

Ahenk ve denge bütünlüktedir; kakafoni ve akordsuzluk ise parçalanmada…

Fakat her ferdin bunu kendisi için arayacak olması işleri biraz karmaşıklaştırır.

Kendi bütünlüğünü kurmak için ötekinin bütünlüğünü bozmak zorunda kalmak bir vakıadır; ve bu vakıa “İnsan insanın kurdudur” diye Latince’de ifadesini bulmuştur. Kabil’in hevesi, Habil’in alanının içindeydi.

Kabil’in tamamlanma arzusu Habil’i parçaladı. O gün bugündür “Kabil’ler Habil’leri” parçalamaya devam ediyor.

Üzerinde yaşadığımız dünyanın herkese yetecek bütünlükleri sunmasının zorluğu bir yana insan sayısı kadar bütünlük anlayışı vardır.

Olup biten, ‘bütünlük’ anlayışlarının mücadelesidir.

Örneğin bir aile yahut bir topluluk içinde, topluluk yahut aile bütünlüğünü ferdi bütünlüğü lehine bozma eğilimi ne kadar hakikat ise, toplumlararası bütünlüğü aynı şekilde kendi topluluk bütünlüğü lehine bozmaya çalışan toplulukların olması da o kadar hakikattir.

İkinci tip durumlar, doğacak sıkıntıları daha uzun vadeli hâle getirir.

Bütünlük anlayışlarında kriter nedir?

Burada kriter, kimin anlayışının ve medeniyetinin daha bütünlüklü olduğudur. Bir toplumdaki bütünlülük anlayışı, tarih içinde ortaya koyduğu pratik ve meydana getirdiği eserlerle tarih içinde kendini gösterir.

*

Kriterleri ahlâksızlık ve zulüm olan Batı ve Doğu’daki taklitçileri için sona gelindi. Arab âleminde gerçekleşen KÖKLER’i hatırlatıcı isyanlar; ekonomik, sosyolojik ve psikolojik sorunlarla baş edemeyen Batılı sistemlerin mukavemet gücünün azaldığının da tipik alâmeti. Artık eskisi gibi ellerini kollarını sallayarak gelemiyor, istedikleri gibi müdahale edemiyorlar.

Buhran her yanı sardı. Yunanistan iflâs ediyor, İspanya Arab baharından esinlenerek meydanları Tahrir’e çeviriyor… Ve bu isyanların artık maddiyat kavgası değil, sistemin sorgulanması mânâsına geldiği de dillendirilmeye başlandı Batı medyasında!..

Kendi içinde de sorgulanmaya başlanan Batılı sistemin ve onun karşısındaki Doğu sisteminin ne olduğunu bu nüshamızda ele almaya çalıştık; yönümüzün, hâdiselerin akışının fevkalâde hızlı ve fevkalâde riskli olduğu bir demde “Bütünleyici Medeniyet”e doğru olmasını hatırlatıcı 40. nüshamızla karşınızdayız.

*

Sevgili Furkan okurları, bir süredir dergimizin sizlerle buluşması gecikiyor. Bu gecikmeye sebeb olan maddî ve mânevî şartları ortadan kaldırmaya matuf gayretlerimizin neticelerini görmeye başladık; Elhamdulillah… İnşallah gelecek buluşmamızda sizlere müjdeli haberler vermek nasib olur!

Her ne kadar matbuu olarak sizlerle buluşmamız gecikse de internet ortamında her daim birlikteyiz. Hemen hemen her gün güncellenen web sitemizle
(http://www.furkandergisi.com) ve anlık yorumlarımızı paylaştığımız Facebook (www. facebook. com/furkandergisi) ve Twitter (http://www.twitter.com/furkandergisi) hesablarımızla irtibatımız kesilmiyor...

Tekrar buluşmak umudu ve duasıyla Allah’a emanet olunuz.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
İÇİNDEKİLER:

KONUŞALIM!
Saadeddin Ustaosmanoğlu

İSLÂM, BATI VE GELECEK
Arnold Toynbee

MEDENİYETİN KABA KUVVET MUKAYESİ VE ÜSTÜNLÜĞÜ
İbrahim Tatlı

KRİZE ENDEKSLİ DÜNYA
-Safları Sıklaştırın Başlıyor Büyük Akın-
Enes Mollaoğlu

HAYATA BAKIŞ
Ali Tavşanlı

RUHSUZ MEDENİYETTE TEKNOLOJİ
Savran Turan

BOZULAN MAYA
Necib Fazıl Kısakürek

ŞAM SEMALARINA DÜŞEN OSMANLI GÖLGESİ
Orhan Akdemir

KÜRT TEFEKKÜR DÜNYASI; MODERN KÜLTÜR VE MEDRESE KÜLTÜRÜ MUKAYESESİ
Sezai Kırlangıç

ŞEHİD HIZIR HOCAMIZDAN TARİKATLA İLGİLİ BİLGİLER

MÜMKÜN AYNASI
Efendi Hazretleri

HER HÂLİMİZ BİR OLSUN
Şehid Bayram Ali Öztürk

MUSTAFA KEMAL’E MUHALETİN SEBEBLERİ
Selim Gürselgil

İRADELER SAVAŞI
-karşınızda leşler var-
Salih Demirci

KATİL KİM?
Mustafa Âşık

ŞİİRLER

HAZRET-İ VAHŞİ
Mehmet Yusufoğlu

BEDAHET
Mustafa Âşık

ÂN
Mustafa Âşık

RESİM

BUHRAN
Rukiye Şenel
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt