Kur'ân-ı Kerim'deki "Hakikaten, Allah'ın Resûlünde sizler için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı bekleyenler ve Allah'ı çok zikredenler için en mükemmel bir nümune vardır" (al-Ahzab Suresi, 33/21) âyet-i kerimesi Allah'ın hoşnutluğunu kazandıracak davranışlarda bulunmak isteyenler için Peygamber Efendimiz'in, mükemmel ve canlı bir örnek, en büyük fazilet numûnesi olduğunu ifade etmektedir
Peygamber Efendimiz, hayatın her karesinde bizim için örnektir İnsan hayatının en önemli meselelerinden birisi de evliliktir Buradan hareketle, çoğalmayı teşvik eden bir dînin mensûbu olarak evlenme konusunda Allah Resûlü'nün (sas) sünnetinde nikâh, mehir, çeyiz ve düğünün nasıl olması gerektiğine dair delilleri inceledikten sonra, makalemizde bunların toplumda hangi ölçüde tatbik edildiğini değerlendirmeye çalışacağız
Nikâh Nikâh
"Ne-ke-ha" kelimesi sözlükte "eklemek, toplamak" veya "akid yapmak" manâsına gelirken, İslâm Hukuku�nda da "evlilik akdi" anlamında bir terim olarak kullanılmaktadır Geçerli bir evlenmenin olabilmesi için önce bu akdin iki tarafının (tarafeyn veya velileri) olması gerekir Sağlıklı bir neslin devamı için nikâh şarttır Bunun için nikâh, İslâm Hukuku�nda medeni bir muamele olarak kabul edildiği halde bir cihette ibadet bile sayılmıştır Bazı âlimlere göre evlenmek, evliliğin gereklerini yerine getirmek, yuvanın saadetine hizmet etmek, haramlardan uzak durarak iffetli bir hayat yaşamak, imanî ve ahlâkî değerlerle donatarak çocuk yetiştirmek nafile ibadet için bir kenara çekilmekten daha faziletlidir (İbn Âbidin, 3:3)
Nikâh Hz Adem (as) ile başlamış olup, kıyamete kadar hattâ Cennet'te de devam edecektir Nikâhın bir ibadet olup olmadığı meselesi âlimler arasında tartışmalıdır Şafiîler evliliğin alış-veriş gibi dünyevi amellerden olduğunu ve ibadetler arasında sayılamayacağını söylerken, başta İmam Ebû Hanife olmak üzere bir çok âlim evliliği bizatihî ibadet saymışlardır Hatta evlenmenin nafile ibadetlerden daha faziletli olduğu bile söylenmiştir (İbnü'l-Hümam, 3:98) Şafiiler, evlilik ibadet olsaydı kafirin yaptığı evlilik sahih olmazdı şeklinde görüşlerini temellendirmeye çalışmışlardır Hanefîler ise, kâfirin yaptığı evlilik dünyada hayatın devamını sağladığı için sahihtir Zira mescid ve camilerin inşası bir Müslüman tarafından yapıldığında onun için bir ibadet sayılırken, kafirin yaptığı ise ibadet sayılmaz demektedirler Dolayısıyla, iyi bir nesil yetiştirmek ve nefsi korumak gibi bir çok maslahata vesile olması açısından evliliği de, bir derece ibadet olarak değerlendirmek mümkündür (Zuhaylî, 9:32) Nitekim, Hz Peygamber hanımının ağzına helal bir lokmayı koymayı dahi sadaka olarak nitelendirirken (Buharî, "Nikâh", 15) evliliğin ibadet hükmünde olduğuna işaret etmiş olmaktadır
Evlilik esasına dayalı, ibadet düşüncesiyle kurulan bu kutsal yuvayı temellendirirken elbetteki dikkat edilmesi gereken hususlar olmalıdır Hz Peygamber'in eş seçiminde özellikle gençlere yönelik olarak yaptığı şu tavsiye dinî düşünce temelli evlilik müessesesinin en önemli esasıdır: "Kadın, dört şey için nikâh edilir; malı, soyu, güzelliği ve dini; sen dindar olanını seç ki elin bereket bulsun" (Buharî, "Nikâh", 15) Bir başka hadiste de "Hadrâ-i dimen'den sakının!" buyurduklarında sahabiler: "Hadrâ-i dimen nedir ya Resûlallâh?" diye sordular Bunun üzerine Hz Peygamber: "Bataklıkta (kokuşmuş bir çevre ve gayr-ı İslâmî şartlarda) yetişen güzel kadın" cevabını verdi (Acluni, 1:319-320) Şu halde, insanın yetişmesinde çevrenin etkisinin önemi dikkate alınmalı, evlenecek gençler dünyasını ve ahiretini imar etmek istiyorlarsa alacağı kadının ailesine, çevresine ve yetişme tarzına iyi bakmalıdırlar Sadece malına, soyuna veya güzelliğine bakarak eşini seçmemeli, bu seçimde Hz Peygamber'in tavsiyesine uyarak dindarlığı tercih sebebi kılmalı, evliliklerini dünya ve ahiret mutluluğu şekline dönüştürebilmelidirler
Yine, Peygamber Efendimiz (sas); "Yerine getireceğiniz şartların en önemlisi; kadınları kendinize helal kıldığınız şartlardır" buyurmuştur (Buharî, "Nikâh", 52) Âlimler, burada uyulması gereken şartları nikâhın gerektirdiği şartlar olarak anlamışlardır: kadına iyi muamele, nafakasını, giyeceğini, süknâsını (kalacak yer) temin etme, kadının haklarından hiçbirini eksik bırakmama gibi Buna karşılık, kadının da, kocasından izinsiz dışarı çıkmama, onun birlikte olma isteğini geri çevirmeme ve evine hoşlanmadığı kişiyi almama da bu şartlardandır Bunlar, nikâh akdinde hiç zikredilmese bile var kabul edilir
Allah Resûlü (sas), "Ey gençler topluluğu! Kim içinizden evlenmeye muktedirse evlensin Çünkü gözü haramdan en çok saklayan, ırzı en iyi muhafaza eden evliliktir" (Buharî, "Nikâh", 3) buyurarak da evliliğe teşvik etmektedir Âlimler, evlenmeye muktedir olmaktan maksadın, evliliğin külfetleri ve yükümlülüklerini yerine getirmeye gücü yetmek olduğunu belirtmişlerdir Bu yükümlülüğün başında da, evlenirken taahhüt edilen mehir ile ömür boyu tekeffül edilen nafaka gelmektedir
Mehir
İslâm Hukukunda mehire "sadak" veya "nihle" de denir. Mehir olarak verilen mal, sadece kadınla beraberliği helal kılma bedeli veya ondan istifade imkânının karşılığı değil, bir ömür boyu birlikte yaşama arzusunun sembolik alâmeti veya hediye kabîlinden verilen bir ihsandır .Mehir, eğer nikâh anında belirlenmişse buna mehr-i müsemmâ, belirlenmemişse mehr-i misil denir Mehr-i misil, evlenen kızın akrabaları arasında her bakımdan kendi konumundaki kızlara ödenen mehir miktarıdır Şayet evlilik sırasında mehir belirlenmemişse veya mehir geçersiz kabul edilmişse, bu takdirde evlenen kadın için mehr-i misil tahakkuk eder
Mehir, nikâh için şarttır Bu husus, Kur'ân-ı Kerim'de şöyle zikredilir: "Evleneceğiniz kadınlara mehirlerini gönül hoşluğu ile verin Eğer mehrin bir kısmını gönül rızasıyla size bağışlarlarsa onu içinize sine sine afiyetle yeyin" (Nisâ Sûresi, 4/4) Mehrin âzamî miktarı hususunda bir sınırlandırma yoktur Resûlullâh devrinde, mehir olarak hurma bahçesinin bile verildiği olmuştur Asgari miktarı hususunda ulema ihtilaf etmiştir Hanefiler: �10 dirhemden aşağı mehir olmaz� hadisini (Tehanevi, İ�lai Sünen, 11/79-86) esas alarak meh- rin en az 10 dirhem gümüş (32 gr) olması gerektiği görüşündedirler 10 dirhem gümüşün de Hz Peygamber zamanında iki koyuna denk bir kıymet taşıdığı nakledilir (Karaman, 283) Yani bu miktar, kadının talep edebileceği ve ettiği takdirde erkeğin vermesi gereken miktardır Görüldüğü gibi mehir müessesesi son derece ciddi bir müessesedir Kadınların haklarının korunmasına ve istikballerinin garanti edilmesine yönelik bir uygulamadır Şu kadar ki, âyette ifade edildiği üzere, kadın mehrini kocasına hibe edebilir
Sehl b Sa'd (ra) anlatıyor: Hz Peygamber'e bir kadın gelerek, "Ey Allah'ın Resûlü, sana nefsimi bağışlamaya geldim" dedi Hz Peygamber (sas), kadına nazar edip gözden geçirdikten sonra hiçbir şey söylemeden başını yere eğdi (Bu kadının Havle bint-i Hakîm, Fatıma bint-i Şüreyh veya Zeynep bint-i Huzeyme olduğu rivayet edilir) Kadın, Hz Peygamber'den müsbet cevap alamayınca üzülür ve meclisten ayrılır Tam gideceği esnada bir adam doğrulup: "Ey Allahın Resûlü! Sizin ona ihtiyacınız yoksa onu bana nikâhlayın" der Hz Peygamber: "Yanında buna mehir olarak vereceğin bir şeyler var mı?" diye sorunca, adam: "Vallahi yok Ey Allah'ın Resûlü" der Bunun üzerine Hz Peygamber: "Ailene git, bir şeyler bulabilecek misin bir bak!" buyurur Adam gider, az sonra geri gelir "Hayır Ey Allah'ın Resûlü, vallahi bir şey bulamadım" der Hz Peygamber: "Tekrar iyi bak demirden bir yüzük de mi yok?" buyurunca, adam tekrar geri gidip gelir ve "hayır ya Resûlullah, demirden bir yüzük bile yok Ancak işte şu izarım (elbise) var, yarısı onun olsun" der Hz Peygamber: "İzarın ne işe yarar? Onu sen giyecek olsan onun üzerinde bir şey olmayacak, o giyecek olsa senin üzerinde bir şey kalmayacak" buyurur Bunun üzerine adam bir müddet daha oturduktan sonra kalkıp gider Resûlullah, onun gittiğini görünce geri çağırır ve "Kur'ân'dan ne biliyorsun?" diye sorar Adam, "şu sûreleri biliyorum" diyerek bildiklerini sayar Bunun üzerine Allah Resûlü: "Haydi git, Kur'ân'dan bildiklerini öğretmen mukabilinde o kadını sana nikâhladım" buyururlar (Tirmizî, "Nikâh", 21) Yine Benî Fezâre kabilesinden bir kadın, mehir mukabilinde evlenmek isteyince, Resûlullah: "Zengin bir insan olduğun halde bir çift ayakkabı karşılığında evlenmeye razı mısın? Nefsin ve malın için bir çift ayakkabıya razı mısın? diye sorar Kadın, "evet" der Hz Peygamber de bu evliliğe müsaade buyurur (ay) Ümmü Habibe (ranhâ) anlatır: Kocası Ubeydullah İbn Cahş ile beraber Habeşistan'a hicret ettiklerinde Ubeydullah Habeşistan'da vefat edince Necâşi onu Resûlullah'a nikâhladı ve Resûlullah'ın yerine Ümmü Habibe'ye 4000 dirhem mehir verdi Sonra onu Şurahbil b Hasene ile Hz Peygamber'e gönderdi, Hz Peygamber de aynen kabul etti (Ebû Davud, "Nikâh", 29)
Hz Ömer kadınlara verilen mehirlerin azami miktarını tespit etmek niyetiyle bir cuma hutbesinde: "Kadınlara mehir verirken aşırı gitmeyin" demişti Bunun üzerine cemaatten bir kadın ayağa kalkarak: "Ey Ömer, senin buna hakkın yok Zira âyet-i kerimede Cenab-ı Hak: "Birisine bir yük altın da vermiş olsanız bile ondan bir şey almayın" (Nisâ Suresi, 4/20) buyurmuştur" deyince, Hz Ömer, kadına hak verir ve bu kararından vazgeçer Bununla birlikte, mehrin fazla takdir edilmesi de dindarlık ölçüsü değildir
Sahabî, sadece maddî değeri olan mehirleri değil, manevi kıymeti olan şeyleri de mehir kabul etmişti Meselâ Ebû Talha ile Enes ibn Malik'in annesi Ümmü Süleym evlendiklerinde aralarındaki mehir Ebû Talha'nın Müslüman olmasıydı Çünkü Ümmü Süleym, Ebû Talha'dan önce Müslüman olmuştu Ebû Talha, Ümmü Süleym'i isteyince Ümmü Süleym, "Ben Müslüman oldum, önceki kocam Mâlik kâfir olduğu için ayrıldım, sen de Müslüman olursan evlenirim" dedi Bunun üzerine o da Müslüman oldu Görüldüğü gibi, Ümmü Süleym'in kocasından mehir olarak istediği şey fizîki varlığı bulunan bir mehir değil, mânevî bir şarttı (Nesâî, "Nikâh", 63)
Kur'ân'da mehre mal olarak işaret edilir: "iffetli yaşamak, zina etmemek şartıyla, mal harcayıp mehirlerini vererek kadınları nikâhlamanız helâldır" (Nisâ Suresi, 4/24) Âyetteki" mal harcayıp" kaydı mehrin nikâhın şartlarından olduğunu göstermenin yanında nikâh denildiğinde mukabilinde bir mal söylenmemiş olsa bile, her hâlükârda mal olabilecek bir mehrin olacağını ifade etmektedir (Yazır, 2:1328)
Hanefi mezhebine göre mehrin mal olması gerekir Daha önce ifade edildiği gibi, mehrin alt sınırı 10 dirhem gümüştür Yani kadın, asgarî olarak bu talepte bulunabilir Alt sınır adına 10 dirhem denilmesine rağmen, mehrin maksimum sınırı için hiç bir şey söylenmemiştir
Şafiî mezhebine göre, Kur'ân öğretmek de mehir olarak kabul edilmiştir
Netice itibariyle taraflar, günümüz şartlarını nazara alarak karşılıklı anlaşma ile mehir işini halletmek zorundadırlar Böylece hem muhtemel mâğduriyetler önlenir, hem de İslâm'ın bir hükmü sembolik uygulamadan kurtulmuş olur
………………………………
Çeyiz (Cihâz)
Çeyiz, evin eşyaları, sergisi ve mefruşat, kapkacak gibi evlilik evinin malzemeleridir Mâlikî mezhebinde, mehirden aldığı kadarıyla çeyiz kadının üzerine vaciptir Eğer bir şey almazsa yükümlü de değildir Ancak koca çeyizi üstlenmesini şart koşar veya örf, kadını çeyiz ile yükümlü kılarsa çeyizi hazırlamak kadının üzerine borç olur Hanefî mezhebinde ise, çeyizde yükümlü olan erkektir Çoğunlukla âlimler, kadının giyimi ve nafakasının vacip olması gibi, çeyizin de erkeğin üzerine vacip olduğunu belirtmişlerdir Verilen mehir ise çeyizin karşılığı değildir O, bir armağan ve hediyedir O (mehir), kadının kocası üzerindeki hakkıdır (Zuhaylî, 9:246)
Peygamber Efendimiz, kızı Fatıma evlenirken çeyiz olarak verdiği şey; "bir kadifenin içinde bir yatak, bir yastık, bir de su tulumu" idi (İbn Mâce, "Zühd", 11) Allah Resûlü'nün bu uygulaması, o günün sosyal ve ekonomik şartlarının sonucu olduğu kadar, çeyizde aşırılığa kaçmamanın da bir göstergesi mahiyetindedir
Hz Peygamber (sas), nikâh parasını (mehri) kolaylaştırmayı teşvik etmiştir Bizzat kendisi, hanımlarından bazılarına on dirhem mehir ödemiş ve mutlaka lüzumlu ev eşyaları almıştır Bunlar el değirmeni, ibrik, içi lif dolu deri döşek gibi şeylerdi Hz Ali, Hz Fatıma'nın vefatından sonra evlendiği ailelerinden birine nikâh parası olarak iki müd (=1/2 Sa'; 1 Sa': =3 kg) arpa, diğerine iki müd hurma, bir diğerine iki müd kavut vermiştir Peygamberimizin Ashabından bazıları ise, bir hurma çekirdeği ağırlığında altın (beş dirhem) bazıları da bir çift ayakkabı karşılığında evlenmişlerdir (Tahanevi, 11/82-83, Gazalî, 2:40)
Öte yandan Hz Peygamber: "Nikâhın en hayırlısı en kolay olanıdır" (Ebû Davud, "Nikâh", 32) buyurarak, nikâhın kolaylaştırılmasını istemiştir Aynı zamanda "Nikâhın en bereketlisi, en güzeli, en az masraflı olanıdır" (Müsned, 6:82) diyerek, nikâh ve sonrasındaki düğün sırasında israf ve gösterişten kaçınmamızı tavsiye etmektedir
Peygamberimiz (sas), "Kadınların hayırlısı, kocası yüzüne baktığı zaman onu sevindiren, emrettiği vakit itaat eden, yanında bulunmadığı vakit malını ve iffetini koruyandır" (Nesaî, "Nikâh", 14) buyurmuşlardır Yine Hz Peygamber, zamanımızdaki maddî sıkıntıların kaynağı olan israfa ve görenek hastalığına işareten şu ikazda bulunmuştur: "Bir zaman gelecek, kişinin helâki, karısının, anne-babasının ve çocuklarının elinde olacaktır Bunlar onu, fakirlikle ayıplarlar ve gücünün yetmediği şeyleri kendisinden isterler Adam, bu sebeple tehlikeli işlere girerek dîni gider ve kendisi de helak olur" (Beyhakî, Zühd, 2/183) Bundan daha beliğ ve sakındırıcı bir tembih olamaz
Bugün, Müslüman toplumlarda köklü bir gelenek halini almış bulunan çeyiz uygulamasında aşırılıklara ve israfa kaçmamak, dinin emrettiği hususların başında gelir Gerektiğinde demir bir yüzüğün mehir olabileceğini kabul eden dinimiz (Buharî, "Nikâh", 14) mehir ve çeğiz masrafının evliliği sıkıntıya sokmayacak ölçüde istediği göz önüne alınırsa, çeyizde aşırılığa kaçmanın İslâm'da hoş karşılanmadığı açıkca görülür
Peygamber Efendimiz, hayatın her karesinde bizim için örnektir İnsan hayatının en önemli meselelerinden birisi de evliliktir Buradan hareketle, çoğalmayı teşvik eden bir dînin mensûbu olarak evlenme konusunda Allah Resûlü'nün (sas) sünnetinde nikâh, mehir, çeyiz ve düğünün nasıl olması gerektiğine dair delilleri inceledikten sonra, makalemizde bunların toplumda hangi ölçüde tatbik edildiğini değerlendirmeye çalışacağız
Nikâh Nikâh
"Ne-ke-ha" kelimesi sözlükte "eklemek, toplamak" veya "akid yapmak" manâsına gelirken, İslâm Hukuku�nda da "evlilik akdi" anlamında bir terim olarak kullanılmaktadır Geçerli bir evlenmenin olabilmesi için önce bu akdin iki tarafının (tarafeyn veya velileri) olması gerekir Sağlıklı bir neslin devamı için nikâh şarttır Bunun için nikâh, İslâm Hukuku�nda medeni bir muamele olarak kabul edildiği halde bir cihette ibadet bile sayılmıştır Bazı âlimlere göre evlenmek, evliliğin gereklerini yerine getirmek, yuvanın saadetine hizmet etmek, haramlardan uzak durarak iffetli bir hayat yaşamak, imanî ve ahlâkî değerlerle donatarak çocuk yetiştirmek nafile ibadet için bir kenara çekilmekten daha faziletlidir (İbn Âbidin, 3:3)
Nikâh Hz Adem (as) ile başlamış olup, kıyamete kadar hattâ Cennet'te de devam edecektir Nikâhın bir ibadet olup olmadığı meselesi âlimler arasında tartışmalıdır Şafiîler evliliğin alış-veriş gibi dünyevi amellerden olduğunu ve ibadetler arasında sayılamayacağını söylerken, başta İmam Ebû Hanife olmak üzere bir çok âlim evliliği bizatihî ibadet saymışlardır Hatta evlenmenin nafile ibadetlerden daha faziletli olduğu bile söylenmiştir (İbnü'l-Hümam, 3:98) Şafiiler, evlilik ibadet olsaydı kafirin yaptığı evlilik sahih olmazdı şeklinde görüşlerini temellendirmeye çalışmışlardır Hanefîler ise, kâfirin yaptığı evlilik dünyada hayatın devamını sağladığı için sahihtir Zira mescid ve camilerin inşası bir Müslüman tarafından yapıldığında onun için bir ibadet sayılırken, kafirin yaptığı ise ibadet sayılmaz demektedirler Dolayısıyla, iyi bir nesil yetiştirmek ve nefsi korumak gibi bir çok maslahata vesile olması açısından evliliği de, bir derece ibadet olarak değerlendirmek mümkündür (Zuhaylî, 9:32) Nitekim, Hz Peygamber hanımının ağzına helal bir lokmayı koymayı dahi sadaka olarak nitelendirirken (Buharî, "Nikâh", 15) evliliğin ibadet hükmünde olduğuna işaret etmiş olmaktadır
Evlilik esasına dayalı, ibadet düşüncesiyle kurulan bu kutsal yuvayı temellendirirken elbetteki dikkat edilmesi gereken hususlar olmalıdır Hz Peygamber'in eş seçiminde özellikle gençlere yönelik olarak yaptığı şu tavsiye dinî düşünce temelli evlilik müessesesinin en önemli esasıdır: "Kadın, dört şey için nikâh edilir; malı, soyu, güzelliği ve dini; sen dindar olanını seç ki elin bereket bulsun" (Buharî, "Nikâh", 15) Bir başka hadiste de "Hadrâ-i dimen'den sakının!" buyurduklarında sahabiler: "Hadrâ-i dimen nedir ya Resûlallâh?" diye sordular Bunun üzerine Hz Peygamber: "Bataklıkta (kokuşmuş bir çevre ve gayr-ı İslâmî şartlarda) yetişen güzel kadın" cevabını verdi (Acluni, 1:319-320) Şu halde, insanın yetişmesinde çevrenin etkisinin önemi dikkate alınmalı, evlenecek gençler dünyasını ve ahiretini imar etmek istiyorlarsa alacağı kadının ailesine, çevresine ve yetişme tarzına iyi bakmalıdırlar Sadece malına, soyuna veya güzelliğine bakarak eşini seçmemeli, bu seçimde Hz Peygamber'in tavsiyesine uyarak dindarlığı tercih sebebi kılmalı, evliliklerini dünya ve ahiret mutluluğu şekline dönüştürebilmelidirler
Yine, Peygamber Efendimiz (sas); "Yerine getireceğiniz şartların en önemlisi; kadınları kendinize helal kıldığınız şartlardır" buyurmuştur (Buharî, "Nikâh", 52) Âlimler, burada uyulması gereken şartları nikâhın gerektirdiği şartlar olarak anlamışlardır: kadına iyi muamele, nafakasını, giyeceğini, süknâsını (kalacak yer) temin etme, kadının haklarından hiçbirini eksik bırakmama gibi Buna karşılık, kadının da, kocasından izinsiz dışarı çıkmama, onun birlikte olma isteğini geri çevirmeme ve evine hoşlanmadığı kişiyi almama da bu şartlardandır Bunlar, nikâh akdinde hiç zikredilmese bile var kabul edilir
Allah Resûlü (sas), "Ey gençler topluluğu! Kim içinizden evlenmeye muktedirse evlensin Çünkü gözü haramdan en çok saklayan, ırzı en iyi muhafaza eden evliliktir" (Buharî, "Nikâh", 3) buyurarak da evliliğe teşvik etmektedir Âlimler, evlenmeye muktedir olmaktan maksadın, evliliğin külfetleri ve yükümlülüklerini yerine getirmeye gücü yetmek olduğunu belirtmişlerdir Bu yükümlülüğün başında da, evlenirken taahhüt edilen mehir ile ömür boyu tekeffül edilen nafaka gelmektedir
Mehir
İslâm Hukukunda mehire "sadak" veya "nihle" de denir. Mehir olarak verilen mal, sadece kadınla beraberliği helal kılma bedeli veya ondan istifade imkânının karşılığı değil, bir ömür boyu birlikte yaşama arzusunun sembolik alâmeti veya hediye kabîlinden verilen bir ihsandır .Mehir, eğer nikâh anında belirlenmişse buna mehr-i müsemmâ, belirlenmemişse mehr-i misil denir Mehr-i misil, evlenen kızın akrabaları arasında her bakımdan kendi konumundaki kızlara ödenen mehir miktarıdır Şayet evlilik sırasında mehir belirlenmemişse veya mehir geçersiz kabul edilmişse, bu takdirde evlenen kadın için mehr-i misil tahakkuk eder
Mehir, nikâh için şarttır Bu husus, Kur'ân-ı Kerim'de şöyle zikredilir: "Evleneceğiniz kadınlara mehirlerini gönül hoşluğu ile verin Eğer mehrin bir kısmını gönül rızasıyla size bağışlarlarsa onu içinize sine sine afiyetle yeyin" (Nisâ Sûresi, 4/4) Mehrin âzamî miktarı hususunda bir sınırlandırma yoktur Resûlullâh devrinde, mehir olarak hurma bahçesinin bile verildiği olmuştur Asgari miktarı hususunda ulema ihtilaf etmiştir Hanefiler: �10 dirhemden aşağı mehir olmaz� hadisini (Tehanevi, İ�lai Sünen, 11/79-86) esas alarak meh- rin en az 10 dirhem gümüş (32 gr) olması gerektiği görüşündedirler 10 dirhem gümüşün de Hz Peygamber zamanında iki koyuna denk bir kıymet taşıdığı nakledilir (Karaman, 283) Yani bu miktar, kadının talep edebileceği ve ettiği takdirde erkeğin vermesi gereken miktardır Görüldüğü gibi mehir müessesesi son derece ciddi bir müessesedir Kadınların haklarının korunmasına ve istikballerinin garanti edilmesine yönelik bir uygulamadır Şu kadar ki, âyette ifade edildiği üzere, kadın mehrini kocasına hibe edebilir
Sehl b Sa'd (ra) anlatıyor: Hz Peygamber'e bir kadın gelerek, "Ey Allah'ın Resûlü, sana nefsimi bağışlamaya geldim" dedi Hz Peygamber (sas), kadına nazar edip gözden geçirdikten sonra hiçbir şey söylemeden başını yere eğdi (Bu kadının Havle bint-i Hakîm, Fatıma bint-i Şüreyh veya Zeynep bint-i Huzeyme olduğu rivayet edilir) Kadın, Hz Peygamber'den müsbet cevap alamayınca üzülür ve meclisten ayrılır Tam gideceği esnada bir adam doğrulup: "Ey Allahın Resûlü! Sizin ona ihtiyacınız yoksa onu bana nikâhlayın" der Hz Peygamber: "Yanında buna mehir olarak vereceğin bir şeyler var mı?" diye sorunca, adam: "Vallahi yok Ey Allah'ın Resûlü" der Bunun üzerine Hz Peygamber: "Ailene git, bir şeyler bulabilecek misin bir bak!" buyurur Adam gider, az sonra geri gelir "Hayır Ey Allah'ın Resûlü, vallahi bir şey bulamadım" der Hz Peygamber: "Tekrar iyi bak demirden bir yüzük de mi yok?" buyurunca, adam tekrar geri gidip gelir ve "hayır ya Resûlullah, demirden bir yüzük bile yok Ancak işte şu izarım (elbise) var, yarısı onun olsun" der Hz Peygamber: "İzarın ne işe yarar? Onu sen giyecek olsan onun üzerinde bir şey olmayacak, o giyecek olsa senin üzerinde bir şey kalmayacak" buyurur Bunun üzerine adam bir müddet daha oturduktan sonra kalkıp gider Resûlullah, onun gittiğini görünce geri çağırır ve "Kur'ân'dan ne biliyorsun?" diye sorar Adam, "şu sûreleri biliyorum" diyerek bildiklerini sayar Bunun üzerine Allah Resûlü: "Haydi git, Kur'ân'dan bildiklerini öğretmen mukabilinde o kadını sana nikâhladım" buyururlar (Tirmizî, "Nikâh", 21) Yine Benî Fezâre kabilesinden bir kadın, mehir mukabilinde evlenmek isteyince, Resûlullah: "Zengin bir insan olduğun halde bir çift ayakkabı karşılığında evlenmeye razı mısın? Nefsin ve malın için bir çift ayakkabıya razı mısın? diye sorar Kadın, "evet" der Hz Peygamber de bu evliliğe müsaade buyurur (ay) Ümmü Habibe (ranhâ) anlatır: Kocası Ubeydullah İbn Cahş ile beraber Habeşistan'a hicret ettiklerinde Ubeydullah Habeşistan'da vefat edince Necâşi onu Resûlullah'a nikâhladı ve Resûlullah'ın yerine Ümmü Habibe'ye 4000 dirhem mehir verdi Sonra onu Şurahbil b Hasene ile Hz Peygamber'e gönderdi, Hz Peygamber de aynen kabul etti (Ebû Davud, "Nikâh", 29)
Hz Ömer kadınlara verilen mehirlerin azami miktarını tespit etmek niyetiyle bir cuma hutbesinde: "Kadınlara mehir verirken aşırı gitmeyin" demişti Bunun üzerine cemaatten bir kadın ayağa kalkarak: "Ey Ömer, senin buna hakkın yok Zira âyet-i kerimede Cenab-ı Hak: "Birisine bir yük altın da vermiş olsanız bile ondan bir şey almayın" (Nisâ Suresi, 4/20) buyurmuştur" deyince, Hz Ömer, kadına hak verir ve bu kararından vazgeçer Bununla birlikte, mehrin fazla takdir edilmesi de dindarlık ölçüsü değildir
Sahabî, sadece maddî değeri olan mehirleri değil, manevi kıymeti olan şeyleri de mehir kabul etmişti Meselâ Ebû Talha ile Enes ibn Malik'in annesi Ümmü Süleym evlendiklerinde aralarındaki mehir Ebû Talha'nın Müslüman olmasıydı Çünkü Ümmü Süleym, Ebû Talha'dan önce Müslüman olmuştu Ebû Talha, Ümmü Süleym'i isteyince Ümmü Süleym, "Ben Müslüman oldum, önceki kocam Mâlik kâfir olduğu için ayrıldım, sen de Müslüman olursan evlenirim" dedi Bunun üzerine o da Müslüman oldu Görüldüğü gibi, Ümmü Süleym'in kocasından mehir olarak istediği şey fizîki varlığı bulunan bir mehir değil, mânevî bir şarttı (Nesâî, "Nikâh", 63)
Kur'ân'da mehre mal olarak işaret edilir: "iffetli yaşamak, zina etmemek şartıyla, mal harcayıp mehirlerini vererek kadınları nikâhlamanız helâldır" (Nisâ Suresi, 4/24) Âyetteki" mal harcayıp" kaydı mehrin nikâhın şartlarından olduğunu göstermenin yanında nikâh denildiğinde mukabilinde bir mal söylenmemiş olsa bile, her hâlükârda mal olabilecek bir mehrin olacağını ifade etmektedir (Yazır, 2:1328)
Hanefi mezhebine göre mehrin mal olması gerekir Daha önce ifade edildiği gibi, mehrin alt sınırı 10 dirhem gümüştür Yani kadın, asgarî olarak bu talepte bulunabilir Alt sınır adına 10 dirhem denilmesine rağmen, mehrin maksimum sınırı için hiç bir şey söylenmemiştir
Şafiî mezhebine göre, Kur'ân öğretmek de mehir olarak kabul edilmiştir
Netice itibariyle taraflar, günümüz şartlarını nazara alarak karşılıklı anlaşma ile mehir işini halletmek zorundadırlar Böylece hem muhtemel mâğduriyetler önlenir, hem de İslâm'ın bir hükmü sembolik uygulamadan kurtulmuş olur
………………………………
Çeyiz (Cihâz)
Çeyiz, evin eşyaları, sergisi ve mefruşat, kapkacak gibi evlilik evinin malzemeleridir Mâlikî mezhebinde, mehirden aldığı kadarıyla çeyiz kadının üzerine vaciptir Eğer bir şey almazsa yükümlü de değildir Ancak koca çeyizi üstlenmesini şart koşar veya örf, kadını çeyiz ile yükümlü kılarsa çeyizi hazırlamak kadının üzerine borç olur Hanefî mezhebinde ise, çeyizde yükümlü olan erkektir Çoğunlukla âlimler, kadının giyimi ve nafakasının vacip olması gibi, çeyizin de erkeğin üzerine vacip olduğunu belirtmişlerdir Verilen mehir ise çeyizin karşılığı değildir O, bir armağan ve hediyedir O (mehir), kadının kocası üzerindeki hakkıdır (Zuhaylî, 9:246)
Peygamber Efendimiz, kızı Fatıma evlenirken çeyiz olarak verdiği şey; "bir kadifenin içinde bir yatak, bir yastık, bir de su tulumu" idi (İbn Mâce, "Zühd", 11) Allah Resûlü'nün bu uygulaması, o günün sosyal ve ekonomik şartlarının sonucu olduğu kadar, çeyizde aşırılığa kaçmamanın da bir göstergesi mahiyetindedir
Hz Peygamber (sas), nikâh parasını (mehri) kolaylaştırmayı teşvik etmiştir Bizzat kendisi, hanımlarından bazılarına on dirhem mehir ödemiş ve mutlaka lüzumlu ev eşyaları almıştır Bunlar el değirmeni, ibrik, içi lif dolu deri döşek gibi şeylerdi Hz Ali, Hz Fatıma'nın vefatından sonra evlendiği ailelerinden birine nikâh parası olarak iki müd (=1/2 Sa'; 1 Sa': =3 kg) arpa, diğerine iki müd hurma, bir diğerine iki müd kavut vermiştir Peygamberimizin Ashabından bazıları ise, bir hurma çekirdeği ağırlığında altın (beş dirhem) bazıları da bir çift ayakkabı karşılığında evlenmişlerdir (Tahanevi, 11/82-83, Gazalî, 2:40)
Öte yandan Hz Peygamber: "Nikâhın en hayırlısı en kolay olanıdır" (Ebû Davud, "Nikâh", 32) buyurarak, nikâhın kolaylaştırılmasını istemiştir Aynı zamanda "Nikâhın en bereketlisi, en güzeli, en az masraflı olanıdır" (Müsned, 6:82) diyerek, nikâh ve sonrasındaki düğün sırasında israf ve gösterişten kaçınmamızı tavsiye etmektedir
Peygamberimiz (sas), "Kadınların hayırlısı, kocası yüzüne baktığı zaman onu sevindiren, emrettiği vakit itaat eden, yanında bulunmadığı vakit malını ve iffetini koruyandır" (Nesaî, "Nikâh", 14) buyurmuşlardır Yine Hz Peygamber, zamanımızdaki maddî sıkıntıların kaynağı olan israfa ve görenek hastalığına işareten şu ikazda bulunmuştur: "Bir zaman gelecek, kişinin helâki, karısının, anne-babasının ve çocuklarının elinde olacaktır Bunlar onu, fakirlikle ayıplarlar ve gücünün yetmediği şeyleri kendisinden isterler Adam, bu sebeple tehlikeli işlere girerek dîni gider ve kendisi de helak olur" (Beyhakî, Zühd, 2/183) Bundan daha beliğ ve sakındırıcı bir tembih olamaz
Bugün, Müslüman toplumlarda köklü bir gelenek halini almış bulunan çeyiz uygulamasında aşırılıklara ve israfa kaçmamak, dinin emrettiği hususların başında gelir Gerektiğinde demir bir yüzüğün mehir olabileceğini kabul eden dinimiz (Buharî, "Nikâh", 14) mehir ve çeğiz masrafının evliliği sıkıntıya sokmayacak ölçüde istediği göz önüne alınırsa, çeyizde aşırılığa kaçmanın İslâm'da hoş karşılanmadığı açıkca görülür