-Esmani-
Kayıtlı Kullanıcı
İyilikleri emir, kötülükleri nehiy hususunda önümüzde engeller vardır. Öncelikle bu engelleri aşmamız, bu konudaki yanlışlarımızı tashih etmemiz lazımdır. Aksi takdirde istenilen neticeyi elde etmemiz mümkün olmaz.
Bu engeller:
Nefsimizden,
Çevremizden,
Düzenden kaynaklanabilir.
Zamanımızda bu engellerin hepsi de en etkin şekilde mevcuttur.
Bir taraftan engellemeye çalışırlar,
Bir taraftan tavizler koparmak için çaba sarf ederler.
Tuzak üzerine tuzaklar kurarlar.
Zayıf taraflarımızı tespit edip bizi oradan vurmaya çalışırlar.
Çeşit çeşit vaatlerde bulunurlar, kararlılığımızı, azmimizi zayıflatmaya çalışırlar.
Şayet iyiliği emir, kötülüğü men hizmeti organizeli bir şekilde, bir toplum tarafından yapılıyorsa, aralarına fitne sokmaya, birlikteliklerini bozmaya çalışırlar.
Hülasa olarak bu hizmetin önüne geçmek için her çareye başvururlar.
Şayet nefsimiz birçok zaaflarla mağlup olur, zorluklara katlanabilecek kıvamda bulunmaz, tezkiye edilmemiş, ham bir durumda olursa en basit engellere takılıp kalır ve bizzat kendisi bu yolda en büyük bir engel olur. Çevrenin ve düzenin oyunlarına yardımcı olur.
İyiliği emir, kötülüğü men gibi çok önemli bir vazifeyi ifa eden kişiler, bu görevlerini yalnız Allah rızası için yapmalı; ecrini, karşılığını yalnız Allah Teâlâ'dan beklemelidirler.
Çünkü Peygamberler, yapmış oldukları risalet vazifelerinin karşılığını hep Allah Teâlâ'dan istemişler, kullardan hiçbir şey beklememişlerdir. Onların kutlu izini takip eden kişiler de aynı şekilde hareket etmelidirler.
Bütün peygamberler kavimlerini şöyle uyarmışlardır:
Bilin ki, ben size gönderilmiş emin bir elçiyim. Artık Allaha karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin. Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek, ancak âlemlerin Rabbidir.
Bütün tebliğciler, dâvetçiler, emri bil maruf, nehyi anil münker yapanlar bu yolu takip etmelidirler.
Bu konuda tashih edilmesi gereken en mühim husus; hiçbir kimseden, hiçbir makamdan, yapılan dâvet ve emri bil maruf, nehyi anil münker karşılığında:
Para pul beklentisinde bulunmamak,
Makam ve mevki gibi nefse hoş geleni beklenti içinde olmamak.
Halk nazarında şöhret bulmak, itibar kazanmak arzusuna kapılmamak.
Yaptığı hizmetlerin karşılığını, ecrini sâdece Allah'tan istemektir.
Herhangi bir davetçi, yaptığı hizmetlerin karşılığında fâni kullardan bir şeyler bekliyorsa, o kişinin sağlıklı bir şekilde dâvet etmesi, iyiliği emir, kötülükten men etmesi mümkün değildir. Çünkü İslâmî hizmetler için kullardan bir şey beklemek öldürücü bir zehirdir.
Bu gibi kişiler:
Dâveti sulandırırlar,
Beklentisi olan kişilere karşı istenilen şekilde iyiliği emir, kötülüğü men görevini yerine getiremezler.
İslamî esasları tevil etmeye başlarlar.
İslam'dan tavizler verirler.
Kendi menfaatlerini İslamî tebliğin önüne çıkarırlar.
Bu zayıf karakterleri sebebiyle insanlar nazarında, yöneticiler yanında, İslâmî meselelerin ciddiye alınmamasına sebep olurlar.
Bütün bunlarla beraber kendi İslamî kimliklerini de zedelemiş, belki de tahrip etmiş olurlar.
Bu konuda tashih edilmesi gereken önemli diğer bir husus ise bu işe nefsin karıştırılmasıdır. Maalesef bir kısım kişiler, iyiliği emir, kötülüğü men edeyim derken kendi nefislerini tatmin etmeye çalıyorlar. Bilhassa sevmedikleri kişilerin ne yapıp yapıp, bir hatasını bulup ondan intikam almak istercesine acımasız bir şekilde kaba ve kindar davranışlar sergiliyorlar. Yapmış olduğumuz dâvete nefsimizi, nefsî arzularımızı karıştırırsak çok büyük bir cürüm işlemiş oluruz.
O bakımdan dâvetçiler, emri bil maruf, nehyi anil münker yapan kişiler, nefsi tezkiye, kalbi tasfiye yolunda en azından nefsi mutmaine derecesine ulaşmış olmalıdırlar.
Yoksa:
Kaş yapayım derken göz çıkarırlar.
İhya edeyim derken imha ederler.
Düzelteyim derken, daha çok bozarlar.
Yaklaştırayım derken, uzaklaştırırlar.
Sevdireyim derken, nefret ettirirler.
Bu engeller:
Nefsimizden,
Çevremizden,
Düzenden kaynaklanabilir.
Zamanımızda bu engellerin hepsi de en etkin şekilde mevcuttur.
Bir taraftan engellemeye çalışırlar,
Bir taraftan tavizler koparmak için çaba sarf ederler.
Tuzak üzerine tuzaklar kurarlar.
Zayıf taraflarımızı tespit edip bizi oradan vurmaya çalışırlar.
Çeşit çeşit vaatlerde bulunurlar, kararlılığımızı, azmimizi zayıflatmaya çalışırlar.
Şayet iyiliği emir, kötülüğü men hizmeti organizeli bir şekilde, bir toplum tarafından yapılıyorsa, aralarına fitne sokmaya, birlikteliklerini bozmaya çalışırlar.
Hülasa olarak bu hizmetin önüne geçmek için her çareye başvururlar.
Şayet nefsimiz birçok zaaflarla mağlup olur, zorluklara katlanabilecek kıvamda bulunmaz, tezkiye edilmemiş, ham bir durumda olursa en basit engellere takılıp kalır ve bizzat kendisi bu yolda en büyük bir engel olur. Çevrenin ve düzenin oyunlarına yardımcı olur.
İyiliği emir, kötülüğü men gibi çok önemli bir vazifeyi ifa eden kişiler, bu görevlerini yalnız Allah rızası için yapmalı; ecrini, karşılığını yalnız Allah Teâlâ'dan beklemelidirler.
Çünkü Peygamberler, yapmış oldukları risalet vazifelerinin karşılığını hep Allah Teâlâ'dan istemişler, kullardan hiçbir şey beklememişlerdir. Onların kutlu izini takip eden kişiler de aynı şekilde hareket etmelidirler.
Bütün peygamberler kavimlerini şöyle uyarmışlardır:
Bilin ki, ben size gönderilmiş emin bir elçiyim. Artık Allaha karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin. Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek, ancak âlemlerin Rabbidir.
Bütün tebliğciler, dâvetçiler, emri bil maruf, nehyi anil münker yapanlar bu yolu takip etmelidirler.
Bu konuda tashih edilmesi gereken en mühim husus; hiçbir kimseden, hiçbir makamdan, yapılan dâvet ve emri bil maruf, nehyi anil münker karşılığında:
Para pul beklentisinde bulunmamak,
Makam ve mevki gibi nefse hoş geleni beklenti içinde olmamak.
Halk nazarında şöhret bulmak, itibar kazanmak arzusuna kapılmamak.
Yaptığı hizmetlerin karşılığını, ecrini sâdece Allah'tan istemektir.
Herhangi bir davetçi, yaptığı hizmetlerin karşılığında fâni kullardan bir şeyler bekliyorsa, o kişinin sağlıklı bir şekilde dâvet etmesi, iyiliği emir, kötülükten men etmesi mümkün değildir. Çünkü İslâmî hizmetler için kullardan bir şey beklemek öldürücü bir zehirdir.
Bu gibi kişiler:
Dâveti sulandırırlar,
Beklentisi olan kişilere karşı istenilen şekilde iyiliği emir, kötülüğü men görevini yerine getiremezler.
İslamî esasları tevil etmeye başlarlar.
İslam'dan tavizler verirler.
Kendi menfaatlerini İslamî tebliğin önüne çıkarırlar.
Bu zayıf karakterleri sebebiyle insanlar nazarında, yöneticiler yanında, İslâmî meselelerin ciddiye alınmamasına sebep olurlar.
Bütün bunlarla beraber kendi İslamî kimliklerini de zedelemiş, belki de tahrip etmiş olurlar.
Bu konuda tashih edilmesi gereken önemli diğer bir husus ise bu işe nefsin karıştırılmasıdır. Maalesef bir kısım kişiler, iyiliği emir, kötülüğü men edeyim derken kendi nefislerini tatmin etmeye çalıyorlar. Bilhassa sevmedikleri kişilerin ne yapıp yapıp, bir hatasını bulup ondan intikam almak istercesine acımasız bir şekilde kaba ve kindar davranışlar sergiliyorlar. Yapmış olduğumuz dâvete nefsimizi, nefsî arzularımızı karıştırırsak çok büyük bir cürüm işlemiş oluruz.
O bakımdan dâvetçiler, emri bil maruf, nehyi anil münker yapan kişiler, nefsi tezkiye, kalbi tasfiye yolunda en azından nefsi mutmaine derecesine ulaşmış olmalıdırlar.
Yoksa:
Kaş yapayım derken göz çıkarırlar.
İhya edeyim derken imha ederler.
Düzelteyim derken, daha çok bozarlar.
Yaklaştırayım derken, uzaklaştırırlar.
Sevdireyim derken, nefret ettirirler.