İlâhî mevhibelerden biri de sâdık rüyalardır. Gaybî hakîkatlere vâkıf olmanın yollarından biri olarak kabul edilir. Uyku sırasında insanın maddî âlemle irtibâtı asgarî seviyeye iner. Bedene hapsedilmiş olan rûha âit hisler güçlenir. Ulvî manzaraları perdeleyen nefsâniyet bulutları dağılarak görüş berraklaşır. Bu sûretle rüyâlarında gayb âlemini seyretmek, bâzı sâlih kullara nasîb olur. Bu keşiflerin doğruluğu ise daha sonra uyanıkken müşâhede edilir.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
"Ümmete, nübüvvetten (peygamberlik husûsiyetlerinden) sadece mübeşşirât kalmıştır." buyurmuştur.
Ashâb:
"- Mübeşşirât nedir, yâ Rasûlallâh?" diye sorunca da:
"- Sâdık rüyâdır." diye cevap vermiştir. (Buhârî, Tâbir, 5; Müslim, Salât, 207-208)
Mübeşşirât, ihlâslı müminlerin gönüllerinin rüyâ esnâsında ilâhî müjdelere ve telkînlere açık hâle gelmesidir.
Yine Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; "Onlar (Allâh dostu muttakî müminler) için dünyâ hayâtında da, âhirette de müjdeler vardır!" (Yûnus, 64) âyetinde bahsedilen "dünyadaki müjde"yi îzâh sadedinde:
"Müslümanın gördüğü veya kendisine gösterilen sâdık rüyâdır." (Tirmizî, Rüyâ, 3) buyurmuşlardır.
Rüyâ üç kısımdır:
1. Şeytânî rüyalar: Şeytanın, insanı korkutmak, rûhu sıkıntıya düşürmek veya mahzûn etmek maksadıyla ilkâ eylediği rüyâlardır. Yüksek bir yerden düşmek veya insanı tesir altında bırakan kargaşa ve felâket sahneleri görmek gibi. Böyle rüyaların bir esası yoktur. Çoğunlukla bulanık, yarı hatırlanan, karışık bir rüya gören, gördüğünü kimseye anlatmamalı ve şeytanın iğvasından Allâh'a sığınmalıdır.
2. Hâricî bir tesirle görülen rüyâlar: Kişinin hâl ve hayâline bağlı olarak rüyâsına akseden manzaralardır. Meselâ çok tuzlu yemiş olan bir kimsenin rüyâda bolca su içmesi veyahut da zihnini fazlaca meşgûl eden bir meselenin rüyasına aksetmesi gibi. Bunların da tâbiri yoktur. Esassızdırlar.
3. Sâdık rüyâlar: Böyle rüyalar net olarak hatırlanırlar. Bunlar, Cenâb-ı Hak tarafından ya beşâret (müjde) veyahut da îkâz mâhiyetindedir. Bunları vazifeli bir kısım melekler ümmü'l-kitâb (levh-i mahfuz)'dan telakkî ederek, Cenâb-ı Hakk'ın emir ve müsâadesi ile uyuyan insanın rûhuna ilkâh ederler.
Sâdık rüyâlar, Levh-i Mahfuz'dan istikbâle akseden pırıltılardır. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in, peygamberliğinin evvelinde sâdık rüyâlar altı ay kadar devâm etmiştir.
Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
"Zaman yaklaştıkça 1 müminin rüyâsı neredeyse hiç yalan çıkmaz. (Gördüğü gibi gerçekleşir.) Müminin (sâdık) rüyâsı, nübüvvetin kırkaltı cüzünden biridir. Nübüvvetten olan bir şey ise yalan olmaz." (Buhârî, Ta'bîr, 26; Müslim, Rüyâ, 6) buyurmuştur. 2
Sâdık rüyâlar, ehli tarafından tâbire, yâni şifrelerinin çözülmesine muhtaçtır. Rüyâ tabiri de Hak vergisi bir ilimdir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, namazlardan sonra bâzen ashâbın gördüğü rüyâları dinler ve tâbir eder, istikbâle dâir bu şekilde zuhûr eden tecellîleri îzâh buyururlardı.
Gerçekten rüyâları tâbir etmek, bazı kâidelere istinâd ettirilen bir ilimdir. Bu ilme vâkıf olanlara da "muabbir" (tâbirci) denilir. Umum insanların istifâdesi için rüyâ tâbiriyle alâkalı pek çok eser telif edilmiştir. Bunlardan İbn-i Sîrin ve Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri'nin tâbirnâmeleri meşhûr olmuş ve ekseriyetle onlardan iktibas sûretiyle günümüze kadar çeşitli kitaplar ortaya konulmuştur. Bununla berâber sırf böyle kitaplarda mevcûd mâlumâta istinâden rüyâ tâbir etmek mahzurludur. Zîrâ asıl tâbirin kısm-ı âzamı "keşif"tir. Bunun için rüyâyı tâbir edenin, mânevî bir iktidâra sâhip olması gereklidir. Aksi hâlde yanlış tâbirin tehlikeleriyle karşılaşılır. Zîrâ, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
"... Rüyâ, ilk tâbirciye göre tahakkuk eder." (İbn-i Mâce, Ta'bîr, 7) buyurmuştur. Bu bakımdan rüyâlar ehil olmayanlara anlatılmamalıdır. Bu ilme vâkıf olanlar da, "İlk tâbir önemlidir; sonrakiler geçersiz kalır." demişlerdir.
Mîzânu'n-Nüfûs 3 adlı risâlede anlatıldığı üzere tâbir ilmi "enfüsî" ve "âfâkî" olmak üzere iki kısımdır. "Enfüsî" olanını avâm-havâs herkes tahsîl edebilir. Yâni kulaktan duymak sûretiyle veya geçmişte ehil kimselerin yaptığı tâbirleri muhtelif eserlerden toplamak sûretiyle tahsîli mümkündür. Bu sâyede birbirine benzeyen rüyalar, geçmiş tecrübelere istinâden tâbir edilebilir.
________________
1.Hadis şârihleri, "zamanın yaklaşması" ifâdesini, kıyamete yakın ya da sabaha yakın (seher vakti) olarak açıklamışlardır.
2.Sâdık rüyânın, nübüvvetin kırk altıda biri olması hususu şöyle açıklanmıştır: Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in peygamberliği 23 sene sürmüştür. Nübüvvetin ilk altı ayı, sâdık rüyâlar şeklinde gerçekleştiğinden, bu süre (altı ay) yirmi üç yılın "kırk altıda bir"ine tekâbül etmektedir.
3.Bayezid Câmii dersiâmlarından Hâfız Hulûsî'ye âit bu risâle, h. 1305 yılında İstanbul'da basılmıştır.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
"Ümmete, nübüvvetten (peygamberlik husûsiyetlerinden) sadece mübeşşirât kalmıştır." buyurmuştur.
Ashâb:
"- Mübeşşirât nedir, yâ Rasûlallâh?" diye sorunca da:
"- Sâdık rüyâdır." diye cevap vermiştir. (Buhârî, Tâbir, 5; Müslim, Salât, 207-208)
Mübeşşirât, ihlâslı müminlerin gönüllerinin rüyâ esnâsında ilâhî müjdelere ve telkînlere açık hâle gelmesidir.
Yine Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; "Onlar (Allâh dostu muttakî müminler) için dünyâ hayâtında da, âhirette de müjdeler vardır!" (Yûnus, 64) âyetinde bahsedilen "dünyadaki müjde"yi îzâh sadedinde:
"Müslümanın gördüğü veya kendisine gösterilen sâdık rüyâdır." (Tirmizî, Rüyâ, 3) buyurmuşlardır.
Rüyâ üç kısımdır:
1. Şeytânî rüyalar: Şeytanın, insanı korkutmak, rûhu sıkıntıya düşürmek veya mahzûn etmek maksadıyla ilkâ eylediği rüyâlardır. Yüksek bir yerden düşmek veya insanı tesir altında bırakan kargaşa ve felâket sahneleri görmek gibi. Böyle rüyaların bir esası yoktur. Çoğunlukla bulanık, yarı hatırlanan, karışık bir rüya gören, gördüğünü kimseye anlatmamalı ve şeytanın iğvasından Allâh'a sığınmalıdır.
2. Hâricî bir tesirle görülen rüyâlar: Kişinin hâl ve hayâline bağlı olarak rüyâsına akseden manzaralardır. Meselâ çok tuzlu yemiş olan bir kimsenin rüyâda bolca su içmesi veyahut da zihnini fazlaca meşgûl eden bir meselenin rüyasına aksetmesi gibi. Bunların da tâbiri yoktur. Esassızdırlar.
3. Sâdık rüyâlar: Böyle rüyalar net olarak hatırlanırlar. Bunlar, Cenâb-ı Hak tarafından ya beşâret (müjde) veyahut da îkâz mâhiyetindedir. Bunları vazifeli bir kısım melekler ümmü'l-kitâb (levh-i mahfuz)'dan telakkî ederek, Cenâb-ı Hakk'ın emir ve müsâadesi ile uyuyan insanın rûhuna ilkâh ederler.
Sâdık rüyâlar, Levh-i Mahfuz'dan istikbâle akseden pırıltılardır. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in, peygamberliğinin evvelinde sâdık rüyâlar altı ay kadar devâm etmiştir.
Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
"Zaman yaklaştıkça 1 müminin rüyâsı neredeyse hiç yalan çıkmaz. (Gördüğü gibi gerçekleşir.) Müminin (sâdık) rüyâsı, nübüvvetin kırkaltı cüzünden biridir. Nübüvvetten olan bir şey ise yalan olmaz." (Buhârî, Ta'bîr, 26; Müslim, Rüyâ, 6) buyurmuştur. 2
Sâdık rüyâlar, ehli tarafından tâbire, yâni şifrelerinin çözülmesine muhtaçtır. Rüyâ tabiri de Hak vergisi bir ilimdir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, namazlardan sonra bâzen ashâbın gördüğü rüyâları dinler ve tâbir eder, istikbâle dâir bu şekilde zuhûr eden tecellîleri îzâh buyururlardı.
Gerçekten rüyâları tâbir etmek, bazı kâidelere istinâd ettirilen bir ilimdir. Bu ilme vâkıf olanlara da "muabbir" (tâbirci) denilir. Umum insanların istifâdesi için rüyâ tâbiriyle alâkalı pek çok eser telif edilmiştir. Bunlardan İbn-i Sîrin ve Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri'nin tâbirnâmeleri meşhûr olmuş ve ekseriyetle onlardan iktibas sûretiyle günümüze kadar çeşitli kitaplar ortaya konulmuştur. Bununla berâber sırf böyle kitaplarda mevcûd mâlumâta istinâden rüyâ tâbir etmek mahzurludur. Zîrâ asıl tâbirin kısm-ı âzamı "keşif"tir. Bunun için rüyâyı tâbir edenin, mânevî bir iktidâra sâhip olması gereklidir. Aksi hâlde yanlış tâbirin tehlikeleriyle karşılaşılır. Zîrâ, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
"... Rüyâ, ilk tâbirciye göre tahakkuk eder." (İbn-i Mâce, Ta'bîr, 7) buyurmuştur. Bu bakımdan rüyâlar ehil olmayanlara anlatılmamalıdır. Bu ilme vâkıf olanlar da, "İlk tâbir önemlidir; sonrakiler geçersiz kalır." demişlerdir.
Mîzânu'n-Nüfûs 3 adlı risâlede anlatıldığı üzere tâbir ilmi "enfüsî" ve "âfâkî" olmak üzere iki kısımdır. "Enfüsî" olanını avâm-havâs herkes tahsîl edebilir. Yâni kulaktan duymak sûretiyle veya geçmişte ehil kimselerin yaptığı tâbirleri muhtelif eserlerden toplamak sûretiyle tahsîli mümkündür. Bu sâyede birbirine benzeyen rüyalar, geçmiş tecrübelere istinâden tâbir edilebilir.
________________
1.Hadis şârihleri, "zamanın yaklaşması" ifâdesini, kıyamete yakın ya da sabaha yakın (seher vakti) olarak açıklamışlardır.
2.Sâdık rüyânın, nübüvvetin kırk altıda biri olması hususu şöyle açıklanmıştır: Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in peygamberliği 23 sene sürmüştür. Nübüvvetin ilk altı ayı, sâdık rüyâlar şeklinde gerçekleştiğinden, bu süre (altı ay) yirmi üç yılın "kırk altıda bir"ine tekâbül etmektedir.
3.Bayezid Câmii dersiâmlarından Hâfız Hulûsî'ye âit bu risâle, h. 1305 yılında İstanbul'da basılmıştır.