Teşekkürün büyüğü Rabb’imize
Birinden bir iyilik gördüğümüzde teşekkür eder onu ömür boyu unutmayız. Peki Rabbimizin her ân lutfettiği iyilik ve nimetlere karşı nasıl cevap verebiliriz? Tabii ki “şükür”le. Peki şükür gerçek mânâsını nasıl bulur?
“Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı olur.” derler. Bu sözü hepimiz duymuşuzdur. Aslında bu ifadeyi her duyuşumuzda aklımıza Efendimiz (sas)’in “İnsanlara karşı şükran ve minnet hissi taşımayan Allah’a da şükretmez.” (Ebu Davud, 11) sözü gelmeli. Neden mi? Yapılan bir iyiliğe karşı misliyle mukabele etmek, bu mümkün değilse en azından teşekkür ve dua ile karşılık vermek bir İslam ahlakı olmakla beraber insani bir vazifedir de. Çünkü her iyilik bir teşekkür ister. İyiliğe mukabele etmek ise fıtratın bir gereğidir. İnsani melekeleri sönmemiş her insanın, mukabele edemediği iyilik karşısında manevi bir eziklik hissettiği, psikolojik bir gerçek değil midir?
Evet, okulda, işte, misafirlikte vs. bize bir bardak çay ikram eden insana karşı bile teşekkürü bir borç bilir ve bunu bir kelime, bir tebessüm ile mutlaka ifade ederiz. Bu, insanın insanla irtibatının zaruri bir neticesidir. Ya insanın Yüce Yaratıcı ile irtibatı? Ya karşılıksız verilen binbir çeşit güzellik ve nimetlerin hatırını nasıl ödeyebiliriz?
Kainatta herşey, adeta bir başka yerde hazırlanmış ve insanın istifadesine arz edilmiş gibidir. Kimisi konserve, kimisi meyve şeklinde takdim edilen bu nimetlerle, yeryüzü adeta geniş bir nimet sofrası; bağlar, bahçeler de birer tablacı haline gelirler. İnsan, önüne konan bu nimet sofrasındaki nimetlere elini uzattıkça, gerçek nimet sahibini duymalı, O’nu hissetmelidir.
NİMETLER İÇİNDE YÜZÜYORUZ
Bakın Rabb’imiz ne buyuruyor: “O Rabb’inize ki yeryüzünü size bir döşek, göğü de bir kubbe yaptı. Gökten yağmur indirip, onunla size rızık olarak çeşitli mahsuller çıkardı. Öyleyse siz gerçeği bilip dururken sakın Rabb’inize eş koşmayın.” (Bakara. 2/22) Rabb’imiz, yeryüzünü, ağzımızın, gözümüzün, kulağımızın bütün zevklerine hitap eden, bütün ihtiyaçlarımıza cevap veren bir nimet sofrası olarak hazırladığını anlatıyor.
Evet, bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı oluyorsa bütün bu nimetler silsilesinin kadr ü kıymeti, hatırı olmayacak mı? Bir bardak çay karşısında duygulanan vicdan bütün bu güzellikler karşısında hissiz mi kalacak? Elbette hissiz kalmamalı ve vermiş olduğu sayısız nimetlerinden dolayı Rabb’imize karşı teşekkürle iki büklüm olmalıyız. Hayat boyunca iyilik yaptığınız, her türlü zor anında yanında olduğunuz biri size sürekli nankörlük yapsa ne hissederdiniz?
Ailem-Zaman
Birinden bir iyilik gördüğümüzde teşekkür eder onu ömür boyu unutmayız. Peki Rabbimizin her ân lutfettiği iyilik ve nimetlere karşı nasıl cevap verebiliriz? Tabii ki “şükür”le. Peki şükür gerçek mânâsını nasıl bulur?
“Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı olur.” derler. Bu sözü hepimiz duymuşuzdur. Aslında bu ifadeyi her duyuşumuzda aklımıza Efendimiz (sas)’in “İnsanlara karşı şükran ve minnet hissi taşımayan Allah’a da şükretmez.” (Ebu Davud, 11) sözü gelmeli. Neden mi? Yapılan bir iyiliğe karşı misliyle mukabele etmek, bu mümkün değilse en azından teşekkür ve dua ile karşılık vermek bir İslam ahlakı olmakla beraber insani bir vazifedir de. Çünkü her iyilik bir teşekkür ister. İyiliğe mukabele etmek ise fıtratın bir gereğidir. İnsani melekeleri sönmemiş her insanın, mukabele edemediği iyilik karşısında manevi bir eziklik hissettiği, psikolojik bir gerçek değil midir?
Evet, okulda, işte, misafirlikte vs. bize bir bardak çay ikram eden insana karşı bile teşekkürü bir borç bilir ve bunu bir kelime, bir tebessüm ile mutlaka ifade ederiz. Bu, insanın insanla irtibatının zaruri bir neticesidir. Ya insanın Yüce Yaratıcı ile irtibatı? Ya karşılıksız verilen binbir çeşit güzellik ve nimetlerin hatırını nasıl ödeyebiliriz?
Kainatta herşey, adeta bir başka yerde hazırlanmış ve insanın istifadesine arz edilmiş gibidir. Kimisi konserve, kimisi meyve şeklinde takdim edilen bu nimetlerle, yeryüzü adeta geniş bir nimet sofrası; bağlar, bahçeler de birer tablacı haline gelirler. İnsan, önüne konan bu nimet sofrasındaki nimetlere elini uzattıkça, gerçek nimet sahibini duymalı, O’nu hissetmelidir.
NİMETLER İÇİNDE YÜZÜYORUZ
Bakın Rabb’imiz ne buyuruyor: “O Rabb’inize ki yeryüzünü size bir döşek, göğü de bir kubbe yaptı. Gökten yağmur indirip, onunla size rızık olarak çeşitli mahsuller çıkardı. Öyleyse siz gerçeği bilip dururken sakın Rabb’inize eş koşmayın.” (Bakara. 2/22) Rabb’imiz, yeryüzünü, ağzımızın, gözümüzün, kulağımızın bütün zevklerine hitap eden, bütün ihtiyaçlarımıza cevap veren bir nimet sofrası olarak hazırladığını anlatıyor.
Evet, bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı oluyorsa bütün bu nimetler silsilesinin kadr ü kıymeti, hatırı olmayacak mı? Bir bardak çay karşısında duygulanan vicdan bütün bu güzellikler karşısında hissiz mi kalacak? Elbette hissiz kalmamalı ve vermiş olduğu sayısız nimetlerinden dolayı Rabb’imize karşı teşekkürle iki büklüm olmalıyız. Hayat boyunca iyilik yaptığınız, her türlü zor anında yanında olduğunuz biri size sürekli nankörlük yapsa ne hissederdiniz?
Ailem-Zaman