Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Tek Kelime "AŞK" (1 Kullanıcı)

ahmet_99

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
25 Ağu 2007
Mesajlar
1,767
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Daha önceden paylaşan kardeşim varsa hakkını helal etsin inş ama kaç kere paylaşılsa yine de az gelir..

Benim adım " AŞK"...

Var mı beni içinizde tanıyan?
Yaşanmadan çözülmeyen sır benim.
Kalmasa da şöhretimi duymayan,
Kimliğimi tarif etmek zor benim...

Bülbül benim lisanımla ötüştü.
Bir gül için can evinden tutuştu.
Yüreğine Toroslar'dan çığ düştü.
Yangınımı söndürmedi kar benim...

Niceler sultandı, kraldı, şahtı.
Benimle değişti talihi bahtı,
Yerle bir eyledim tac ile tahtı,
Akıl almaz hünerlerim var benim...

Kamil iken cahil ettim alimi,
Vahşi iken yahşi ettim zalimi,
Yavuz iken zebun ettim Selim'i,
Her oyunu bozan gizli zor benim...

Yeryüzünde ben ürettim veremi.
Lokman Hekim bulamadı çaremi.
Aslı için kül eyledim Kerem'i.
İbrahim'in atıldığı kor benim...

Sebep bazı Leyla, bazı Şirin'di.
Hatrım için yüce dağlar delindi.
Bilek gücüm Ferhat ile bilindi.
Kuvvet benim, kudret benim, fer benim...

İlahimle Mevlana'yı döndürdüm.
Yunus'umla öfkeleri dindirdim.
Günahımla çok ocaklar söndürdüm.
Mevla'danım, hayır benim, şer benim...

Kimsesizim hısmım da yok, hasmım da
Görünmezim cismim de yok, resmim de
Dil üzmezim, tek hece var ismimde
Barınağım gönül denen yer benim

Benim için yaratıldı Muhammed
Benim için yağdırıldı o rahmet
Evliyanın sözündeki muhabbet
Embiyanın yüzündeki nur benim

Cemal SAFİ


 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
Ellerine yüreğine sağlık çok güzel olmuş:)
sizinki kadar güzel değil ama buda benden olsun:a03:
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
Aşkımdan pürsafâyımdır sanırsın belki bu demler…
Aşkın neşvesi olmaz
Lâle; Eğlâl
Leylî; Leylâ olmadan Ey güzel…"

Üzerimde aşkın pırıltıları olabilir belki…
Veya âşıkların in'ikasıyla bir kıvılcım görebilirsin yüzümde…
Bu yüzümde gördüklerin ancak bir gölge ve akisten ibarettir. Ne özüdür, ne de kendisi…
Aynada yüzünü gördüğün vakit:
"-Bu zât benim gibi biridir ancak!" diyebilir misin?
Bir nehrin üzerine düşen yaprak için:
"-Bu ne güzel, ne berrak bir sudur." diyebilmen mümkün müdür? Sana berrak su diyebilmeleri için bulutların ötesinden dökülüp gelen ve nehre karışan bir yağmur damlası olman îcâb etmez mi?

İşte benim aşka yakınlığım onun akışıyla yönlenen bir yaprak kadar yakın, uzaklığım ise bir o kadar ondan ayrı bir cisim olup ona karışmamdaki zorluktan ve sırdandır.

Lâle, kelime olarak ele alındığında Arapça "Allâh" lâfzına âit harfleri taşımakta olduğu görülür. Eğlâl kelimesi de "lâle" kökünden gelir. Eğlâl ise Yâsin Sûresi'nde "eğlâlen" şeklinde geçmektedir. Manası ise; "boyunduruk"tur.

Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz hicret edecekleri vakit kapıdaki müşrikleri etkisiz hâle getirmek için Yâsin Sûresi'nin bu âyetini okuyarak onlara bir avuç toprak atmıştı. Müşrikler bunun etkisiyle sanki boyunlarına boyunduruk geçirilmişçesine başlarını aşağıya indirememiş ve Efendimiz'i görememişlerdi. Onlar Efendimiz'i göremedikleri gibi gözleri kâinatın bütün hakîkatlerine âmâ olmuştur.

Bunun mukâbili olarak kalblerine Allâh lafzını yerleştiren ve istîdâdınca idrak etmiş olan Hak âşıkları da sanki boyunlarına nurdan bir halka geçirmişcesine başları yukarıda ilâhî cezbeye gark olmuş, onun neşvesiyle müstağrak bir hâldedirler. Aşağının kötülük ve pisliklerinden uzak, mâsivâdan arındırılmış bir gönülle herşeyden mahrûm olanlar için duâ ve ilticâ hâlindedirler.

Lâlenin harfî manası "hilâl"e de ulaşmaktadır. Onlar semâdaki hilâlin parıltılarıyla yol alır, yıldızlarla semaya dururlar. Bir semâzenin en makro hâlidir, hilâli çevreleyen yıldızlar…

Lâlenin ebced hesabı 66'dır. Altmış altı "Elhamdülillâh"a denk gelir. Onlar o hayret makamının coşkusuyla yaşadığı istiğrak hâline hamdederek "Elhâmdülillâh" derler.

Lâlenin içi kömür gibidir. Ancak dıştan görünmez. Dışı ise içinin tam tersine pasparlak, canlı ve rûha sekînet verici bir görünüme sahiptir. Onun bu hâli tıpkı bağrı yanık bir dervişin mütebessim nûr hâleli yüzüne benzer.

Gerçek lâlelerin hepsinde renkli altı yaprak bulunur. Bu ise îmanın altı nûrunun libâsına bürünen dervişin îmân ve ihsan potasında erimesi ve daha sonra bu nurun şualarıyla derinden bir yanışa gark olmasının da bir simgesidir.

Bununla beraber Kur'ân-ı Kerîm'in (aynı zamanda Fâtiha sûresinin) altıncı âyeti de "Bizi dosdoğru yola (Sırât-ı Müstakîm'e) ilet" âyet-i kerimesidir. Bu âyet aynı zamanda bir duâ vasfı taşımaktadır.

Lâlenin renkli yapraklarının yukarıya doğru olması da tıpkı bir dervişin duâ edişindeki edâyı andırır. Zira derviş bu hâl ile sırât-ı müstakîm üzere olmayı murâd etmiş ve ifrat-tefrit noktalarını törpüleyerek hakîkate, yani istikâmete ermiştir. Ve tıpkı lâlenin derûnundaki siyahlığı göstermemesi gibi o da içinde yaşadığı yanış halini gizlemiş ve kendine her nazar edene o güzel rengini sunarak ona ferahlık vermiştir. Nitekim lâlenin en revaç bulduğu dönemlerden biri olan Osmanlılar zamanında ona, "ferâhâver (ferahlık veren)" denmiştir. İşte bu vasıflarla vasıflanan derviş de tıpkı lâlenin bu adını alarak etrafına letâfet ve zerâfet saçmış, gönüllere âb-ı hayat sunmuştur.

Hülâsa; lâlenin eğlâl oluşu, Lâlenin hakîkat deryasına dalış hâlidir.
Leyl; gece demektir. Gece sevda demektir. "Sevda"nın asıl manası "siyah"tır. Gece kıymet bilene "kara sevda"nın yaşandığı ânlardır. Eğer sen geceyi kopkoyu bir boşluk olmaktan çıkarmak istersen, gönüldeki yârları ve ağyârları yok etmelisin! İşte o zaman her yer sana âyân olur. Sanırsın ki gece bitmiş de gündüz oluvermiştir. Böylece fânî muhabbetler silinerek kalb sevdânın deryâsının derinliklerinde yolculuğa çıkmıştır. Burada bahsedilen "Leylâ" temsîlî olup, asıl
kasdedilen "Mevlâ"dır. Her yerin âyân oluşuyla kalb kâinâtın esrârını okuyucu ve alıcı bir hâle gelir. Ve Cebrâil'in "Oku" emrini müteâkiben örtüsüne bürünen ürkek yürek, artık serpilip açılır ve her yanda Leylâ'yı "Mevlâ" görür hâle gelir.

Ey Gönül! Cânına üflenen nefhayla yan da kavrul! Amma lâle gibi ol ki, hâlinden sadece "yâr" haberdâr olsun. Öyle ki, Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- ümmeti için gönlü dâim hüzne gark olurken dahî, yüzü her lahzâ beşûş (mütebessim) idi…






 

ahmet_99

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
25 Ağu 2007
Mesajlar
1,767
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Ellerine yüreğine sağlık çok güzel olmuş:)
sizinki kadar güzel değil ama buda benden olsun:a03:

Allah razı olsun kardeşim, beğenmenize sevindim, böyle güzel kelimeleri yazan şairimizden razı olsun Rabb'im inş..

Est kardeşim olur mu öyle şey.. :a03: Sizinki de çok çok güzelmiş, çok beğendim kardeşim.. :) Yani baktığımız zaman, Rabbimin yaratmış olduğu hoş bir çiçek diye gördüğümüz Lale'nin, özünde ne hikmetler saklıymış.. Tabi görmesini bilene.. Rabb'im bizi görenlerden eylesin inş..

En çok da şu kısmını beğendim kardeşim:

"Gece kıymet bilene "kara sevda"nın yaşandığı ânlardır. Eğer sen geceyi kopkoyu bir boşluk olmaktan çıkarmak istersen, gönüldeki yârları ve ağyârları yok etmelisin! İşte o zaman her yer sana âyân olur. Sanırsın ki gece bitmiş de gündüz oluvermiştir."

Yani ben de yazanla aynı fikirdeyim, geceler bana hep daha huzurlu gelmiştir.. Belki de herkes çekilip, ortalık sessizleştiğinde, insan geceyi dinlerken kendini, Rabb'ine bir başka yakın hissetmesinden..
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
Rabbim, kusurlarımızı âşıklar hatrına affet!
Bizi de onlara kat ki, yakamızdan düşsün gaflet!


-Gülümse, dedi Mâşuk. Gözlüğün kötüyse, gördüğün de kötü olur da, yüzün asılır. Yüzün asılınca özün bunalır. Özün bunalınca şeytan, damarlarında yol alıp, seni îmandan çıkarır. Ve imânı olmayana, ne ömür güler, ne ölüm. Mutluluk, Yâr'dan gelene râzı olmayan herkese gecikir. Mutluluk isteyenlerin, öncelikle her sözü ve sükûtu hayra, her bakışı ve bakmayışı aşka yorması lâzım.

Âşık tebessüm etti.

-Mutluyum, dedi, çünkü sen varsın! Benden ümidini hiç kesmez, beni her hâlimle sever ve hiç bırakmazsın. Sana vefâ bana zevktir! Gerisi boşa kürektir! Tarafımdan sevilmek isteyen, beni sen gibi sevmeli. Yılmadan, vazgeçmeden, öyle sabırlı ve öyle şefkatli…


-Hiç gitme, dedi Âşık.

-Seven sevdiğiyle zaten, her hâl - ü kârda birliktedir, dedi Mâşuk. Hasret olmakla ayrı kalmak başka şeyler. Ayrılık hisseden, zamanla itimâdı, ümîdi, hüsn-ü zannı, inancı da kaybeder. Âşık isen hiçbir şeye takılma. Görebilen göz için, olmuşta, olanda ve olacakta, sadece hayır vardır; ama işte, yalancının mumu yatsıya, âşık olmayanın râbıtası, zorluk gelinceye kadardır.



Sevgisine nazar değdi, Âşık bir gün:

-Küstüm, dedi.

Bunu öğrenince Mâşuk, bir hikâye anlattı:

-Tavşan dağa küsmüş de, dağın haberi olmamış. O vakit Tavşan, olanca sesiyle bağırarak, niçin küstüğünü dağa duyurmuş. Dağ:

-Ah tavşan ah! Sen nelerle uğraşıyorsun, ben nelerle, demiş. Şu küstüğün, çakıl taşı kadar küçük mesele. Keşke yamacımdaki o çakıllara takılacağına, doruğumdaki şu manzaranın tadını alaydın. Alçaklarda bunalmak yerine, yükseklerde ferahlayaydın. Gerçi, çıkıldıkça şartları ağırlaşan bir havam, doruklarına herkesin varamadığı zorlu bir yapım var. Bu sebeple, nice dağcı günlerini verdi ya, tırmanıp menzîle eren henüz olmadı; fakat bu, bendeki umûdu soldurmadı. İnançla bekliyorum. Çünkü her şeye rağmen, canını dişine takarak tüm zorlukları aşkla aşacak ve burcuma bayrak dikmeyi başaracak olan yiğidin varlığını seziyorum.

-Ya ben!? Demiş Tavşan… Ya ben ne olacağım?

-Sorunun cevâbı sende, demiş Dağ. Sen, ya azmedip o yiğit olacaksın, ya da çakıllarla oyalanan, yüzü asık, küçük bir tavşancık olarak kalacaksın. Cevap sende. Ben sâdece seyrediyorum.



Ertesi gün bozulan yemin, dilin ucuyla edilmiştir. Halbuki îman, değişen şartlar sebebiyle sarsılmayacak kadar kavî olması gerekendir.

-Ey Âşık unutma, dedi Mâşuk. Çöpe düşmekle ve hırsız elinde kirlenmekle, altının değeri eksilmez; fakat sen zora tâlip olmaz, kirliymiş deyip bırakır, elinden tutmazsan, elbet o altını tutacak daha hayırlı, vefâlı ve ehil bir gönül, vakti gelince yaklaşıp şöyle der:

-Ey benim kıymetli nasîbim! Ey benim alın yazım! Senin gibi bir güzeli, şu çöplükte benim için saklayana şükürler olsun! Gel seni en nâdîde gül sularıyla yıkayayım. Gel, gel de yaralarını, şefkatimle sarayım.



-Ne kadar güzelsin, dedi Âşık.

-Davulun sesi uzaktan, deryânın dalgası kıyıdan hoş gelir, dedi Mâşuk. Devâsâ dalgalarla muhatap bir kayalık olmak, o kayalığın üzerinde durup manzarayı temâşâ eden biri olmakla aynı şey değildir. Sözünü tutamayan bir âcize dönmek istemiyorsan, istîdâdını iyi keşfet de, taşıyamayacağın yüke tâlip olma. Lâkin sen, kendini küçümseyip, mes'ûliyyetten kaçan biri de olma ki, o cânım ömrü, hiçbir işe yaramamış “etkisiz bir eleman” gibi geçirerek zâyi etmek, büyük vebâldir.



Bu hikmetli sözleri duydukça coştu da haykırdı Âşık:

-Sana fedâyım!

Bunun üzerine, şöyle bir bakıp, konuştu Mâşuk:

-Şüphesiz bu, müthiş bir iddiâdır, dedi. Her hâl ile ispat ister. İspat tek başına kalamaz, illâ ki istikrâr ister. Aşk, sonu olmayan bir yoldur. Gitmekle bitmez. Bâzı insanlar “öyle aşklar târihte kaldı” diyorlar. Sanırım onlar, târihin tekerrürden ibâret olduğunu unutuyor ve yeni bir târih yazdıklarını farketmiyorlar. Dileyelim de bizim, ecdâdımızda nice misâlini hayranlıkla seyrettiğimiz gibi, gelecek nesiller de aşkı bizde seyretsin.



