Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Sünnetle savaşmanın, onun hakkında şüphe ve kuşku meydana getirmenin sırrı (1 Kullanıcı)

HUSEYIN SASMAZ

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eyl 2009
Mesajlar
1,204
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
60
SÜNNETLE SAVAŞMANIN, ONUN HAKKINDA ŞÜPHE VE KUŞKU MEYDANA GETİRMENİN SIRRI
1921'de ölen Avusturyalı Yahudi Müsteşrik Agnas Geldizher "İslâmi Araştırmalar" kitabında şunu yazdı: "Kültür tarihi açısından Muhammed'i kendi halkı nazarında bir Peygamber olarak yapan öğretilerinde icad ediciliğin ve dahililiğin var olması bizi ilgilendirmez. Bizi ilgilendiren husus; Muhammed'in kendi öğretilerinin tümünü Yahudilikten ve Hıristiyanlıktan almasıdır." Müsteşrik Maksim Rodenson şöyle yazdı: "Bir grup insanların Rasûl'deki durumu vahy olarak saymaları idraksizlikten ileri gelir." Volteir’ de Hz. Muhammed (s.a.v)'e çattı ve birçok müsteşrik Hz. Muhammed'e taarruz ettiler. Peygamber olmadığını veya vahy olmadığını veyahut kendisine vahy edilmediğini göstermeye çalıştılar. Peygamberliği veya vahy olması hakkında şüphe ve kuşku meydana getirmek için çok uğraştılar.
Bu müsteşrikler böyle konuyla uğraşırken ilmi araştırma yaptıklarını ve objektif şekilde meseleye baktıklarını iddia ediyorlar. Halbuki, ilmi araştırmalardan ve objektiflikten çok uzaktırlar. İslâm'a karşı besledikleri kin ve nefret kendilerini bu işe sevk ediyor: Çünkü, İslâm'ı yıkmaya çalışıyorlar. Bu nedenle, İslâm'ın Rasûl'ü olan Hz. Muhammed'e taarruz ediyorlar. İddia ettikleri ilmi araştırma ve objektiflik, İslam konusu olunca ortadan kalkıyor. Kendisine Muhammed Esed adı veren Leopolde Weiss, "Yolların Ayrılış Noktasında İslâm" adlı kitabında şöyle yazıyor: "Müsteşriklerin İslam aleyhine haksızca yazmaları ırsi bir iç güdü olduğu gibi haçlı seferlerin meydana getirdiği etkiler üzerine kurulu doğal bir özelliktir." Aynı kitapta müsteşriklerin birer misyoner olduklarını gösteriyor. Şöyle yazıyor: "Gerçek olan, çağdaş asırlardaki müsteşrikler Hıristiyanlık için birer misyonerlerdir." ve şöyle devam ediyor: "İslâm Dünyası, kendisinden Avrupa'nın istifade ettiği kadar ondan (Avrupa'dan) istifade etmedi. Fakat, Avrupa bu iyiliği tanımadığı gibi nankörlük yaptı. Şöyle ki; İslâm'a karşı besledikleri kin ve nefreti azaltmadılar, tersini yaptılar. Kinlerini, nefretlerini ve buğzlarını artırdılar. Ve bu, bir huy oldu. Avrupa'da müslüman kelimesinden söz edilince kin ve nefret Avrupa halklarının duygularına hakim olur." Müsteşrikler, birer Hıristiyan misyoner olmakla beraber birer resmi misyonerler olup sömürgeci Batı'nın birer askerleridir. Birbirlerine derince düşman olan Hıristiyanlar, İslâm'a ve müslümanlara karşı ittifak ettikleri gibi hiç bir şeye karşı ittifak etmediler. Halbuki; onlar, inançla ilgili hususta birbirlerine düşmandırlar. Birbirlerine buğz ediyorlar. Rumlar'ın hakimiyeti altında bulunan Lefkoşe'de (27.01.1990 da) Orta Doğudaki bütün kiliselerin temsilcilerinin on yedi günlük toplantıları sona erdi, ortak bildirilerinde yazdıklarına göre İslâm Dünyası'ndaki yaşayan insanların çoğu müslüman olmasına rağmen burada misyonerlik için işbirlik yapacaklarını anlaştılar. Bu toplantıyla ilgili haber de şöyle geçti: "On beş yüzyıldan beri bu toplantıya benzer bir toplantı yapılmadı. Diğer kiliseleri tanımayan Katolik Kilisesi onlarla buluştu." Bu olay, gerçeği sömürgeci olan Hıristiyan Dünyası'nın İslâm'a ve müslümanlara karşı ne kadar kin ve buğz besledikleri ve ne kadar düşman olduğunu gösteriyor. Gösteriyor ki onlar, İslâm'a ve müslümanlara karşı savaşlarını sürdürmede ısrarlıdırlar.
Sömürgeci Batı, İslâmla savaşında kendi çocuklarıyla yetinmedi, söylediğini papağan gibi tekrarlayacak ve Batı iddialarını yayacak yolunu şaşırmış müslümanların bazı çocuklarını kendi tarafına çekmeye çalıştı ve başarılı oldu. Bunların bir kısmını iktidara ulaştırdı. Libya Albayı Kaddafi gibi. Bu Albay, on senedir Sünnete karşı düzenli kampanya yaparak saldırıyor. Kendi ceza evlerinde yatan Hilâfet Devleti kurmak için çalışan İslâmi bir Hizb'e mensub olan on üç kişiyi idam etti. Çünkü bu Hizb, Kaddafi sünneti inkâr edince onunla tartışmak için bir heyet gönderdi. Bu heyet, sünnetin doğru bir kaynak olduğunu ispatladığı gibi tefekkür, siyaset ve teşri (yasama) etmek için bir kaynak olduğunu ispatladı.
Sünnetle savaşmanın ve onun hakkında şüphe ve kuşkunun meydana getirebilmesinin sebebi ve sırrı nedir? İslâm'ın Râsul'ü Muhammed (s.a.v)'in vahy olması ve kendisine vahy edilmesi hususu hakkında şüpheleri ortaya atmanın sebebi nedir? Öyle saldırılar ve öyle kampanyalar niçin? Bazıları; sünneti niye bir içtihad olarak göstermeye çalışıyor? Kaddafi'nin iddia ettiği gibi Kur'an'ı korumak için sünneti red ettiğine dair bahaneler niçin? Halbuki, kendisi Kur'an'ı yıkmak için sünneti inkar ettiğini biliyor.
Batı ve müsteşrikler, müslümanların Kur'an'a güvenlerini sarsamadılar. Eskiden; münafıklar da sarsamamışlardı. Kur'an'a bir şey sokamadılar, böyle işlerde başarılı olamadılar. Herhangi bir ayetle oynayamadılar. Çünkü; Allahû Teâlâ, Aziz Kitabında dediği gibi Kur'an'ı koruyacaktır. Şöyle buyurdu:
"Şüphesiz ki zikri (Kur'an'ı) Biz indirdik ve onun koruyucularıda gerçekten Biziz." (Hicr:9) ve gerçekten de onu korudu. Bunun için, Batı ve askerleri saldırılarını sünnete yöneltmeye ve yoğunlaştırmaya başladılar. Şüphe ve kuşkuyu meydana getirmeye çalıştılar. Bundan sonra Kur'an'ı yıkmaya çalışacaklar. Misal olarak, kendisini Râsul olarak tanıtıp iddia eden Raşid Halife önce sünnete dokunup onun hakkında şüpheleri meydana getirmeye çalıştı. Başta şöyle iddia etti; "sahih hadisler azdır, sayıları yüz taneyi geçmez" kampanyasını bunun üzerine yoğunlaştırdı. Bazı cahiller kendi tarafına çekilince sünneti tamamen reddetti ve ondan sonra Kur'an'a dokunmaya başladı. 19 sayısını ayetlerin doğruluğunu ispatlamak için kullanmaya başladı. Zira, bu sayıyı Kur'an'ın mucizesi olarak sayıp bu sayıya uymayan ayeti red ediyor, onları Kur'an'dan saymıyor. Kaddafi ise, sünnet hakkında şüphe ve kuşkuyu meydana getirmeye çalıştıktan sonra onu inkâr etti. Kur'an'a dokunmaya başladı; Arap milliyetçiliğini bir ölçü olarak kullanıp Kur'an'dan bazı kelimeleri kaldırmak istedi, bazı ayetleri te'vil etmeye (yanlış yorumlamaya) başladı. Batı, Muhammed (s.a.v)'in Peygamberliği ve kendisine vahy edilme olayı hakkında şüpheleri meydana getirmek için Salman Rüşdü'yü ortaya çıkarttı. Daha önce, 1923'te İngiliz Kilisesi, şeytanların Muhammed'e vahy ettiğini batıl iddia ve iftirasını ortaya attı. Bunu tutturamadı. 1959'da İngiliz Müsteşriki Montgamry Watt, bir kitapta bu batıl iddia ve iftirayı tekrar yayınladı. Geçen sene İngilizler bu sefer müslümanların sapık çocuklarından birisi olan Rüşdü'ye böyle iftiraları yazdırdılar.
Böylece o sapık, "Şeytan Ayetleri" kitabını çıkarttı. İngilizler, bu şekilde iftiralarını ve yalan iddialarını tekrarlamak üzere ısrarlı görünüyorlar. Bunun manası, İslâm'a ve müslümanlara düşmanlıkları üzerine ısrarlıdırlar. Zaten, İngilizler'den böyle şeyin çıkması garip değildir. Şöyle ki: Haçlı seferlerinden beri İngilizler İslâm'a, Devletine ve müslümanlara hile ve tuzak kurmaya başladılar. O seferlerde Haçlılara liderlik ettiler. İslâm Devleti olan Osmanlı Devleti'ni ve Hilâfet'i yıkmak için çok uğraştılar ve yıkabildiler. Yahudileri Filistin'e yerleştirdiler. Ve hâlâ İslâm'a karşı ve İslâm Devleti'nin kurulmasını engellemek için çalışmaktadırlar.
1979'da Amerikan İstihbarat Teşkilatı (CIA)'nın (Kahire'de) sorumlusu Mısır'daki hükümete, İslâmi Cemaatler ve Hizbler'le savaşmak için bir rapor sunuyor. Birer tavsiyeler şeklinde yayınlıyor. Bu tavsiyelerin üçüncü kısmının birinci bendinde; "Muhammed'in Sünnetine ve diğer İslâmi kaynaklara karşı saldırmayı ve bunlar hakkında şüphe ve kuşku çıkartma kampanyaları düzenlemeyi" öneriyorlar. Yine tavsiyelerde; "İslâm Hilâfeti'nin bütün asırlar boyunca kötülüklerini bariz şekilde göstermeyi" öneriyor. Özellikle Osmanlıların Halifeliklerine...
Bunların amaçları, müslümanlar teşri etme (yasama) kaynağından mahrum olsunlar, böylece fıkıhsız, tarihsiz ve fikirsiz olsunlar. Sünneti yıktıktan sonra Kur'an'ı kolayca yıkabileceklerini zannediyorlar. Çünkü, Kur'an'ı tefsir eden ve açıklayan sünnet yok olacak diye düşünüyorlar. Böylece Kur'an, müphem (belirsiz) anlaşılmaz hale gelir ki herkes istediği gibi onu te'vil etsin, şartlara ve adetlere uydursunlar, sadece onun ismi kalsın. Bu olunca; Batılılar, müslümanlara dinlerinden uzaklaştırıp kolayca sömürecekler ve onlara hakim olacaklar. Aynı zamanda, İslâm Hilâfeti'ni kurma yoluyla İslâm hayatının yeniden başlatılmasını ve kendi (Batılıların) memleketlerine İslâm Devleti'nin yüklenmesini engelliyecekler, bunun için çalışan samimi Hizb ve Cemaatların çalışmalarını boşa çıkartacaklar ve bunların tehlikesinden kurtulmuş olacaklar. Nitekim, İslâm Devleti'nin kurulmasını kolaylaştıran husus, müslümanların İslâm'a, teşri, tefekkür ve siyaset kaynakları olan Kur'an ve Sünnet'e, eski şanlı ve onurlu, zaferlerle dolu olan İslâm Devleti'nin tarihine güvenmeleridir.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt