Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

TEK GAYESİ İMANI KURTARMAK(KUR'ANIN ELMAS KILINCI) (1 Kullanıcı)

serkan25

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Eyl 2006
Mesajlar
498
Tepki puanı
0
Puanları
0
İMAN KURTARMA HİZMETİNE NASIL BAŞLADI

Bediüzzaman tahir paşanın yanında bulunurken, neşriyatı ve bu arada gazeteleri takip ederdi .

Geçen asrın sonlarında İngiliz sömürge bakanı William Gladstone, tarihler 1899 yılını gösterirken Avam Kamarasında elinde Kur’an ı göstererek yaptığı konuşmasında şöyle diyordu : “ Bu Kur’an müslümanların elinde bulundukça biz onlara hakim olamayız. Ya Kur’an ı ortadan kaldırmalıyız veya bütün müslümanları Kur’an dan soğutmalıyız.”

Gazetelerdeki bu dehşetli haber üzerine Bediüzzaman bir volkan gibi kükremişti. Bu Bediüzzaman’ın hayatında ilk ve en büyük fikri inkılabı yaşadığı olaydır. “ Ben Kur’an’ın sönmez ve söndürülmez manevi bir güneş olduğunu bütün dünyaya gösterip ispat edeceğim” diye haykırdı.

Evet Avrupa nın kafirleri bir türlü alt edemedikleri Türklerin güç kaynağının Kur-an’dan alınan ilham olduğunu çok iyi tespit etmişlerdi. Bediüzzaman bir an önce bu melun faliyete son verebilmek için İstanbul’a gitmeye karar verdi. Şarkın dururmunu çok iyi bilen Bediüzzaman Müslümanların iyi eğitilebilmesi Kur’an ın sönmez bir nur olduğunun un anlatılabilmesi için yaşanılan çağa uygun olarak medreselerin ıslah edilmesi konusunda devrin büyüklerini uyarmaya çalıştı. Hatta Van da şimdiki manada bir üniversite açmak için çom gayret etti. Bu sırada 1. dünya savaşı çıktı. Bediüzzaman Kafkas cephesinde mücadele ederken Ruslara esir düştü. Ancak belli bir süre sonra bir yolunu bularak esaretten kurtuldu.

1918 2in Temmuz ayında İstanbul’a gelen Bediüzzaman Osmanlı ordusunun adayı olarak en büyük İslam akademisi olan Darülhikmet’ül İslamiye’ye aza olmuştu.

Bu kuruluşta, istiklal marşı şairimiz katip olarak vazife yapıyordu. M.Akif’in Bediüzzaman’a çok hürmeti vardı.

Fakat Bediüzzaman hüzünlü, gamlı, kederliydi...

İslam halifesini temsil eden Osmanlı Devletinin savaştan mağlup çıkması nedeniyle İslam’a gelen darbelerden pek müteessirdi. “ ALEM-İ İSLAMA İNDİRİLEN HER DARBENİN, EVVELA KALBİME İNDİĞİNİ HİSSEDİYORUM. ONUN İÇİN BU KADAR SARSILDIM.” diyordu.

Bu yıllarda İstanbul İngiliz, Fransız ve İtalyanların işgali altındaydı. Bediüzzaman yayınladığı Hutuvatı sitte ismindeki eseriyle işgali kınıyor, “ Tükürün İngiliz haininin o hayasız yüzüne “ diyordu. Bu arada tekrar tekrar Ankara’ya davet ediliyordu.

“Ben siper arkasına giremem, burasını daha tehlikeli görüyorum “ diyerek, İstanbul’dan ayrılmıyordu.

Daha sonra M. Kemalinde içinde bulunduğu kumandanların ısrarlı davetleri üzerine Ankara‘ya geldi. Ankara istasyonunda merasimle karşılandı. Mecliste zafer için, kurtuluş için dualar yaptı.

Fakat Ankara’da kurtuluş için çalışanların, kendi kurtuluşları için İslami ibadetleri ve namazı ifa etmediklerini üzülerek gördü. Mecliste bir beyanname yayınlayarak onları ALLAH’ın emirlerini yapmaya davet etti. Mebuslara namazın ehemmiyeti hakkında dağıttığı beyannameden sonra namaz kılanlara altmış kişinin daha katıldığı ve meclisteki mescidin yetersiz hale geldiği görüldü.

Böyle bir gelişme olsa da Bediüzzaman memnun olmamıştı. Zira islamın asırlarca muhafızlığını yapmış bir milletin evlatları şimdi islamın ilk şartı olan namazı terk edebiliyorlardı. Bediüzzaman o zaman milletin ihyası, dinin ihyası için uğraşması gerekenlerin bu konuda hassas olmadıklarını görüyor ve bu büyük mücadelenin devlet adamlarının yardımı ile yapılamayacağını anlıyordu. İşte Bediüzzaman birinci Said dönemi dediği yani devlet eli ile dini kurtarma düşüncesinde olduğu dönemden ikinci Said dönemine geçiyordu.

İkinci Said devrine geçişi, Bediüzzaman şöyle anlatıyor :

“Dünya büyük bir burhan geçiriyor. Manevi temelleri sarsılan garp cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir veba, bir tâun felaketi gittikçe kendi yeryüzüne dağılıyor. Bu müthiş Sârî illete karşı islam cemiyeti ne gibi çarelerle karşı koyacak? Garbın çürümüş, kokmuş, tefessüh etmiş batıl formülleriyle mi ? Yoksa islam cemiyetinin ter-ü taze iman esaslarıyla mı ?Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum. İman kalesini, küfrün çürük direkleri tutamaz. Onun için, ben yalnız iman üzerine mesaimi teksif etmiş bulunuyorum. Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evladım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya çalışıyorum...


Bana ızdırap veren yalnız islamın maruz kaldığı tehlikelerdir. Eskiden tehlikeler hariçten gelirdi ; onun için mukavemet kolaydı. Şimdi tehlike içerden geliyor. Kurt, gövdenin içine girdi. Şimdi, mukavemet güçleşti. Korkarım ki cemiyetin bünyesi buna dayanamaz, çünkü düşmanı sezmez. Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost zanneder. Cemiyetin basiret gözü böyle körleşirse, iman kalesi tehlikededir. İşte benim ızdırabım, yegane ızdırabım budur. Yoksa şahsımın maruz kaldığı zahmet ve meşaketleri düşünmeye bile vaktim yoktur. Keşke bin türlü meşakkate maruz kalsam da iman kalesinin istikbali selamette olsa!...

Bu asırda ki imansızlık hastalığına karşı eski devirlerde yazılmış eserler tam kafi gelmiyor. Çünkü eski devirlerde hemen herkes ehli iman idi ; yazılan eserler sadece iman esaslarını sadece beyan ediyordu. İspata ihtiyaç yoktu. Fakat bu asırda aklın almadığı şeylere inanmayan mantığa uymayan her şeyi inkar eden insanlara hakikatler delilleriyle ispat edilerek anlatılmalıydı. İşte Bediüzzaman hazretleri R. Nur adlı eserlerinde iman hakikatlerini ispat metodu ile anlatmıştır. Bu eserleri okuyan yüz binlerce insan dinsizliğin her tarafa yayıldığı bir dönemde imanlarını kurtarmışlardır.

R. Nur yazılmaya başlandığında Türkiye’de Kur’an öğrenilmesi ve öğretilmesi yasaklanmış, İslam Alimleri öldürülmüş ve susturulmuştur. Tekkeler, medreseler kapatılarak din eğitimi yasaklanmıştı. En küçük bir dini kitabın basılması ve yayınlanması yasaktı.okullarda din alyhtarı öğretmenler tarafından dinsiz bir nesil yetiştirilmeye çalışıyordu. İşte böyle bir devirde ÜSTAD Hazretleri sürüldüğü Barla köyünde iman hakikatlerini anlattığı eserlerini binbir mahrumiyet ve takip içinde telif etmiştir. Yazdığı eserleri el yazısı ile gizli olarak çoğaltılmıştır. 25-30 sene içerisinde 600.000 cilt EL YAZISI ile çoğaltılmıştır ki ; bu fevkalade bir rakamdır. Çoğaltılan bu eserler köy köy götürülmüş iştiyaklı insanlara ulaştırılmıştır.

YAŞADIĞI DÖNEMDE ANLAŞILAMADI

Bediüzzaman hayatını iman ve kur-an yoluna adamış gerçek bir kahramandır. Onun her an ALLAH davası ile dolup boşaldığını anlatan bir çok olay vardır. Evet Onun ALLAH’ı anlatma yolundaki kendini adamışlığını Van kalesinden ayağı kayarak yuvarlanırken hadiselerin diliyle görelim :

Bahsini ettiğimiz bu durum Risale-i Nurda şöyle geçmektedir:

"Van kalesi iki minare yüksekliğinde sırf dağ gibi bir taştan ibarettir. Eskiden kalma oda gibi bir in kapısına gidiyorduk. İki ayağım birden kaydı. “

tam uçurumdan düşeceğim sırada ;

“Ah davam! “diye bağırmışım.

Bediüzzaman’a has, Bediüzzamanı ifade eden bir haykırıştır. Çünkü yapılacak daha çok iş vardır iman davası yolunda...

Görüyoruzki Bediüzzaman ölüm anında bile kendisini düşünmüyor, davasını ve gayesini düşünüyor. Kurtarmak istediği müslümanların, insanların imanını düşünüyor. Davası için, gayesi için keni canını bile hiçe sayıyor.

Onun tek gayesi vardı dine hizmet etmek. Hiçbir zaman Kur’an hizmetinden menfaat beklememişti. Hatta talebeliğinde bile buna dikkat etmişti.

İman hizmeti yolunda evlenmeyi bile unutan ve bütün mal varlığını sırtında taşıyabilecek kadar dünyaya ehemmiyet vermeyen Bediüzzaman devrin devlet adamları tarafından anlaşılamamış veya anlaşılmak istenmemişti. Zira bizzat M. Kemal tarafından teklif edilen :

* şark vilayetlerine umumi vaizlik
* milletvekilliği
* bir köşk
* üçyüz lira maaş (1999 rakamları ile 3.5 milyar lira)

evet o bütün bu teklifleri elinin tersi ile itmişti . çünkü o dünyayı değil ALLAH’ın rızasını istiyordu.

Bediüzzaman dünya ile böyle ilgisizken ona türlü işkenceleri reva görüyorlardı. Zira bu durumu Bediüzzaman şöyle anlatır :

“ Beni nefsini kurtarmayı düşünen hodgam bir adam mı zannediyorlar ? Ben, cemiyetin imanını kurtarmak yolunda dünyamıda feda ettim, ahiretimide. Seksen küsür senelik bütün hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum . bütün ömrüm harp meydanlarında, esaret zindanlarında, veyahut memleket hapishanelerinde, memeleket mahkemelerinde geçti. Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı. Divan-ı harplerde bir cani gibi muamele gördüm ; bir seseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilattan men edildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere maruz kaldım.zaman olduki hayatdan bin defa ziyade ölümü tercih ettim . eğer dinim intihardan beni men etmeseydi , belki bu gün Said topraklar altında çürümüş gitmişti.

ZULÜM....ZULÜM

Emirdağ’ın bozkırında, Kur’anın ebedi nurlarını anlatmaya çalışan Bediüzzaman, burada da tevkif edilerek Afyon hapishanesine sokulmuştu.
Bediüzzaman’ın Afyon’un soğuklarında sobasız, buz gibi, büyük hapishane koğuşunda yapayalnız ölüme terk ediyorlardı. Bediüzzaman’ın sobasını yakmak, kendisine yardım etmek isteyen talebelerinden Mustafa Sungur ve Zübeyir Gündüzalp hocalarının yanına yanaştılar diye, saatlerce, hem de ayaklarının altı patlatılıncaya kadar, zalim gardiyanlar tarafından falakaya yatırılıyorlardı.
Ama ne üstad Beiüzzaman yılgınlık gösteriyordu nede talebeleri. Zira Nur davalarının fedakar Avukatı Bekir Berk Nur Talebelerine’Sizimi savunayım, Davanızı mı?’ diye sorduğunda hapisteki zor durumlarına rağmen;’Biz burada yıllarca kalmaya razıyız. Siz bizim davamızı müdafaa edin’ diyecek kadar samimi ve fedakârdılar.
Büyük bir İslâm alimini’Kur’an okuyun, namaz kılın, ahlaklı olun, vatana-millete hizmet edin’ şeklindeki derslerinden dolayı, acı zulümlere uğratıyorlardı.
Afyon’daki dehşetli zulüm altında Bediüzzaman şöyle diyordu:
“Belki hayatta kalamayacağım, BÜTÜN MEVCUDİYETİM VATAN, MİLLET, GENÇLİK VE ALEM-İ İSLAM VE BEŞERİN EBEDİ REFAH VE SAADETİ UĞRUNA FEDA OLSUN. Ölürsem, dostlarım intikamımı almasınlar!”
Bediüzzaman, bütün zulüm ihanetlerden sonra, 20 Eylül 1949’da ceza müddetini hapishanede tamamlayarak tahliye edildi.
Bütün hapishanelerde mahkumlar resmi mesai saatlerinde tahliye edilirken, Afyon hapishanesinden Bediüzzaman’ı fevkalâde bir tezahürat ile karşılamaya hazırlanan halkın teveccühüne mani olmak için, şafak vakti tahliye etmişlerdi.
Ama Bediüzzaman mücadelesine devam ediyor hiçbir güç onu Allah’ı anlatmaktan geri durduramıyordu. Zira kağıdın sokulmasına izin verilmeyen Denizli hapishanesinde en ağır şartlarda kibrit kutularına yazdırarak “Meyve Risalesini” ortaya çıkarıyor ve bu sayede bir çok kimsenin imanının kurtulmasına vesile oluyordu. Onun hayatının gayesi iman kurtarma idi. Gayesine uygun bir hayat yaşadı.
23 Mart 1960 Çarşamba günü, İslâm dünyasında bin aydan hayırlı olan kadir gecesinin idrak edildiği gece Bediüzzaman, Urfa’da İpek Palas Otelinin yirmi yedi numaralı odasında Rahmet-i Rahman’a kavuşmuştu.
İslamiyet’e adanmış, her türlü eziyet ve zulüm altında imanın izzetiyle yaşanmış 83 yıllık bir ömrün sonu... Bir otel odasında evsiz-barksız... Rahat yüzü görmeden... Ama her an Allah(c.c) ile, Resulullah(sav) ile ve onların sevdikleri ile birlikte...
İman hizmeti yolunda her türlü hapis, sürgün ve işkencelere katlanarak karanlığı dağıtan Bediüzzaman Said Nursi, bizlere yüreğimizi ısıtan bir müjde bırakıp gitti:
“ÜMİTVAR OLUNUZ. ŞU İSTİKBAL VE İNKILÂBÂTI İÇİNDE EN YÜKSEK GÜR SEDÂ, İSLÂM’IN SEDÂSI OLACAKTIR...”
 

ADALETIMAHZA

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Eyl 2006
Mesajlar
3,630
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
Web Sitesi
www.islamiportal.net
RE: TEK GAYESİ İMANI KURTARMAK(KUR'ANIN ELMAS KILINCI)

S.A.ALLAH RAZI OLSUN KARDEŞİM.ÜMİTVARIZ İNŞAALLAH.A.E.O.

DOĞACAKTIR SANA VAADETTİĞİ GÜNLER HAKK IN
KİMBİLİR BELKİ YARIN BELKİ YARINDAN DA YAKIN.
 

AFRA_NUR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Ocak 2007
Mesajlar
2,128
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
RE: TEK GAYESİ İMANI KURTARMAK(KUR'ANIN ELMAS KILINCI)

;ÜMİTVAR OLUNUZ. ŞU İSTİKBAL VE İNKILÂBÂTI İÇİNDE EN YÜKSEK GÜR SEDÂ, İSLÂMr17;IN SEDÂSI OLACAKTIRB)B)B)
emeğine sağlık kardeşim
selametle A.E.O.
 

m_muaz

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Eki 2006
Mesajlar
7,359
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: TEK GAYESİ İMANI KURTARMAK(KUR'ANIN ELMAS KILINCI)

ALLAH C.C. RAZI OLSUN KARDEŞİM...RABBİM BÜYÜKLERDEN AYIRMASIN İNŞ..
 

mtekik

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Ağu 2006
Mesajlar
2,702
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
Web Sitesi
islamiportal.net
RE: TEK GAYESİ İMANI KURTARMAK(KUR'ANIN ELMAS KILINCI)

S.A. KARDEŞİM,
ÇOK GÜZEL OLMUŞ ELLERİNE SAĞLIK,
YAZIDA SENİN EKSİK BIRAKTIĞIN BİR BÖLÜM VAR , NAMAZLA İLGİLİ OLAN. İNŞALLAH ONUDA BEN EKLEYEYİM.

Bediüzzaman, 25 Kasım 1922’de Ankara’ya ayak bastığında Büyük Millet Meclisi’nde düzenlenen resmi hoş geldin merasimiyle karşılandı.45 Artık Bediüzzaman, bir yandan meclis çalışmalarına katılıyor, bir yandan da Mebuslarla önemli konuları tartışıyordu. Bu arada Mebusların çoğunun namaz kılmadıklarını gören Said Nursi, bir beyanname46 yayınlayarak namazın önemini anlattı ve onları dinin emirlerine riayet etmeye davet etti. Bediüzzaman’ın bu gayreti Mebuslardan büyük kısmının yeniden namaza başlaması ile sonuçlanınca, bazı çevreler oldukça rahatsız olmuştu. Bu beyannameyi Meclis Başkanı Mustafa Kemal de okumuş ve Said Nursi’ye yirmi-otuz Mebusun da bulunduğu bir ortamda şöyle demişti: “Biz sizi buraya çağırdık ki sizin yüksek fikirlerinizden istifade edelim. Siz geldiniz, en evvel namaza dair şeyler yazdınız, aramıza ihtilaf verdiniz”. Bediüzzaman da hiddetlenerek: “Paşa! Paşa! Kainatta en yüksek hakikat imandır. İmandan sonra namazdır. Namazı kılmayan haindir, hainin hükmü merduttur.” diye karşılık vermişti. Bunun üzerine Mustafa Kemal özür dilemiş ve tartışmayı daha fazla uzatmamıştı.47

K.S.E.O.
 

serkan25

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Eyl 2006
Mesajlar
498
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: TEK GAYESİ İMANI KURTARMAK(KUR'ANIN ELMAS KILINCI)

B)B)B)ALEYKÜM SELAMB)B)B)
KARDEŞLERİM CENAB-I HAK SİZLERDEN RAZI OLSUN...
BELKİ BU YAZILAR UZUN OLABİLİR. AMA HAKİKATLER YAZILDIKÇA PAYLAŞILDIKÇA AÇIGA ÇIKAR.. BELKİ BAZI KARDEŞLERİMİZİN KAFASINDA SORU İŞARETİ BIRAKIYOR BU YAZILAR... YA BU ZAT NEDEN HEP SÜRGÜNLERDE GEÇİRMİŞ ÖMRÜNÜN 3 TE 1 İNİ... DAVASI UGRUNA... ONUN DAVASI EN BÜYÜK DAVA KAZANMAK VEYA KAYBETMEK DAVASI ONA YAPILAN BU ZULÜMLERE KARŞI HİÇ ALDIRIŞ ETMEDEN HATTA ONLARA HAKKINI BİLE HELAL EDEREK DAVASINI SAVUNMAYA YOL ALDI... CENAB-I HAKKIN İZNİYLE VE PEYGAMBER EFENDİMİZİN(ASM) SÜNNETİYLE YOLA KOYULDU. SAÇLARIM ADEDİNCE BAŞIM OLSA BU DAVADA FEDA ETMEYE HAZIRIM DEMİŞTİR... FAHRİ KAİNAT EFENDİMİZ (SAV)DE BİR ELİME GÜNEŞİ BİR ELİMEDE AYI VERSENİZ BU DAVADAN VAZ GEÇMEM BUYURMUŞLARDIR... OZAMANLARDA OKULLARDA DİNSİZLİK DERSİ VERİLİYOR... İNSANLARIN ALINLARININ SECDEYE VARMAMASI İÇİN BİR SÜRÜ ÇABA SARFEDİYORLARDI(ŞAPKA KANUNU) İÇTEN İÇE BİR KURT GİBİ İNSANLARI KEMİRMEYE KANLARINI EMMEYE BAŞLAMIŞLARDI.BİR TARAFTAN YIKMAYA BAŞLANMIŞ. ÜSTAD HZLERİDE BİR TARAFTAN TAMİR ETMEYE ÇALIŞILIYORDU İŞTE BU ZAT DÜNYA ZEVKİNE DAİR HİÇ BİR ŞEY TATMAMIŞ SADECE KENDİSİNİ İMANA HİZMETE ADAMIŞTIR...ÜSTAD HZLERİNİN ATMIŞ OLDUGU TOHUMLAR... İNŞALLAH CENNETTE YEŞERECEKTİR... PAYLAŞIMLARIMIZ DEVAM EDECEKTİR... SİZLER VAR OLDUKÇA HAK TEALA SİZLERDEN EBEDEN RAZI OLSUN....
SELAMÜN ALEYKÜM...
 

RECEB-I KAMER

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Nis 2007
Mesajlar
3,771
Tepki puanı
77
Puanları
48
Yaş
38
Konum
vakt-i seher
RE: TEK GAYESİ İMANI KURTARMAK(KUR'ANIN ELMAS KILINCI)

serkan25 yazdı:
İMAN KURTARMA HİZMETİNE NASIL BAŞLADI

Bediüzzaman tahir paşanın yanında bulunurken, neşriyatı ve bu arada gazeteleri takip ederdi .

Geçen asrın sonlarında İngiliz sömürge bakanı William Gladstone, tarihler 1899 yılını gösterirken Avam Kamarasında elinde Kur’an ı göstererek yaptığı konuşmasında şöyle diyordu : “ Bu Kur’an müslümanların elinde bulundukça biz onlara hakim olamayız. Ya Kur’an ı ortadan kaldırmalıyız veya bütün müslümanları Kur’an dan soğutmalıyız.”

Gazetelerdeki bu dehşetli haber üzerine Bediüzzaman bir volkan gibi kükremişti. Bu Bediüzzaman’ın hayatında ilk ve en büyük fikri inkılabı yaşadığı olaydır. “ Ben Kur’an’ın sönmez ve söndürülmez manevi bir güneş olduğunu bütün dünyaya gösterip ispat edeceğim” diye haykırdı.

Evet Avrupa nın kafirleri bir türlü alt edemedikleri Türklerin güç kaynağının Kur-an’dan alınan ilham olduğunu çok iyi tespit etmişlerdi. Bediüzzaman bir an önce bu melun faliyete son verebilmek için İstanbul’a gitmeye karar verdi. Şarkın dururmunu çok iyi bilen Bediüzzaman Müslümanların iyi eğitilebilmesi Kur’an ın sönmez bir nur olduğunun un anlatılabilmesi için yaşanılan çağa uygun olarak medreselerin ıslah edilmesi konusunda devrin büyüklerini uyarmaya çalıştı. Hatta Van da şimdiki manada bir üniversite açmak için çom gayret etti. Bu sırada 1. dünya savaşı çıktı. Bediüzzaman Kafkas cephesinde mücadele ederken Ruslara esir düştü. Ancak belli bir süre sonra bir yolunu bularak esaretten kurtuldu.

1918 2in Temmuz ayında İstanbul’a gelen Bediüzzaman Osmanlı ordusunun adayı olarak en büyük İslam akademisi olan Darülhikmet’ül İslamiye’ye aza olmuştu.

Bu kuruluşta, istiklal marşı şairimiz katip olarak vazife yapıyordu. M.Akif’in Bediüzzaman’a çok hürmeti vardı.

Fakat Bediüzzaman hüzünlü, gamlı, kederliydi...

İslam halifesini temsil eden Osmanlı Devletinin savaştan mağlup çıkması nedeniyle İslam’a gelen darbelerden pek müteessirdi. “ ALEM-İ İSLAMA İNDİRİLEN HER DARBENİN, EVVELA KALBİME İNDİĞİNİ HİSSEDİYORUM. ONUN İÇİN BU KADAR SARSILDIM.” diyordu.

Bu yıllarda İstanbul İngiliz, Fransız ve İtalyanların işgali altındaydı. Bediüzzaman yayınladığı Hutuvatı sitte ismindeki eseriyle işgali kınıyor, “ Tükürün İngiliz haininin o hayasız yüzüne “ diyordu. Bu arada tekrar tekrar Ankara’ya davet ediliyordu.

“Ben siper arkasına giremem, burasını daha tehlikeli görüyorum “ diyerek, İstanbul’dan ayrılmıyordu.

Daha sonra M. Kemalinde içinde bulunduğu kumandanların ısrarlı davetleri üzerine Ankara‘ya geldi. Ankara istasyonunda merasimle karşılandı. Mecliste zafer için, kurtuluş için dualar yaptı.

Fakat Ankara’da kurtuluş için çalışanların, kendi kurtuluşları için İslami ibadetleri ve namazı ifa etmediklerini üzülerek gördü. Mecliste bir beyanname yayınlayarak onları ALLAH’ın emirlerini yapmaya davet etti. Mebuslara namazın ehemmiyeti hakkında dağıttığı beyannameden sonra namaz kılanlara altmış kişinin daha katıldığı ve meclisteki mescidin yetersiz hale geldiği görüldü.

Böyle bir gelişme olsa da Bediüzzaman memnun olmamıştı. Zira islamın asırlarca muhafızlığını yapmış bir milletin evlatları şimdi islamın ilk şartı olan namazı terk edebiliyorlardı. Bediüzzaman o zaman milletin ihyası, dinin ihyası için uğraşması gerekenlerin bu konuda hassas olmadıklarını görüyor ve bu büyük mücadelenin devlet adamlarının yardımı ile yapılamayacağını anlıyordu. İşte Bediüzzaman birinci Said dönemi dediği yani devlet eli ile dini kurtarma düşüncesinde olduğu dönemden ikinci Said dönemine geçiyordu.

İkinci Said devrine geçişi, Bediüzzaman şöyle anlatıyor :

“Dünya büyük bir burhan geçiriyor. Manevi temelleri sarsılan garp cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir veba, bir tâun felaketi gittikçe kendi yeryüzüne dağılıyor. Bu müthiş Sârî illete karşı islam cemiyeti ne gibi çarelerle karşı koyacak? Garbın çürümüş, kokmuş, tefessüh etmiş batıl formülleriyle mi ? Yoksa islam cemiyetinin ter-ü taze iman esaslarıyla mı ?Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum. İman kalesini, küfrün çürük direkleri tutamaz. Onun için, ben yalnız iman üzerine mesaimi teksif etmiş bulunuyorum. Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evladım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya çalışıyorum...


Bana ızdırap veren yalnız islamın maruz kaldığı tehlikelerdir. Eskiden tehlikeler hariçten gelirdi ; onun için mukavemet kolaydı. Şimdi tehlike içerden geliyor. Kurt, gövdenin içine girdi. Şimdi, mukavemet güçleşti. Korkarım ki cemiyetin bünyesi buna dayanamaz, çünkü düşmanı sezmez. Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost zanneder. Cemiyetin basiret gözü böyle körleşirse, iman kalesi tehlikededir. İşte benim ızdırabım, yegane ızdırabım budur. Yoksa şahsımın maruz kaldığı zahmet ve meşaketleri düşünmeye bile vaktim yoktur. Keşke bin türlü meşakkate maruz kalsam da iman kalesinin istikbali selamette olsa!...

Bu asırda ki imansızlık hastalığına karşı eski devirlerde yazılmış eserler tam kafi gelmiyor. Çünkü eski devirlerde hemen herkes ehli iman idi ; yazılan eserler sadece iman esaslarını sadece beyan ediyordu. İspata ihtiyaç yoktu. Fakat bu asırda aklın almadığı şeylere inanmayan mantığa uymayan her şeyi inkar eden insanlara hakikatler delilleriyle ispat edilerek anlatılmalıydı. İşte Bediüzzaman hazretleri R. Nur adlı eserlerinde iman hakikatlerini ispat metodu ile anlatmıştır. Bu eserleri okuyan yüz binlerce insan dinsizliğin her tarafa yayıldığı bir dönemde imanlarını kurtarmışlardır.

R. Nur yazılmaya başlandığında Türkiye’de Kur’an öğrenilmesi ve öğretilmesi yasaklanmış, İslam Alimleri öldürülmüş ve susturulmuştur. Tekkeler, medreseler kapatılarak din eğitimi yasaklanmıştı. En küçük bir dini kitabın basılması ve yayınlanması yasaktı.okullarda din alyhtarı öğretmenler tarafından dinsiz bir nesil yetiştirilmeye çalışıyordu. İşte böyle bir devirde ÜSTAD Hazretleri sürüldüğü Barla köyünde iman hakikatlerini anlattığı eserlerini binbir mahrumiyet ve takip içinde telif etmiştir. Yazdığı eserleri el yazısı ile gizli olarak çoğaltılmıştır. 25-30 sene içerisinde 600.000 cilt EL YAZISI ile çoğaltılmıştır ki ; bu fevkalade bir rakamdır. Çoğaltılan bu eserler köy köy götürülmüş iştiyaklı insanlara ulaştırılmıştır.

YAŞADIĞI DÖNEMDE ANLAŞILAMADI

Bediüzzaman hayatını iman ve kur-an yoluna adamış gerçek bir kahramandır. Onun her an ALLAH davası ile dolup boşaldığını anlatan bir çok olay vardır. Evet Onun ALLAH’ı anlatma yolundaki kendini adamışlığını Van kalesinden ayağı kayarak yuvarlanırken hadiselerin diliyle görelim :

Bahsini ettiğimiz bu durum Risale-i Nurda şöyle geçmektedir:

"Van kalesi iki minare yüksekliğinde sırf dağ gibi bir taştan ibarettir. Eskiden kalma oda gibi bir in kapısına gidiyorduk. İki ayağım birden kaydı. “

tam uçurumdan düşeceğim sırada ;

“Ah davam! “diye bağırmışım.

Bediüzzaman’a has, Bediüzzamanı ifade eden bir haykırıştır. Çünkü yapılacak daha çok iş vardır iman davası yolunda...

Görüyoruzki Bediüzzaman ölüm anında bile kendisini düşünmüyor, davasını ve gayesini düşünüyor. Kurtarmak istediği müslümanların, insanların imanını düşünüyor. Davası için, gayesi için keni canını bile hiçe sayıyor.

Onun tek gayesi vardı dine hizmet etmek. Hiçbir zaman Kur’an hizmetinden menfaat beklememişti. Hatta talebeliğinde bile buna dikkat etmişti.

İman hizmeti yolunda evlenmeyi bile unutan ve bütün mal varlığını sırtında taşıyabilecek kadar dünyaya ehemmiyet vermeyen Bediüzzaman devrin devlet adamları tarafından anlaşılamamış veya anlaşılmak istenmemişti. Zira bizzat M. Kemal tarafından teklif edilen :

* şark vilayetlerine umumi vaizlik
* milletvekilliği
* bir köşk
* üçyüz lira maaş (1999 rakamları ile 3.5 milyar lira)

evet o bütün bu teklifleri elinin tersi ile itmişti . çünkü o dünyayı değil ALLAH’ın rızasını istiyordu.

Bediüzzaman dünya ile böyle ilgisizken ona türlü işkenceleri reva görüyorlardı. Zira bu durumu Bediüzzaman şöyle anlatır :

“ Beni nefsini kurtarmayı düşünen hodgam bir adam mı zannediyorlar ? Ben, cemiyetin imanını kurtarmak yolunda dünyamıda feda ettim, ahiretimide. Seksen küsür senelik bütün hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum . bütün ömrüm harp meydanlarında, esaret zindanlarında, veyahut memleket hapishanelerinde, memeleket mahkemelerinde geçti. Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı. Divan-ı harplerde bir cani gibi muamele gördüm ; bir seseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilattan men edildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere maruz kaldım.zaman olduki hayatdan bin defa ziyade ölümü tercih ettim . eğer dinim intihardan beni men etmeseydi , belki bu gün Said topraklar altında çürümüş gitmişti.

ZULÜM....ZULÜM

Emirdağ’ın bozkırında, Kur’anın ebedi nurlarını anlatmaya çalışan Bediüzzaman, burada da tevkif edilerek Afyon hapishanesine sokulmuştu.
Bediüzzaman’ın Afyon’un soğuklarında sobasız, buz gibi, büyük hapishane koğuşunda yapayalnız ölüme terk ediyorlardı. Bediüzzaman’ın sobasını yakmak, kendisine yardım etmek isteyen talebelerinden Mustafa Sungur ve Zübeyir Gündüzalp hocalarının yanına yanaştılar diye, saatlerce, hem de ayaklarının altı patlatılıncaya kadar, zalim gardiyanlar tarafından falakaya yatırılıyorlardı.
Ama ne üstad Beiüzzaman yılgınlık gösteriyordu nede talebeleri. Zira Nur davalarının fedakar Avukatı Bekir Berk Nur Talebelerine’Sizimi savunayım, Davanızı mı?’ diye sorduğunda hapisteki zor durumlarına rağmen;’Biz burada yıllarca kalmaya razıyız. Siz bizim davamızı müdafaa edin’ diyecek kadar samimi ve fedakârdılar.
Büyük bir İslâm alimini’Kur’an okuyun, namaz kılın, ahlaklı olun, vatana-millete hizmet edin’ şeklindeki derslerinden dolayı, acı zulümlere uğratıyorlardı.
Afyon’daki dehşetli zulüm altında Bediüzzaman şöyle diyordu:
“Belki hayatta kalamayacağım, BÜTÜN MEVCUDİYETİM VATAN, MİLLET, GENÇLİK VE ALEM-İ İSLAM VE BEŞERİN EBEDİ REFAH VE SAADETİ UĞRUNA FEDA OLSUN. Ölürsem, dostlarım intikamımı almasınlar!”
Bediüzzaman, bütün zulüm ihanetlerden sonra, 20 Eylül 1949’da ceza müddetini hapishanede tamamlayarak tahliye edildi.
Bütün hapishanelerde mahkumlar resmi mesai saatlerinde tahliye edilirken, Afyon hapishanesinden Bediüzzaman’ı fevkalâde bir tezahürat ile karşılamaya hazırlanan halkın teveccühüne mani olmak için, şafak vakti tahliye etmişlerdi.
Ama Bediüzzaman mücadelesine devam ediyor hiçbir güç onu Allah’ı anlatmaktan geri durduramıyordu. Zira kağıdın sokulmasına izin verilmeyen Denizli hapishanesinde en ağır şartlarda kibrit kutularına yazdırarak “Meyve Risalesini” ortaya çıkarıyor ve bu sayede bir çok kimsenin imanının kurtulmasına vesile oluyordu. Onun hayatının gayesi iman kurtarma idi. Gayesine uygun bir hayat yaşadı.
23 Mart 1960 Çarşamba günü, İslâm dünyasında bin aydan hayırlı olan kadir gecesinin idrak edildiği gece Bediüzzaman, Urfa’da İpek Palas Otelinin yirmi yedi numaralı odasında Rahmet-i Rahman’a kavuşmuştu.
İslamiyet’e adanmış, her türlü eziyet ve zulüm altında imanın izzetiyle yaşanmış 83 yıllık bir ömrün sonu... Bir otel odasında evsiz-barksız... Rahat yüzü görmeden... Ama her an Allah(c.c) ile, Resulullah(sav) ile ve onların sevdikleri ile birlikte...
İman hizmeti yolunda her türlü hapis, sürgün ve işkencelere katlanarak karanlığı dağıtan Bediüzzaman Said Nursi, bizlere yüreğimizi ısıtan bir müjde bırakıp gitti:
“ÜMİTVAR OLUNUZ. ŞU İSTİKBAL VE İNKILÂBÂTI İÇİNDE EN YÜKSEK GÜR SEDÂ, İSLÂM’IN SEDÂSI OLACAKTIR...”
s.aleyküm..RABBİM BİZLERE ÖMRÜNÜ DAVASINA ADAMIŞ ÜSTADIMIZA TALEBE OLABİLMEYİ NASİB ETSİN..SON NEFESİNE KADAR ALLAH DEMİŞ YILMAMIŞ,ZEHİRLENMİŞ TESİR ETMEMİŞ,ZİNDANLARA ATILMIŞ PES ETMEMİŞ,ALLAH KELAMINDAN BAŞKA KELAM ETMEMİŞ..EVET BİZ ONUN YAPTIKLARINI YAPAMAYIZ BELKİ,ANCAK O NİYETLE,O ŞEVKLE BU YOLDA İLERLEYEREK, BİZLERE BIRAKTIĞI ESERLERİ OKUYUP,OKUNMASINA VESİLE OLABİLİRİZ..RABBİM CÜMLEMİZE O ŞEVKİ İHSAN ETSİN..AMİN DUA EDİNİZ
 

ireme

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
29 Eyl 2006
Mesajlar
921
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: TEK GAYESİ İMANI KURTARMAK(KUR'ANIN ELMAS KILINCI)

SELAMUN ALEYKÜM...

ÜMİTVAR OLUNUZ... ŞU İSTİKBAL VE İNKILÂBÂTI İÇİNDE EN YÜKSEK GÜR SEDÂ, İSLÂM'IN SEDÂSI OLACAKTIR...

İNŞAALLAH...İNŞAALLAH..

EMEĞİNE SAĞLIK...ÇOK DEĞERLİ BİR PAYLAŞIM...BİZLERLE PAYLAŞTIĞIN İÇİN RAHMAN (CC) SENDEN EBEDEN RAZI OLSUN...SELAMETLE KAL..
 

ayshidayet

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ocak 2007
Mesajlar
297
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: TEK GAYESİ İMANI KURTARMAK(KUR'ANIN ELMAS KILINCI)

r0;ÜMİTVAR OLUNUZ. ŞU İSTİKBAL VE İNKILÂBÂTI İÇİNDE EN YÜKSEK GÜR SEDÂ, İSLÂMr17;IN SEDÂSI OLACAKTIR...
S.A kardeşim emeğine sağlık Rabbim razı olsun senden A.E.OB)
 

ADALETIMAHZA

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Eyl 2006
Mesajlar
3,630
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
Web Sitesi
www.islamiportal.net
RE: TEK GAYESİ İMANI KURTARMAK(KUR'ANIN ELMAS KILINCI)

mtekik yazdı:
S.A. KARDEŞİM,
ÇOK GÜZEL OLMUŞ ELLERİNE SAĞLIK,
YAZIDA SENİN EKSİK BIRAKTIĞIN BİR BÖLÜM VAR , NAMAZLA İLGİLİ OLAN. İNŞALLAH ONUDA BEN EKLEYEYİM.

Bediüzzaman, 25 Kasım 1922’de Ankara’ya ayak bastığında Büyük Millet Meclisi’nde düzenlenen resmi hoş geldin merasimiyle karşılandı.45 Artık Bediüzzaman, bir yandan meclis çalışmalarına katılıyor, bir yandan da Mebuslarla önemli konuları tartışıyordu. Bu arada Mebusların çoğunun namaz kılmadıklarını gören Said Nursi, bir beyanname46 yayınlayarak namazın önemini anlattı ve onları dinin emirlerine riayet etmeye davet etti. Bediüzzaman’ın bu gayreti Mebuslardan büyük kısmının yeniden namaza başlaması ile sonuçlanınca, bazı çevreler oldukça rahatsız olmuştu. Bu beyannameyi Meclis Başkanı Mustafa Kemal de okumuş ve Said Nursi’ye yirmi-otuz Mebusun da bulunduğu bir ortamda şöyle demişti: “Biz sizi buraya çağırdık ki sizin yüksek fikirlerinizden istifade edelim. Siz geldiniz, en evvel namaza dair şeyler yazdınız, aramıza ihtilaf verdiniz”. Bediüzzaman da hiddetlenerek: “Paşa! Paşa! Kainatta en yüksek hakikat imandır. İmandan sonra namazdır. Namazı kılmayan haindir, hainin hükmü merduttur.” diye karşılık vermişti. Bunun üzerine Mustafa Kemal özür dilemiş ve tartışmayı daha fazla uzatmamıştı.47

K.S.E.O.


S.A.ALLAH RAZI OLSUN BU EKLEME İÇİN.A.E.O.
 

tebessumd

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
25 Tem 2006
Mesajlar
1,010
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: TEK GAYESİ İMANI KURTARMAK(KUR'ANIN ELMAS KILINCI)

ALLAH CC RAZI OLSUN KARDEŞİM.B)
 

cennet_agaci

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
29 Kas 2006
Mesajlar
2,468
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
Konum
iStAnBuLL
RE: TEK GAYESİ İMANI KURTARMAK(KUR'ANIN ELMAS KILINCI)

Allah c.c razı olsun abim emeğine sağlık
selam ve dua ile B)B)B)
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt