Y
YALIN KILIÇ
Tanrı bizi aldatıyormu -1-
Sığınıyorum Allâh’a taşlanmış şeytandan
Adıyla Allâh’ın, Merhametiyle Kuşatanın, Gereğince Merhamet Edenin
İslâm târihinin nurlu dönemi salat ve selâm ona yüce allâh’ın elçisi muhammed ve arkadaşlarının yaşadığı dönemdi. Sonra başlayan dîni saltanata kul eden , yeni din olan mezhepler dönemidir. Ardından yeni dîne dâir açıklamalar yapmayı engelleyip , uydurulmuş dîni allâh ve peygamber hükmü gibi tartışılmaz değiştirilmesi dâhi düşünülemez hâle getirdiler. Bu işi dine dinde olmayan ictihâdı sokup , ictihâd ile yeni dîni kurmak ve ardından , kendi açtıkları dinde sahtekârlık kapısını , ictihad kapısını kapatarak yaptılar. Bu yeni câhiliyet dönemi bitti. Artık müslümanlar satanatın , egemen islam dışı yönetimlerin yönetimi dışında islâm hakkında araştırarak münâzara ediyorlar. Bu çabalar yeni nurlu dönemin müjdesi olmaya başladı. Ancak dinde ihtisas yapan , ihtisas yaptığı konuda münâzara yapanların , ihtisas konuları dışında fikir açıklamalarından ve hiç bir ihtisası olmadığı halde konuşanların olmasından oluşan pek çok yanlışlar dîne mal edilmektedir.
Bu çağın iletişim imkânlarını kullanan , fikirlerini tercüme ederek dünyâya yayan pek çok kişi bu yayınları ile yanlışlarını tüm dünyâya yayıyorlar. Bilgi kirliliği gerçeği örtmeden , duru bilgi kaynakları oluşturulmalı. O zamana kadar bilen bildiği kadar yanlışlarla mücâdele ederek doğruları açıklamak zorunda.
Dünyâya tercümeler yapılarak yayılan yanlışların kaynaklarından birisi de , kur’ân mûcizeleri konusunda yaptıkları yayınları bir kişiye mal ederek yayın yapan bilinen bir gurup. Bu sözde kişi ile temsil edilen gurubun yayınlarından alıntı yaparak , mantık üzerine kurdukları iddiâlarının yanlışlarını mantık ve kur’ân âyetleri ile açıklamaya çalışacağım. Bu kişinin adını anmıyacağım . Çünkü hak ettikleri vasıflarla kendilerini vasıflandıranları hakâret ettikleri gerekçesiyle , kur’ân’ın tâğût ve şeytanın dostları olarak vasıflandırdığı islam dışı hükümlerle hükmedenlerin , kâfirlerin mahkemelerine havâle ediyorlar.
Ayrıca bilinmelidir ki, burada , bu ve benzeri yazılarda gâyem yanlışın yanlışlığını açıklamak ve doğruyu ifâde etmektir. Yazılardaki , kâfir veyâ şeytân veyâ başka türlü vasıflandırmalarım kur’ân ve sünnete uygundur , en azından bu uygunluğa dikkat etmeye gayretim var. Düşmanlık olan bu tür vasıflandırmalarım, yanlışa ve aldanışa olan bir düşmanlıktır. Hakkında yazdığım kişiler hatâ yapıyor olabilir, bilmeden yaptıkları hatâlarla suçlanamazlar. Bu durumda olmalarını ve yanlışlarını anlayıp tevbe etmelerini umarım.
Bu kişiler hakkındaki sözlerim , islâm düşmanlığı anlamına gelen yanlışları bilerek ve islam düşmanlığını kasdederek savunuyor olmaları durumunda kendileri için geçerlidir.
Bu yanlışları bilmeden yapanlar , doğruyu yanlışı ayırmaya , anlamaya gayret edip doğru olduğunu zannettiği halde bu yanlışları savunanlar ise “allâh’dan başka tanrı yok , muhammed allâh’ın elçisidir” sözünü kabul ettikleri ve bu sözün gereği olan inanç ve söylem ve eylem içinde bulundukları müddetçe dinde kardeşimdir.
(kur’ân, sûre 20 tâhâ , âyet 47) “…ve sağolsun kim uydu (gerçeğe) iletene.”
Bu yazı bir tekzîb yazısıdır.
Alıntı :
Maddenin ardındaki sır
Çevresini akıl ve vicdan yoluyla izleyen kişi evrendeki canlı-cansız herşeyin yaratılmış olduğunu fark eder. Peki tüm bunlar kim tarafından yaratılmıştır?
Açıktır ki, evrenin her noktasında kendini belli eden "yaratılmışlık", evrenin kendisinin bir ürünü olamaz. Örneğin bir böcek kendi kendisini var etmemiştir. Güneş sistemi, bitkiler, insanlar, bakteriler, alyuvarlar, kelebekler kendi kendilerini yaratmamışlardır. Tüm bunların "tesadüfen" oluşmaları gibi bir ihtimal de, kitabın önceki sayfalarında incelediğimiz gibi, söz konusu değildir.
İşte allah'ın varlığını tanımayanların saptığı nokta da buradadır. Bu kişiler, allah'ı gözleriyle görmedikleri sürece, o'nun varlığına iman etmemeye şartlandırmışlardır kendilerini. Ancak bu durumda, evrenin her yerinde apaçık görünen "yaratılmışlık" gerçeğini gizlemek, evrenin ve canlıların yaratılmamış olduğunu iddia etmek zorunda kalırlar. Bunu yapmak için yalanlara başvururlar. Evrim teorisi ve materyalist felsefe bu konuda başvurulan yalanların ve sonuçsuz çırpınışların en belirgin iki örneğidir.
İnkar edenlerin temel yanılgısı, aslında allah'ın varlığını inkar etmeyen, ancak çarpık bir allah inancına sahip olan pek çok kişi tarafından da paylaşılır. Toplumun çoğunluğunu oluşturan bu kişiler, yaratılışı reddetmezler, ancak allah'ın "nerede" olduğuna dair ilginç batıl inançları vardır: çoğu, allah'ın "gökte" olduğunu sanır. Bilinçaltlarındaki düşünceye göre, allah çok uzaklardaki bir gezegenin arkasındadır ve çok nadiren "dünya işlerine" müdahale eder. Ya da hiç etmez; evreni yaratmış ve bırakmıştır, insanlar kendi kaderlerini çizerler...
Kimileri de kuran'ın allah'ın "her yerde" olduğuna dair haberini duymuşlardır, fakat bunun anlamını tam olarak çözemezler. Bilinçaltlarındaki batıl düşünce; allah'ın radyo dalgaları ya da görünmez, hissedilmez bir gaz gibi, maddeleri çevrelediği şeklindedir.
Oysa bu düşünce ve baştan beri saydığımız, allah'ın "nerede" olduğunu bir türlü çözemeyen (belki de bu yüzden o'nu inkar eden) düşünceler, ortak bir yanlışa dayanmaktadırlar: hiçbir temeli olmayan bir ön yargıyı benimsemekte, ondan sonra da allah ile ilgili olarak zanlara kapılmaktadırlar.
Nedir bu ön yargı?
Bu ön yargı maddenin varlığı ve niteliği ile ilgilidir. Maddenin var olduğu konusunda öyle şartlanmışızdır ki, acaba gerçekten var mıdır, yoksa sadece bir gölge varlık mıdır, hiç düşünmemişizdir. Oysa modern bilim, bu ön yargıyı da yıkarak, çok önemli ve etkileyici bir gerçeği ortaya koymaktadır. İlerleyen sayfalarda kuran'da da işaret edilen bu büyük gerçeği açıklamaya çalışacağız.
Karşılık :
Büyük yanlış bu mantıksız iddiâ , yazara göre gerçekte madde yoktur. Bu yazıda da bu mantık dışı , akıl ve bilim dışı ve din dışı sözü isbâta ve bu iddiâsının dine islâma âit bir gerçek , hikmet olduğunu isbâta çalışacak. Tüm gerçekleri inkâr ederken kendi seçme saçmalarının gerçek olduğuna okuyucuyu inandırmaya çalışacak.
Alıntı :
Elektrik sinyallerinden oluşan evren
Yaşadığımız dünya ile ilgili tüm bilgilerimiz bize beş duyumuz aracılığı ile gelir. Yani biz gözümüzün gördüğü, elimizin dokunduğu, burnumuzun kokladığı, dilimizin tattığı, kulağımızın duyduğu bir dünyayı tanırız. Doğumumuzdan itibaren bu duyulara bağlı olduğumuz için "dış dünya"nın, duyularımızın bize tanıttığından farklı olabileceğini hiç düşünmemişizdir.
Karşılık :
Algıladığımızdan farklı olabileceğini düşünmemiz akılsızlık olurdu , algıladığımız şekilde olduğuna tanık olan milyarlarca insan ve tirilyonlarca akıllı canlı varken , ve kur’ân bildirirken.
Alıntı :
Oysa, bugün birçok bilim dalında yapılan araştırmalar son derece farklı bir anlayışı beraberinde getirmiş, algılarımız ve algıladığımız dünya ile ilgili ciddi şüphelerin oluşmasına neden olmuştur.
Bu yeni anlayışın çıkış noktası ise şudur: bizim "dış dünya" olarak algıladıklarımız, yalnızca elektrik sinyallerinin beyinde yarattığı etkilerdir. Elmanın kırmızılığı, tahtanın sertliği, dahası anneniz, babanız, aileniz, sahibi olduğunuz bütün mallar, eviniz, işiniz ve bu kitabın satırları yalnızca ve yalnızca beyninizdeki elektrik sinyallerinden ibarettir.
Karşılık :
Bu ne yaman çelişki , beynimizdeki elektirik sinyallerinin varlığını iddiâ edip var olan her şeyi inkâr. Ayrıca eğer bizler yoksak bu salak kime neyi isbâta çalışıyor.
Alıntı :
Frederick vester bilimin bu konuda ulaştığı noktayı şöyle ifade eder:
Bazı düşünürlerin, 'insan bir hayaldir, aslında bütün yaşananlar geçici ve aldatıcıdır, bu evren bir gölgedir' şeklindeki sözleri günümüzde bilimsel olarak kanıtlanıyor gibidir.
Karşılık :
Bu yazıda bilimsel yada bilimsel olmayan bir isbat yok. “insan bir hayaldir” yada “evren bir gölgedir” bu sözler acabâ “insan tanrının gölgesidir” sözünü kabul ettirmek içinmi yazılmış.
Alıntı :
Ünlü filozof george berkeley'in, bu şaşırtıcı gerçek ile ilgili açıklaması ise şöyledir:
Kendilerini gördüğümüz ve dokunduğumuz için, bize algılarımızı verdikleri için nesnelerin varlığına inanırız. Oysa algılarımız sadece zihnimizde var olan fikirlerdir. Şu halde algılar aracılığıyla ulaştığımız nesneler fikirlerden başka bir şey değildirler ve bu fikirler, zihnimizden başka yerde bulunmazlar zorunlu olarak… bütün bunlar madem ki sadece zihinde var olan şeylerdir, öyleyse evreni ve şeyleri zihnin dışında varlıklar olarak hayal ettiğimizde, yanılmaların içine düşmüş oluyoruz demektir… öyleyse bizi çevreleyen şeylerin hiçbirinin bizim zihnimizin dışında bir varlığı yoktur..
Karşılık :
Gerçeğin yalanlanması yalanı savunanların tek çâresidir. Gerçeğin kabul ve isbâtı ise gerçeği savunanların yoludur. Gerçeğin düşmanı şeytandır. Yalanın düşmanı allâh ve elçileri ve müslümanlardır. Müslüman gerçeği doğrular , yalanı yalanlar. Kâfir ise gerçeği yalanlar , yalanı doğrular.
Bu bölüm tam olarak , iddiâ edilen yalanın doğruluğunu isbât gayretinin merkez bölümü.
Demiş:
Kendilerini gördüğümüz ve dokunduğumuz için, bize algılarımızı verdikleri için nesnelerin varlığına inanırız. Oysa algılarımız sadece zihnimizde var olan fikirlerdir.
Dedim:
Algılanan şeyler inanılan şeyler değildir. Algılanan şeyler var olduğu şüphesiz bilinen şeylerdir.
Örnek: bu yazı algıladığımız bir şeydir. Öyleyse bu yazı vardır. Varlığını algıladığımız bu yazının varlığına , delilsiz , aslında var olmayan bir şeye inanır gibi inandığımız iddiâsı , mantık dışı , akıl dışı , deli zırvası bir söz olur. Aksine bu yazıyı algıladığımıza göre bu yazının var olduğunu biliriz, bu yazının var olduğunu bilmek , bu yazının var olduğu isbat edilmemiş olmasına rağmen varlığına inanmak değildir.
Burada bilmek ve bildiğinin varlığına inanmak ile isbatsız yanlış bir inancın aynı şey olduğuna iknâ edecek şeytan işi bir saptırma yapılmış.
Hangi akıl var olduğunu bilerek , var olduğuna inandığı şeyi inkâr edebilir ve bile bile var olduğunu inkâr edebilir.
Ancak bir şeytan yada bir kâfir var olduğu açıkça belli bir şeyi inkâr eder.
Gerçeği yalanlarken yalanladığı gerçeğin varlığını kabul etmek zorunda olduğunu ise göz ardı ediyor. Algıladığımız şeyi algılamamızın , algıladığımız şeyi görmemiz ve ona dokunmamız olduğunu söylerken algılanan bir şeyin varlığını kabul ediyor, gerçeği itiraf ediyor , ardından da varlığını itiraf etmek zorunda olduğu şeyi inkâr için , o şeyin varlığını bilmediğimiz , var olduğuna inandığımız sapıklığını ileri sürüyor. Bu kadarı yetersiz kaldığı , yalanını desteklemesi gerektiğini düşündüğü için , ikinci bir saptırma kademesine geçerek devâm etmiş.
Sığınıyorum Allâh’a taşlanmış şeytandan
Adıyla Allâh’ın, Merhametiyle Kuşatanın, Gereğince Merhamet Edenin
İslâm târihinin nurlu dönemi salat ve selâm ona yüce allâh’ın elçisi muhammed ve arkadaşlarının yaşadığı dönemdi. Sonra başlayan dîni saltanata kul eden , yeni din olan mezhepler dönemidir. Ardından yeni dîne dâir açıklamalar yapmayı engelleyip , uydurulmuş dîni allâh ve peygamber hükmü gibi tartışılmaz değiştirilmesi dâhi düşünülemez hâle getirdiler. Bu işi dine dinde olmayan ictihâdı sokup , ictihâd ile yeni dîni kurmak ve ardından , kendi açtıkları dinde sahtekârlık kapısını , ictihad kapısını kapatarak yaptılar. Bu yeni câhiliyet dönemi bitti. Artık müslümanlar satanatın , egemen islam dışı yönetimlerin yönetimi dışında islâm hakkında araştırarak münâzara ediyorlar. Bu çabalar yeni nurlu dönemin müjdesi olmaya başladı. Ancak dinde ihtisas yapan , ihtisas yaptığı konuda münâzara yapanların , ihtisas konuları dışında fikir açıklamalarından ve hiç bir ihtisası olmadığı halde konuşanların olmasından oluşan pek çok yanlışlar dîne mal edilmektedir.
Bu çağın iletişim imkânlarını kullanan , fikirlerini tercüme ederek dünyâya yayan pek çok kişi bu yayınları ile yanlışlarını tüm dünyâya yayıyorlar. Bilgi kirliliği gerçeği örtmeden , duru bilgi kaynakları oluşturulmalı. O zamana kadar bilen bildiği kadar yanlışlarla mücâdele ederek doğruları açıklamak zorunda.
Dünyâya tercümeler yapılarak yayılan yanlışların kaynaklarından birisi de , kur’ân mûcizeleri konusunda yaptıkları yayınları bir kişiye mal ederek yayın yapan bilinen bir gurup. Bu sözde kişi ile temsil edilen gurubun yayınlarından alıntı yaparak , mantık üzerine kurdukları iddiâlarının yanlışlarını mantık ve kur’ân âyetleri ile açıklamaya çalışacağım. Bu kişinin adını anmıyacağım . Çünkü hak ettikleri vasıflarla kendilerini vasıflandıranları hakâret ettikleri gerekçesiyle , kur’ân’ın tâğût ve şeytanın dostları olarak vasıflandırdığı islam dışı hükümlerle hükmedenlerin , kâfirlerin mahkemelerine havâle ediyorlar.
Ayrıca bilinmelidir ki, burada , bu ve benzeri yazılarda gâyem yanlışın yanlışlığını açıklamak ve doğruyu ifâde etmektir. Yazılardaki , kâfir veyâ şeytân veyâ başka türlü vasıflandırmalarım kur’ân ve sünnete uygundur , en azından bu uygunluğa dikkat etmeye gayretim var. Düşmanlık olan bu tür vasıflandırmalarım, yanlışa ve aldanışa olan bir düşmanlıktır. Hakkında yazdığım kişiler hatâ yapıyor olabilir, bilmeden yaptıkları hatâlarla suçlanamazlar. Bu durumda olmalarını ve yanlışlarını anlayıp tevbe etmelerini umarım.
Bu kişiler hakkındaki sözlerim , islâm düşmanlığı anlamına gelen yanlışları bilerek ve islam düşmanlığını kasdederek savunuyor olmaları durumunda kendileri için geçerlidir.
Bu yanlışları bilmeden yapanlar , doğruyu yanlışı ayırmaya , anlamaya gayret edip doğru olduğunu zannettiği halde bu yanlışları savunanlar ise “allâh’dan başka tanrı yok , muhammed allâh’ın elçisidir” sözünü kabul ettikleri ve bu sözün gereği olan inanç ve söylem ve eylem içinde bulundukları müddetçe dinde kardeşimdir.
(kur’ân, sûre 20 tâhâ , âyet 47) “…ve sağolsun kim uydu (gerçeğe) iletene.”
Bu yazı bir tekzîb yazısıdır.
Alıntı :
Maddenin ardındaki sır
Çevresini akıl ve vicdan yoluyla izleyen kişi evrendeki canlı-cansız herşeyin yaratılmış olduğunu fark eder. Peki tüm bunlar kim tarafından yaratılmıştır?
Açıktır ki, evrenin her noktasında kendini belli eden "yaratılmışlık", evrenin kendisinin bir ürünü olamaz. Örneğin bir böcek kendi kendisini var etmemiştir. Güneş sistemi, bitkiler, insanlar, bakteriler, alyuvarlar, kelebekler kendi kendilerini yaratmamışlardır. Tüm bunların "tesadüfen" oluşmaları gibi bir ihtimal de, kitabın önceki sayfalarında incelediğimiz gibi, söz konusu değildir.
İşte allah'ın varlığını tanımayanların saptığı nokta da buradadır. Bu kişiler, allah'ı gözleriyle görmedikleri sürece, o'nun varlığına iman etmemeye şartlandırmışlardır kendilerini. Ancak bu durumda, evrenin her yerinde apaçık görünen "yaratılmışlık" gerçeğini gizlemek, evrenin ve canlıların yaratılmamış olduğunu iddia etmek zorunda kalırlar. Bunu yapmak için yalanlara başvururlar. Evrim teorisi ve materyalist felsefe bu konuda başvurulan yalanların ve sonuçsuz çırpınışların en belirgin iki örneğidir.
İnkar edenlerin temel yanılgısı, aslında allah'ın varlığını inkar etmeyen, ancak çarpık bir allah inancına sahip olan pek çok kişi tarafından da paylaşılır. Toplumun çoğunluğunu oluşturan bu kişiler, yaratılışı reddetmezler, ancak allah'ın "nerede" olduğuna dair ilginç batıl inançları vardır: çoğu, allah'ın "gökte" olduğunu sanır. Bilinçaltlarındaki düşünceye göre, allah çok uzaklardaki bir gezegenin arkasındadır ve çok nadiren "dünya işlerine" müdahale eder. Ya da hiç etmez; evreni yaratmış ve bırakmıştır, insanlar kendi kaderlerini çizerler...
Kimileri de kuran'ın allah'ın "her yerde" olduğuna dair haberini duymuşlardır, fakat bunun anlamını tam olarak çözemezler. Bilinçaltlarındaki batıl düşünce; allah'ın radyo dalgaları ya da görünmez, hissedilmez bir gaz gibi, maddeleri çevrelediği şeklindedir.
Oysa bu düşünce ve baştan beri saydığımız, allah'ın "nerede" olduğunu bir türlü çözemeyen (belki de bu yüzden o'nu inkar eden) düşünceler, ortak bir yanlışa dayanmaktadırlar: hiçbir temeli olmayan bir ön yargıyı benimsemekte, ondan sonra da allah ile ilgili olarak zanlara kapılmaktadırlar.
Nedir bu ön yargı?
Bu ön yargı maddenin varlığı ve niteliği ile ilgilidir. Maddenin var olduğu konusunda öyle şartlanmışızdır ki, acaba gerçekten var mıdır, yoksa sadece bir gölge varlık mıdır, hiç düşünmemişizdir. Oysa modern bilim, bu ön yargıyı da yıkarak, çok önemli ve etkileyici bir gerçeği ortaya koymaktadır. İlerleyen sayfalarda kuran'da da işaret edilen bu büyük gerçeği açıklamaya çalışacağız.
Karşılık :
Büyük yanlış bu mantıksız iddiâ , yazara göre gerçekte madde yoktur. Bu yazıda da bu mantık dışı , akıl ve bilim dışı ve din dışı sözü isbâta ve bu iddiâsının dine islâma âit bir gerçek , hikmet olduğunu isbâta çalışacak. Tüm gerçekleri inkâr ederken kendi seçme saçmalarının gerçek olduğuna okuyucuyu inandırmaya çalışacak.
Alıntı :
Elektrik sinyallerinden oluşan evren
Yaşadığımız dünya ile ilgili tüm bilgilerimiz bize beş duyumuz aracılığı ile gelir. Yani biz gözümüzün gördüğü, elimizin dokunduğu, burnumuzun kokladığı, dilimizin tattığı, kulağımızın duyduğu bir dünyayı tanırız. Doğumumuzdan itibaren bu duyulara bağlı olduğumuz için "dış dünya"nın, duyularımızın bize tanıttığından farklı olabileceğini hiç düşünmemişizdir.
Karşılık :
Algıladığımızdan farklı olabileceğini düşünmemiz akılsızlık olurdu , algıladığımız şekilde olduğuna tanık olan milyarlarca insan ve tirilyonlarca akıllı canlı varken , ve kur’ân bildirirken.
Alıntı :
Oysa, bugün birçok bilim dalında yapılan araştırmalar son derece farklı bir anlayışı beraberinde getirmiş, algılarımız ve algıladığımız dünya ile ilgili ciddi şüphelerin oluşmasına neden olmuştur.
Bu yeni anlayışın çıkış noktası ise şudur: bizim "dış dünya" olarak algıladıklarımız, yalnızca elektrik sinyallerinin beyinde yarattığı etkilerdir. Elmanın kırmızılığı, tahtanın sertliği, dahası anneniz, babanız, aileniz, sahibi olduğunuz bütün mallar, eviniz, işiniz ve bu kitabın satırları yalnızca ve yalnızca beyninizdeki elektrik sinyallerinden ibarettir.
Karşılık :
Bu ne yaman çelişki , beynimizdeki elektirik sinyallerinin varlığını iddiâ edip var olan her şeyi inkâr. Ayrıca eğer bizler yoksak bu salak kime neyi isbâta çalışıyor.
Alıntı :
Frederick vester bilimin bu konuda ulaştığı noktayı şöyle ifade eder:
Bazı düşünürlerin, 'insan bir hayaldir, aslında bütün yaşananlar geçici ve aldatıcıdır, bu evren bir gölgedir' şeklindeki sözleri günümüzde bilimsel olarak kanıtlanıyor gibidir.
Karşılık :
Bu yazıda bilimsel yada bilimsel olmayan bir isbat yok. “insan bir hayaldir” yada “evren bir gölgedir” bu sözler acabâ “insan tanrının gölgesidir” sözünü kabul ettirmek içinmi yazılmış.
Alıntı :
Ünlü filozof george berkeley'in, bu şaşırtıcı gerçek ile ilgili açıklaması ise şöyledir:
Kendilerini gördüğümüz ve dokunduğumuz için, bize algılarımızı verdikleri için nesnelerin varlığına inanırız. Oysa algılarımız sadece zihnimizde var olan fikirlerdir. Şu halde algılar aracılığıyla ulaştığımız nesneler fikirlerden başka bir şey değildirler ve bu fikirler, zihnimizden başka yerde bulunmazlar zorunlu olarak… bütün bunlar madem ki sadece zihinde var olan şeylerdir, öyleyse evreni ve şeyleri zihnin dışında varlıklar olarak hayal ettiğimizde, yanılmaların içine düşmüş oluyoruz demektir… öyleyse bizi çevreleyen şeylerin hiçbirinin bizim zihnimizin dışında bir varlığı yoktur..
Karşılık :
Gerçeğin yalanlanması yalanı savunanların tek çâresidir. Gerçeğin kabul ve isbâtı ise gerçeği savunanların yoludur. Gerçeğin düşmanı şeytandır. Yalanın düşmanı allâh ve elçileri ve müslümanlardır. Müslüman gerçeği doğrular , yalanı yalanlar. Kâfir ise gerçeği yalanlar , yalanı doğrular.
Bu bölüm tam olarak , iddiâ edilen yalanın doğruluğunu isbât gayretinin merkez bölümü.
Demiş:
Kendilerini gördüğümüz ve dokunduğumuz için, bize algılarımızı verdikleri için nesnelerin varlığına inanırız. Oysa algılarımız sadece zihnimizde var olan fikirlerdir.
Dedim:
Algılanan şeyler inanılan şeyler değildir. Algılanan şeyler var olduğu şüphesiz bilinen şeylerdir.
Örnek: bu yazı algıladığımız bir şeydir. Öyleyse bu yazı vardır. Varlığını algıladığımız bu yazının varlığına , delilsiz , aslında var olmayan bir şeye inanır gibi inandığımız iddiâsı , mantık dışı , akıl dışı , deli zırvası bir söz olur. Aksine bu yazıyı algıladığımıza göre bu yazının var olduğunu biliriz, bu yazının var olduğunu bilmek , bu yazının var olduğu isbat edilmemiş olmasına rağmen varlığına inanmak değildir.
Burada bilmek ve bildiğinin varlığına inanmak ile isbatsız yanlış bir inancın aynı şey olduğuna iknâ edecek şeytan işi bir saptırma yapılmış.
Hangi akıl var olduğunu bilerek , var olduğuna inandığı şeyi inkâr edebilir ve bile bile var olduğunu inkâr edebilir.
Ancak bir şeytan yada bir kâfir var olduğu açıkça belli bir şeyi inkâr eder.
Gerçeği yalanlarken yalanladığı gerçeğin varlığını kabul etmek zorunda olduğunu ise göz ardı ediyor. Algıladığımız şeyi algılamamızın , algıladığımız şeyi görmemiz ve ona dokunmamız olduğunu söylerken algılanan bir şeyin varlığını kabul ediyor, gerçeği itiraf ediyor , ardından da varlığını itiraf etmek zorunda olduğu şeyi inkâr için , o şeyin varlığını bilmediğimiz , var olduğuna inandığımız sapıklığını ileri sürüyor. Bu kadarı yetersiz kaldığı , yalanını desteklemesi gerektiğini düşündüğü için , ikinci bir saptırma kademesine geçerek devâm etmiş.