HUSEYIN SASMAZ
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 11 Eyl 2009
- Mesajlar
- 1,204
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 61
TEDRİCİLİK
Burada ele alacağımız, bozukluğunu göstereceğimiz ve tedavi edeceğimiz konu İslâm'ı anlamada ve uygulamada başvurulan tedricilik düşüncesidir. Bu düşünceye istinaden müslümanlar, mevcut yönetimlere katılmanın caiz olduğu sonucuna vardılar. İslâm’ı akla uydurmak düşüncesinden hareketle demokrasinin İslâm’dan olduğunu söylediler. İşte bu düşünceler toplumu değiştirmede bazı cemaatların baş vurdukları düşüncelerdendir.
Öyleyse tedricilik nedir? Bunu kabul edenlere göre neyi kapsar? Onun hakkındaki şer’i hüküm nedir?
Müslümanlar ruhî (Allah'a bağlılık), maddî, fikrî ve siyasî alanlarda en düşük ve en geri seviyeye düşünce, bulundukları kötü ortama ayak uydurmaya kalktılar. Artık fikirlerini bu kötü vakıa ve ortamdan almaya başladılar. İslâm'a bağlı olanlar dahi İslâm'ın hakikatına ve onun hayata bakışına aykırı fikirler edindiler. Daha doğrusu edindikleri fikirler, İslâm’ı kötü anladıklarını ve İslâm'ın hayat hakkındaki mefhumlarını kavramadıklarını göstermektedir. Müslümanların işlerini elinde tutan sömürgeci kâfirler, bu işleri istedikleri şekilde çevirdiler. Kendi ölçüleri ve mefhumlarını müslümanlara rahatça kabul ettirdiler. Kâfirler bunda o kadar başarılı oldular ki ektikleri fikirler, düşmanlarının ağızında lezzetli bir yiyecek ve müslümanların dillerinde de bir tatlı haline getirdiler. Böylece sömürgeci kâfirler müslümanlara karşı raundu kazandılar. Bunun sebebi, İslâm değil, müslümanların net ve doğru anlayıştan yoksun olmaları ve İslâm'a bağlılıkta netliği ve doğruluğu kaybetmeleridir. Kâfirlere karşı direnmeye çalıştılar. Fakat bu direniş vakıadan etkilendi ve maslahatçılığa boyun eğdi. Ayrıca hep eğri yollara girdiler ve yanlış adımlar attılar. Bu nedenle müthiş başarısızlığa uğradılar ve korkunç teslimiyet gösterdiler. Bunun neticesinde, kâfirler İslâm memleketlerinde rahatça oturup kalkar hale geldiler. Hiç bir kimse onlara bir şey diyemedi ve engelleyemedi. Peki bu sömürgeci kâfirler İslâm'a nasıl saldırdılar ve müslümanlar onlara nasıl cevap verdiler?
Kâfirler, İslâm'ın çağa ayak uyduramadığı, ortaya çıkan yeni sorunlara çözüm getiremediği ithamlarıyla saldırdılar. Müslümanlar ise, kapitalist sisteme göre İslâmî çözümler çıkartarak kâfirlerin saldırılarına cevap vermeye çalıştılar. Kapitalist sistemin temeli, taban tabana İslâm temeliyle çeliştiği halde müslümanlar çelişen bu iki ideolojiyi birbirine uyum işini başlattılar. Bu nedenle yanlış ve çarpık tevil yapmaya yöneldiler. İftiraya ve yalana dayalı şeriata ters gelen ve çarpık mefhumlar ve ölçüler tespit ettiler. İslâm’ın gelişmelere ayak uydurabildiğini göstermek gayesi ile bu iki ideoloji arasında uyum sağlamaya çalıştılar. Bunun neticesi bu mefhumlar ve ölçüler İslâmî mefhum ve ölçü olarak görülmeye ve İslâm bu çerçevede anlaşılmaya başlandı. Halbuki bunları almak İslâm'ı terk etmek ve kapitalist sisteme uymak anlamına gelmektedir. Zira İslâm’ı, kapitalist sistemle bağdaştırmaya yönelik her davet ve bu davetten etkilenecek her çağrı, küfür düşüncelerini almak ve İslâm'ı terk etmek demektir. Diğer bir ifade ile müslümanlara küfür fikirlerini taşımak, küfür fikirlerini almaya davet etmek ve hak olan İslâm’ı bıraktırmak demektir.
Bundan dolayı müslümanlar, geri kalma çağlarında buna benzer fikirlerle ümmeti kalkındırmaya çalıştılar. Ancak ümmeti kalkındırmak bir yana daha da gerilediler.
Hatta maksatlı veya maksatsız olarak İslâm şeriatına dillerin uzatıldığını gördük. Hatta, "Rasulullah (s.a.v.)'in gönderilişinden 14 asır geçtikten sonra halen daha aynı düşünce yapısını sürdürmemiz akıl dışıdır iddiaları ileri sürüldü. Bu düşünceye göre İslâm, yeni şartlara uyumlu hale getirilerek eskiden olduğu gibi yine binci sıraya oturtulmalıydı. Kalplerin yeniden İslâm’a ısındırılması, hatta İslâm’ın kapalılıktan ve İslâm dışında olanların ithamlarından kurtarılması için çağdaş düşüncelerle donatılarak İslâm, çağdaşlık elbisesine büründürülmeliydi. Zira eski elbisesi ile İslâm artık kabul görmemekteydi.
Bu düşünce yapısından hareketle birtakım müslümanlar, kendileri için bazı fikri kaideler ve ilkeler benimsediler. Çalışma çizgileri ve hatta yeni yönelişler tayin ettiler. Kokuşmuş Batı dünyasının kalkınma dönemlerinde ortaya atılan ve İslâm beldelerinde geçerli olması için uğraşılan düşünceleri ilerleme çağı fikirleri olarak isimlendirmede ittifak ettiler. Zira bu müslümanlar, İslâm’ın çağı yakalayabilmesi için zamana ve şartlara uymanın, kalkınmış olan Batı fikirlerinden istifade etmenin, İslâm’ın emri olduğunu zannettiler.
Bu nedenle bu yönelişe hizmet eden ve Batıdan etkilenen bir çok fikir ortaya atılmıştır. "İslâm elastikî ve gelişmiş dindir", "Al ve iste" (ya hep ya hiç deme, sana verileni al sonra iste) "Şeriata uygun olanı veya Şeriata muhalif olmayanı kabul et", "Zararlı olan iki şeyden daha az zararlı olanını ve şer sayılan iki şeyden daha ehven olanını yap", "Tümü elde edilmeyen şeyin bir kısmı terk edilmez" "İslâm hükümleri aşama aşama uygulanır", "Demokrasi İslâm'dandır", "Zamanın ve mekanın değişmesiyle İslâm'ın değişmesi inkâr edilmez", "Maslahat nerede bulunursa Allah'ın şeriatı oradadır" gibi sözler bu türden sözlerdendir. Bu fikirler ve benzerleri, onların ifadeleri ile "çağdaş İslâm kalkınmasının temel fikirlerini ve hareket noktasını" teşkil etmektedir. Bu düşünce sahiplerinin en önemlisi Mason Cemaleddin Afgani ve onun talebesi olan Mason Muhammed Abduh'dur. Sonra adama Şeyhu'l İslâm ünvanını verdiler.
Bu sözler, müslümanları güçlü kılan nedenlerden müslümanların ayrı kalmaları, zaafiyete uğramaları ve Allah’ın emrini ikinci defa ikame etmek için çalışmayıp oturmaları için kötü niyetle ve sinsîce söylenmiş sözlerdir.
Bazı kimseler ise, müslümanları bugün çektikleri ızdıraptan, zor durumlardan ve gerileme halinden kurtaracağını zannederek hüsnü niyetle ve iyi maksatla böyle sözleri söylediler.
Bu sözler ister iyi niyetle ister kötü niyetle söylensin, neticesi ve müslümanlara etkisi birdir. Biz ise, kâfirlerin bu din aleyhine kurdukları komplo ve tuzaklara karşı müslümanları her zaman uyarıyoruz. Vakıada kısırlığı ve bozukluğu ispatlanan, hayrı getirmeyen şerri de uzaklaştırmayan bu tür fikirleri söküp atmalarını nasihat ediyoruz. Allah bizi en zengin ümmet haline getirdi. Diğerlerinden fikir almaya muhtaç değiliz. Bizim fikrimiz kâfidir, onunla zenginiz. İslâm'ın tabiatı, metodunun yalnızca kendisinden alınmasını gerektirir. İslâm Dini, hayat meselelerini tedavi etmek için Allah indinden indirilmiş bir dindir. Allah'ın hükmünü öğrenmek için Müslümanlara düşen görev; şeriat dışına çıkmak değil, indirilmiş şer’i nasslarda ictihad yapmaktır. Kendi hayatı için gerekli olan fikrî kaideler ve ilkeler, şer’i delillere binaen çıkartılmış olmalıdır. Bunlar ise birer şer’i hükümlerdir. İçtihat metodu sabit ve tektir. Herhangi bir durumda onu değiştirmek caiz değildir. Geçmişte olduğu gibi kalkınmamızı gerçekleştirmek için hareket noktamız budur.
Yönelişlerini ve eğilimlerini bir disipline sokmaları ve bu doğrultuda hareket etmeleri için, Müslümanların zihinlerine egemen olması gereken disipline edilmiş olan bazı şer’i fikir ve ilkeleri kendilerine hatırlatmak istiyoruz. Bunlardan bir kısmı şöyledir :
"Şeriat neredeyse maslahat oradadır." (Bunun tersi doğru değildir) "Fiillerde asıl olan şer’i hükme bağlanmaktır." "Haram kılan bir delil geçmedikçe eşyalarda asıl olan mübahlıktır" "Güzel olan, şeriatın güzel gördüğüdür, kötü olan da şeriatın kötü gördüğüdür." "Hayır, Allah'ı razı eden, şer olan da Allah'ı kızdıran husustur." "Şeriat olmadan hüküm yoktur." "Allah'ın zikrinden yüz çeviren kimse için sıkıntılı hayat vardır." "İslâm ümmeti diğer insanlar dışında tek ümmettir." "İslâm, ne vatancılık ne milliyetçilik ne sosyalizm ve ne de demokrasiyi kabul eder." "İslâm’ın diğer yaşam tarzlarından tamamen farklı muayyen bir yaşam tarzı vardır."
Bazı şer’i nassların belirlediği çizgiyi aşmamak, selefi salihin yaptıkları gibi şer’i nasslara sıkı sıkıya bağlanmanın ve şer’i nassların dışına çıkmayıp bidata düşülmediğinin göstergesidir. Zira dinin dışında olan her bidat zemmedilmiştir.
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
"Size öyle şeyler bıraktım ki onlara bağlandığınız müddetçe ebediyyen şaşmazsınız. Bunlar Allah'ın Kitabı ve peygamberinin Sünneti'dir. Bunlar apaçıktır." Buradaki "ebediyyen" kelimesi, bizi kapsar.
Yine (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Benim ümmetim yetmiş üç fırkaya bölünecektir. Bir tanesi dışında hepsi cehennemliktir. Dediler ki; Ey Rasulullah, bu fırka kimdir? Rasulullah (s.a.v.) dedi ki: Benim ve bugün ashabımın üzerinde bulundukları hal üzerinde bulunan fırkadır."
"Sizi bembeyaz hüccet üzerine bıraktım. Benden sonra bundan uzaklaşan ancak sapık olandır."
"İnsanların en hayırlısı benim yüzyılımdır. Onlardan sonra ise onları izleyen (yüzyıl)dır. Ondan sonra onları izleyen (yüzyıl)dır."
“Sizden kimin ömrü uzarsa çok ihtilaflar görecektir. Dinde sonradan ortaya çıkartılanlardan sakının. Sonradan dine sokulan her şey bid'attır. Her bidat cehennemliktir. Benim sünnetime ve hidayetli Raşid halifelerin sünnetlerine uyun. Dişlerinizle sımsıkı şekilde bunlara bağlanın."
"Bizim emrimizin bulunduğu hal üzerine mevcut olmayan her şey reddedilir."
Bu hadislerde; güzel olana uymaya bir davet ve her bid'attan sakınmak için de uyarı vardır. "İnsanların en hayırlısı..." hadisi şerifi Rasulullah (s.a.v.)in zamanından uzaklaşıldıkça şeriata bağlılığın zayıflayacağını gösteriyor. Fakat bizden, şeriata daha kuvvetli şekilde bağlanmamızı istiyor. Doğruyu ve hakkı aramada daha titiz olmamız isteniyor. Daha samimi ve insaflı olmamızı talep ediyor. Madem ki Rasulullah (s.a.v.)'in Sünnetine ve hidayetli Raşid halifelerin sünnetlerine sımsıkı şekilde bağlanmamız, Rasulullah (s.a.v.) ve sahabelerinin bulundukları hal üzerinde bulunmamız isteniyor; öyleyse dinde bidat çıkartmamız kesinlikle caiz olmaz. Dinden olmayan şeyleri sonradan dine sokmamız caiz değildir.. Kim böyle şeyleri yaparsa reddedilir. Peki, günümüzde o güzel hal üzerinde nasıl bulunabiliriz?
1- Kendi nefislerimizde İslâm akidesini tertemiz ve saf halde yerleştirmeliyiz. Akideyi ve fikirleri örten ve karıştıran bütün unsurlardan korunmalıyız.
2- Fikrimizi, İslâm'ın duru kaynaklarından doldurmalıyız.
3- Hevaya ve hevese ve akla göre değil, şer'î delillere göre tespit edilen ictihad metodunu muhafaza etmeliyiz. Şer'î hükmü, sadece şer’i delillerden almalıyız.
4- İslâm’ı hayatımızda en önemli şey haline getirmeliyiz.. İslâm'ı; kendimizden, çocuklarımızdan, ailemizden, maslahat-larımızdan, heveslerimizden ve her şeyimizden daha önemli kılmalıyız. Kalplerimizde Allah'ın sözü yüksek olmalı. Allah ve Rasülünün önüne herhangi bir şeyi geçirmemeliyiz. Gelip geçmiş salih mü'minlerin bulundukları hal üzerinde bulunmalıyız.
5- Akıllarımızdan ve nefislerimizden küfrün fikirlerini, urlarını ve pisliklerini söküp atmalıyız. Küfür fikirlerinin propagandasına aldanmamalıyız. Tıpkı sahabelerin cahiliye fikirleri ve urlarını atıp tam şekilde İslâm'a girdikleri gibi. Tam takvalı ve duru olmalıyız.
Bunu gerçekleştirebilmek için temel binamızı tesis etmeliyiz. Zira , başlangıcı nasıl salih ve iyi olmuşsa, ümmetin sonu da salih ve iyi olur. Bu, durum her ümmet için her dönemde geçerli bir husustur. Temele ne kadar yakın ve bağlı olursa, o kadar kuvvetli olur. Bundan uzaklaşınca zayıf olur.
Bu ön hazırlığı sunduktan sonra; Tedricilik nedir? Onu savunanlara göre neleri kapsar? Bahaneleri nelerdir? Ve ona karşı şeriatın tutumu nedir? sorularına cevap verelim:
Tedricilik: İstenen şer’i hükme bir defada değil, aşama aşama varmak demektir. Bunu savunanlar ona "merhalecilik" adını verirler. Onlara göre merhalecilik şöyle uygulanır: Müslüman önce şer’i olmayan bir hükmü uygular veya öyle bir hükme davet eder. Fakat daha önce uyguladığı veya davet ettiği hükümden şeriata daha yakındır. Böylece derece derece şeriata ve hükümlere yaklaşır. Fakat her sefer öncekinden daha fazla şer’i hükme yaklaşır. Böylelikle kendi görüşlerine göre şer’i hükme ulaşıncaya kadar bu durum devam eder.
Tedriciliğin başka manası ise; zamanla şer’i hükümlerin tamamen uygulanacağı düşüncesi ile şeriatın bazı hükümlerini uygulamak, şer’i hükümlerin dışındaki hükümlerinin uygulanmamasına karşı da susmaktır.
Tedriciliğin aşamaları bir sayı ile kayıtlı değildir. Bunu savunanlar, onu belli kurallarla zapt etmiş de değildirler. Onlara göre bir şer’i hükmü uygulayabilmek için bir merhale veya iki merhale veya üç merhale hatta daha fazla merhaleye ihtiyaç vardır. Tedriciliği apaçık şekilde etkileyen hususlar ise, şartlar ve durumlardır. Onlar merhalelerin sayısını azaltabilir veya çoğaltabilir. Ayrıca her merhalenin zamanını kısaltabilir ve uzatabilir.
Ancak tedricilik düşüncesi, hem, "Sosyalizm İslâm'dandır" "Demokrasi İslâm'dandır." gibi akideyle ilgili fikirleri hem de "Kadın, bir defada tam anlamıyla şer’i elbise giymeyebilir." gibi şer’i hükümle ilgili fikirleri kapsamaktadır. Kadın önce eteğini dizinin biraz aşağısına indirsin, kendisini tam teşhir etmesin. İleriki bir merhalede ise şer’i hükmün tamamını uygulasın." Tedricilik düşüncesi, yönetime ulaşma yolunda da kullanılmaktadır. Bu yaklaşıma göre, "önce küfür iktidarına veya koalisyonuna katılmak için uğraşılır, sonra merhale merhale iktidar tamamen ele geçirilir. Bu düşünceyi savunanlar, küfür ile yönetmenin haram olduğunu ağızları ile itiraf etmektedirler. Ancak onlar yaptıkları hareketten kastın yönetmek olmayıp, yapılması farz olan nihai aşama İslâm ile hükmetme sonucuna varmak olduğunu iddia ederler. Veya, zamanla toplumda İslâm hükümlerinin çoğalacağı ve eksiksiz uygulanacağı ümidi ile İslâm'ın bazı hükümlerini uygulatmaya çalışıp diğer hükümlerin uygulanmamasına karşı ses çıkartılmaz. Tedricilik, belli fikirlere davet edilip, diğerlerine ise davet edilmeyerek davetle ilgili bir özellik gösterir. Tedricilik düşüncesine kani olan kimse bu yola bağlanır ve diğerlerini de bu yola davet etmeye çalışır. Bu yolu benimseyenler öyle takvalı olur ki, kendileri açısından herhangi tefriti kabul etmez. Ancak, kendisi dışındakilere aşırı özen gösterdiği, onların İslâm hükümlerini reddetmemeleri, en azından bir kısmını kabul etmeleri bahanesinden hareketle onlara uygulanmasını kabul eder.
Tedricilik veya Merhaleciliği Savunanların Gerekçeleri ve Bunların Çürütülmesi
Islm'a Davet - TEDRCLK
Burada ele alacağımız, bozukluğunu göstereceğimiz ve tedavi edeceğimiz konu İslâm'ı anlamada ve uygulamada başvurulan tedricilik düşüncesidir. Bu düşünceye istinaden müslümanlar, mevcut yönetimlere katılmanın caiz olduğu sonucuna vardılar. İslâm’ı akla uydurmak düşüncesinden hareketle demokrasinin İslâm’dan olduğunu söylediler. İşte bu düşünceler toplumu değiştirmede bazı cemaatların baş vurdukları düşüncelerdendir.
Öyleyse tedricilik nedir? Bunu kabul edenlere göre neyi kapsar? Onun hakkındaki şer’i hüküm nedir?
Müslümanlar ruhî (Allah'a bağlılık), maddî, fikrî ve siyasî alanlarda en düşük ve en geri seviyeye düşünce, bulundukları kötü ortama ayak uydurmaya kalktılar. Artık fikirlerini bu kötü vakıa ve ortamdan almaya başladılar. İslâm'a bağlı olanlar dahi İslâm'ın hakikatına ve onun hayata bakışına aykırı fikirler edindiler. Daha doğrusu edindikleri fikirler, İslâm’ı kötü anladıklarını ve İslâm'ın hayat hakkındaki mefhumlarını kavramadıklarını göstermektedir. Müslümanların işlerini elinde tutan sömürgeci kâfirler, bu işleri istedikleri şekilde çevirdiler. Kendi ölçüleri ve mefhumlarını müslümanlara rahatça kabul ettirdiler. Kâfirler bunda o kadar başarılı oldular ki ektikleri fikirler, düşmanlarının ağızında lezzetli bir yiyecek ve müslümanların dillerinde de bir tatlı haline getirdiler. Böylece sömürgeci kâfirler müslümanlara karşı raundu kazandılar. Bunun sebebi, İslâm değil, müslümanların net ve doğru anlayıştan yoksun olmaları ve İslâm'a bağlılıkta netliği ve doğruluğu kaybetmeleridir. Kâfirlere karşı direnmeye çalıştılar. Fakat bu direniş vakıadan etkilendi ve maslahatçılığa boyun eğdi. Ayrıca hep eğri yollara girdiler ve yanlış adımlar attılar. Bu nedenle müthiş başarısızlığa uğradılar ve korkunç teslimiyet gösterdiler. Bunun neticesinde, kâfirler İslâm memleketlerinde rahatça oturup kalkar hale geldiler. Hiç bir kimse onlara bir şey diyemedi ve engelleyemedi. Peki bu sömürgeci kâfirler İslâm'a nasıl saldırdılar ve müslümanlar onlara nasıl cevap verdiler?
Kâfirler, İslâm'ın çağa ayak uyduramadığı, ortaya çıkan yeni sorunlara çözüm getiremediği ithamlarıyla saldırdılar. Müslümanlar ise, kapitalist sisteme göre İslâmî çözümler çıkartarak kâfirlerin saldırılarına cevap vermeye çalıştılar. Kapitalist sistemin temeli, taban tabana İslâm temeliyle çeliştiği halde müslümanlar çelişen bu iki ideolojiyi birbirine uyum işini başlattılar. Bu nedenle yanlış ve çarpık tevil yapmaya yöneldiler. İftiraya ve yalana dayalı şeriata ters gelen ve çarpık mefhumlar ve ölçüler tespit ettiler. İslâm’ın gelişmelere ayak uydurabildiğini göstermek gayesi ile bu iki ideoloji arasında uyum sağlamaya çalıştılar. Bunun neticesi bu mefhumlar ve ölçüler İslâmî mefhum ve ölçü olarak görülmeye ve İslâm bu çerçevede anlaşılmaya başlandı. Halbuki bunları almak İslâm'ı terk etmek ve kapitalist sisteme uymak anlamına gelmektedir. Zira İslâm’ı, kapitalist sistemle bağdaştırmaya yönelik her davet ve bu davetten etkilenecek her çağrı, küfür düşüncelerini almak ve İslâm'ı terk etmek demektir. Diğer bir ifade ile müslümanlara küfür fikirlerini taşımak, küfür fikirlerini almaya davet etmek ve hak olan İslâm’ı bıraktırmak demektir.
Bundan dolayı müslümanlar, geri kalma çağlarında buna benzer fikirlerle ümmeti kalkındırmaya çalıştılar. Ancak ümmeti kalkındırmak bir yana daha da gerilediler.
