HUSEYIN SASMAZ
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 11 Eyl 2009
- Mesajlar
- 1,204
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 61
SÜNNET'İN KUR'AN'LA ALAKASI VE ROLÜ
1- Sünnet'in birinci kısmı:
Burada Sünnet'in Kur'an'la alâkası ve rolünü izah etmek gerekir. Sünnet, Kur'an'ın mücmel manasını açıklar. Yani, detaylarını gösterir ve izahlar getirir.
Allahû Teâlâ şöyle buyurdu:
بالبينات والزبر وأنزلنا إليك الذكر لتبين للناس ما نزل إليهم ولعلهم يتفكرون “Apaçık mucizeler ve kitaplarla (gönderildiler). İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik.” (Nahl 44)
Misal olarak; Kur'an'da namazla ilgili ahkâm mücmel olarak geçti. Sünnet ise namazın keyfiyetini, rekât sayılarını, vakitlerini, şartlarını ve onu bozan hususları açıkladı.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu: "Namazı, ben nasıl kılıyorsam sizde öylece kılın.” (Buhari)
Hacc hususu da mücmel olarak geçti. Detayları Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem gösterdi.
Şöyle buyurdu: "Hacc ile ilgili menasık/hususları benden alınız." (Ahmed b. Hanbel, Musned)
Bunlara benzer birçok konu Kur'an'da mücmel olarak geçti, Sünnet onun detaylarını açıkladı.
2- Sünnetin ikinci kısmı:
Sünnetin ikinci kısmı ise, umumi/genel lafzı tahsis etmesi/özelleştirmesidir. Misal olarak;
Allahû Teâlâ şöyle buyurdu:
يوصيكم الله في أولادكم للذكر مثل حظ الأنثيين “Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe, kadının payının iki misli (miras vermenizi) emreder…” (Nisa 11)
Bu ayeti kerimede her babanın miras bıraktığı ve her çocuğun varis olduğu belirtiliyor. Fakat bu, genel lafızdır. Sünnet ise, bunu bazı durumlarda tahsis etti. Yani bunun özel durumlarını gösterdi. Şöyle ki;
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu: "Peygamberler ne dinar ne de dirhem miras bırakmazlar.” (Ebu Davud, Tirmizi, İbn Mace)
Biz peygamberler topluluğu geriye miras bırakmayız. Bizim bıraktığımız, ancak sadakadır.” (Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi ve Nesai)
Bu özel bir durumdur. Onun için Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in bıraktığı mirastan kızları hiç bir şey alamadılar.
Bu ayeti tahsis eden başka bir durum daha var.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu: "Katil mirasçı olmaz." (Ebu Davud)
“Katil varis olamaz.” (Tirmizi, Feraiz 17)
Bir kişi babasını öldürdüğü takdirde babasına varis olmaz. İşte, bu hadis ayeti bir konum için tahsis etti. Buna benzer, genel ifadeli ayetler ve bu ayetleri tahsis eden hadisler mevcuttur. Dolayısıyla Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem müçtehid olsaydı böylesi tahsisler getirmezdi. Çünkü müçtehid, tahsisler ve özelleştirmeler getirmez. Müçtehid sadece Ku'an'ın genel ifadelerini ve bunları tahsis eden hadisleri bulmaya ve anlamaya çalışır.
Nitekim, bu hadisler Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'e Allah'tan vahy edildi. Mücmel ifadeli ayetlerin detaylarını açıklayan ayetler gibi. Bunlar da Rasûl'e vahy edildi. Dolayısıyla bir içtihadın ürünü olamaz. Müçtehidin böyle bir yol tutma veya kendisine bu şekilde bir usul benimseme hakkı da yoktur. Müçtehidden kaynaklanan böyle bir durumla karşılaşılırsa doğrudan reddedilir. Ayrıca bu detaylar ve getirilen tahsisler içtihad ürünü olsaydı, başka müçtehit tarafından değiştirilebilme imkânı doğacaktı. Böylesi bir durumda da Kur'an insanların elinde oyuncak olacaktı. Hâlbuki insanların rolü, sırf Kur'an'ı anlamak ve uygulamaktır. Ayrıca Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, böyle tahsisler ve detayları nereden bilecekti? O hevesine göre bunları söylemesi de mümkün değildir. Çünkü Kur'an'ın nassına ters düşer. Kur'an, Rasûl'ün hevesine göre konuşmadığını gösterdi. Tahsis getirme işi Arapların adetlerinden de değildir. Araplar böyle şeyleri bilmezler. Olsa dahi Arapların ve diğer insanların adetlerine asla uyulmaz. Çünkü Allahû Teâlâ bunu nehyetti.
Allahu Teala bu hususta şöyle buyurdu:
وإذا قيل لهم تعالوا إلى ما أنزل الله وإلى الرسول قالوا حسبنا ما وجدنا عليه آباءنا أولو كان آباؤهم لا يعلمون شيئا ولا يهتدون “Onlara, "Allah'ın indirdiğine (Kur'an'a) ve Resûl'e (Sünnet'e) gelin" denildiği vakit, "Babalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol) bize yeter" derler. Ataları hiçbir şey bilmiyor ve doğru yol üzerinde bulunmuyor iseler de mi?” (Maide 104)
Ayrıca, detaylar ve tahsisler başka dinlere bakarak, örnek alarak da getirilemez. Nitekim, Müslümanların diğer dinlere uymaları caiz değildir. Diğer din sahiplerinin İslam’a uymaları gerekir. Çünkü İslam, diğer dinleri nesh etti/kaldırdı.
Allahû Teâlâ şöyle buyurdu:
وأنزلنا إليك الكتاب بالحق مصدقا لما بين يديه من الكتاب ومهيمنا عليه فاحكم بينهم بما أنزل الله ولا تتبع أهواءهم عما جاءك من الحق لكل جعلنا منكم شرعة ومنهاجا “Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitab'ı (Kur'an'ı) gönderdik. Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet; sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma…” (Maide 48)
3- Sünnet'in üçüncü kısmı:
Kur'an'da mutlak ifadeli ayetler geçti. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, bu mutlak ayetler için kayıtlar/sınırlandırmalar gösterdi.
Misal olarak;
والسارق والسارقة فاقطعوا أيديهما "Erkek ve kadın hırsızın ellerini kesin." (Maide 38) ayetinde geçen el kesmeye meselesine getirilen gibi.
Bu ayetin lafzı/ifadesi mutlaktır. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, el kesme ilgili hususta sınırlandırmalar getirdi.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:
“Çeyrek dinar veya daha fazla miktar çalanın eli kesilir.” (Buhârî, hudûd 13; Ebû Davud, hudûd 12; Tirmizî, hudûd 16) Bu sözün manası Allah'tan gelmiştir. Fakat, ayet olarak değil. Rasûl'ün gösterdiği kayıtlar/sınırlandırmalar vahydir. Aynen, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem 'in gösterdiği detaylar ve tahsisler gibidir.
4- Sünnetin dördüncü kısmı:
Sünnet'in başka bir kısmı da; bir fer'i aslına ilhak etmek'tir. Şöyle ki; Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem yeni bir şey söyler, fakat bunun aslı/temeli Kur'an'da mevcuttur. Misal olarak; "Ayrıca size ehli eşekler ve onların atları, katırları, vahşi hayvanlardan her bir kesici dişi olan, kuşlardan da her bir pençeleri olan haramdır!” buyurdular.” (Ebu Davud)
Hadiste sıralanan hayvanların haramlılığına dair Kur'an'da herhangi bir ifade geçmedi. Bu sonradan konulan teşri'lerdendir. Fakat, Kur'an'da bunların aslı mevcuttur.
Allahû Teâlâ şöyle buyurdu:
ويحل لهم الطيبات ويحرم عليهم الخبائث "O (Peygamber), onlara temiz olanı helal ve pis olanı haram kılar." (A'raf 157)
Bu ayet; Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in teşri edici olduğuna -yani Sünnet'in şeriatın bir kaynağı olduğuna- kesin bir delildir. Allahû Teâlâ Rasûl'ü hakkında; "O (Peygamber), onlara temiz olanı helal ve pis olanı haram kılar.” diye niteledi.
Böylece Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem evcil eşeklerin, katırların, dişi kesici olan vahşi hayvanların ve tırnağı kesici olan kuşların etlerinin pis olduğunu açıklayarak onları haram kıldı. Tıpkı, Kur'an'da Allahû Teâlâ’nın leşin, domuzun etini ve kanın pis olduğunu açıkladığı ve haram kıldığı gibidir.
Müçtehid veya düşünür bir şeyi haram veya helâl kılabilir mi? Elbette ki hayır. Dolayısıyla bu ayetle Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in teşri edici olduğu -yani Sünnet'in şeriatın bir kaynağı olduğu- kesin şekilde anlaşılır. Böylece ortada herhangi bir şüphe kalmaz.
Ayetin tamamı şöyledir:
الذين يتبعون الرسول النبي الأمي الذي يجدونه مكتوبا عندهم في التوراة والإنجيل يأمرهم بالمعروف وينهاهم عن المنكر ويحل لهم الطيبات ويحرم عليهم الخبائث ويضع عنهم إصرهم والأغلال التي كانت عليهم فالذين آمنوا به وعزروه ونصروه واتبعوا النور الذي أنزل معه أولئك هم المفلحون “Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber'e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nur'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.” (A'raf 157)
Rasûl’ün, bir şeyi helâl veya haram kıldığı bu ayetle bildirildi. Bu Kur'an’ın dışında olduğuna dair bir ifadedir. Çünkü, ayetin sonunda; "ve onunla beraber indirilen Nur'a (Kur'an'a) uyanlar" ifadesini kullanarak ayrıca Kur'an'dan söz etti. Bundan dolayı, Rasûl'ün getirdiği Sünnet'e inanmak gereklidir.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, Kur’an’da hükmü geçmeyen kertenkele hakkında sorulunca şöyle cevap verdi: "Onu yemem ve onu haram kılmam." (Buhari)
Böylece, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem kertenkeleyi temiz olan şeylere dahil etti. Halbuki, Rasûl kendisi onu sevmiyordu ve ondan hiç hoşlanmıyordu.
Hz. Câbir Radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah Aleyhissalâtu Vesselâm kertenkeleyi haram kılmadı. Lakin ondan tiksindi. O, bütün çobanların yiyeceğidir. Allah Teâla hazretleri ondan birçok kimseleri faydalandırır, yanımda olsaydı ben de yerdim." (Buhari)
Keza, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem tavşanı yemedi, fakat onun yenmesini sahabelere müsaade etti.
Hâlid İbnu´l-Huveyris Radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam bir tavşan avladı ve Abdullah İbnu Ömer Radıyallahu Anhümâ´ya gelip: "Ne dersiniz (bunun eti yenir mi?)" diye sordu. Abdullah: "Tavşan Resulullah Aleyhissalâtu Vesselâm´a da (böyle avlanıp) getirilmişti. Ben de o sırada yanında oturuyordum. Ondan ne yedi ne de onun yenmesini yasakladı, tavşanın hayız gördüğüne inanıyordu" dedi." (Ebû Dâvud, Et´ime 27)
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem kendisine bu konularda vahy gelmemiş olsaydı kertenkele ve tavşan etini haram kılardı. Çünkü bunları hiç sevmiyordu ve onlardan hoşlanmıyordu.
5- Sünnet'in beşinci kısmı:
Ayrıca, hükmü Kur'an'da geçmeyen başka konular hakkında hüküm verdi. Bunlardan; Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bir erkek; eşinin halasıyla, eşinin teyzesiyle, eşinin erkek kardeşinin veya kız kardeşinin kızlarıyla evlenemez diye yasak getirdi. Böylesi evlilikleri haram kıldı. Bunların hükmü Kur'an'da geçmemesine rağmen Kur'an'da bunun aslı mevcuttur.
Allahû Teâlâ şöyle buyurdu:
وحلائل أبنائكم الذين من أصلابكم وأن تجمعوا بين الأختين إلا ما قد سلف Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi birden almak da size haram kılındı; ancak geçen geçmiştir." (Nisa 23)
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in getirdiği yasaklık Kur'an'da geçmiyordu. Araplar da böyle bir yasaklılığı bilmiyorlardı. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem hevesine göre böyle yasak getirmesi mümkün değildir. Ancak, vahyin emrine göre bunu yapabilir.
6- Sünnet'in altıncı kısmı:
Kur'an'da hiç aslı geçmeyen yepyeni teşrileri getirmesidir. Misal olarak;
"Üç senedir işletmeden toprağı elde tutmakta, hiç bir kimsenin hakkı yoktur." (Ebu Davud)
"İnsanlar şu üç hususta ortaktırlar: Su, mera (otlak yerleri) ve ateş'tir." (Buhari)
İslâm Devleti tebasından olan kişilerin dış ticaretlerine herhangi bir vergi veya gümrük konmaz. Zira bu konuda Darimi, Ahmed b. Hanbel ve Ebu Ubeyd, Ukbe b. Amr’dan Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Gümrük vergisi alan cennete giremez.” (Ebu Davud, Ahmed b. Hanbel, Daremi)
Kur'an'da hiç aslı ve benzeri bulunmayan, bu ve bunlara benzer birçok hadisler mevcuttur. Araplar da böyle bir şeyin mevcudiyetini bilmiyorlardı. Ayrıca Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem tarafından da böyle fikirlerin icad edilmesi mümkün olamaz. İcad edilince şeriat olmaz. Çünkü, şeriatımızı Allah'tan alırız ve bu ancak vahy yoluyla olur.
Bunun yolu ise;
-Lafız ve mana olarak Allah'tan gelen Kur'an yoludur/ayetlerdir.
-Sadece mana olarak Allah'tan gelen ise Sünnet yoludur.
Sünnet, yol manası taşımasına rağmen Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in sözü, ameli ve susması olarak tanınmıştır. Bir terim olarak kullanılmıştır. Onu kullanmak sakıncalı değildir. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bunu kullandı, sahabeler de kullandılar. Ayrıca nafile namaza da Sünnet denildi. Aynı kelimeyi bir kaç manada kullanmak sakıncalı değildir. Arapça'da bunun benzeri çoktur. Ruh kelimesi bir kaç manada kullanılır; hayatın sırrı/can, Cebrail ve şeriat manalarıyla Kur'an'da kullanıldı. Ayrıca, Allahû Teâlâ ile alâkayı idrak etmeye de ruh denildi.
Böylece; Sünnet'in Allah'tan bir vahy olduğu anlaşılır.
-Sünnet'le ilgili rivayet mütevatir olunca kesin şekilde vahy olur.
-Rivayet, mütevatir olmayıp haber-i ahad'la olunca zann-ı galip vahy olur.
-Haber-i ahad bir imam veya bir müçtehid tarafından sabit olmazsa kendisine göre zann-ı galip'le vahy olmaz.
Şu var ki; Sünnet konusu yalnız Şer’î hükümlerle sınırlı değildir. Akaid'le ilgili fikirler de içerir. Fakat, akaidle ilgili rivayetler mütevatir derecesinde olması gerekir. Mütevatir derecesinde değilse akideye/inanca delil teşkil etmez. O ancak mücerred manada sırf tasdik olur. Mütevatir olması mutlak manada inanca delil teşkil eder. Aksi halde mücerret tasdikten ileri geçmez.
Kur'an'da geçmeyip de mütevatir hadislerde geçen akaidle alakalı konular vardır. Örneğin; Bazı mü'minlerin, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem 'le Cennet'te, Havzu Kevser diye adlandırılan yerde buluşmasıyla alakalı rivayetler mütevatirdir.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bu konuda şöyle buyurdu:
“Ben âhirete sizden önce gideceğim ve sizin için hazırlık yapacağım; sizin Allah yolundaki hizmetlerinize şâhitlik edeceğim. Buluşma yerimiz Kevser havuzunun yanıdır. Ben şu bulunduğum yerden Kevser havuzunu görmekteyim. Ben sizin Allah’a şirk koşmanızdan korkmuyorum. Ama dünya hırsıyla birbirinizle didişip çekişmenizden korkuyorum.” (Buhârî, Megâzî 17; Müslim, Fezâil 31. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz 68-70; Nesâî, Cenâiz 61)
Bu hadisin Kur'an'da aslı yoktur. Mütavatir olduğu için inananlar/Müslümanlar için mutlak manada akideden/inançtan sayılır.
Mehdi, Mesih-i Deccal ve Kabir azabıyla ilgili rivayetler haber-i ahad olduğu için inanç/akide konusu haline getirilmez. Sadece mücerred bir tasdik olur.
Yine, Kur'an'da aslı olmayıp da hadislerde gaib’le/gelecekle ilgili rivayetler vardır: Bunlardan bazıları şu hadislerdir:
“Konstantiniye elbet bir gün fetholunacaktır; onu fetheden asker ne güzel askerdir; ve onu fetheden kumandan ne güzel kumandandır.” (Hâkim)
Kostantiniye'nin (İstanbul'un) fethiyle ilgili hadis’in vakıası gerçekleşmiştir.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'e: "Şu iki şehirden hangisi daha önce fethedilecektir ? Kostantiniyye mi ( İstanbul mu), yoksa Rumiye mi (Roma mı)?" diye sorulmuş, Rasulullah da: "Herakliyus'un (İstanbul) şehri önce fethedilecektir.” buyurmuştur. (Darimi, Mukaddime bab: 43; Müsned imam Ahmet, c. II, sh. 176 )
Roma fethiyle ilgili hadisin vakıası henüz gerçekleşmedi.
Diğer bir hadiste şöyle geçti:
İmam Ahmed İbn Hanbel, Huzeyfe Radiyallahu Anh’dan Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in şöyle dediğini rivayet etti: Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu: “Peygamberlik Allah’ın dilediği zamana kadar aranızda kalacak, sonra Allah dilediğinde onu kaldıracak. Sonra Allah’ın dilediği zamana kadar aranızda, Peygamberlik metodu üzere Raşidi Hilafet olacak. Sonra Allah dilediğinde onu kaldıracak. Daha sonra Allah’ın dilediği zamana kadar aranızda, ısırıcı krallık/melikler dönemi olacak. Sonra Allah dilediğinde onu da kaldıracak. Daha sonra Allah’ın dilediği zamana kadar aranızda, zorba diktatörlük olacak. Sonra Allah dilediğinde onu da kaldıracak. Daha sonra aranızda Peygamberlik metodu üzerinde, Raşidi Hilafet olacak.” dedi ve sustu.” (İmam Ahmed, Musned, 4/273)
Bu hadis, gelecekle alakalıdır. Hadiste bahsedilen dönemlerden bir kısmı gerçekleşti. Şu anda dördüncü dönem olan diktatörlük hükmetmektedir İslam beldeleri diktatörlerin yönetimi altındadır. Beşinci dönem olan, Peygamber'in metodu/yolu üzerine yürüyecek Raşid-i Hilâfet'in devletinin kurulmasını ise bütün Müslümanlar beklemektedir.
İşte, bu ve buna benzer gaible ilgili hadisler maharetli, müçtehid, aydın, düşünür, dahi veya bir siyasetçi tarafından bilinemez. Nitekim bunlar tahmin değil. Bunlar kahin olmayan, ilmini vahyden alan değerli bir Rasûl'ün sözüdür. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’den başkasının bu gibi bilgilere ulaşması mümkün değildir. Allahû Teâlâ Rasûlü'ne bazen gaible ilgili haberler bildireceğini açıkladı.
Allahu Teala şöyle buyurdu:
عالم الغيب فلا يظهر على غيبه أحدا(26)إلا من ارتضى من رسول فإنه يسلك من بين يديه ومن خلفه رصدا “O bütün görülmeyenleri bilir. Sırlarına kimseyi muttali kılmaz; Ancak, (bildirmeyi) dilediği peygamber bunun dışındadır. Çünkü O, bunun önünden ve ardından gözcüler salar.” (Cin 26-27)
Bu da Rasûl'e bir şeyi bildirmesi için ilham edileceğine dair bir delildir.
