Azerbaycan_li
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 8 Ocak 2010
- Mesajlar
- 1,201
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 38
“Tasavvuf şer’i ilimlerden bir ilimdir. Aslen tasavvuf dünyanın lezzetlerinden ve ziynetinden yüz çevirip Allah’a yönelmektedir.
Sahabe ve tabiin zamanından hicri ikiyüzlü yıllara kadar bu ilme “zühd” denilirdi. Bu tarihten sonra insanlar gereğinden fazla dünyaya yönelmiş ve zühdü terk etmişlerdi. O zaman dünyayı terk edip ibadete yönelen bu insanlar “sofi” veya “mutasavvıf” olarak adlandırılmışlardı.” (Mukaddime, 390.)
Tasavvuf olarak adlandırılan “dünyaya meyletmeme” eğer Kur’an ve sünnet ölçüsüne uyarsa İslam nezdinde makbuldür. Zira Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem); “Ben size iki şey bırakıyorum onlara sımsıkı sarılırsanız asla dalâlete düşmezsiniz. Onlar Allah’ın kitabı ve benim sünnetimdir” buyurmuştur.
İlk dönem mutasavvıfları bu ölçüye azami derecede dikkat etmişlerdir.
Ebu Süleyman Darani şöyle demiştir: “Bazen sofilerin bazı nükteleri kalbime gelir. Fakat ben kabul etmem. Ta ki doğru olduğuna iki şahit bulayım. Bu iki şahit de Kur’an ve sünnettir”
Ebu Yezid Bestami ise şöyle demistir: “Şayet bir kişinin uçtuğunu ya da suyun üzerinde yürüdüğünü görseniz bile emir ve nehiy konusunda denemeden bu kişiye bel bağlamayın.”
Allame ibn-i Teymiyye (rahimehullah), Kur’an ve sünnet süzgecinden geçirilmiş tasavvuf ve zühdü hem kabul etmiş hem de o yolu takip eden Şeyh Abdulkadir Geylani ve Cüneyd el-Bağdadi gibi sofileri de övmüştür. Hatta tasavvuf ve sofiler hakkında “es-Sufiyyetu ve-l Fukara” ve “El Farku Beyne Evliyau-r
Rahman ve Evliyau-s Şeytan” kitaplarını yazmıştır.
Aynı şekilde İbn-i Kayyım el-Cevziyye (rahimehullah)’da tasavvuf konusunda
onlarca eser bırakmıştır. Zira bu değerli İslam âlimleri zühd ve takva olmadan İslami hareketin başarı sağlayamayacağını çok iyi biliyorlardı.
Zaten zamanımızda Müslümanların ilerleyememesinin en büyük nedeni önce akidesizlik, daha sonra da takva ve zühdün kalplerde yer etmemesidir.
Kur’an ve sünnete sımsıkı sarılmış ve bunları hayatın tüm anlarında hâkim kılmaya çalışan, her türlü şirkten uzak duran bir sofi İslam nezdinde makbuldür.
Ancak Allah’ın kanunlarının çiğnendiği, egemenliğin yüce Allah’tan alınıp halka dolayısıyla insanlara verildiği bir zamanda nefis terbiyesi bahanesiyle bir
kenara çekilen, parlamentoda yapılan şirk kanunlarını destekleyen, tağutları destekleyip onların ordularına “peygamber ordusu”
ölülerine de “şehid” diyen bir kişinin ne imanından ne de takva ve zühd ehli olmasından bahsedilebilir. Zira tağutu inkâr her şeyden önemli olan imanın ilk şartıdır.
Yazarı: Alaeddin Palevî
Sahabe ve tabiin zamanından hicri ikiyüzlü yıllara kadar bu ilme “zühd” denilirdi. Bu tarihten sonra insanlar gereğinden fazla dünyaya yönelmiş ve zühdü terk etmişlerdi. O zaman dünyayı terk edip ibadete yönelen bu insanlar “sofi” veya “mutasavvıf” olarak adlandırılmışlardı.” (Mukaddime, 390.)
Tasavvuf olarak adlandırılan “dünyaya meyletmeme” eğer Kur’an ve sünnet ölçüsüne uyarsa İslam nezdinde makbuldür. Zira Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem); “Ben size iki şey bırakıyorum onlara sımsıkı sarılırsanız asla dalâlete düşmezsiniz. Onlar Allah’ın kitabı ve benim sünnetimdir” buyurmuştur.
İlk dönem mutasavvıfları bu ölçüye azami derecede dikkat etmişlerdir.
Ebu Süleyman Darani şöyle demiştir: “Bazen sofilerin bazı nükteleri kalbime gelir. Fakat ben kabul etmem. Ta ki doğru olduğuna iki şahit bulayım. Bu iki şahit de Kur’an ve sünnettir”
Ebu Yezid Bestami ise şöyle demistir: “Şayet bir kişinin uçtuğunu ya da suyun üzerinde yürüdüğünü görseniz bile emir ve nehiy konusunda denemeden bu kişiye bel bağlamayın.”
Allame ibn-i Teymiyye (rahimehullah), Kur’an ve sünnet süzgecinden geçirilmiş tasavvuf ve zühdü hem kabul etmiş hem de o yolu takip eden Şeyh Abdulkadir Geylani ve Cüneyd el-Bağdadi gibi sofileri de övmüştür. Hatta tasavvuf ve sofiler hakkında “es-Sufiyyetu ve-l Fukara” ve “El Farku Beyne Evliyau-r
Rahman ve Evliyau-s Şeytan” kitaplarını yazmıştır.
Aynı şekilde İbn-i Kayyım el-Cevziyye (rahimehullah)’da tasavvuf konusunda
onlarca eser bırakmıştır. Zira bu değerli İslam âlimleri zühd ve takva olmadan İslami hareketin başarı sağlayamayacağını çok iyi biliyorlardı.
Zaten zamanımızda Müslümanların ilerleyememesinin en büyük nedeni önce akidesizlik, daha sonra da takva ve zühdün kalplerde yer etmemesidir.
Kur’an ve sünnete sımsıkı sarılmış ve bunları hayatın tüm anlarında hâkim kılmaya çalışan, her türlü şirkten uzak duran bir sofi İslam nezdinde makbuldür.
Ancak Allah’ın kanunlarının çiğnendiği, egemenliğin yüce Allah’tan alınıp halka dolayısıyla insanlara verildiği bir zamanda nefis terbiyesi bahanesiyle bir
kenara çekilen, parlamentoda yapılan şirk kanunlarını destekleyen, tağutları destekleyip onların ordularına “peygamber ordusu”
ölülerine de “şehid” diyen bir kişinin ne imanından ne de takva ve zühd ehli olmasından bahsedilebilir. Zira tağutu inkâr her şeyden önemli olan imanın ilk şartıdır.
Yazarı: Alaeddin Palevî