Hatta maksatlı veya maksatsız olarak İslâm şeriatına dillerin uzatıldığını gördük. Hatta, "Rasulullah (s.a.v.)'in gönderilişinden 14 asır geçtikten sonra halen daha aynı düşünce yapısını sürdürmemiz akıl dışıdır iddiaları ileri sürüldü. Bu düşünceye göre İslâm, yeni şartlara uyumlu hale getirilerek eskiden olduğu gibi yine binci sıraya oturtulmalıydı. Kalplerin yeniden İslâm’a ısındırılması, hatta İslâm’ın kapalılıktan ve İslâm dışında olanların ithamlarından kurtarılması için çağdaş düşüncelerle donatılarak İslâm, çağdaşlık elbisesine büründürülmeliydi. Zira eski elbisesi ile İslâm artık kabul görmemekteydi.
Bu düşünce yapısından hareketle birtakım müslümanlar, kendileri için bazı fikri kaideler ve ilkeler benimsediler. Çalışma çizgileri ve hatta yeni yönelişler tayin ettiler. Kokuşmuş Batı dünyasının kalkınma dönemlerinde ortaya atılan ve İslâm beldelerinde geçerli olması için uğraşılan düşünceleri ilerleme çağı fikirleri olarak isimlendirmede ittifak ettiler. Zira bu müslümanlar, İslâm’ın çağı yakalayabilmesi için zamana ve şartlara uymanın, kalkınmış olan Batı fikirlerinden istifade etmenin, İslâm’ın emri olduğunu zannettiler.
Bu nedenle bu yönelişe hizmet eden ve Batıdan etkilenen bir çok fikir ortaya atılmıştır. "İslâm elastikî ve gelişmiş dindir", "Al ve iste" (ya hep ya hiç deme, sana verileni al sonra iste) "Şeriata uygun olanı veya Şeriata muhalif olmayanı kabul et", "Zararlı olan iki şeyden daha az zararlı olanını ve şer sayılan iki şeyden daha ehven olanını yap", "Tümü elde edilmeyen şeyin bir kısmı terk edilmez" "İslâm hükümleri aşama aşama uygulanır", "Demokrasi İslâm'dandır", "Zamanın ve mekanın değişmesiyle İslâm'ın değişmesi inkâr edilmez", "Maslahat nerede bulunursa Allah'ın şeriatı oradadır" gibi sözler bu türden sözlerdendir. Bu fikirler ve benzerleri, onların ifadeleri ile "çağdaş İslâm kalkınmasının temel fikirlerini ve hareket noktasını" teşkil etmektedir. Bu düşünce sahiplerinin en önemlisi Mason Cemaleddin Afgani ve onun talebesi olan Mason Muhammed Abduh'dur. Sonra adama Şeyhu'l İslâm ünvanını verdiler.
Bu sözler, müslümanları güçlü kılan nedenlerden müslümanların ayrı kalmaları, zaafiyete uğramaları ve Allah’ın emrini ikinci defa ikame etmek için çalışmayıp oturmaları için kötü niyetle ve sinsîce söylenmiş sözlerdir.
Bazı kimseler ise, müslümanları bugün çektikleri ızdıraptan, zor durumlardan ve gerileme halinden kurtaracağını zannederek hüsnü niyetle ve iyi maksatla böyle sözleri söylediler.
Bu sözler ister iyi niyetle ister kötü niyetle söylensin, neticesi ve müslümanlara etkisi birdir. Biz ise, kâfirlerin bu din aleyhine kurdukları komplo ve tuzaklara karşı müslümanları her zaman uyarıyoruz. Vakıada kısırlığı ve bozukluğu ispatlanan, hayrı getirmeyen şerri de uzaklaştırmayan bu tür fikirleri söküp atmalarını nasihat ediyoruz. Allah bizi en zengin ümmet haline getirdi. Diğerlerinden fikir almaya muhtaç değiliz. Bizim fikrimiz kâfidir, onunla zenginiz. İslâm'ın tabiatı, metodunun yalnızca kendisinden alınmasını gerektirir. İslâm Dini, hayat meselelerini tedavi etmek için Allah indinden indirilmiş bir dindir. Allah'ın hükmünü öğrenmek için Müslümanlara düşen görev; şeriat dışına çıkmak değil, indirilmiş şer’i nasslarda ictihad yapmaktır. Kendi hayatı için gerekli olan fikrî kaideler ve ilkeler, şer’i delillere binaen çıkartılmış olmalıdır. Bunlar ise birer şer’i hükümlerdir. İçtihat metodu sabit ve tektir. Herhangi bir durumda onu değiştirmek caiz değildir. Geçmişte olduğu gibi kalkınmamızı gerçekleştirmek için hareket noktamız budur.
Yönelişlerini ve eğilimlerini bir disipline sokmaları ve bu doğrultuda hareket etmeleri için, Müslümanların zihinlerine egemen olması gereken disipline edilmiş olan bazı şer’i fikir ve ilkeleri kendilerine hatırlatmak istiyoruz. Bunlardan bir kısmı şöyledir :
"Şeriat neredeyse maslahat oradadır." (Bunun tersi doğru değildir) "Fiillerde asıl olan şer’i hükme bağlanmaktır." "Haram kılan bir delil geçmedikçe eşyalarda asıl olan mübahlıktır" "Güzel olan, şeriatın güzel gördüğüdür, kötü olan da şeriatın kötü gördüğüdür." "Hayır, Allah'ı razı eden, şer olan da Allah'ı kızdıran husustur." "Şeriat olmadan hüküm yoktur." "Allah'ın zikrinden yüz çeviren kimse için sıkıntılı hayat vardır." "İslâm ümmeti diğer insanlar dışında tek ümmettir." "İslâm, ne vatancılık ne milliyetçilik ne sosyalizm ve ne de demokrasiyi kabul eder." "İslâm’ın diğer yaşam tarzlarından tamamen farklı muayyen bir yaşam tarzı vardır."
Bazı şer’i nassların belirlediği çizgiyi aşmamak, selefi salihin yaptıkları gibi şer’i nasslara sıkı sıkıya bağlanmanın ve şer’i nassların dışına çıkmayıp bidata düşülmediğinin göstergesidir. Zira dinin dışında olan her bidat zemmedilmiştir.
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
"Size öyle şeyler bıraktım ki onlara bağlandığınız müddetçe ebediyyen şaşmazsınız. Bunlar Allah'ın Kitabı ve peygamberinin Sünneti'dir. Bunlar apaçıktır." Buradaki "ebediyyen" kelimesi, bizi kapsar.
Yine (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Benim ümmetim yetmiş üç fırkaya bölünecektir. Bir tanesi dışında hepsi cehennemliktir. Dediler ki; Ey Rasulullah, bu fırka kimdir? Rasulullah (s.a.v.) dedi ki: Benim ve bugün ashabımın üzerinde bulundukları hal üzerinde bulunan fırkadır."
"Sizi bembeyaz hüccet üzerine bıraktım. Benden sonra bundan uzaklaşan ancak sapık olandır."
"İnsanların en hayırlısı benim yüzyılımdır. Onlardan sonra ise onları izleyen (yüzyıl)dır. Ondan sonra onları izleyen (yüzyıl)dır."
“Sizden kimin ömrü uzarsa çok ihtilaflar görecektir. Dinde sonradan ortaya çıkartılanlardan sakının. Sonradan dine sokulan her şey bid'attır. Her bidat cehennemliktir. Benim sünnetime ve hidayetli Raşid halifelerin sünnetlerine uyun. Dişlerinizle sımsıkı şekilde bunlara bağlanın."
"Bizim emrimizin bulunduğu hal üzerine mevcut olmayan her şey reddedilir."
Bu hadislerde; güzel olana uymaya bir davet ve her bid'attan sakınmak için de uyarı vardır. "İnsanların en hayırlısı..." hadisi şerifi Rasulullah (s.a.v.)in zamanından uzaklaşıldıkça şeriata bağlılığın zayıflayacağını gösteriyor. Fakat bizden, şeriata daha kuvvetli şekilde bağlanmamızı istiyor. Doğruyu ve hakkı aramada daha titiz olmamız isteniyor. Daha samimi ve insaflı olmamızı talep ediyor. Madem ki Rasulullah (s.a.v.)'in Sünnetine ve hidayetli Raşid halifelerin sünnetlerine sımsıkı şekilde bağlanmamız, Rasulullah (s.a.v.) ve sahabelerinin bulundukları hal üzerinde bulunmamız isteniyor; öyleyse dinde bidat çıkartmamız kesinlikle caiz olmaz. Dinden olmayan şeyleri sonradan dine sokmamız caiz değildir.. Kim böyle şeyleri yaparsa reddedilir. Peki, günümüzde o güzel hal üzerinde nasıl bulunabiliriz?
1- Kendi nefislerimizde İslâm akidesini tertemiz ve saf halde yerleştirmeliyiz. Akideyi ve fikirleri örten ve karıştıran bütün unsurlardan korunmalıyız.
2- Fikrimizi, İslâm'ın duru kaynaklarından doldurmalıyız.
3- Hevaya ve hevese ve akla göre değil, şer'î delillere göre tespit edilen ictihad metodunu muhafaza etmeliyiz. Şer'î hükmü, sadece şer’i delillerden almalıyız.
4- İslâm’ı hayatımızda en önemli şey haline getirmeliyiz.. İslâm'ı; kendimizden, çocuklarımızdan, ailemizden, maslahat-larımızdan, heveslerimizden ve her şeyimizden daha önemli kılmalıyız. Kalplerimizde Allah'ın sözü yüksek olmalı. Allah ve Rasülünün önüne herhangi bir şeyi geçirmemeliyiz. Gelip geçmiş salih mü'minlerin bulundukları hal üzerinde bulunmalıyız.
5- Akıllarımızdan ve nefislerimizden küfrün fikirlerini, urlarını ve pisliklerini söküp atmalıyız. Küfür fikirlerinin propagandasına aldanmamalıyız. Tıpkı sahabelerin cahiliye fikirleri ve urlarını atıp tam şekilde İslâm'a girdikleri gibi. Tam takvalı ve duru olmalıyız.
Bunu gerçekleştirebilmek için temel binamızı tesis etmeliyiz. Zira , başlangıcı nasıl salih ve iyi olmuşsa, ümmetin sonu da salih ve iyi olur. Bu, durum her ümmet için her dönemde geçerli bir husustur. Temele ne kadar yakın ve bağlı olursa, o kadar kuvvetli olur. Bundan uzaklaşınca zayıf olur.
Bu ön hazırlığı sunduktan sonra; Tedricilik nedir? Onu savunanlara göre neleri kapsar? Bahaneleri nelerdir? Ve ona karşı şeriatın tutumu nedir? sorularına cevap verelim:
Tedricilik: İstenen şer’i hükme bir defada değil, aşama aşama varmak demektir. Bunu savunanlar ona "merhalecilik" adını verirler. Onlara göre merhalecilik şöyle uygulanır: Müslüman önce şer’i olmayan bir hükmü uygular veya öyle bir hükme davet eder. Fakat daha önce uyguladığı veya davet ettiği hükümden şeriata daha yakındır. Böylece derece derece şeriata ve hükümlere yaklaşır. Fakat her sefer öncekinden daha fazla şer’i hükme yaklaşır. Böylelikle kendi görüşlerine göre şer’i hükme ulaşıncaya kadar bu durum devam eder.
Tedriciliğin başka manası ise; zamanla şer’i hükümlerin tamamen uygulanacağı düşüncesi ile şeriatın bazı hükümlerini uygulamak, şer’i hükümlerin dışındaki hükümlerinin uygulanmamasına karşı da susmaktır.
Tedriciliğin aşamaları bir sayı ile kayıtlı değildir. Bunu savunanlar, onu belli kurallarla zapt etmiş de değildirler. Onlara göre bir şer’i hükmü uygulayabilmek için bir merhale veya iki merhale veya üç merhale hatta daha fazla merhaleye ihtiyaç vardır. Tedriciliği apaçık şekilde etkileyen hususlar ise, şartlar ve durumlardır. Onlar merhalelerin sayısını azaltabilir veya çoğaltabilir. Ayrıca her merhalenin zamanını kısaltabilir ve uzatabilir.
Ancak tedricilik düşüncesi, hem, "Sosyalizm İslâm'dandır" "Demokrasi İslâm'dandır." gibi akideyle ilgili fikirleri hem de "Kadın, bir defada tam anlamıyla şer’i elbise giymeyebilir." gibi şer’i hükümle ilgili fikirleri kapsamaktadır. Kadın önce eteğini dizinin biraz aşağısına indirsin, kendisini tam teşhir etmesin. İleriki bir merhalede ise şer’i hükmün tamamını uygulasın." Tedricilik düşüncesi, yönetime ulaşma yolunda da kullanılmaktadır. Bu yaklaşıma göre, "önce küfür iktidarına veya koalisyonuna katılmak için uğraşılır, sonra merhale merhale iktidar tamamen ele geçirilir. Bu düşünceyi savunanlar, küfür ile yönetmenin haram olduğunu ağızları ile itiraf etmektedirler. Ancak onlar yaptıkları hareketten kastın yönetmek olmayıp, yapılması farz olan nihai aşama İslâm ile hükmetme sonucuna varmak olduğunu iddia ederler. Veya, zamanla toplumda İslâm hükümlerinin çoğalacağı ve eksiksiz uygulanacağı ümidi ile İslâm'ın bazı hükümlerini uygulatmaya çalışıp diğer hükümlerin uygulanmamasına karşı ses çıkartılmaz. Tedricilik, belli fikirlere davet edilip, diğerlerine ise davet edilmeyerek davetle ilgili bir özellik gösterir. Tedricilik düşüncesine kani olan kimse bu yola bağlanır ve diğerlerini de bu yola davet etmeye çalışır. Bu yolu benimseyenler öyle takvalı olur ki, kendileri açısından herhangi tefriti kabul etmez. Ancak, kendisi dışındakilere aşırı özen gösterdiği, onların İslâm hükümlerini reddetmemeleri, en azından bir kısmını kabul etmeleri bahanesinden hareketle onlara uygulanmasını kabul eder.
Tedricilik veya Merhaleciliği Savunanların Gerekçeleri ve Bunların Çürütülmesi
Islm'a Davet - TEDRCLK