Tevâzu ve Alçak Gönüllülük
Tevâzu, sözlükte alçak gönüllü davranmak, gururunu kırmak, "alâ" harfi ceriyle (... de, hakkında) anlaşmak, uyuşmak, hemfikir olmak anlamlarına gelir. İsmi fail kalıbında mütevâzi olmak, sıradan, önemsiz miktarda ve az anlamlarında kullanılmaktadır.
Ahlâkî bir davranış olarak tevâzu, alçak gönüllülük, kendisinden aşağıda olanlara küçük muamelesi yapmamak, onları hor ve hakir görmemek ve onlara büyüklük taslamamak demektir.
Mütevâzilikte aranacak en önemli özellik vakur olmaktır. Vakar; ağırbaşlılıktır, mevki ve haysiyetini gereği gibi korumaktır.
Vakarın bulunmadığı mütevâzilikte zillet ve meskenet vardır. Mütevâziliğin bulunmadığı vakurlukta ise kibir ortaya çıkar. İslam, tevâzu ve vakar sahibi olunması hususunda birçok tavsiye ve öğütte bulunmaktadır.
Mütevazi olmak, çirkin ve kötü davranışlara tahammül göstermek, aşağılanmalara razı olmak, zalimlere gösterilen zillet ve meskenet değil, zayıflara gösterilen af, merhamet ve müsamahadır. Korkarak boyun eğeceğimiz tek varlık Allah’tır: "Allah katında en değerliniz, en çok Allah’tan korkanınızdır" (49/13). İnsanların ne birbirlerine karşı büyüklük taslaması, övünmesi, ne birbirlerini hor ve hakir görmesi ne de zillete ve meskenete razı olması doğru değildir. Kendisini överek ve böbürlenerek yaşayanları ne Allah sever, ne de kulları. Allah "Siz nefislerinizi övmeyiniz, kimin müttakî olduğunu Allah daha iyi bilir." (53/32) buyurarak insanların mütevâzi olmasını istemektedir.
Allah, kullarından duruşlarında, yürüyüşlerinde ve hareketlerinde mülayim olmalarını; zorba, mağrur, kibirli, saygısız, kaba ve haşin olmamalarını, etrafa sıkıntı ve eza vermemelerini, saygı, güven ve huzur veren konumda olmalarını istemektedir."Rahman’ın kulları yeryüzünde vakarlı, ağırbaşlı yürürler. Bilgisizler kendilerine takıldıkları zaman, onlara güzel söz söylerler" (25/63)"(Lokman oğluna şöyle vasiyette bulundu) İnsanları küçümseyip onlardan yüz çevirme; yeryüzünde kibirlenerek yürüme! Allah kendini beğenip, övünen hiç kimseyi sevmez. Yürüyüşünde tabii ol, konuşurken sesini kıs! Seslerin en çirkini eşeklerin sesidir." (31/18-19). Kibirli olmak, bağırıp çağırarak konuşmak insanı sevimsiz bir duruma düşürür.
Kur’an’da tevâzu gösterilmesi gereken insanların başında anne ve babaların geldiği şu veciz ifadelerle haber verilmektedir: "Rabbin kesin olarak şunları emretti: Sadece Allah’a ibadet edin, anne ve babaya iyilik yapın. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, sakın onlara "öf" bile deme ve onları azarlama. İkisine de güzel söz söyle. İkisine de acıyarak tevâzu kanatlarını indir. Ve şöyle de: "Ey Rabbim! Onların beni küçükken terbiye edip yetiştirdikleri gibi, sen de kendilerine merhamet et" (17/23-24). İnsanın kibirlenmesinin ne denli cahilane bir tutum olduğu Kur’an’da şöyle tasvir edilmektedir: "Yeryüzünde böbürlenerek yürüme; ne yeri delebilirsin, ne de boyca dağlara erişebilirsin." (17/37).
Tevazunun zıddı olan kibir ve kendini beğenmişlik Kur’an’da kesin bir dille yasaklanmaktadır: "Allah’a kullukta O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, yakınlara, öksüzlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanındaki arkadaşa, yolda kalana ve elinizin altında olanlara iyi davranın. Doğrusu Allah kendini beğenip böbürlenenleri sevmez" (4/36).
Yardım sever olmadığı gibi, yardımı engelleyip, kazandıklarıyla ve hayat biçimleriyle böbürlenenler, Allah’ın sevmediği davranışları göstermiş olurlar. Zengin olmak insanı kibirlendirmemeli, varlığın kaybı ise ümitsizliğe sevk etmemelidir: "Bu, kaybettiğinize üzülmemeniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmamanız içindir. Allah kendini beğenip övünen hiç kimseyi sevmez." (57/23) Ne varlıkla öğünmeli, ne de yoklukla gama, kedere ve ümitsizliğe düşmelidir. Gönül, Allah’ın mağfiret ve hoşnutluğunu dileyerek mütevâzi tutulmalıdır.
İsrail oğullarının en zengini olan Karun, bu varlığın şükrünü yerine getirmediği, -varlığının bir kısmını Allah yolunda harcamadığı- için O’nun gazabını üzerine çekmiştir. O, zenginliğini kendi sayesinde elde ettiğini zannetmiş, Allah ise onun bu tutumuna şu cevabı vermiştir: "Karun, Musa’nın kavminden biriydi, ama onlara karşı azdı. Biz ona anahtarlarını güçlü bir topluluğun zor taşıdığı hazineler vermiştik. Toplumu ona: "Böbürlenme! Allah böbürlenenleri sevmez. Allah’ın sana verdiği şeylerle ahiret yurdunu da gözet, dünyadan da payını unutma, Allah’ın sana iyilik yaptığı gibi sen de insanlara iyilik yap. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama, çünkü Allah bozguncuları sevmez" demişlerdi." (28/76-77).
"Muhakkak Allah, bana sizin mütevâzi olmanız gerektiğini vahyetti. Her kim Allah için mütevazi olursa, Allah muhakkak onun derecesini yükseltir. Allah, alçak gönüllüleri yüceltir. Kendine karşı böbürleneni de alçaltır." buyuran Rasulullah alçakgönüllü olmanın önemini çarpıcı bir dille ifade etmiştir. İnsanın Allah’a karşı tevâzusu; O’na ibadet etmesi O’nun emirlerini gönül hoşnutluğu ile yerine getirmesidir. İnsanın insanlara karşı tevâzusu ise, büyüklük taslamadan, kendinden daha zayıf olanlara müsamahalı, şefkatli ve merhametli davranmasıdır. Her hususta olduğu gibi Rasûlullah, tevâzunun zirve örnekliğini bize göstermiş ve öğretmiştir. O, Allah’a karşı tam teslimiyet göstermiş, peygamber ve devlet başkanı olmasına rağmen insanlarla olan ilişkilerinde onlara büyüklük taslamamıştır. Bir yolculuk esnasında, yemek için bir keçi kesilir, herkes bir iş yapmaya koyulur, Rasûlullah da ateş için odun toplamaya kalkar. Bunun üzerine arkadaşları bu işi de kendilerinin yapacaklarını söylediklerinde Allah Rasûlü; "Bunu gerçekten yapacağınızı biliyorum. Ancak ben cemaatte mümtaz bir durumda bulunmaktan hoşlanmam. Böyle insanları Allah da sevmez" buyurmuştur.
Hz. Ömer’in bir rivayetine göre Rasûlullah: "Beni övmede Hıristiyanların İsa’yı övdükleri gibi aşırı gitmeyin. Onlar İsa’yı Allah’ın oğlu durumuna yükseltmişti. Ben Allah’ın kuluyum; bu yüzden bana Allah’ın kulu ve elçisi diye hitap edin" demiştir.
Tevâzu sosyal ilişkilerde kendini gösterir. Rasûlullah’ın yanında büyüyen Enes b. Malik, O’nun bu yönünü bize şöyle anlatmıştır. "Rasulullah hastaları ziyaret eder, cenaze törenlerine katılır, merkebe biner, kölelerin bile davetini kabul eder, sadece arpa ve kuru ekmekten oluşan yemek davetlerine tereddütsüz icabet ederdi." Fakir ve muhtaçlarla otururken onlardan ayırt edilemezdi. Bir meclise gittiğinde boş bulduğu yere otururdu. Sıradan hürmet ünvanlarından bile hoşlanmayacak kadar mütevâzi idi. Onun mütevaziliği güç ve kudretinin arttığı zamanlarda daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmaktaydı.Mekke’nin fethi sırasında şehire girerken hiçbir gurur ve kibir emaresi taşımadığı gibi, şefkat, merhamet ve alçak gönüllülüğün tüm belirtileri O’ndaydı. Başını tevâzudan öyle öne eğmişti ki, başı devesinin eğerine değiyordu. Yine Hayber’in fethinde şehre, dizgini hurma ağacının kabuğundan yapılmış bir merkep üzerinde girdi. İyaz b. Hımar’a söyledikleri, yönetici konumunda olanlara bir ikazdır: "Allah bana, mütevâzi olmanızı, birbirinize karşı gururlanıp baskı yapmamanızı emretti."
Rasûlullah’ın yaşlılara karşı davranışı da bize bu konuda ne güzel örnektir. Mekke’nin fethinde Kâbe putlardan temizlenirken Hz. Peygamber Safa Tepesine çıkarak oturdu. Yeni müslüman olanlar oraya gelip, kendisine biat ettiler, O’na bağlılıklarını ve İslam’ı seçtiklerini bildirdiler. Hz. Ebu Bekir, daha müslüman olmamış yaşlı babası Ebu Kuhafe’yi elinden tutarak Rasûlullah’ın huzuruna getirince Rasûlullah Ebu Bekir’e: "İhtiyarı niçin buralara kadar zahmete soktun? Onu kendi haline bıraksaydın, biz onun ayağına giderdik" dedi. Hz. Aişe, Rasûlullah’ın evdeki yaşantısının mütevâziliğini şöyle haber vermiştir. "Rasûlullah sıradan bir insan gibi işlerinden çoğunu kendisi yapardı. Elbisesini diker, ayakkabılarını ve gömleğini tamir eder, keçilerin sütünü sağar ve evi süpürürdü. Fakir ve kölelerle yemeğini paylaşır ve beraber yerdi."
İnsan ilişkilerinde samimi olmayı tavsiye eden Hz. Peygamber, samimiyet ve içtenliğin, kişinin kendi aleyhine kurulan tuzaklar karşısında duyarsız ve tepkisiz olmak anlamına gelmediğini şu veciz uyarı ile haber vermektedir: "Mü’min bir delikten iki kere sokulmaz" (Müslim, iman). Aklı başında bir mü’min insanlar dikkatli olmalı, iyi niyeti sebebiyle bir defa yanılsa bile ikincisinde gaflete düşmemesinin gereği ikaz edilmektedir. Fakat gösterilecek dikkat, insanı tevâzudan da uzaklaştırmamalıdır. Tavazu, mü’minler arasında sevgi, saygı ve diyaloğu geliştiren bir etkendir. Mü’mine sevgi, iman göstergesidir: "İman etmedikce cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmediğiniz sürece de iman etmiş olmazsınız. Davranış haline getirdiğiniz zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamlaşmayı yaygın hale getirin" (Müslim, İman)."Müslüman’ın müslümanda altı hakkı vardır. Bunlar; karşılaştığında selam vermek, verilen selamı almak, hapşırdığında "Elhamdulillah" derse "yerhamukellah" demek (iyi dilekte bulunmak), davet ettiğinde davetine icabet etmek, hasta olduğunda ziyaret etmek, ölünce cenazesine gitmek." (Buhari, cenaiz).Tevâzunun nasıl olması gerektiği hususunda bize yardımcı olacağı düşüncesiyle şu rivayetleri de nakletmek istiyorum:
"Kişinin makamı meziyetinin üstünde ise kibirlenmeye başlar, ondan aşağı ise tevâzusunu artırır." "Benim yanımda en sevgili olanınız, ahlâkı güzel, huyu yumuşak ve herkesle geçimi iyi olandır. Güzel huy; güler yüz, güzel söz ve dargınlığı az olmaktır.""Cennet ehli; kendini hakir gören yumuşak huylu, güler yüzlü olandır." "Allah, yumuşak huylu ve utangaç kimseyi sever; kötü sözlü, öfkeli kimseyi de sevmez.""Düşmanını cezalandırmaya kudretin varsa, o nimetin şükrünü afv, ile öde.""Güçlünün affı ile fakirin cömertliği ahlâkın en güzelidir."
Tevâzunun göstergesi olan bazı hareketler şunlardır: Birisi konuşurken sözünü kesmemek, ilk selam veren olmak, misafirlere hizmet etmek, insanları güzel isimle çağırmak, kısa ve güzel konuşmak, güler yüzlü ve nezaketli davranmak, özür dileyenin özrünü kabul etmek, yaptığı iyiliği başa kakmamak, alış-verişte kolaylık göstermek, fakire, çocuklara, kadınlara akrabalara, yetimlere, cömert, affedici, şefkatli, merhametli ve hoşgörülü olmak. geçimsiz ve kavgacı olmamak, edebine uygun latife yapmak vb. daha birçok özellik.
Halife Ömer b. Abdülaziz’in tevâzusu, makam sahiplerine örnektir: "Ömer b. Abdulaziz bir gece insanlarla otururken, aniden esen bir rüzgar lambayı söndürür. Adamlardan biri: "Ey Mü’minlerin Emiri lambayı ben tamir edip yakayım" deyince Ömer b. Abdülaziz: "Bu edebe uygun değildir, ev sahibi oturup misafir kalkmaz" dedi. Lambayı götürdü, yaktı, getirdi ve: "Gittiğimde Ömer’dim, döndüm yine Ömer’im" dedi."
Alçak gönüllülüğün belirgin özellikleri af, merhamet, müsamaha, sadelik, cömertlik; eline, diline hakim olmak ve hareketlerinde mu’tedil olmaktır.
Alçak gönüllülük insanı yalakalık ve dalkavukluk derecesine düşürmemesi gerekir. Yalakalık ve dalkavukluk mütevâzilik değil zillettir, alçaklıktır. Mütevâzilik, tembellik ve fakirlik, hakkını gasp ettiren korkaklık değildir. Yumuşak başlılık ve mütevazilik birilerinin esaretine boyun eğmek de olmamalıdır. Akif’in dediği gibi:
"Doğduğumdan beridir aşıkım istiklale
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle
Yumuşak başlı isem kim dedi uysal koyunum
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boynum."
Özetlemek gerekirse tevâzu, yumuşak huyluluk, sade yaşam, insanları hakir ve hor görmeme, kabalıktan, kibirden uzak olma, cömert olma, iyiliği başa kakmama, hasetten nifaktan uzak durma Allah’a ve insanlara karşı haddi aşmamadır.
Kalbini Allah sevgisi ve korkusuyla dolduran, diline hâkim, dost canlısı, kalbinin sakladıkları kötü şeyleri açığa vurmayan, öfkesini yenen, alçalmayan ve alçaltmaya çalışmayan, dobra dobra olacağım diye insanların kalplerini kırmayan, sade giyinen ve sade yaşayan, kaba ve haşin olmayan, susmasını ve konuşmasını bilen, merhamet sahibi, tatlı dilli, güler yüzlü, cömert, sabırlı, dinlemesini bilen, güzel söz söyleyen, kendisini övmeyen, kibirlenmeyen, zorbalık etmeyen, üstünlük taslamayan, anne-babasına gençliklerinde ve ihtiyarlıklarında güzel davranan, ailesini geçindiren, küçük-büyük herkese saygılı davranan, işlerini kendi yapan, ihtiyaç sahipleriyle ünsiyet kuran kişiler mütevâzi davranıyor demektir. Heybet ve vakarı yitirmeden gösterilen tevâzu müslümanın karakteri olmalıdır.
ALINTI[/B]