Yine, vahy rüya yoluyla gerçekleşebilir. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Allah Subhanehu Ve Teala'nın kendisine gösterdiği rüya yoluyla Mekke'ye gireceğini Müslümanlara müjdelemişti. Allah Subhanehu Ve Teala bunu gerçekleştirdi.
Bunun için şu ayeti indirdi:
لقد صدق الله رسوله الرؤيا بالحق لتدخلن المسجد الحرام “Andolsun ki Allah, elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz…” (Fetih 27)
Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’den önceki peygamberlere de rüya ile vahy ediliyordu.
Kur'an, Hz. İbrahim Aleyhisselam'ın rüyasını şöyle anlatıyor:
فلما بلغ معه السعي قال يابني إني أرى في المنام أني أذبحك فانظر ماذا ترى قال ياأبت افعل ما تؤمر ستجدني إن شاء الله من الصابرين “Babasıyla beraber yürüyüp gezecek çağa erişince: Yavrucuğum! Rüyada seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin? dedi. O da cevaben: Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşaAllah beni sabredenlerden bulursun, dedi.” (Saffat 102)
Cebrail/Cibril Aleyhisselam, ayet getirmenin dışında, bir kişinin suretine girerek Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in yanına geliyordu. Şu rivayette geçtiği gibi:
“Bir gün Allah Resûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz, mescitte Sahabe-i Kiram ile oturuyordu. O esnada cemaatin içinden birisi çıkageldi. Gelen kimse, beyaz elbiseli, siyah saçlı, güzel kokulu, üzerinde yol izi bulunmayan, kimsenin de tanımadığı birisi idi. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimizin huzuruna kadar geldi, selam verdi, edeple önüne oturdu, ellerini dizlerinin üzerine koydu ve kendisine sorular sormaya başladı. Önce;
“Ya Muhammed! Bana İslam’ın ne olduğunu haber verir misiniz? diye sordu. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz;
“İslam, Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in O’nun peygamberi olduğuna şehadet etmendir. Ayrıca namaz kılmandır, zekat vermendir, oruç tutmandır ve gücün yetiyorsa Allah’ın evini ziyaret edip hac yapmandır.” diye cevap verdi. Bu zat tekrar:
“Bana imanın ne olduğunu haber verir misiniz?” diye sordu.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz;
“İman, Allah’a, O’nun meleklerine, kitaplarına,
peygamberlerine, ahiret gününe, bütün iyilik ve kötülüğün bir kaderle meydana geldiğine inanmandır.” diye cevap verdi. Gelen zat, tekrar;
“İhsan nedir, bana ihsanı haber verir misin?” diye sordu;
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz;
“İhsan, Yüce Allah’ı görüyor gibi O’na ibadet etmendir. Her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da, O seni görmektedir, bunu kesin olarak bilmendir.” buyurdular. Gelen zat:
“Bana kıyametin ne zaman kopacağını haber verir misiniz?” diye sordu.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz;
“Bu konuda soru sorulan kimse, sorandan daha bilgili değildir, ben bu konuda kesin bir saat söyleyemem.” buyurdular. Fakat bu zatın sorusu üzerine kıyametin bazı alametlerinden haber verdiler.
Bu soruları soran zat izin isteyip kalktı, cemaatin içine daldı, bir anda gözden kayboldu. Sahabe-i kiram dikkatini Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz’e çevirmişlerdi. Bir ara Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem:
“Şu soru soranı bulup bana getirin!” buyurdular; Sahabe geleni aradı, fakat bulamadı. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz;
“O Cibril’di; size dininizi öğretmeye geldi.” buyurdular. (Buhari, İman,37; Müslim, İman,1)
Ayrıca Cebrail Aleyhisselam, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’e namaz kılma keyfiyetini öğretti. Şöyle buyurdu:
“Cebrail bana Beytullah’ın yanında iki kere imamlık yaptı. Bunlardan birincide, öğle namazını gölge ayakkabı bağı kadarken kıldı. Sonra ikindiyi her şeyin gölgesi kendisi kadar olunca kıldı. Sonra akşamı, güneş battığı ve oruçlunun orucunu açtığı zaman kıldı. Sonra yatsıyı, ufuktaki aydınlık kaybolunca kıldı. Sonra sabahı şafak sökünce ve oruçluya bir şey yemek yasak olunca kıldı.
İkinci seferde ise;
Öğleyi, dünkü ikindinin vaktinde her şeyin gölgesi kendisi kadar olunca kıldı. Sonra ikindiyi her şeyin gölgesi kendisinin iki misli olunca kıldı. Sonra akşamı önceki vaktinde kıldı. Sonra yatsıyı gecenin üçte biri geçince kıldı. Sonra sabahı, yeryüzü ağarınca kıldı.
Sonra bana yönelerek şöyle dedi:
- Ey Muhammed! Bunlar senden önceki peygamberlerin vaktidir. Namaz vakti de bu iki vakit arasında kalan zamandır.” (Tirmizî, Salât 1; Ebu Davud, Salât 2.)
Başka bir rivayette şöyle geçti:
Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem, Hiradan döndüğü ve Mekke´nin yukarı tarafında bulunduğu sırada Cebrail Aliyhisselam, gelip vadinin bir köşesinde ökçesini yere vurdu. Oradan, bir su kaynadı.
Cebrail Aleyhisselam, ondan Abdest aldı.
Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem, Cebrail Aleyhisselamin Abdest alışına bakıyordu. Cebrail Aleyhisselam, namaz için nasıl abdest alınıp temizlenileceğini görsün diye, yüzünü dirseklerine kadar ellerini yıkadı. Ağzını, su ile çalkaladı. Burnuna, su çekti ve ona, abdest almayı, namaz kılmayı öğretti.
Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem de hanımı Hazreti Haticeye, Cebrail Aleyhisselam’ın öğrettiklerini öğretti. (İbn Hişâm, 1/260-261; Tecrid Tercemesi, 2/231, (Hadis No: 227'nin açıklaması.)
Bütün bunlar, Rasûl Sallallahu Aleyhi Vesellem'in icadı değildir. Bunları keyfi veya kendi aklından da çıkartmadı. Sabah namazının farzının iki, öğlenin farzının dört, ikindinin farzının dört, akşamım üç ve yatsının dört rekat oluşunu Kur'an'da geçmediği halde Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem kendisi belirlememiştir. Onları belirleyen Allahu Teala’dır. Yine Kur’anın dışında bu şekilde vahyeden de Allahu Teala’dır. Bundan dolayı Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in getirdikleri kendi görüşleri değil vahydir. Ona hiç şüphe duymadan inanılması ve ittiba olunması gerekir.
1- Sünnet'in birinci kısmı:
Burada Sünnet'in Kur'an'la alâkası ve rolünü izah etmek gerekir. Sünnet, Kur'an'ın mücmel manasını açıklar. Yani, detaylarını gösterir ve izahlar getirir.
Allahû Teâlâ şöyle buyurdu:
بالبينات والزبر وأنزلنا إليك الذكر لتبين للناس ما نزل إليهم ولعلهم يتفكرون “Apaçık mucizeler ve kitaplarla (gönderildiler). İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik.” (Nahl 44)
Misal olarak; Kur'an'da namazla ilgili ahkâm mücmel olarak geçti. Sünnet ise namazın keyfiyetini, rekât sayılarını, vakitlerini, şartlarını ve onu bozan hususları açıkladı.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu: "Namazı, ben nasıl kılıyorsam sizde öylece kılın.” (Buhari)
Hacc hususu da mücmel olarak geçti. Detayları Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem gösterdi.
Şöyle buyurdu: "Hacc ile ilgili menasık/hususları benden alınız." (Ahmed b. Hanbel, Musned)
Bunlara benzer birçok konu Kur'an'da mücmel olarak geçti, Sünnet onun detaylarını açıkladı.
2- Sünnetin ikinci kısmı:
Sünnetin ikinci kısmı ise, umumi/genel lafzı tahsis etmesi/özelleştirmesidir. Misal olarak;
Allahû Teâlâ şöyle buyurdu:
يوصيكم الله في أولادكم للذكر مثل حظ الأنثيين “Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe, kadının payının iki misli (miras vermenizi) emreder…” (Nisa 11)
Bu ayeti kerimede her babanın miras bıraktığı ve her çocuğun varis olduğu belirtiliyor. Fakat bu, genel lafızdır. Sünnet ise, bunu bazı durumlarda tahsis etti. Yani bunun özel durumlarını gösterdi. Şöyle ki;
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu: "Peygamberler ne dinar ne de dirhem miras bırakmazlar.” (Ebu Davud, Tirmizi, İbn Mace)
Biz peygamberler topluluğu geriye miras bırakmayız. Bizim bıraktığımız, ancak sadakadır.” (Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi ve Nesai)
Bu özel bir durumdur. Onun için Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in bıraktığı mirastan kızları hiç bir şey alamadılar.
Bu ayeti tahsis eden başka bir durum daha var.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu: "Katil mirasçı olmaz." (Ebu Davud)
“Katil varis olamaz.” (Tirmizi, Feraiz 17)
Bir kişi babasını öldürdüğü takdirde babasına varis olmaz. İşte, bu hadis ayeti bir konum için tahsis etti. Buna benzer, genel ifadeli ayetler ve bu ayetleri tahsis eden hadisler mevcuttur. Dolayısıyla Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem müçtehid olsaydı böylesi tahsisler getirmezdi. Çünkü müçtehid, tahsisler ve özelleştirmeler getirmez. Müçtehid sadece Ku'an'ın genel ifadelerini ve bunları tahsis eden hadisleri bulmaya ve anlamaya çalışır.
Nitekim, bu hadisler Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'e Allah'tan vahy edildi. Mücmel ifadeli ayetlerin detaylarını açıklayan ayetler gibi. Bunlar da Rasûl'e vahy edildi. Dolayısıyla bir içtihadın ürünü olamaz. Müçtehidin böyle bir yol tutma veya kendisine bu şekilde bir usul benimseme hakkı da yoktur. Müçtehidden kaynaklanan böyle bir durumla karşılaşılırsa doğrudan reddedilir. Ayrıca bu detaylar ve getirilen tahsisler içtihad ürünü olsaydı, başka müçtehit tarafından değiştirilebilme imkânı doğacaktı. Böylesi bir durumda da Kur'an insanların elinde oyuncak olacaktı. Hâlbuki insanların rolü, sırf Kur'an'ı anlamak ve uygulamaktır. Ayrıca Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, böyle tahsisler ve detayları nereden bilecekti? O hevesine göre bunları söylemesi de mümkün değildir. Çünkü Kur'an'ın nassına ters düşer. Kur'an, Rasûl'ün hevesine göre konuşmadığını gösterdi. Tahsis getirme işi Arapların adetlerinden de değildir. Araplar böyle şeyleri bilmezler. Olsa dahi Arapların ve diğer insanların adetlerine asla uyulmaz. Çünkü Allahû Teâlâ bunu nehyetti.
Allahu Teala bu hususta şöyle buyurdu:
وإذا قيل لهم تعالوا إلى ما أنزل الله وإلى الرسول قالوا حسبنا ما وجدنا عليه آباءنا أولو كان آباؤهم لا يعلمون شيئا ولا يهتدون “Onlara, "Allah'ın indirdiğine (Kur'an'a) ve Resûl'e (Sünnet'e) gelin" denildiği vakit, "Babalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol) bize yeter" derler. Ataları hiçbir şey bilmiyor ve doğru yol üzerinde bulunmuyor iseler de mi?” (Maide 104)
Ayrıca, detaylar ve tahsisler başka dinlere bakarak, örnek alarak da getirilemez. Nitekim, Müslümanların diğer dinlere uymaları caiz değildir. Diğer din sahiplerinin İslam’a uymaları gerekir. Çünkü İslam, diğer dinleri nesh etti/kaldırdı.
Allahû Teâlâ şöyle buyurdu:
وأنزلنا إليك الكتاب بالحق مصدقا لما بين يديه من الكتاب ومهيمنا عليه فاحكم بينهم بما أنزل الله ولا تتبع أهواءهم عما جاءك من الحق لكل جعلنا منكم شرعة ومنهاجا “Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitab'ı (Kur'an'ı) gönderdik. Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet; sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma…” (Maide 48)
3- Sünnet'in üçüncü kısmı:
Kur'an'da mutlak ifadeli ayetler geçti. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, bu mutlak ayetler için kayıtlar/sınırlandırmalar gösterdi.
Misal olarak;
والسارق والسارقة فاقطعوا أيديهما "Erkek ve kadın hırsızın ellerini kesin." (Maide 38) ayetinde geçen el kesmeye meselesine getirilen gibi.
Bu ayetin lafzı/ifadesi mutlaktır. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, el kesme ilgili hususta sınırlandırmalar getirdi.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:
“Çeyrek dinar veya daha fazla miktar çalanın eli kesilir.” (Buhârî, hudûd 13; Ebû Davud, hudûd 12; Tirmizî, hudûd 16) Bu sözün manası Allah'tan gelmiştir. Fakat, ayet olarak değil. Rasûl'ün gösterdiği kayıtlar/sınırlandırmalar vahydir. Aynen, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem 'in gösterdiği detaylar ve tahsisler gibidir.
4- Sünnetin dördüncü kısmı:
Sünnet'in başka bir kısmı da; bir fer'i aslına ilhak etmek'tir. Şöyle ki; Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem yeni bir şey söyler, fakat bunun aslı/temeli Kur'an'da mevcuttur. Misal olarak; "Ayrıca size ehli eşekler ve onların atları, katırları, vahşi hayvanlardan her bir kesici dişi olan, kuşlardan da her bir pençeleri olan haramdır!” buyurdular.” (Ebu Davud)
Hadiste sıralanan hayvanların haramlılığına dair Kur'an'da herhangi bir ifade geçmedi. Bu sonradan konulan teşri'lerdendir. Fakat, Kur'an'da bunların aslı mevcuttur.
Allahû Teâlâ şöyle buyurdu:
ويحل لهم الطيبات ويحرم عليهم الخبائث "O (Peygamber), onlara temiz olanı helal ve pis olanı haram kılar." (A'raf 157)
Bu ayet; Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in teşri edici olduğuna -yani Sünnet'in şeriatın bir kaynağı olduğuna- kesin bir delildir. Allahû Teâlâ Rasûl'ü hakkında; "O (Peygamber), onlara temiz olanı helal ve pis olanı haram kılar.” diye niteledi.
Böylece Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem evcil eşeklerin, katırların, dişi kesici olan vahşi hayvanların ve tırnağı kesici olan kuşların etlerinin pis olduğunu açıklayarak onları haram kıldı. Tıpkı, Kur'an'da Allahû Teâlâ’nın leşin, domuzun etini ve kanın pis olduğunu açıkladığı ve haram kıldığı gibidir.
Müçtehid veya düşünür bir şeyi haram veya helâl kılabilir mi? Elbette ki hayır. Dolayısıyla bu ayetle Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in teşri edici olduğu -yani Sünnet'in şeriatın bir kaynağı olduğu- kesin şekilde anlaşılır. Böylece ortada herhangi bir şüphe kalmaz.
Ayetin tamamı şöyledir:
الذين يتبعون الرسول النبي الأمي الذي يجدونه مكتوبا عندهم في التوراة والإنجيل يأمرهم بالمعروف وينهاهم عن المنكر ويحل لهم الطيبات ويحرم عليهم الخبائث ويضع عنهم إصرهم والأغلال التي كانت عليهم فالذين آمنوا به وعزروه ونصروه واتبعوا النور الذي أنزل معه أولئك هم المفلحون “Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber'e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nur'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.” (A'raf 157)
Rasûl’ün, bir şeyi helâl veya haram kıldığı bu ayetle bildirildi. Bu Kur'an’ın dışında olduğuna dair bir ifadedir. Çünkü, ayetin sonunda; "ve onunla beraber indirilen Nur'a (Kur'an'a) uyanlar" ifadesini kullanarak ayrıca Kur'an'dan söz etti. Bundan dolayı, Rasûl'ün getirdiği Sünnet'e inanmak gereklidir.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, Kur’an’da hükmü geçmeyen kertenkele hakkında sorulunca şöyle cevap verdi: "Onu yemem ve onu haram kılmam." (Buhari)
Böylece, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem kertenkeleyi temiz olan şeylere dahil etti. Halbuki, Rasûl kendisi onu sevmiyordu ve ondan hiç hoşlanmıyordu.
Hz. Câbir Radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah Aleyhissalâtu Vesselâm kertenkeleyi haram kılmadı. Lakin ondan tiksindi. O, bütün çobanların yiyeceğidir. Allah Teâla hazretleri ondan birçok kimseleri faydalandırır, yanımda olsaydı ben de yerdim." (Buhari)
Keza, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem tavşanı yemedi, fakat onun yenmesini sahabelere müsaade etti.
Hâlid İbnu´l-Huveyris Radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam bir tavşan avladı ve Abdullah İbnu Ömer Radıyallahu Anhümâ´ya gelip: "Ne dersiniz (bunun eti yenir mi?)" diye sordu. Abdullah: "Tavşan Resulullah Aleyhissalâtu Vesselâm´a da (böyle avlanıp) getirilmişti. Ben de o sırada yanında oturuyordum. Ondan ne yedi ne de onun yenmesini yasakladı, tavşanın hayız gördüğüne inanıyordu" dedi." (Ebû Dâvud, Et´ime 27)
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem kendisine bu konularda vahy gelmemiş olsaydı kertenkele ve tavşan etini haram kılardı. Çünkü bunları hiç sevmiyordu ve onlardan hoşlanmıyordu.
5- Sünnet'in beşinci kısmı:
Ayrıca, hükmü Kur'an'da geçmeyen başka konular hakkında hüküm verdi. Bunlardan; Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bir erkek; eşinin halasıyla, eşinin teyzesiyle, eşinin erkek kardeşinin veya kız kardeşinin kızlarıyla evlenemez diye yasak getirdi. Böylesi evlilikleri haram kıldı. Bunların hükmü Kur'an'da geçmemesine rağmen Kur'an'da bunun aslı mevcuttur.
Allahû Teâlâ şöyle buyurdu:
وحلائل أبنائكم الذين من أصلابكم وأن تجمعوا بين الأختين إلا ما قد سلف Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi birden almak da size haram kılındı; ancak geçen geçmiştir." (Nisa 23)
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in getirdiği yasaklık Kur'an'da geçmiyordu. Araplar da böyle bir yasaklılığı bilmiyorlardı. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem hevesine göre böyle yasak getirmesi mümkün değildir. Ancak, vahyin emrine göre bunu yapabilir.
6- Sünnet'in altıncı kısmı:
Kur'an'da hiç aslı geçmeyen yepyeni teşrileri getirmesidir. Misal olarak;
"Üç senedir işletmeden toprağı elde tutmakta, hiç bir kimsenin hakkı yoktur." (Ebu Davud)
"İnsanlar şu üç hususta ortaktırlar: Su, mera (otlak yerleri) ve ateş'tir." (Buhari)
İslâm Devleti tebasından olan kişilerin dış ticaretlerine herhangi bir vergi veya gümrük konmaz. Zira bu konuda Darimi, Ahmed b. Hanbel ve Ebu Ubeyd, Ukbe b. Amr’dan Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Gümrük vergisi alan cennete giremez.” (Ebu Davud, Ahmed b. Hanbel, Daremi)
Kur'an'da hiç aslı ve benzeri bulunmayan, bu ve bunlara benzer birçok hadisler mevcuttur. Araplar da böyle bir şeyin mevcudiyetini bilmiyorlardı. Ayrıca Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem tarafından da böyle fikirlerin icad edilmesi mümkün olamaz. İcad edilince şeriat olmaz. Çünkü, şeriatımızı Allah'tan alırız ve bu ancak vahy yoluyla olur.
Bunun yolu ise;
-Lafız ve mana olarak Allah'tan gelen Kur'an yoludur/ayetlerdir.
-Sadece mana olarak Allah'tan gelen ise Sünnet yoludur.
Sünnet, yol manası taşımasına rağmen Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in sözü, ameli ve susması olarak tanınmıştır. Bir terim olarak kullanılmıştır. Onu kullanmak sakıncalı değildir. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bunu kullandı, sahabeler de kullandılar. Ayrıca nafile namaza da Sünnet denildi. Aynı kelimeyi bir kaç manada kullanmak sakıncalı değildir. Arapça'da bunun benzeri çoktur. Ruh kelimesi bir kaç manada kullanılır; hayatın sırrı/can, Cebrail ve şeriat manalarıyla Kur'an'da kullanıldı. Ayrıca, Allahû Teâlâ ile alâkayı idrak etmeye de ruh denildi.
Böylece; Sünnet'in Allah'tan bir vahy olduğu anlaşılır.
-Sünnet'le ilgili rivayet mütevatir olunca kesin şekilde vahy olur.
-Rivayet, mütevatir olmayıp haber-i ahad'la olunca zann-ı galip vahy olur.
-Haber-i ahad bir imam veya bir müçtehid tarafından sabit olmazsa kendisine göre zann-ı galip'le vahy olmaz.
Şu var ki; Sünnet konusu yalnız Şer’î hükümlerle sınırlı değildir. Akaid'le ilgili fikirler de içerir. Fakat, akaidle ilgili rivayetler mütevatir derecesinde olması gerekir. Mütevatir derecesinde değilse akideye/inanca delil teşkil etmez. O ancak mücerred manada sırf tasdik olur. Mütevatir olması mutlak manada inanca delil teşkil eder. Aksi halde mücerret tasdikten ileri geçmez.
Kur'an'da geçmeyip de mütevatir hadislerde geçen akaidle alakalı konular vardır. Örneğin; Bazı mü'minlerin, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem 'le Cennet'te, Havzu Kevser diye adlandırılan yerde buluşmasıyla alakalı rivayetler mütevatirdir.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bu konuda şöyle buyurdu:
“Ben âhirete sizden önce gideceğim ve sizin için hazırlık yapacağım; sizin Allah yolundaki hizmetlerinize şâhitlik edeceğim. Buluşma yerimiz Kevser havuzunun yanıdır. Ben şu bulunduğum yerden Kevser havuzunu görmekteyim. Ben sizin Allah’a şirk koşmanızdan korkmuyorum. Ama dünya hırsıyla birbirinizle didişip çekişmenizden korkuyorum.” (Buhârî, Megâzî 17; Müslim, Fezâil 31. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz 68-70; Nesâî, Cenâiz 61)
Bu hadisin Kur'an'da aslı yoktur. Mütavatir olduğu için inananlar/Müslümanlar için mutlak manada akideden/inançtan sayılır.
Mehdi, Mesih-i Deccal ve Kabir azabıyla ilgili rivayetler haber-i ahad olduğu için inanç/akide konusu haline getirilmez. Sadece mücerred bir tasdik olur.
Yine, Kur'an'da aslı olmayıp da hadislerde gaib’le/gelecekle ilgili rivayetler vardır: Bunlardan bazıları şu hadislerdir:
“Konstantiniye elbet bir gün fetholunacaktır; onu fetheden asker ne güzel askerdir; ve onu fetheden kumandan ne güzel kumandandır.” (Hâkim)
Kostantiniye'nin (İstanbul'un) fethiyle ilgili hadis’in vakıası gerçekleşmiştir.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'e: "Şu iki şehirden hangisi daha önce fethedilecektir ? Kostantiniyye mi ( İstanbul mu), yoksa Rumiye mi (Roma mı)?" diye sorulmuş, Rasulullah da: "Herakliyus'un (İstanbul) şehri önce fethedilecektir.” buyurmuştur. (Darimi, Mukaddime bab: 43; Müsned imam Ahmet, c. II, sh. 176 )
Roma fethiyle ilgili hadisin vakıası henüz gerçekleşmedi.
Diğer bir hadiste şöyle geçti:
İmam Ahmed İbn Hanbel, Huzeyfe Radiyallahu Anh’dan Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in şöyle dediğini rivayet etti: Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu: “Peygamberlik Allah’ın dilediği zamana kadar aranızda kalacak, sonra Allah dilediğinde onu kaldıracak. Sonra Allah’ın dilediği zamana kadar aranızda, Peygamberlik metodu üzere Raşidi Hilafet olacak. Sonra Allah dilediğinde onu kaldıracak. Daha sonra Allah’ın dilediği zamana kadar aranızda, ısırıcı krallık/melikler dönemi olacak. Sonra Allah dilediğinde onu da kaldıracak. Daha sonra Allah’ın dilediği zamana kadar aranızda, zorba diktatörlük olacak. Sonra Allah dilediğinde onu da kaldıracak. Daha sonra aranızda Peygamberlik metodu üzerinde, Raşidi Hilafet olacak.” dedi ve sustu.” (İmam Ahmed, Musned, 4/273)
Bu hadis, gelecekle alakalıdır. Hadiste bahsedilen dönemlerden bir kısmı gerçekleşti. Şu anda dördüncü dönem olan diktatörlük hükmetmektedir İslam beldeleri diktatörlerin yönetimi altındadır. Beşinci dönem olan, Peygamber'in metodu/yolu üzerine yürüyecek Raşid-i Hilâfet'in devletinin kurulmasını ise bütün Müslümanlar beklemektedir.
İşte, bu ve buna benzer gaible ilgili hadisler maharetli, müçtehid, aydın, düşünür, dahi veya bir siyasetçi tarafından bilinemez. Nitekim bunlar tahmin değil. Bunlar kahin olmayan, ilmini vahyden alan değerli bir Rasûl'ün sözüdür. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’den başkasının bu gibi bilgilere ulaşması mümkün değildir. Allahû Teâlâ Rasûlü'ne bazen gaible ilgili haberler bildireceğini açıkladı.
Allahu Teala şöyle buyurdu:
عالم الغيب فلا يظهر على غيبه أحدا(26)إلا من ارتضى من رسول فإنه يسلك من بين يديه ومن خلفه رصدا “O bütün görülmeyenleri bilir. Sırlarına kimseyi muttali kılmaz; Ancak, (bildirmeyi) dilediği peygamber bunun dışındadır. Çünkü O, bunun önünden ve ardından gözcüler salar.” (Cin 26-27)
Bu da Rasûl'e bir şeyi bildirmesi için ilham edileceğine dair bir delildir.
Yine, vahy rüya yoluyla gerçekleşebilir. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Allah Subhanehu Ve Teala'nın kendisine gösterdiği rüya yoluyla Mekke'ye gireceğini Müslümanlara müjdelemişti. Allah Subhanehu Ve Teala bunu gerçekleştirdi.
Bunun için şu ayeti indirdi:
لقد صدق الله رسوله الرؤيا بالحق لتدخلن المسجد الحرام “Andolsun ki Allah, elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz…” (Fetih 27)
Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’den önceki peygamberlere de rüya ile vahy ediliyordu.
Kur'an, Hz. İbrahim Aleyhisselam'ın rüyasını şöyle anlatıyor:
فلما بلغ معه السعي قال يابني إني أرى في المنام أني أذبحك فانظر ماذا ترى قال ياأبت افعل ما تؤمر ستجدني إن شاء الله من الصابرين “Babasıyla beraber yürüyüp gezecek çağa erişince: Yavrucuğum! Rüyada seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin? dedi. O da cevaben: Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşaAllah beni sabredenlerden bulursun, dedi.” (Saffat 102)
Cebrail/Cibril Aleyhisselam, ayet getirmenin dışında, bir kişinin suretine girerek Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in yanına geliyordu. Şu rivayette geçtiği gibi:
“Bir gün Allah Resûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz, mescitte Sahabe-i Kiram ile oturuyordu. O esnada cemaatin içinden birisi çıkageldi. Gelen kimse, beyaz elbiseli, siyah saçlı, güzel kokulu, üzerinde yol izi bulunmayan, kimsenin de tanımadığı birisi idi. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimizin huzuruna kadar geldi, selam verdi, edeple önüne oturdu, ellerini dizlerinin üzerine koydu ve kendisine sorular sormaya başladı. Önce;
“Ya Muhammed! Bana İslam’ın ne olduğunu haber verir misiniz? diye sordu. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz;
“İslam, Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in O’nun peygamberi olduğuna şehadet etmendir. Ayrıca namaz kılmandır, zekat vermendir, oruç tutmandır ve gücün yetiyorsa Allah’ın evini ziyaret edip hac yapmandır.” diye cevap verdi. Bu zat tekrar:
“Bana imanın ne olduğunu haber verir misiniz?” diye sordu.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz;
“İman, Allah’a, O’nun meleklerine, kitaplarına,
peygamberlerine, ahiret gününe, bütün iyilik ve kötülüğün bir kaderle meydana geldiğine inanmandır.” diye cevap verdi. Gelen zat, tekrar;
“İhsan nedir, bana ihsanı haber verir misin?” diye sordu;
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz;
“İhsan, Yüce Allah’ı görüyor gibi O’na ibadet etmendir. Her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da, O seni görmektedir, bunu kesin olarak bilmendir.” buyurdular. Gelen zat:
“Bana kıyametin ne zaman kopacağını haber verir misiniz?” diye sordu.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz;
“Bu konuda soru sorulan kimse, sorandan daha bilgili değildir, ben bu konuda kesin bir saat söyleyemem.” buyurdular. Fakat bu zatın sorusu üzerine kıyametin bazı alametlerinden haber verdiler.
Bu soruları soran zat izin isteyip kalktı, cemaatin içine daldı, bir anda gözden kayboldu. Sahabe-i kiram dikkatini Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz’e çevirmişlerdi. Bir ara Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem:
“Şu soru soranı bulup bana getirin!” buyurdular; Sahabe geleni aradı, fakat bulamadı. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz;
“O Cibril’di; size dininizi öğretmeye geldi.” buyurdular. (Buhari, İman,37; Müslim, İman,1)
Ayrıca Cebrail Aleyhisselam, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’e namaz kılma keyfiyetini öğretti. Şöyle buyurdu:
“Cebrail bana Beytullah’ın yanında iki kere imamlık yaptı. Bunlardan birincide, öğle namazını gölge ayakkabı bağı kadarken kıldı. Sonra ikindiyi her şeyin gölgesi kendisi kadar olunca kıldı. Sonra akşamı, güneş battığı ve oruçlunun orucunu açtığı zaman kıldı. Sonra yatsıyı, ufuktaki aydınlık kaybolunca kıldı. Sonra sabahı şafak sökünce ve oruçluya bir şey yemek yasak olunca kıldı.
İkinci seferde ise;
Öğleyi, dünkü ikindinin vaktinde her şeyin gölgesi kendisi kadar olunca kıldı. Sonra ikindiyi her şeyin gölgesi kendisinin iki misli olunca kıldı. Sonra akşamı önceki vaktinde kıldı. Sonra yatsıyı gecenin üçte biri geçince kıldı. Sonra sabahı, yeryüzü ağarınca kıldı.
Sonra bana yönelerek şöyle dedi:
- Ey Muhammed! Bunlar senden önceki peygamberlerin vaktidir. Namaz vakti de bu iki vakit arasında kalan zamandır.” (Tirmizî, Salât 1; Ebu Davud, Salât 2.)
Başka bir rivayette şöyle geçti:
Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem, Hiradan döndüğü ve Mekke´nin yukarı tarafında bulunduğu sırada Cebrail Aliyhisselam, gelip vadinin bir köşesinde ökçesini yere vurdu. Oradan, bir su kaynadı.
Cebrail Aleyhisselam, ondan Abdest aldı.
Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem, Cebrail Aleyhisselamin Abdest alışına bakıyordu. Cebrail Aleyhisselam, namaz için nasıl abdest alınıp temizlenileceğini görsün diye, yüzünü dirseklerine kadar ellerini yıkadı. Ağzını, su ile çalkaladı. Burnuna, su çekti ve ona, abdest almayı, namaz kılmayı öğretti.
Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem de hanımı Hazreti Haticeye, Cebrail Aleyhisselam’ın öğrettiklerini öğretti. (İbn Hişâm, 1/260-261; Tecrid Tercemesi, 2/231, (Hadis No: 227'nin açıklaması.)
Bütün bunlar, Rasûl Sallallahu Aleyhi Vesellem'in icadı değildir. Bunları keyfi veya kendi aklından da çıkartmadı. Sabah namazının farzının iki, öğlenin farzının dört, ikindinin farzının dört, akşamım üç ve yatsının dört rekat oluşunu Kur'an'da geçmediği halde Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem kendisi belirlememiştir. Onları belirleyen Allahu Teala’dır. Yine Kur’anın dışında bu şekilde vahyeden de Allahu Teala’dır. Bundan dolayı Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in getirdikleri kendi görüşleri değil vahydir. Ona hiç şüphe duymadan inanılması ve ittiba olunması gerekir.