Âşık cezbeye gelip, bir ara haddini aşıverdi. Bunu görünce Mâşuk:

-Artık pişmelisin, deyip, kaşlarını çatıverdi. Ben, dedi, huzûrunda durduğun diğerlerinden, daha mı az lâyığım edebe, söyle!

Âşık hatasını anlayıp, utanıverince, kıyamadı Mâşuk:

-Bir yanlış yaparak, başka bir yanlışı dâvet etmek hatâdır, dedi. Lâkin yarım kiloluk bir hatâya, beş kiloluk başka bir hatâ ile karşılık vermek de iyi bir şey değildir. Susmak yerine konuşmak, problemi insan gibi aşmaya çalışmak gerekir. Aşacağız, üzülme.



-Sen benim aynamsın, dedi Âşık!

-Aynansam, orada gördüğün ve seni rahatsız eden şey sendedir, dedi Mâşuk. Aynansam, orada gördüğün, sevdiğin ve vazgeçemediğin de sensin. Aynansam, yalanım olmaz. Aynansam, bende seyrettiğin sana dâir hakikati güzelce hazmet. İstediği cevabı vermedi, "çok güzelsin" demedi diye ayna kırmak, Pamuk Prenses masalındaki kötü kalpli cadının işi, senin değil. Sen engin ol engin! Aynansam, bende gördüğün, asıl hep senin rengin.



Âşık cûşa gelip sordu:

-Ayna ayna söyle bana, bu dünyada en güzel kim?

Mâşuktan cevap geldi:

-Allah!

-Ukbâda en güzel kim?

-Allah!

-Ya biz neyiz?

-Biz, O'nun Habîbine tâbî, velîsine evlâd olduğumuz kadar ümmet, ümmet olduğumuz kadar kul, kul olduğumuz kadar güzeliz. O güzelliğin artarak dâim olması için, ilmin kemâlât ile icrâsına, idrâke ve irfâna tâlibiz.



-Ben, kul olabilmek için gayret edeceğim, dedi Âşık. Baktım olmuyor, vazgeçeceğim.

-Hayır, dedi Mâşuk. Baktın olmuyor, biraz daha bakacaksın. Baktın yine olmuyor, acep bakışımda bir yanlışlık var da, o sebepten mi olmuyor diye soracaksın. Bakışını düzeltecek, inançla bakmaya devam edeceksin. Hayır! Vazgeçmeyeceksin. Azmedecek, o uğurda can vereceksin!



-Âmin, dedi Âşık.

Duâya devam etti Mâşuk:

-Ey Vedûd! Ey yüceler yücesi, ey haslar hası! Ey Âşıkların, Mâşukların ve aşkın yaratıcısı! Eğer kaldıysa eline gözüne nâmahrem değmemiş, aklından fitne fesat geçmemiş, diline dedikodu dokunmamış, kulağına çirkinlik ilişmemiş, boğazından şüpheli ve haram lokma inmemiş, kendisine hiçbir ağır günahın tozu bulaşmamış ve Sen’in muhâfazan ile her türlü pislikten korunup pak kalmış kulların, onlar hürmetine bizi affeyle. Eğer böyle biri kalmamışsa, tevbeyi ve önceki yanlışlarına bir daha düşmemeyi lûtfunla başarmış ve affın ile temizlenmiş olanlar hürmetine bağışla hepimizi.

Rabbim, kusurlarımızı âşıklar hatrına affet! Bizi de onlara kat ki, yakamızdan düşsün gaflet!
 

ahmet_99

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
25 Ağu 2007
Mesajlar
1,767
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Rabbim, kusurlarımızı âşıklar hatrına affet!
Bizi de onlara kat ki, yakamızdan düşsün gaflet!


-Gülümse, dedi Mâşuk. Gözlüğün kötüyse, gördüğün de kötü olur da, yüzün asılır. Yüzün asılınca özün bunalır. Özün bunalınca şeytan, damarlarında yol alıp, seni îmandan çıkarır. Ve imânı olmayana, ne ömür güler, ne ölüm. Mutluluk, Yâr'dan gelene râzı olmayan herkese gecikir. Mutluluk isteyenlerin, öncelikle her sözü ve sükûtu hayra, her bakışı ve bakmayışı aşka yorması lâzım.

Âşık tebessüm etti.

-Mutluyum, dedi, çünkü sen varsın! Benden ümidini hiç kesmez, beni her hâlimle sever ve hiç bırakmazsın. Sana vefâ bana zevktir! Gerisi boşa kürektir! Tarafımdan sevilmek isteyen, beni sen gibi sevmeli. Yılmadan, vazgeçmeden, öyle sabırlı ve öyle şefkatli…


-Hiç gitme, dedi Âşık.

-Seven sevdiğiyle zaten, her hâl - ü kârda birliktedir, dedi Mâşuk. Hasret olmakla ayrı kalmak başka şeyler. Ayrılık hisseden, zamanla itimâdı, ümîdi, hüsn-ü zannı, inancı da kaybeder. Âşık isen hiçbir şeye takılma. Görebilen göz için, olmuşta, olanda ve olacakta, sadece hayır vardır; ama işte, yalancının mumu yatsıya, âşık olmayanın râbıtası, zorluk gelinceye kadardır.



Sevgisine nazar değdi, Âşık bir gün:

-Küstüm, dedi.

Bunu öğrenince Mâşuk, bir hikâye anlattı:

-Tavşan dağa küsmüş de, dağın haberi olmamış. O vakit Tavşan, olanca sesiyle bağırarak, niçin küstüğünü dağa duyurmuş. Dağ:

-Ah tavşan ah! Sen nelerle uğraşıyorsun, ben nelerle, demiş. Şu küstüğün, çakıl taşı kadar küçük mesele. Keşke yamacımdaki o çakıllara takılacağına, doruğumdaki şu manzaranın tadını alaydın. Alçaklarda bunalmak yerine, yükseklerde ferahlayaydın. Gerçi, çıkıldıkça şartları ağırlaşan bir havam, doruklarına herkesin varamadığı zorlu bir yapım var. Bu sebeple, nice dağcı günlerini verdi ya, tırmanıp menzîle eren henüz olmadı; fakat bu, bendeki umûdu soldurmadı. İnançla bekliyorum. Çünkü her şeye rağmen, canını dişine takarak tüm zorlukları aşkla aşacak ve burcuma bayrak dikmeyi başaracak olan yiğidin varlığını seziyorum.

-Ya ben!? Demiş Tavşan… Ya ben ne olacağım?

-Sorunun cevâbı sende, demiş Dağ. Sen, ya azmedip o yiğit olacaksın, ya da çakıllarla oyalanan, yüzü asık, küçük bir tavşancık olarak kalacaksın. Cevap sende. Ben sâdece seyrediyorum.



Ertesi gün bozulan yemin, dilin ucuyla edilmiştir. Halbuki îman, değişen şartlar sebebiyle sarsılmayacak kadar kavî olması gerekendir.

-Ey Âşık unutma, dedi Mâşuk. Çöpe düşmekle ve hırsız elinde kirlenmekle, altının değeri eksilmez; fakat sen zora tâlip olmaz, kirliymiş deyip bırakır, elinden tutmazsan, elbet o altını tutacak daha hayırlı, vefâlı ve ehil bir gönül, vakti gelince yaklaşıp şöyle der:

-Ey benim kıymetli nasîbim! Ey benim alın yazım! Senin gibi bir güzeli, şu çöplükte benim için saklayana şükürler olsun! Gel seni en nâdîde gül sularıyla yıkayayım. Gel, gel de yaralarını, şefkatimle sarayım.



-Ne kadar güzelsin, dedi Âşık.

-Davulun sesi uzaktan, deryânın dalgası kıyıdan hoş gelir, dedi Mâşuk. Devâsâ dalgalarla muhatap bir kayalık olmak, o kayalığın üzerinde durup manzarayı temâşâ eden biri olmakla aynı şey değildir. Sözünü tutamayan bir âcize dönmek istemiyorsan, istîdâdını iyi keşfet de, taşıyamayacağın yüke tâlip olma. Lâkin sen, kendini küçümseyip, mes'ûliyyetten kaçan biri de olma ki, o cânım ömrü, hiçbir işe yaramamış “etkisiz bir eleman” gibi geçirerek zâyi etmek, büyük vebâldir.



Bu hikmetli sözleri duydukça coştu da haykırdı Âşık:

-Sana fedâyım!

Bunun üzerine, şöyle bir bakıp, konuştu Mâşuk:

-Şüphesiz bu, müthiş bir iddiâdır, dedi. Her hâl ile ispat ister. İspat tek başına kalamaz, illâ ki istikrâr ister. Aşk, sonu olmayan bir yoldur. Gitmekle bitmez. Bâzı insanlar “öyle aşklar târihte kaldı” diyorlar. Sanırım onlar, târihin tekerrürden ibâret olduğunu unutuyor ve yeni bir târih yazdıklarını farketmiyorlar. Dileyelim de bizim, ecdâdımızda nice misâlini hayranlıkla seyrettiğimiz gibi, gelecek nesiller de aşkı bizde seyretsin.



Âşık cezbeye gelip, bir ara haddini aşıverdi. Bunu görünce Mâşuk:

-Artık pişmelisin, deyip, kaşlarını çatıverdi. Ben, dedi, huzûrunda durduğun diğerlerinden, daha mı az lâyığım edebe, söyle!

Âşık hatasını anlayıp, utanıverince, kıyamadı Mâşuk:

-Bir yanlış yaparak, başka bir yanlışı dâvet etmek hatâdır, dedi. Lâkin yarım kiloluk bir hatâya, beş kiloluk başka bir hatâ ile karşılık vermek de iyi bir şey değildir. Susmak yerine konuşmak, problemi insan gibi aşmaya çalışmak gerekir. Aşacağız, üzülme.



-Sen benim aynamsın, dedi Âşık!

-Aynansam, orada gördüğün ve seni rahatsız eden şey sendedir, dedi Mâşuk. Aynansam, orada gördüğün, sevdiğin ve vazgeçemediğin de sensin. Aynansam, yalanım olmaz. Aynansam, bende seyrettiğin sana dâir hakikati güzelce hazmet. İstediği cevabı vermedi, "çok güzelsin" demedi diye ayna kırmak, Pamuk Prenses masalındaki kötü kalpli cadının işi, senin değil. Sen engin ol engin! Aynansam, bende gördüğün, asıl hep senin rengin.



Âşık cûşa gelip sordu:

-Ayna ayna söyle bana, bu dünyada en güzel kim?

Mâşuktan cevap geldi:

-Allah!

-Ukbâda en güzel kim?

-Allah!

-Ya biz neyiz?

-Biz, O'nun Habîbine tâbî, velîsine evlâd olduğumuz kadar ümmet, ümmet olduğumuz kadar kul, kul olduğumuz kadar güzeliz. O güzelliğin artarak dâim olması için, ilmin kemâlât ile icrâsına, idrâke ve irfâna tâlibiz.



-Ben, kul olabilmek için gayret edeceğim, dedi Âşık. Baktım olmuyor, vazgeçeceğim.

-Hayır, dedi Mâşuk. Baktın olmuyor, biraz daha bakacaksın. Baktın yine olmuyor, acep bakışımda bir yanlışlık var da, o sebepten mi olmuyor diye soracaksın. Bakışını düzeltecek, inançla bakmaya devam edeceksin. Hayır! Vazgeçmeyeceksin. Azmedecek, o uğurda can vereceksin!



-Âmin, dedi Âşık.

Duâya devam etti Mâşuk:

-Ey Vedûd! Ey yüceler yücesi, ey haslar hası! Ey Âşıkların, Mâşukların ve aşkın yaratıcısı! Eğer kaldıysa eline gözüne nâmahrem değmemiş, aklından fitne fesat geçmemiş, diline dedikodu dokunmamış, kulağına çirkinlik ilişmemiş, boğazından şüpheli ve haram lokma inmemiş, kendisine hiçbir ağır günahın tozu bulaşmamış ve Sen’in muhâfazan ile her türlü pislikten korunup pak kalmış kulların, onlar hürmetine bizi affeyle. Eğer böyle biri kalmamışsa, tevbeyi ve önceki yanlışlarına bir daha düşmemeyi lûtfunla başarmış ve affın ile temizlenmiş olanlar hürmetine bağışla hepimizi.

Rabbim, kusurlarımızı âşıklar hatrına affet! Bizi de onlara kat ki, yakamızdan düşsün gaflet!

Behiye kardeşim eline, gözüne, o güzel gönlüne sağlık.. O kadar çok beğendim ki, resmen bir Şems ve Mevlana sohbeti tadında olmuş.. Allah razı olsun kardeşim senden..
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
Behiye kardeşim eline, gözüne, o güzel gönlüne sağlık.. O kadar çok beğendim ki, resmen bir Şems ve Mevlana sohbeti tadında olmuş.. Allah razı olsun kardeşim senden..

sen saolasın abii
böyle bir konu açınca bizde bildiklerimizi yazalım dedik beğenmenıze çok memnun oldum:)
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
1872.jpg


Şem ile Pervanenin hikayesini bilir misiniz? Benim en sevdiğim, en kendi halinde ve hüzünlü aşk hikayesidir. Bilenler hafızalarını tazelesin, bilmeyenlerse bir de benim gözümden aşkın büyülü dünyasına kısacık bir yolculuğa çıksın şimdi…

Bu hikaye, Şem (Mum) ile O’na kör kütük aşık olan Pervane’nin (Kelebek) hikayesidir. Özellikle yazın her akşam gözlerimizin önünde aşklarını yaşarlar. Her gece bir aşık, sevgilisine olan tutkusu için kendini sevgilinin ışığına bırakarak ruhunu teslim eder. Hani şu avizelerin içinde biriken minik kelebekler varya, onlardan bahsediyorum. Kısacık ömürlerine kocaman bir aşkı sığdıran kelebeklerden….

Aşka karşı koyamadıkları için kendilerini O’nun dibinde sonsuzluğa bırakan kelebeklerden…
Hikaye şöyle, Şem görkemli, dimdik duran karşı konulmaz bir sevgiliyi temsil eder. Kendinden asla ödün vermez… İçindeki can fitili ateşini her daim taze tutar…
Aşk için yanar… Aşk için söner en sonunda…
Aşkı o kadar kuvvetlidir ki, bu yücelikle etrafa ışık saçar…
Karanlığın içinde asilce ışığını yayar.
Derken bir gün, bir pervane aradığı ışığın izini bulur.
Aşkla uçar Şem’e doğru…
Kanatlarının rüzgarı Şem’in aşk ışığını titretir…
Pervane önce hayranlıkla uzaktan uzaktan döner Şem’in etrafında…
Henüz kanatları alevin tadına erişmemiştir.
Etrafında aşkla çırpar kanatlarını…
Döner durur öylece bir süre…
Sonra, yetmemeye başlar bu mesafenin hissettirdikleri…
Biraz daha yaklaşmaya niyetlenir..
Dönmekten asla vazgeçmez…
Gitgide alevin sıcaklığını daha çok hissetmeye başlar…
Sıcaklığı hissettikçe biraz daha yakınlaşma arzusuna karşı koyamaz…
Daha yakın, daha yakın, daha da yakın olmak ister.
Artık her dönüşte biraz daha yaklaşır Şem’in aşkına, alevine…
Aleve yaklaştıkça can fitiline de yaklaşacağını da umarak çırpar kanatlarını…
Şem’e ışık veren, aşk veren ince uzun ipe erişmek, aşkının ibadetidir.
Tam da aşkla aleve yaklaşmışken, kanadının ucu alevden nasibini alır aniden…
Yanar…! Pervane can acısıyla uzaklaşır Şem’den… Aşkın acı verebileceğini yeni öğrenmiştir…
Şaşırır… Uzakta bir yere konar ve Şem’i izler…
Acısı birazcık dinmeye başladığında, yeniden aşka uçma tutkusu kaplar ruhunu…
Engel olamaz kendine… Bu sefer en yakından başlar Şem’in etrafında dönmeye…
Öncekinden farklı olarak yeni yerler keşfeder Şem’de…
Eriyen mumun çıkarttığı minik topakcıklar gözyaşları misali çevrelemiştir Şem’in vücudunu…
Pervane Şem’in gözyaşlarına konup, onlara tutunmayı öğrenir.
Böylece Şem’e hem daha yakın nefes alır, hem de daha çok vakit geçirirler birlikte…
Pervane yaralıdır, Şem ise ağlamaklı…
Günler böyle geçip giderken, Pervane Şem’in tükenmeye başladığını fark eder…
Artık ışığı daha az yeri aydınlatır, daha çok göz yaşı biriktirir eteklerinde…

Sonun başlangıcını hissetmeye başlar Pervane… Şem’i sona yaklaştıran gözyaşları Pervane’nin aşkla yok olma nedenine dönüşür.
Aleve daha yakın, daha şiddetle aşkla çırparak kanatlarını, döner durur Şem’in etrafında… O’nu kurtaracak bir yol bulamayacağını fark edince acısına ortak olmayı seçer…

Alevin etrafında aşkla dönerken, aşkının içindeki can fitiline bırakıverir kendini, aşkını, canını… Usulca Şem’in gözyaşlarından yarattığı eteğinin üzerine düşüverir cansız bedeni…
Bunu fark eden Şem için direnecek bir neden kalmaz artık…

Gözyaşlarını Pervane’ye örtü yapar, O’nu aşkıyla sarmalar ve yavaş yavaş üzerine akarak aşklarını sonsuza kadar biraraya getirir…

İşte Şem ile Pervane’nin dillere pelesenk, meşhur, sonsuz aşkı yüzyıllardır böylece yaşanır durur… Şekil değiştirerek ama özünden bir şey yitirmeden…

Kalbimizin aşkı yaşamaya başladığını nasıl anlarız?
Aşk dediğimiz duygu için neleri göze alabiliriz?
Bunu anladığımız noktada başlıyor sanırım, gerçekler…

Ve şuna eminimki aşkın tek gerçeği, hiç bir gerçeği düşünemeyecek hale getirebilmesi insanı… A
ynı zamanda korkutması, endişe ettirmesi de beraberinde tabii…

Çünkü korktuğumuz, endişelendiğimiz halde engel olamadığımız şeyler aşkın heyecanını pompalıyor kalbimize! Kalbe pompalanan bütün duygular damarlarımızda yolculuğa çıkıyor ve bütün vücudumuzu keşfederek, bizi bütün olarak ele geçiriyor.


Bu yüzden elini tutan elin hissini hafızasına kazıyabiliyor aşık…Ufacık bir anıyla yetinebilme duyusu hep yoğun yaşanan bu hisler yüzünden… Bütün vücudu dolaşan aşk, gözlerde parıltı, dudaklarda sebepsizce duran bir tebessüme dönüşüyor…

Aşkın tarifi yok evet, ama her aşkın bir hikayesi var… Aşkı tadanlarımız, kendi tariflerimizi, hikayelerimizle ölçülendirip bir güzel ziyafet çekiyoruz kalbimize…
Aşkın ışığı sizi de çevrenizi de daima aydınlatsın, aşkla kalın siz de…
152.gif


Başak Hilal
 

melissa26

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
1,857
Tepki puanı
18
Puanları
36
Yaş
51
ben sana mecburum

ben sana mecburum bilemezsin
adını mıh gibi aklımda tutuyorum
büyüdükçe büyüyor gözlerin
ben sana mecburum bilemezsin
içimi seninle ısıtıyorum

ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
bu şehir o eski istanbul mudur?
karanlıkta bulutlar parçalanıyor
sokak lambaları birden yanıyor
kaldırımlarda yağmur kokusu
ben sana mecburum sen yoksun

sevmek kimi zaman rezilce korkudur
insan bir akşam üstü ansızın yorulur
tutsak ustura ağzında yaşamaktan
kimi zaman ellerini kırar tutkusu
birkaç hayat çıkarır yaşamasından
hangi kapıyı çalsa kimi zaman
arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

fatihte yoksul bir gramafon çalıyor
eski zamanlardan bir cuma çalıyor
durup köşe başında deliksiz dinlesem
sana kullanılmamış bir gök getirsem
haftalar ellerimde ufalanıyor
ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
ben sana mecburum sen yoksun

belki haziranda mavi benekli çocuksun
ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
belki yeşilköy'de uçağa biniyorsun
bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
belki körsün kırılmışsın telâş içindesin
kötü rüzgâr saçlarını götürüyor

ne vakit bir yaşamak düşünsem
bu kurtlar sofrasında belki zor
ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
ne vakit bir yaşamak düşünsem
sus deyip adınla başlıyorum
içim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
hayır başka türlü olmayacak
ben sana mecburum bilemezsin...

attila ilhan
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
Bu kaçıncı kandil sensiz
Bu kaçıncı sabaha sensizliğe uyandığım
Bu kaçıncı sitemin ey gönül
Sen söyle ben kime sitem edeyim.
Bütün sitemler banayken. Gece gündüz yıldızlar sabahın şafak vaktine düşen güneş? serin esen meltem esintisi hepsi sitemli ey gönül.

Bana yollara bakıp bir başıma yürümek kalıyor.
Ben sitem edemem ey gönül.

Ey gönlüm! Sen topraktan yaratılan varlığın cilalanmamış demir gibi kapkara mat paslı bir bedenisin.
Yağmurla hayat bulur kirlerden arınırsın.
Güneşi gördüğünde katılaşırsın. Sen acizken hala ne diye sitem edersin. Sen sus! Susmak seni güzelleştiriyor.
Her ne kadar içinde fırtınalar kopsa da büyüyüp yüreğinin ateşini yanardağ misali büyüt patlasa da sen sus!

Ey Gönlüm! Sen vefâsız bir fânisin. Unutma rabbinden geldin rabbine gideceksin. Seni seveni özlesen de sen yaratana mahbub ol. Sen gönül kadehinden AŞK şarabını içtin içeli sarhoşsun. Ey gönül Hakikî Sevgili olan seni yaratana götürsün ayakların. Sen sarhoşken nasıl gidersin hakiki sevgiliye... Gönül! Bilesin ki içtiğin AŞK şarabı bir gecelik sarhoş eden âdî şarap değil ölene kadar sarhoşluğu devam eden manevi şaraptır Senin içtiğin şarap heves şarabı olmasın ey gönlüm
Ey Gönül! Sen Mum ile pervaneyi buluşturansın; mum alevine âşık pervane ise ışığına âşık. Pervane muma yaklaşır alev alır? uzaklaşır hasret kalır; muma? yanmadan beklemenin yolu yok mu? tek yanan benim deme? senden gayrı yananda var ey yetim gönül. Sen alevler gibi birden yanarsın ben ise için için erir düşerim kara toprağa. Dilsiz? dudaksız hâlimi oku nasıl okusun ikimizde yanmaya geldik; hayatımız yanmaya sonsuza kadar biz gideriz AŞK kalır.

Ey Gönül! Sen varolalı seni taşıyan bedenin fark etmese de Aşka susuzsun. Aşkki sana susuz. İkinizde bir vahasınız. Uçsuz bucaksız bir çöl deryasındasın. Ne yazık uykudaki beden kafesine mahkûmsun. Hiçbir hürriyet seni özgür kılmaz sen aşka düştün düşeli. Dalgalar gelir çarpar durur sahile? sen ise rüya âleminde çöllerde dolaşmaktasın? susuzluktan yanıp yakılmaktasın; hâlbuki su sana uzanıverecek kadar şah damarından daha yakın ama sen bunun farında değilsin...

Ey Gönlüm! AŞK nedir diye soracak olursan de ki; AŞK nefsin elinden kaçarken paramparça olmaktır! Ve yine de ki bu parçalanmanın da tadını en iyi Yusuf (as) ile gömleği bilir... Yine çöllere düşüp Leylayı arayan Mecnun bilir kum taneleri bilir suya hasretin sevdasını. Kuruyan ve çatlayan dudaklar bilir? Besteler? nağmeler? üfledikçe nefesi yanan Ney bilir tende cananda can olmayı

Ey Gönlüm! Ana rahmine düştüğümde doğumla nişanlandığın Hakikî Sevgili'ye (cc)? Şebi Arûz günü ölümle nikâhlanıp kavuştuğunda ve sana nişan öncesi âlemi ervahta sorulan ahvalini nasıl izah edeceksin
Sen Mevlana değilsin ki yanmaya talip oldun.
Sen Yusuf değilsin ki saraya saraydaki Züleyha ya talip oldun. Sen aciz bir mahbubsun. Aczini bil ey gönlüm!...

alıntıdır
 

VaVeyla

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
11,102
Tepki puanı
22
Puanları
38
Konum
Mevlana diyarı
çokk güzel ya hele asım yıldırımdan dinlemek daha bi güzel :) eyvallah hemşerim :)
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt