Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Sur‘atu’l-bedîhe --(kıvrak zekâ) (1 Kullanıcı)

HUSEYIN SASMAZ

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eyl 2009
Mesajlar
1,204
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
61
SUR‘ATU’L-BEDÎHE

(KIVRAK ZEKÂ)

Kıvrak zekâ; bir konuyu seri biçimde kavrayıp konu hakkında yıldırım hızıyla yargıya varmaktır. Örneğin; her hangi bir kişinin "nerelisiniz?" şeklindeki bir sorusuyla karşılaştığınızda, yıldırım hızında bir kavrayışla soru soran kişinin ne demek istediğini ve sorunun içinde ne gibi anlamlar barındırdığını kıvrak bir sezişle kavrayarak bir yargıya varabilirsiniz. Böylesi bir durumda sizde, kıvrak zekâ vardır ve buna dayanarak seri bir şekilde cevap verebilirsiniz. Böyle bir soruya gereken cevabı verebiliyorsanız, çabuk kavrama yeteneğine sahipsiniz demektir. Bir yetkilinin herhangi bir ülkeyi ziyaret etmesiyle ilgili bir haber duyduğunuzda, yıldırım hızıyla bu ziyaretin amacını kafanızda şekillendirebiliyorsanız, kıvrak bir kavrama yeteneğine sahipsinizdir. Bu yeti sayesinde bu alanda, ne gibi işlemlerin yapılabileceğini kestirebilirsiniz. Yine beklemediğiniz bir kişi sizi ziyaret ettiğinde, onun ziyaret sebebini seri bir hızla zihninizde biçimlendirebiliyorsanız; çabuk kavrama yetisine sahipsinizdir. Üstelik kıvrak zekâ sayesinde, hızlı kavrama ile uyumlu olan bir işleme girişmeniz de mümkündür.

Kıvrak zekâ aslında, çabuk kavrama veya kıvrak düşünme anlamıyla örtüşse de, kişinin karşılaştığı herhangi bir şey hakkında çabuk kavrayışa dayalı olarak, hızlı bir şekilde karar verme anlamındadır. Her ne kadar kıvrak zekâda asıl olan; hızlı düşünme veya kavrama ise de bununla varılmak istenen sonuç, hızlı bir şekilde yargıya varmaktır. Öyleyse kıvrak zekâ; olaylar ve olgular hakkında hızlı bir şekilde karar verme işlemidir. Çünkü bir şey hakkında karar vermek, kavrama ve düşünmenin ürünü olsa bile aynı zamanda, söz konusu kavrama ve düşünmenin bizzat kendisidir.

Zaten kıvrak zekâ, lügat olarak da tamamen doğuştan, ön hazırlıksız ve doğal bir biçimde kavrama anlamına gelmektedir.

Kıvrak zekânın sözlük anlamını bir tarafa bırakarak burada kastedilenin, doğal veya fıtrî yargı ve kavrayış şekli olduğunu belirtmek gerekir. "Doğal veya fıtrî yargı" diyorum çünkü bu tür bir yargının oyalanmaya, beyin jimnastiği yapmaya ihtiyacı yoktur. Aksine tamamen kendiliğinden ve otomatikmen ortaya çıkar. Bu öyle bir hızla gerçekleşir ki neredeyse, tüm kavrama ve düşünme gücünüzü, daha önce sözünü ettiğimiz "nerelisiniz?" sorusuna; ziyaret haberine ve beklenmedik ziyaret olayı üzerine yoğunlaştırıp bunların her birinden seri ve anî hükümler çıkarırsınız. Bütün bunlar gösteriyor ki kıvrak zekâ veya kıvrak yargı; "derin" veya "aydın" düşünce ile çelişmese de, yavaş ve sakin düşünceyle çelişir. Burada önemli olan düşünmenin kaynağı değil, hızıdır. Örneğin; "nerelisiniz?" sorusuna muhatap olduğunuzda soruyu soran kişi, soruluş biçimi ve ortamı hakkında son derece seri bir şekilde fikir yürüterek kastedileni kavrayabilirsiniz. İşte bu, “derin düşünme”dir. Düşünmede derinlik olmadan hem soruyu, hem soru soran kişiyi, hem de sorunun soruluş ortamını, hatta hedefini, asıl amacını anlamak kolay değildir. O halde kıvrak zekâ, söz konusu derin düşünmeden doğmaktadır. Herhangi bir devlet yetkilisinin ziyaret haberini duyduğunuzda, seri bir şekilde ziyaretçi; ziyaretçinin ülkesi; daha önce yaptığı ziyaretler ve bu ziyaretlerin doğurduğu sonuçlar hakkında fikir yürüterek bir sonuca ulaşabiliyorsanız burada, "aydın düşünce" söz konusudur. Çünkü bir yargıya varmak amacıyla birtakım olaylar, olgular arasında bağlantı kurarak fikir yürütmüş olursunuz. Böylece bu örnekteki kıvrak zekânın, "aydın düşünce"den kaynaklandığı anlaşılır. Fakat bir kişinin size yaptığı anî ziyaret karşısında şaşırmanız -ki söz konusu şaşırma olgusu tek başına sizi, bu ziyaretin nedenini araştırmaya sevk etmek için yeter- normal düşünme biçimidir. Yani aydın düşünceye dayanmayan bir düşünme şeklidir. Fakat kıvrak zekâyı, düşünmenin kendisi veya herhangi bir unsuru değil, kavrama veya düşünme hızıyla ilgili olarak bir yargıya varma sür’ati somut hale getirir. Bu bağlamda kıvrak zekâ derin, aydın ya da normal düşünmeyi dikkate almaksızın düşünmenin süratinden doğar. Burada önemli olan düşünmenin kaynağı değil, sür’attir.

Bu meyanda kıvrak zekâ, yavaş düşünme biçimiyle çelişmekle birlikte derin, aydın ve normal düşünme biçimleriyle uyumlu haldedir. Çünkü kıvrak zekâda önemli olan, yalnızca sür’attir.

Kıvrak zekâ, halklar ve uluslar için olduğu gibi fertler, cemaatlar ve kitleler için de hayatî bir öneme sahiptir. İster diğer fertlerle, halklarla, uluslarla ilişkilerde olsun; isterse işlerin yürütülmesinde olsun kıvrak zekâ, hayat mücadelesinde kaçınılmaz bir unsurdur. Hayat mücadelesinde başarılı olmak için, iki unsurun var olması gerekir:

1- Olaylar ve olgular hakkında süratle yargıya varmak ve varılan yargı gereğince hemen harekete geçmek. Aksi halde kişi, başarısızlığa uğrar ve bu ağır yükün altında ezildikçe ezilir. Sorunlar arttıkça da hayat mücadelesinde başarısız olur.

2- Kişinin yaşamında yakaladığı fırsatlardır. Kişi bu fırsatları iyi kullanabilirse fırsatlar onu, bulunduğu seviyeden daha yüksek bir seviyeye çıkarır. Söz konusu bu fırsatlar iyi değerlendirilmez ise, belki de bir daha bunları yakalayamaz. Kişi, eline geçen fırsatları peş peşe kaçırdığında ise; bir halden başka bir hale yükselme hızından mahrum kalır. Dolayısıyla yükselme şansını kaybeder ve hayat sınavında başarısız olur. Bütün bunların kaynağı, kıvrak zekânın yokluğudur. O halde kıvrak zekâ, hayat mücadelesinde başarılı olmanın ön şartıdır. Hayat mücadelesinde başarılı olma yolunda eğitim, düşünme, girişimcilik, icat edicilik, sanayi, ticaret ve ziraat, gerekli koşullar olmalarına karşılık yeterli koşullar değildir. Kıvrak zekâ olmadan bunlar, hiç bir değer ifade etmez. Bundan dolayıdır ki devletler ve milletler, düşmanlarına karşı muharebede, onların çalışma fonksiyonlarını felce uğratacak yöntemler bulmaya büyük bir önem verirler. Bu türden mücadelelerde, kıvrak zekâ gücünden daha etkin bir yöntem yoktur. İşte devletlerin, düşmanlarını felce uğratmak için, onların kıvrak düşünme fonksiyonlarını ortadan kaldırmaya yönelik çalışmaları, bu nedenden ileri gelmektedir. Çünkü bu fonksiyonları elinden alındığı zaman düşman, üretim gücü ile birlikte eline geçen fırsatları da bir bir yitirecektir. Bu aşamadan sonra düşman üzerinde hâkimiyet kurmak; onu sömürmek; ele geçirmek ve otoriteyi, düşman ülkenin her karış toprağına yaymak çok daha kolay olacaktır. Her ne kadar Batı, Müslüman halkları kültürel bakımdan kuşatıp işgal etme ve İslâm Devleti’nin işlerine karışma ile işe başladı ise de, İslâm toprakları üzerindeki egemenliğini iyice pekiştirdiğinde; Müslümanların kıvrak düşünmelerini engellemek ve onların, sun’î olarak oluşturulmuş gündem üzerinde düşünmelerini sağlamak için, büyük bir ustalıkla akıllarını çeldi. Bunda öylesine büyük başarılar kazandı ki Müslümanlar, neredeyse felç oldular. Tüm toplumu yavaş, gereksiz detayları düşünme ve anlamsız beklemelerle baş başa bıraktılar. Bütün bunlar insanları, hayat mücadelesinde; dahası gösterdikleri direnişlere rağmen sömürgecilerin ve emperyalistlerin nüfuzunu kırmada ve onlara karşı yürüttükleri mücadelede başarısızlığa itti. Bu insanlar, büyük küçük her problemi düşünerek zaman kaybettiler. Ellerine geçen fırsatları bir bir yitirdiler. Kim bilir ellerine ne imkânlar geçti de onlar bu imkânları fark etmediler bile. Dolayısıyla bir halden başka bir hale dönüşümü gerçekleştiremediler. Öyle bir hale geldiler ki, mekanik felsefenin içinde boğulmaya yüz tuttular. Mekanik felsefenin derinliğine girmiş olduklarından, netlikten uzaklaştılar. Durum daha da içinden çıkılmaz bir hal aldı. Evet, kalkınma, kurtuluş, manevralar gibi enine boyuna tartışılması gereken derin meselelerin felsefesinin yapılması; enine boyuna ele alınması; sadece dış görüntüyle yetinilmemesi gerektiği açıktır. Fakat düşünmeyi gerektirmeyen, düşünüldüğü taktirde kapalılığı ve müphemliği daha da artan, örneğin; sandalye, fincan, tepsi gibi nesneler de vardır. Bu gibi nesnelerin felsefesini yapmak, bunları derinliğine düşünmek doğru değildir. Yapılması gereken, bunları olduğu gibi ele almak ve sadece isimlendirmekle yetinmektir. İşte buna "mekanik felsefe" denir. Mekanik felsefe veya mekanik düşünme adını vermekle hemen anlaşılan ve muğlak olmaktan çıkan nesnenin felsefesini yapmaktır. Örneğin "sandalye"yi ele alalım. Sandalye, her zaman sandalyedir. Fakat sandalye hakkında derinliğine düşündüğünüzde, bu nesnenin kapalılığı giderek artar. Bu nesneyle ilgili düşünmenin derinliği arttıkça, kapalılığı da buna paralel olarak artar. Artık bu nesneyi anlayamaz, tanıyamaz duruma gelirsiniz. Batı bize düşünmeyi, bir konunun derinine inmeyi ve hesaplamalara dalmayı öylesine sevdirdi ki, sonunda hızlı düşünme yetimizi kaybettik. Bırakın hızlı düşünmeyi, mekanik felsefeye geçtik. Bir grup insana; "Neden bir maceraya atılmıyorsunuz?" diye sorulmuş. -"Macera" sözcüğü, herhangi bir işe hesapsız, plan yapmadan girişmeyi ifade etmesine rağmen- muhatap şahıslar maceraya, mekanik felsefe anlamını yükleyerek: "Biz istikrarsız maceraya atılmayız, fakat önceden planlanmış maceraya girişmeye hazırız" demişler. Onların bu sözü, maceraya felsefî bir anlam yüklemektedir. Söz konusu felsefe, mekanik felsefenin bir türüdür. Çünkü eylem, önceden planlanıp hesabı yapıldığı zaman, macera olma niteliğini kaybeder. İşte maceranın bu felsefesi onu, özünden uzaklaştırmıştır. Mekanik felsefe de bunun gibidir. Eğer insanlar, mekanik felsefenin peşinde iz sürer hale gelirlerse bu tutumları onları, kıvrak zekâdan uzaklaştırır.

Düşünmenin, zarurî olduğu bir gerçektir. Eskiler; "Acele etmek şeytandandır" derlerdi. Fakat düşünme, daha çok araştırmayı ve yakından incelemeyi gerektiren şeyler üzerinde yoğunlaştırılmalıdır. Bir şeyi araştırmak, incelemek için de zaman ve koşullar yeterli olmalıdır. Aksi takdirde fırsatlar kaçabilir veya bu durum, kişinin yitip gitmesine neden olabilir. Böyle bir durumda kişiyi, ancak hızlı düşünme kurtarabilir. Bu da gösteriyor ki hızlı düşünme (kıvrak zekâ) halkların, cemaatlerin ve kitlelerin hayat mücadelesinde başarılı olmaları için gerekli, hatta zarurîdir.

Hayatın birbirinden farklı halleri, işleri ve yolları vardır. Bazen sarp, bazen düz, bazen kolay, bazen de zordur. Zaman, altın gibi, hatta altından daha değerlidir. Durumları, şartları çok iyi değerlendirmek gerekir. Eğer şartlar düşünmeyi gerektiriyorsa, düşünülmelidir. Fakat şartlar kıvrak zekâyı gerektiriyorsa; kıvrak zekâ kullanılmalıdır. Koşullar neyi gerektiriyorsa ona göre bir değerlendirme yapılmalıdır. Biz de her durumun kıvrak zekâyı gerektirdiği iddiasında değiliz. Zira kıvrak zekâyı gerektirmeyen, aksine üzerinde düşüncenin yoğunlaştırılmasını gerekli kılan durumlar olduğu gibi, üzerinde yoğunlaşıldığı takdirde yarardan çok zarar veren ve kıvrak zekâyı zorunlu kılan pek çok durum vardır. Örneğin; tanımlar, şer'î hükümler ve teknik meseleler ancak üzerinde yoğunlaşmakla bir çözüme kavuşturulabilir. Bu gibi konuların kıvrak zekâyla ilişkisi yoktur. Dahası bu gibi konularda kıvrak zekâyı kullanmak doğru değildir. Fakat beklenmedik olaylar, sürpriz durumlar, art niyetle sorulan sorular ve bütün anî durumlar kıvrak zekâyı gerektirir. Bu gibi hallerde düşünme üzerinde yoğunlaşmak doğru değildir. Hatta düşünceden ne kadar uzaklaşılırsa o kadar iyi olur. Böyle durumlarda, düşünme yoğunluğu söz konusu olduğunda olaylar daha da anlaşılmaz hale gelip insanları fırsatlardan uzaklaştırabilir; hatta düşünülen şeyin hakikatini ortaya çıkarıp ona zarar verebilir. Bu da demektir ki, yaşamımızda salt düşünmenin kaçınılmaz olduğu durumlar olduğu gibi, hızlı düşünmeyi gerekli kılan durumlar da vardır. Hayat mücadelesinde durum, neyi gerektiriyorsa o şekilde mücadele vermek gereklidir. Nasıl belagatlı üslûpta söz, gerektiği şekilde kullanılıyorsa; aynı şekilde hareketler ve davranışlar da olaylar karşısında takınılan tutumla uygun olmalıdır. Durum, salt düşünmeyi gerektiriyorsa, derin düşünme metodunu izlemek gerekir. Nasıl ki düşünme, bütün çeşitleriyle hayat sınavının vazgeçilmez koşulu ise, kıvrak zekâ da öyledir.

Biz burada düşünmeyi eleştirmiyoruz. Düşünmenin, hayatımızda ne kadar önemli olduğunun farkındayız. Biz, mekanik düşünmenin yanısıra, kıvrak zekânın, hayatımızda pratiğinin olmamasını eleştiriyoruz.

Şüphesiz düşünme, yaşamımızın zorunlu unsurlarından biridir. Şayet "insan konuşan bir hayvandır." deniliyorsa bu, "insan düşünen bir canlıdır" anlamına da gelir. İnsanları, diğer varlıklardan ayıran özellik düşünmesidir. Akıl da öz anlamıyla, düşünmeyi ifade eder. Beyni olsa da hayvan, düşünemez. Zira hayvanlarda akıl yoktur. Beyin, tek başına düşünme işlevini yerine getiremez. düşünme için başka fonksiyonların da olması gerekir. Bu yüzden düşünme, insanın insan olmasının bir özelliğidir. Düşüncesi ve aklı olmayan bir insan düşünülemez. Bu yüzden düşünmeye karşı olmak akıl kârı değildir. Biz, düşünmeye değil yavaş düşünmeye, yani hızlı düşünmemeye karşıyız. Çünkü kıvrak zekâ, hayat sınavında başarılı olmanın vazgeçilmez koşuludur.

Kıvrak zekâ konusunda üç noktayı göz ardı etmemek gerekir;

1- Hızlı düşünmenin tanımı.

2- Pratiğe geçirilmesi bakımından ne kadar gerçekçi olduğudur. Gerçi kıvrak zekânın tanımı, onun gerçekte ne kadar pratiğe geçirileceği hakkında bir fikir verebilir; fakat bu tanım, kıvrak zekâyı bizzat ifade etmez. Örneğin, karşın˝zda tavrınızı belirlemenizi gerektiren bir sürprizle karşılaştığınızda, burada kıvrak zekâ söz konusu olmakla birlikte bu olgu, kıvrak zekânın bizzat kendisi değildir. Zira bu olguyla ilgili kıvrak zekâ; olgu hakkındaki belli işlemleri uygulamaya geçirmenizi sağlayacak veya sağlamanızı gerektirecek son derece seri bir karara varmanızdır. Söz konusu sürpriz olgu, hiç beklemediğiniz bir soruyla karşılaşmanız şeklinde olabileceği gibi, hiç beklenmedik bir yerde bir düşmanınızın belirmesi veya aklınıza gelmedik bir sorunun ortaya çıkması şeklinde de tezahür edebilir. Bu gibi olgular, kıvrak zekânın kullanım alanına girer ama bunlar, kıvrak zekânın bizzat kendisini ifade etmezler.

3- Kıvrak zekânın vuku bulduğu olgu ile kıvrak zekânın bizzat kendisinin hayattan alınan örnekleri ve modelleri. Kıvrak zekâdan doğan uygulamalar yararlı olmalarına karşın, bu tür uygulamalar kıvrak zekânın gerek koşulu da değildirler. Zira uygulamalar bir tek olayda hatta bir kereye mahsus kıvrak zekâda bile farklılık gösterebilirler.

Kıvrak zekâ ile düşünme arasındaki farkı anlamış olmamız, insanların kıvrak zekâya sahip olmalarının nasıl sağlanacağı sorusunu gündeme getirecektir. Başka bir deyişle, özellikle kıvrak zekâya sahip olmayan insanlar bu konuda nasıl eğitilebilirler sorusunu gündeme getirecektir.

Bu soruya verilecek cevap, insanı iki türe ayırmaktan geçer:

1- Akademisyenler ve taklitçi olmayan politikacılar gibi meslekleri icabı düşünen insanlar,

2- Taklitçi politikacıları da bünyesine alan eğitimli eğitimsiz halk kesimleri.

İşte bir milleti oluşturan unsurlar, bu iki gruptan meydana gelir. Zira milleti oluşturan unsurların temel işlevi ya düşünceyle ya da maddî işlerle uğraşmaktır. İnsanlar bu iki gruptan birine girerler. Her biri diğerinden farklı özelliklere sahip olduğuna göre, kıvrak zekâyı oluşturma ve eğitim metotları da her biri için farklı farklıdır. Zira düşünmeye alışık kişi ile ona yabancı kişi bir değildir. Dolayısıyla bunlardan her birine götürülecek hizmet de aynı değildir. Taklitçi politikacıların da içinde bulundukları insanların kıvrak zekâ sahibi olmalarını sağlamak, asıl mesleği düşünmek olan akademisyenlere nazaran daha kolaydır. Zira asıl meslekleri düşünmek olmayan insanlara yapılacak tek işlem, onları, yaşamlarının doğal bir parçası haline gelen kıvrak zekâya alıştırmaktır. Çünkü insan zaten fıtrat olarak düşünme yetisine sahiptir. Başka bir deyişle insan, konuşan, yani düşünen bir canlıdır. Örneğin, marangozlara, demircilere, işçilere, zanaat sahiplerine, çiftçilere ve avam tabakaya kıvrak zekâyı kazandırmak için önce işleri ve meslekleriyle ilgili sorulardan başlayıp giderek daha çetrefil sorular yöneltmek gerekir. Böyle bir işlem, bu kişilerde kıvrak zekâyı doğal alışkanlık haline getirecektir. Söz gelimi, "anîden işinizle ilgili bir sorunla karşılaşırsanız bu sorunu nasıl halledersiniz?" şeklinde bir soru sorulabilir. Eğer kişi, bir çok kez bu soruya doğru cevap vermişse bu cevap daha kompleks sorulara geçişi kolaylaştırır. Eğer doğru veya yanlış bir tek cevap verip bu cevabı tekrarlamıyorsa, doğru cevabı tekrarlamak veya yanlış verdiği bir cevabı düzeltmek üzere, doğru cevabı bulana, tekrar aynı hataya düşmesini önleyene dek bu işlemi sürdürmek gerekir. Uygun düzeye gelene kadar tekrarlama işlemine devam ettikten sonra daha kompleks konulara geçilir. Kişiye kıvrak zekâyı kazandırmanın en kolay yolu budur. Örneğin, şöyle bir soru da sorulabilir; "Anîden bir problemle karşılaşırsanız ne yaparsınız?" Muhatap kişinin bu soruya sözlü olarak cevap vermesi gerekmez. Yazılı olarak da düşüncelerini ifade edebilir. Önemli olan düşünceler ortaya atılırken eğitimin kitlesel olması ve salt bireye yönelik olmamasıdır. Zira kitlesel eğitime veya insanlar için fikir üretmeye yönelik her hareket, insanlarda ilgi uyandırır. Bu misyon, neşriyat, kitap, mektup, broşür gibi yazılı araçlarla yerine getirilebileceği gibi sohbet, hitabet, diyalog, vaaz biçimlerinde sözlü de olabilir. Zira hem yazılı hem de sözlü eylemde ana hedef, insanlara fikir aktarımında bulunmak ve kitlesel eğitimdir. Yeter ki, yazının veya sözün içeriği bir düşünceden oluşsun ve misyon, bu düşünce temelinde yerine getirilmiş olsun. Kuşkusuz bu fikrin, soru soran taraf ile insanlar arasında tartışma konusu olmaması; aksine her iki tarafça doğru olduğu kabul edilen bir fikir olması kaçınılmazdır. Bir başka anlatımla salt düşünceden çok, mefhum olması gerekir. Zira amaç, insanları düşünce ile ikna etmek değil; insanların davranışlarını tanımak ve nasıl çözümler getirdiklerini öğrenmektir. Çünkü çözüm, bu iki metodu öğrenmekten geçer.

Kişinin davranışlarını tanımak; böylece kişinin fikirlerinin doğru mu, yanlış mı olduğunu ortaya çıkarmak, verdiği cevapları tekrarlamak, düşünceleri üzerinde yoğunlaşmak, düşüncelerini tekrar ifade etmesinde kendisine yardımcı olmak, sonunda daha kompleks konulara geçiş yapma imkânı doğurur. Sıradan insanları kıvrak zekâ konusunda eğitmek için onları, kıvrak zekâya alıştırıp melekelerine yerleştirmek yeterlidir. Bu işlem sürdürüldüğü takdirde sıradan insanlar, kıvrak zekâya sahip olabilirler. Böyle insanlara kapalı sorular sormak yerine, anlayabilecekleri açık ve net sorular sormak daha iyi olur. Sözgelimi, "Bir sorunla karşılaşırsanız bu sorunu nasıl çözersiniz?" veya bir çiftçiye, "Eğer yağmur yağmıyorsa ve gücün, yapay bulutlar oluşturmaya yetmiyorsa, ektiğin ürünler için ne yaparsın?" şeklinde sorular sorulabilir. Eğer çiftçi, bu soruya hızlı bir şekilde cevap veriyorsa, bu kişide kıvrak zekâ yetisi vardır anlamına gelir. Eğer cevap veremiyorsa veya yavaş cevap veriyorsa ya da düşündükten sonra cevaplıyorsa, bu kişide kıvrak zekâ yetisi yoktur.

Sıradan insanlara bu gibi sorular yöneltilebilir. Çünkü bu insanlar, bilmedikleri konular hakkında anlayabildikleri kadar fikir yürütürler. Önemli olan, onların verdikleri cevaplar veya verdikleri cevapların belli bir sıraya göre dizilişidir. O halde sıradan insanları, kıvrak zekâya alıştırmak zor değildir.

Fakat bu düşünce şeklini, akademisyenlere ve ideolojik düşünen politikacılara kazandırmak zordur. Başka bir deyişle, meslekleri maddî işler değil de düşünce ve bilim olan kişiler, kıvrak zekâya zor adapte edilirler. Dolayısıyla bu kişilerde kıvrak zekâ melekesini geliştirmek için, onlarla daha çok ilgilenmek gerekir. Kıvrak zekâ yetisi, bu insanların bir kısmında olsa bile, hepsinde mevcut değildir. Bu nedenle bu grubun durumuyla yakından ilgilenmek gerekir.

İlk bakışta insanın karşılaştığı tehlikelerin, riskli durumların kıvrak zekâyı doğurduğu düşünülebilir. Zira insan hayatı, kıvrak zekâ ile hareket etmesini sağlayacak sürprizlerle, anlık gelişmelerle doludur. Aynı şekilde alıştırma, egzersiz ve meleke kazanmakla kıvrak zekânın elde edilebileceği sanılabilir. Gerçekten riskli durum ile meleke kazanmanın da kıvrak zekâya katkısı vardır. Fakat bu iki unsur veya bunlardan herhangi biri tek başına, bu işlevi yerine getirmek için yeterli değildir. Bunlar tek başına; ne doktor, mühendis, öğretmen gibi fikrî işlerle uğraşan kişilere, ne de marangoz, demirci, işçi gibi maddî işlerde çalışan insanlara kıvrak zekâyı sağlayamaz. Zira insanların risk ortamında yaşaması, egzersiz yapma ve adapte olma gibi unsurlar, insanların kıvrak zekâ çerçevesinde düşünmesine yardımcı olabilirler. Fakat tek başlarına, kişinin kıvrak zekâya sahip olmasını sağlayamazlar.

Maddî işlerle meşgul kişilere -ki onlar halkın ezici çoğunluğunu oluştururlar- hızlı düşünme yetisini kazandırmak, daha önce söylediğimiz gibi, ancak kitlesel eğitimle mümkün olabilir. Bu kişilerin, kıvrak düşünmelerini sağlayacak fikirlerin üretilmesi gerekir. Örneğin; yaptığı işle ilgili veya bir sürprizle karşılaştığında ne yapması gerektiği ile ilgili sorular sorulabilir. Öğretmen ve ideolojik düşünen siyasetçiler gibi düşünmeyle iç içe yaşayan kişilere, bu yeteneği vermek için ise yapılacak şey onları, kıvrak zekâya teşvik etmektir. Çünkü kıvrak zekâ, felsefî anlamda derinlik isteyen bir yeti olmasına karşılık, aynı zamanda mekanik felsefenin alanına giren mekanik bir konudur. Bu özelliğinden dolayı kavramsal olarak fazla kurcalamadan, olduğu gibi yaşama geçirmek gerekir. Başka bir deyişle düşünmeyle uğraşan kişilere, kıvrak zekâya sahip olmaları gerektiği empoze edilmelidir. Hiç ayrıntıya girmeden; onlara çeşitli sorular sormadan; hatta kıvrak zekânın ne anlama geldiği açıklanmadan sadece teşvik yardımıyla bu kişiler, kıvrak zekâya alıştırılabilirler. Çünkü bahsettiğimiz kişiler, sürekli fikirle ve ilimle meşgul olduklarından, karşılaştıkları her problemin çözümünde yine düşünmeye başvururlar ve zamanla bu, onlarda bir meleke haline gelir. Bu yüzden bu kişiler, yavaş düşünme hastalığına müptela olurlar. Oysa sık sık kendilerine, kıvrak zekâya sahip olmaları gerektiği telkin edilirse, kıvrak zekâ melekesini kazanırlar. Sözün kısası; bu gruba giren kişileri kıvrak zekâya teşvik etmek; onlara sık sık bunu hatırlatmak yeterlidir. Bu insanların zaten düşünceyle iç içe oldukları unutulmamalıdır.

Zaten düşünme, bu kişilerin günlük işleri olduğundan zamanla, onların rutin alışkanlıkları haline gelmiştir. Bu nedenle düşünmeyle iç içe olan kişilerin, kendilerine sorulan sorular veya bilgi istenen konular hakkında sık sık: "Bu konu, iyice araştırma gerektiren bir konudur" şeklindeki sözlerine tanık oluruz. Mesele, araştırmayı gerektirsin gerektirmesin cevap hazırdır; "Araştırma gerektiren bir konu." İşte bu kişileri, kıvrak zekâya adapte etmek ve araştırmayı gerektiren konularla araştırmayı gerektirmeyen konuları birbirinden ayırt etmesini sağlamak için, sürekli ‘kıvrak zekâ ile hareket etmeleri gerektiği’ telkin edilmelidir. Bu şekilde kişi, düşüncelerini hızlı bir şekilde kategorilere ayırarak, her hangi bir şey hakkında hızlı bir karara varabilir. O zaman, “A! Demek kıvrak zekâ buymuş" diye düşünür ve konunun hiç de araştırmayı gerektirmeyen bir konu olduğunu anlar. Herhangi bir engelle karşılaştığında ise, konunun araştırma gerektiren türden olduğunu ve kıvrak zekâyla çözülecek bir mesele olmadığını algılar.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt