Resul Aydın
Kayıtlı Kullanıcı
Laiklik, Türkiye'de yaşayanların bir türlü üzerinde uzlaşamadıkları, ortak bir tanım geliştiremedikleri siyasal ve toplumsal sistemin en hassas kurumu ve konularından biri.
Bu kavramla yüz yüze gelmemizin tarihi fazla geriye gitmez; aşağı yukarı cumhuriyet yönetimiyle birlikte gündeme gelmiş. Cumhuriyet yönetimlerinin izledikleri din politikaları "laiklik" bağlamında ele alınmış ve onun adına hareket edilmiş. Din-devlet ilişkilerine yeni bir model ve yapı oluşturulur, izlenen din politikalarına meşruiyet kazandırılırken bu kavrama baş vurulmuş, ondan yardım istenmiştir.
Türkiye'nin siyasal ve toplumsal sisteminin temelleri, ilkeleri ve hedefleri, Tek Parti yönetimi dönemindeki devlet eliti tarafından belirlenmiş olmaklığı nedeniyle, laiklikle hedefler de bu dönemde konmuştur. Türkiye'deki laiklik uygulamasını ve bunun Batı ölçüleriyle ilgisini belirleyerek teorik bir modele oturtulmasının ne kadar zor ve hatta imkansız bir çaba olduğunu, bu konuyla ilgilenenler az çok bilerler.
Bu belirsizlik ve zorluğun pek çok sebebi üzerinde durulabilir; öncelikle Türkiye'nin tarihsel tecrübesi ve gelenekleri laikliğin neşvünema bulabileceği uygun bir toplumsal ortam oluşturmamaktadır.
Bugün rahatlıkla biliyoruz ki, hiç bir toplumsal veya siyasal kurum, içinde doğduğu toplumsal şartlardan bağımsız değildir ve ancak o şartların ürünüdür. Diğer taraftan laiklik, Türkiye'de halkın talep ve kanaatlerini rahatlıkla dile getirebilecekleri, kendi talepleri doğrultusunda devletin yapılanacağı bir ortamda doğmuş değildir; tam tersine laiklik, cumhuriyet yönetimlerinin halka rağmen yukarıdan aşağıya inen baskı ve dayatmaları sonucunda kurulmuştur.
Dayatma ve baskı sadece laiklik veya din politikaları alanında değil, bütün toplumsal ve siyasal uygulamalar ve sistem alanında gerçekleştirilmiştir.
Cumhuriyeti kuran kadronun bu uygulamasını bir "toplumsal inşa" projesi bağlamında değerlendirmek ve anlamlandırmak gerekir. Toplumu bütünüyle yeniden inşa etmeye yönelen bir kadro ve onun ideolojisinin, toplumsal talep ve kanaatleri veri olarak almasını ve buna göre politikalarını belirlemesini beklemek doğru olmaz. Söz konusu kadro, her şeyden önce toplumu "medenileştirmek" "millileştirmek" ve "kalkındırmak" için kendini görevli ve yetkili görüyordu.
Dolayısıyla laiklik konusunda, diğer alanlarda olduğu gibi, halkın talep ve eğilimleri, açıklayıcı bir faktör olmamaktadır.
Ayrıca Türkiye'deki laiklik uygulaması kendi içinde farklı özellikler ve yapılar barındırmaktadır.
Tek parti dönemindeki laiklik uygulamasıyla çok partili dönemdeki laiklik uygulaması arasında önemli farklılıklar ve değişiklikler gözlenmektedir. Bu sebeple laiklik konusunda herhangi bir değerlendirmede bulunacak kimse, hangi dönemi öne alarak önermelerde bulunduğunu belirtmek zorunda kalmaktadır. Bugünkü tartışmalara baktığımızda tek parti dönemi laikliğine özlem duyanlar ve çok partili dönemdeki din hürriyeti lehine gözlemlenen iyileştirmelere karşı çıkanlar bulunduğu gibi, bunu baskı ve totaliter bir uygulama olarak değerlendirip çok partili dönemdekini dahi yeterli görmeyenler de vardır.
Bu sebeple Türkiye'deki laiklik uygulaması konusunda dahi uzlaşmak mümkün olmamaktadır.
Bunların dışında daha köklü ve kapsayıcı bir eleştiri, Türkiye gibi Müslüman toplumlarda laikliğin mümkün olup olmadığı noktasında tartışmanın yapılması da mümkündür. Esas itibariyle laiklik, Hıristiyan-Batı toplumlarının şartlarında doğmuş bir modeldir; bu modelin Müslüman toplumlar için mümkün olup olmayacağı tartışması anlamlı gözükmektedir.
Laikliğin Batıdaki uygulaması, anlamı ve işlevleri ile Türkiye'deki uygulaması, anlamı ve işlevlerinin farklı olduğu herkes tarafından gözlemlenebilen ve kabul edilen bir durumdur. Bu açıdan bakıldığında Türkiye'nin tarihsel tecrübesi din-devlet uzlaşması temeli üzerinde gelişmiş olmakla beraber laikliğin bir devlet ve siyaset ilkesi olarak yerleştirilmesi, esasında bu gelenekte fazla bir değişiklik yaratmamış, sadece" din-devlet uzlaşması"nda ibreyi devletin lehine döndürerek, dini bağımlı bir yapı haline getirmiştir.
Türkiye'deki laiklikle ilgili olarak söylenebilecek çok şey vardır. Yukarıda belirtildiği gibi laiklik kendi tarihsel tecrübemizin ve toplumsal geleneklerimizin bir ürünü olması da bir realite olarak cumhuriyet yönetimiyle birlikte tanışmış bulunuyor ve uzun zamandır üzerinde tartışmayı sürdürüyoruz.
Esasında Türkiye'deki laiklik uygulaması ile Fransa'da ihtilalden sonraki gelişmeler arasında şaşırtıcı bir benzerliğe dikkat etmek gerekir. Söz konusu benzerlik şartların ayniliğinden doğan bir benzerlik değil, laikliği siyasal ve toplumsal bir ilke haline getirmek isteyen idarecilerin "taklid"inden doğan bir benzerliktir.
Cumhuriyeti kuran ve siyasal iktidara egemen olan devrimci kadro, toplumun geriliğinin faturasını kestikleri dini, kamusal alandan bütünüyle "tard" ve "tesifiye"ye yönelmiş militan bir devlet politikası uygulamışlardır.
Bu kadronun laiklik meyanında yaptıkları şu şekilde özetlenebilir: Dini, din adamlarının ve din kurumlarının baskı altına alınması ve küçük düşürülmesi, mabetlere saygısızlık dini eğitimin yasaklanması, ibadet yapmanın zorlaştırılması, İslam dininin reforme edilemeye çalışılması ve bir "İslami kilise" oluşturulmasına yönelik uygulamalar, bir "akıl dini"nin yaratılmak istenmesi, kültür devriminin yürürlüğe sokulması. (Bk. Durmuş Hocaoğlu, "Sekülarizm, Laisizm ve Türk Laisizmi," Türkiye Günlüğü, Sayı: 29, Temmuz-Ağustos 1994.)
Türkiye'de uygulanan laikliğin gerçekten bir laik model olup olmadığı tartışma götürür bir konudur. Her ne kadar resmi söylem ve metinlerde laikliğin "din ve devlet ayırımı" olduğu belirtiliyor ve Türkiye'dekinin dinin ve devletin birbirinden ayrılması olduğu iddia ediliyorsa da gerçeğin böyle olmadığı herkesin malumu bir durumdur.
Bu kavramla yüz yüze gelmemizin tarihi fazla geriye gitmez; aşağı yukarı cumhuriyet yönetimiyle birlikte gündeme gelmiş. Cumhuriyet yönetimlerinin izledikleri din politikaları "laiklik" bağlamında ele alınmış ve onun adına hareket edilmiş. Din-devlet ilişkilerine yeni bir model ve yapı oluşturulur, izlenen din politikalarına meşruiyet kazandırılırken bu kavrama baş vurulmuş, ondan yardım istenmiştir.
Türkiye'nin siyasal ve toplumsal sisteminin temelleri, ilkeleri ve hedefleri, Tek Parti yönetimi dönemindeki devlet eliti tarafından belirlenmiş olmaklığı nedeniyle, laiklikle hedefler de bu dönemde konmuştur. Türkiye'deki laiklik uygulamasını ve bunun Batı ölçüleriyle ilgisini belirleyerek teorik bir modele oturtulmasının ne kadar zor ve hatta imkansız bir çaba olduğunu, bu konuyla ilgilenenler az çok bilerler.
Bu belirsizlik ve zorluğun pek çok sebebi üzerinde durulabilir; öncelikle Türkiye'nin tarihsel tecrübesi ve gelenekleri laikliğin neşvünema bulabileceği uygun bir toplumsal ortam oluşturmamaktadır.
Bugün rahatlıkla biliyoruz ki, hiç bir toplumsal veya siyasal kurum, içinde doğduğu toplumsal şartlardan bağımsız değildir ve ancak o şartların ürünüdür. Diğer taraftan laiklik, Türkiye'de halkın talep ve kanaatlerini rahatlıkla dile getirebilecekleri, kendi talepleri doğrultusunda devletin yapılanacağı bir ortamda doğmuş değildir; tam tersine laiklik, cumhuriyet yönetimlerinin halka rağmen yukarıdan aşağıya inen baskı ve dayatmaları sonucunda kurulmuştur.
Dayatma ve baskı sadece laiklik veya din politikaları alanında değil, bütün toplumsal ve siyasal uygulamalar ve sistem alanında gerçekleştirilmiştir.
Cumhuriyeti kuran kadronun bu uygulamasını bir "toplumsal inşa" projesi bağlamında değerlendirmek ve anlamlandırmak gerekir. Toplumu bütünüyle yeniden inşa etmeye yönelen bir kadro ve onun ideolojisinin, toplumsal talep ve kanaatleri veri olarak almasını ve buna göre politikalarını belirlemesini beklemek doğru olmaz. Söz konusu kadro, her şeyden önce toplumu "medenileştirmek" "millileştirmek" ve "kalkındırmak" için kendini görevli ve yetkili görüyordu.
Dolayısıyla laiklik konusunda, diğer alanlarda olduğu gibi, halkın talep ve eğilimleri, açıklayıcı bir faktör olmamaktadır.
Ayrıca Türkiye'deki laiklik uygulaması kendi içinde farklı özellikler ve yapılar barındırmaktadır.
Tek parti dönemindeki laiklik uygulamasıyla çok partili dönemdeki laiklik uygulaması arasında önemli farklılıklar ve değişiklikler gözlenmektedir. Bu sebeple laiklik konusunda herhangi bir değerlendirmede bulunacak kimse, hangi dönemi öne alarak önermelerde bulunduğunu belirtmek zorunda kalmaktadır. Bugünkü tartışmalara baktığımızda tek parti dönemi laikliğine özlem duyanlar ve çok partili dönemdeki din hürriyeti lehine gözlemlenen iyileştirmelere karşı çıkanlar bulunduğu gibi, bunu baskı ve totaliter bir uygulama olarak değerlendirip çok partili dönemdekini dahi yeterli görmeyenler de vardır.
Bu sebeple Türkiye'deki laiklik uygulaması konusunda dahi uzlaşmak mümkün olmamaktadır.
Bunların dışında daha köklü ve kapsayıcı bir eleştiri, Türkiye gibi Müslüman toplumlarda laikliğin mümkün olup olmadığı noktasında tartışmanın yapılması da mümkündür. Esas itibariyle laiklik, Hıristiyan-Batı toplumlarının şartlarında doğmuş bir modeldir; bu modelin Müslüman toplumlar için mümkün olup olmayacağı tartışması anlamlı gözükmektedir.
Laikliğin Batıdaki uygulaması, anlamı ve işlevleri ile Türkiye'deki uygulaması, anlamı ve işlevlerinin farklı olduğu herkes tarafından gözlemlenebilen ve kabul edilen bir durumdur. Bu açıdan bakıldığında Türkiye'nin tarihsel tecrübesi din-devlet uzlaşması temeli üzerinde gelişmiş olmakla beraber laikliğin bir devlet ve siyaset ilkesi olarak yerleştirilmesi, esasında bu gelenekte fazla bir değişiklik yaratmamış, sadece" din-devlet uzlaşması"nda ibreyi devletin lehine döndürerek, dini bağımlı bir yapı haline getirmiştir.
Türkiye'deki laiklikle ilgili olarak söylenebilecek çok şey vardır. Yukarıda belirtildiği gibi laiklik kendi tarihsel tecrübemizin ve toplumsal geleneklerimizin bir ürünü olması da bir realite olarak cumhuriyet yönetimiyle birlikte tanışmış bulunuyor ve uzun zamandır üzerinde tartışmayı sürdürüyoruz.
Esasında Türkiye'deki laiklik uygulaması ile Fransa'da ihtilalden sonraki gelişmeler arasında şaşırtıcı bir benzerliğe dikkat etmek gerekir. Söz konusu benzerlik şartların ayniliğinden doğan bir benzerlik değil, laikliği siyasal ve toplumsal bir ilke haline getirmek isteyen idarecilerin "taklid"inden doğan bir benzerliktir.
Cumhuriyeti kuran ve siyasal iktidara egemen olan devrimci kadro, toplumun geriliğinin faturasını kestikleri dini, kamusal alandan bütünüyle "tard" ve "tesifiye"ye yönelmiş militan bir devlet politikası uygulamışlardır.
Bu kadronun laiklik meyanında yaptıkları şu şekilde özetlenebilir: Dini, din adamlarının ve din kurumlarının baskı altına alınması ve küçük düşürülmesi, mabetlere saygısızlık dini eğitimin yasaklanması, ibadet yapmanın zorlaştırılması, İslam dininin reforme edilemeye çalışılması ve bir "İslami kilise" oluşturulmasına yönelik uygulamalar, bir "akıl dini"nin yaratılmak istenmesi, kültür devriminin yürürlüğe sokulması. (Bk. Durmuş Hocaoğlu, "Sekülarizm, Laisizm ve Türk Laisizmi," Türkiye Günlüğü, Sayı: 29, Temmuz-Ağustos 1994.)
Türkiye'de uygulanan laikliğin gerçekten bir laik model olup olmadığı tartışma götürür bir konudur. Her ne kadar resmi söylem ve metinlerde laikliğin "din ve devlet ayırımı" olduğu belirtiliyor ve Türkiye'dekinin dinin ve devletin birbirinden ayrılması olduğu iddia ediliyorsa da gerçeğin böyle olmadığı herkesin malumu bir durumdur.