Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

tarihin gözyaşları(peygamber asrında acı bir katliam) (1 Kullanıcı)

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
Uhud savaşının ardından henüz dört ay kadar bir zaman geçmişti ki, Necid'den Ebû Berâ Medine'ye gelerek Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i ziyaret etti. Ebû Berâ Âmiroğulları kabilesinin Seyyidi ve lideri idi. Ebû Berâ, beraberinde bazı hediyeler de getirmişti. Bunları Resûlullah'a arzettiğinde, Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem:

“Ben müşriklerin hediyesini kabul etmem. Hediyeni kabul etmemi istiyorsan, önce müslüman ol.” buyurdu. Sonra da İslâm dinini Ebû Berâ'ya anlattı. Anlatılanları dikkatle dinleyen Ebû Berâ, ne müslüman oldu, ne de anlatılanlara ilgisiz kaldı. Ebû Berâ:

“Yâ Muhammed! Anlattığın şeyler, pek güzel ve şerefli şeylerdir. Ben burada tek başımayım. Benim kavmim kalabalıktır ve onlar benim sözümden çıkmazlar. Eğer yanıma arkadaşlarından birkaç kişi verirsen, onlar getirdiğin dini kavmime anlatırlar ve kavmim sana tâbi olur.” dedi.

Ebû Berâ'nın teklifini dinleyen Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bu tekliften şüphelenmişti. Şüphesini Ebû Berâ'ya da anlattı:

“Göndereceğim kişiler hakkında Necid halkından endişe ederim.” dedi. Ebû Berâ:

“Yâ Muhammed! Göndereceğin öğreticiler için Necid halkından endişe etme. Göndereceğin kişiler, benim himayem altındadır. Benim himayem altında oldukları sürece onlara kimse dokunamaz. Onları gönder ki, Necid halkını bir an önce dininize davet etsinler.”

Resûlullah'ın endişesi ortadan kalmamasına rağmen, yine de sonuç İslâm'ı tebliğ olunca, akan sular duruyordu. Resûlullah, Ebû Berâ'nın yeğeni Âmir bin Tufeyl'e bir mektup yazdı. Âmir bin Tufeyl, Ebû Berâ'nın vekaleti ile kavminin yönetimini üstlenmişti.

Resûlullah talimat verdi, Münzir b. Amr başkanlığında bir heyet hazırlandı. Bir rivayette yetmiş kişi, bir başka rivayette de kırk kişi oldukları yazılıdır.

Tebliğ heyeti yola çıkmadan Ebû Berâ, Medine'den ayrılmış, yurduna varmıştı bile. Kavmini durumdan haberdar etti.

Tebliğ heyeti de yola çıktı, uzun bir yolculuktan sonra Bi'rimaûn'e su kuyusunun bulunduğu mevkiye geldiler. Bu kuyunun yanında mola verip, biraz dinlenmeye karar verdiler. O sırada tebliğ heyetinin geleceğini bilen, Ebû Berâ'nın yeğeni Âmir b. Tufeyl, çevresine topladığı kalabalık bir grupla, hain bir plan hazırlamış ve Bi'rimaûne kuyusunun yakınına kadar gelmişti.

Başlarına gelecek olandan habersiz, istirahat eden müminler, yakınlarında bulunan topluluktan haberdâr olunca, içlerinden birini topluluğa göndererek, Resûlullah'ın mektubunu onlara vermeyi kararlaştırdılar. Bunun için de aralarından Harâm b. Milhân Radıyallahu Anh'ı görevlendirdiler. Milhân, Âmir b. Tufeyl'in yanına varınca, önce Resûlullah'ın mektubunu verdi. Âmir b. Tufeyl mektuba itibar etmeyip, okumadan yere attı. Hiçbir şey söylemeden Milhân'ı orada şehit ettiler. Ardından adamlarına Bi'rimaûne kuyusunun yanında bulunan diğer mü'minleri kuşatma emrini verdi. Mü'minleri kuşattılar. Müşrik topluluğu, kana susamıştı; tebliğden başka niyetleri olmayan bu güzel insanları, bu mazlumları katletmeye kararlı idiler.

Başka çarenin olmadığını anlayan mü'minler de kılıçlarını çektiler ve kanlarının son damlasına kadar çarpışarak, şehit olmaya karar verdiler. Çarpışmaya başlamadan önce hep birlikte şu duayı yaptılar:

“Ey Rabbimiz! Vaziyetimizi Resûlüne haber verecek senden başka kimsemiz yok. Resûlüne ve kavmimize haberimizi ulaştır ki, biz Rabbimize kavuştuk. Rabbimiz bizden hoşnut oldu, bizi de hoşnut kıldı.”

Allah Celle Celâluhu bu sevgili kullarının isteğini yerine getirmişti.

Cebrail Aleyhisselâm durumu anında Peygamberimize bildirdi. Haberi alır almaz Peygamberimiz bir hutbe verip, durumu ashabına bildirdi:

“Kardeşleriniz, müşriklerle karşılaştılar. Müşrikler, onları kesip biçtiler, mızraklarla delik deşik ettiler. Kardeşlerinizden hiçbirini sağ bırakmadılar, hepsi şehit oldu.”

Resûlullah, onların selâmlarına bizzat mukabelede bulundu. Üzüntüsü çok büyüktü, aynı günün sabah namazında, ikinci rekatta rükûdan doğrulduğu zaman katillere beddua etti.

NETİCE:

Onlara niçin ulaşılmaz? Onlar Resûlullah'ın arkadaşlarıdır. Onlar Resûlullah'ı dünya gözü ile görmüş, ona iman etmişlerdir. Onlar Rablerine kullukta en yüce makamı yakalamışlardır. Bunların hepsi doğru. Eksik olan başka bir şey var ki, onları gerçekten değerli kılan ve ulaşılmaz yapan odur.

Onlar Allah ve Resûlü'ne öyle bir itaat ile bağlı idiler ki, Allah ve Resûlü'nün rızasının dışında olan her şeyi ellerinin tersi ile itmişlerdir. Onlar böyle bir soru ile karşı karşıya kalsalar, bütün dünya bir yana, Allah ve Resûlü'nün razı olmayacağı iş bir yana, hiç tereddüt etmeden dünyayı ellerinin tersi ile iterlerdi.

İslâm'ı tebliğ için yola koyuluyorlar. Tek bir gaye var: İslâm'ı tebliğ etmek. Onlara pusu kuruyorlar, ölümden gayri yolları yok. Ya dinlerinden vazgeçecekler, düşmana teslim olacaklar ya da çarpışarak şehit düşecekler. Onlar ikinci yolu tercih ediyorlar; her biri çarpışarak şehit oluyor. Bi'rimaûn'e kuyusundan su yerine kan akıyor. Hep birlikte niyazdalar: “Ey Rabbimiz! Durumumuzu Resûlü'ne bildir! ” Ne iman, ne ihlas ve ne teslimiyet!..

İçinde bulunduğumuz İslâm dini nimeti bize kolay ulaşmadı. İslâm dini kıyamete kadar var olsun diye bu güzide insanlar az mücadele vermediler. Bi'rimaûn'e şehitlerinin dahi üzerimizde hakları vardır.

GÖĞE KALDIRILAN ŞEHİT

Cebbâr b. Sülmâ anlatıyor. “Bi'rimaûne gününde müslümanlardan biri beni İslâm'a davet etti. Ben o adamın iki omzu arasına mızrağımı sapladım! Mızrağımın o adamın göğsünden çıktığını gördüm. Onun ağzından şu sözler döküldü:

“ Vallahi kazandım!”

Kendi kendime şu soruyu sordum: Adamı öldürdüm, acaba ne kazandı? Kazanan ben, kaybedense o…”

Cebbâr b. Sülmâ anlatmaya devam ediyor: “Mızrağımı çıkardım. Dahhâk b. Süyfân el-Kilâbî'nin yanına gittim. Öldürdüğüm adamın “vallahi kazandım” dediğini anlattım ve bu sözüyle ne demek istediğini sordum.

Dahhâk: “O öldürdüğün adam, “cenneti kazandım” demek istiyordu.”

Dahhâk ile birlikte adamın yanına gittik, gördüğümüz manzara karşısında dehşete düştük. “Vallahi ben kazandım” diyen şehit sahabînin cesedi gökyüzüne doğru yükselmekte idi. Bu durumu gören Dahhak, bana müslüman olmamı tavsiye etti ve ben de müslüman oldum.

Bu durumu katillerin elebaşı Âmir b. Tufeyl de bizzat görmüş ve yanındakilere:

“Müslümanlardan öldürülünce göğe yükselen kimdi?” demiştir. O güzide sahabîyi tanıyanlardan biri:

“O Âmir b. Füheyre idi.” dedi.

Bi'rimaûn'e katliamından iki sahabî kurtulmuştu. Bunlar da kurtulduklarına pişman vaziyette idiler. Arkadaşları, makamların en güzelini kazanmışken, kendileri bu nimetten geri kalmak niyetinde değillerdi. Onlar da son nefeslerini verinceye kadar savaştılar. Bu son iki kişiden biri Münzir b. Amr'dı. Müşriklerin onun üzerine öyle bir saldırdılar ki, Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz onun için: “Ölüme koşan kişi” buyurdu.

Amr b. Ümeyye esir düştü. Katliamın reisi Âmir b. Tufeyl, mü'minlerden birinin göğe kaldırılışını tasdik etmek için Amr b. Ümeyye'yi şehitler arasında dolaştırdı. Tufeyl:

“Sen beraber geldiğin bütün arkadaşlarını tanır mısın?” dedi. Amr:

“Evet tanırım.” dedi.

Âmir b. Tufeyl, Amr'ı yanına alarak, şehitleri tek tek dolaştı. Her birinin ismini ve nesebini sordu:

“Arkadaşların arasında cesedini göremediğin, eksik biri var mı?”

“Ebû Bekir'in azatlısını göremedim.”

“Onun aranızdaki mevkisi nasıldı?”

“O, bizim üstün ve hayırlı olanlarımızdan ve Peygamberin ilk ashabındandır.”

“Ben sana onun durumu hakkında haber vereyim mi?”

Âmir, ileride duran Cebbâr b. Sülmâ'yı işaret edip, göstererek:

“Şu adam ona mızrağını sapladı ve çekip çıkarttıktan sonra o adam göklere yükseldi ve kaybolup gitti. Onu bir daha göremedik.” dedi. Amr da:

“İşte o bahsettiğiniz, Amr b. Füheyre'dir.” dedi.

NETİCE:

T eslimiyetin en zirve noktalarından bir nokta. Öyle bir iman, öyle bir ihlâs ki, canını veriyor; can derdi yok. Onun tek derdi var: Rabbini razı etmek. “Vallahi kazandım” diyecek kadar hem kalp gözü açık, hem de ihlâsı ve imanı büyük.

İhlâs ve imanın zirve noktasına çıkıldığında sebepler birer birer ortadan kalkıyor. Mevlâ'mızın güzel sıfatları ortaya çıkıyor. İşte, biraz sonra son nefesini verecek olan bir güzide insan nereleri görebiliyor. Daha henüz ruhunu teslim etmeden, Rabbinin ona ikram ettiği makamı dünya bakışı ile görüyor. Gördüğü manzara karşısında kendini tutamayıp, haykırıyor: “Vallahi kazandım!” O iman, ihlâs ve samimiyete her kim ererse, ona da kimsenin görmediği, göremeyeceği kapılar açılır, Mevlâ'nın sıfatlarının sûretleri dünya gözü ile temâşa edilir. Kimler etmedi ki… Kundakta konuşan bebek de, “Anneciğim o gördüğün ateş değil; cennet bahçelerinden bir bahçedir, durma atla!” diyen bebek de günahsızlığından dolayı kimsenin göremediği hakikatleri görmüş ve annesini uyarmıştı.

Yakın tarihimizdeki bir savaşta; kolağası Rabbinden öyle içten, öyle samimi yardım talep etmişti ki, melekten ordular gökten inmeye başlamıştı. O komutan da aynen şöyle demişti: “Dayanın evlatlarım! Vallahi Rabbimin orduları gökten yardıma geliyor!”

İman, ihlâs ve samimiyet öyle bir noktadadır ki, sahibinin bedeni göğe kaldırılır, göğe kaldırılan beden bile birkaç kişinin imana gelmesine sebep olur. Allah tüm mü'minlere böyle iman ve ihlâs nasip eylesin
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt