Ahmet Levent
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 16 Ağu 2008
- Mesajlar
- 26
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 57
SUFİCE DÜŞÜNCELER
Sözün gücüne inandığımı her fırsatta söylemişimdir… Ama sesin de bir gücü varmış…. Niye böyle bir giriş yaptım… Çünkü bu yazıyı tam kaleme almaya başladığımda; hatta kara kutumun (benim Lap Topun nam-ı müstearı) ilk tuşuna dokunurken öyle bir nağme yükselmeye başladı ki…. Girişi pek bir muhteşemdi yahu!!!… Hani ne derler!... Benim yarim gelişinden bellidir misali….. bu da aynen öyle oldu…. tirbuşon gibi geldi adeta…. İnsan ruhunun her bir santimetre karesinde ne helezonik oyuklar açıyor bir bilseniz….
Hanende: Ahmet Özhan…. Nağme: Nar Tanem… Mest olan: Hurdahaş bir adem…
“NAR OLMADAN NUR OLMAZ” misali; NAR-I BEYZA halinde akkorlardayım…
Bu haleti ruhiye içerisinde gece yolculuğuna başlıyorum…. Var mısınız?....
Dosttan bizi mahrûm ediyor, her gelişin.
Cânânımı seyretmeğe mânidir işin.
Halvette temâşâ edeyim sevgilimi,
Uykum, beni terket, ne olur bâşın için !..
GECEM… GECEM… GECEM…
YOKSA ŞÖYLE Mİ DEMELİYİM:
HECEM HECEM HECEM….
GECEM ve HECEM…. Bu iki kelimenin yazılış olarak yalnızca baş harfleri farklı…. Ama ilginç bir tevafuk ki, (G) harfinden sonra [yumuşağını saymaz isek; malumunuz, her çeşit yumuşak bizim toplumda pek makbul değildir zati.] (H) harfi geliyor… Tıpkı, benim GECEM’in ardından HECEMİN başlaması gibi…
GECEM ve BEN… GECEMLE BÜTÜNLEŞEN HECEM….
HECEYİ bu aleme DAVUD gibi salanlara selam olsun !!!....
Yine düşüneceğim, mehtap varsa bu gece…
Gizlice çanlar çalıp, mahkeme kurulacak.
Sevdiğim - sevmediğim, ölü - diri her hece
Ne varsa aşka dair,
Her ne var,
Sorulacak!...
Sözün gücü, sesin gücüyle birleşince çok daha muhteşem bir etki gösteriyor sanki ….
Ancak bir şartla ki…. HAK’tan ve DOĞRU’dan yana olmak kaydıyla…
Vakta ki bir gün, yahudinin biri, İmamı Şafi Hazretlerinin önünü kesip bindiği katırı tutar…Herkes İmamı Şafi Hazretlerine hürmet ederken, bu “iptidai akıl” hakaret etmek isteyecektir….
Yahudi, “Ya imam ! Senin sakalın mı hayırlı, yoksa şu katırın kuyruğu mu?” diye sorar…
Büyük İmam sakalını tutar: “Eğer bu sakalın sahibi cennete girerse, bu sakal, bizim katırın kuyruğundan hayırlıdır. Eğer bu sakalın sahibi cehenneme düşerse, şu katırın kuyruğu bundan hayırlıdır. Bil ki katır cehenneme girmez” der…
Yahudi: “Ya İmam! Ben müslüman oluyorum… Sen ehli hakikatsin, senin dinin hak din…”
İŞTE SÖZÜN GÜCÜ…
Masaru Emoto’nun “The Hidden Messages in Water” isimli kitabı Türkçeye “Suyun Gizli Mesajı" adı altında tercüme edildi.
Çok ilginç bir çalışma…. Emoto; su moleküllerinin düşüncelerimizden, duygularımızdan ve kullandığımız kelimelerden etkilendiğini tespit etmiş; suyun söylenen sözlere, hissedilen duygulara, gösterilen görüntülere ve dinletilen müziğe göre nasıl bir değişim gösterdiğini birbirinden muhteşem su kristali fotoğraflarıyla ortaya koymuş…. Kitaba bakıldığında; gerçekten de güzel söz, duygu, görüntü ve müziğe karşı su kristalleri muhteşem görüntülerle karşılık vermekte; ya da tam tersi olarak; kötü söz, duygu, görüntü veya müzik karşısında, şekilsiz ya da çirkin bir görünüm sergilemektedir.
BİLİYORSUNUZ Kİ, İNSAN VÜCUDUNUN YAKLAŞIK % 70’İ “SU”DUR.
O halde….
DİN NASİHATTİR….
YA HAYIR SÖYLE YA SUS…
GÜZEL GÖREN GÜZEL DÜŞÜNÜR, GÜZEL DÜŞÜNEN
HAYATINDAN LEZZET ALIR…
Ve daha nice benzer sözlerin söylenişindeki hikmetin farklı bir boyutu daha böylece ortaya çıkmış olmuyor mu?
HAYAT BİR İLETİŞİMDİR; MUHATABI İNSANDIR; ONA DA KELAM-I KİBAR YAKIŞIR…
Vakta ki bir gün, ilim ehli bir zat, bir dergahın kapısını çalar…. Dergahın ulu kişisi ile yaptığı sohbetten etkilenir… Kamil zatın elini tutar ve intisap etmek ister… Mürşid olan muhterem zat, müridlerine talimat vererek, kendisine intisap eden alim zata önce bir gusül abdesti aldırmalarını söyler. Müridler, alim zatı alıp bir odaya götürürler. Sobanın üstüne bir kazan su koyarlar. Su ısınacak, alim zat gusledecektir. Bu arada alim zat ile müridler arasında koyu bir sohbet başlar. Ancak, konuşmalar boş ve malayanidir… Biraz sonra Mürşid olan zat odaya gelir. Bir konuşmalara bakar, bir de sobanın üstündeki kazana… “Çabuk bu suyu dökün, yeniden su koyun ve Allah’ın (C.C.) hoşuna gidecek bir sohbette bulunun.” der….
Doğrusu, Masaru Emoto’nun kitabını okuduktan sonra bu kıssa bana çok daha anlamlı gelmeye başladı…
Hz. Ali (r.a.) Efendimizin bir sözü vardır:
“İLİM BİR NOKTA İDİ; ONU CAHİLLER ÇOĞALTTI”
Acizane şöyle düşünüyorum: Aslında pozitif ilim-manevi ilim ayrımı suni’dir…. İlim tektir. Bu ilim bir nokta ise, muhtevası; “LA İLAHE İLLALLAH”dır….
Teknoloji ilerledikçe, manevi ilme ilişkin hakikatler, aynı zamanda pozitif ilmin de birer yansıması olarak tezahür etmekte ve her iki ilim adeta bir simetri oluşturmaktadır….
Ya da, teknoloji ilerledikçe pozitif ilim-manevi ilim arasındaki açının, giderek daraldığı düşünülebilir. Belki de zamanın bitişine yakın, yine başladığı o tek noktaya dönecektir.
Üstad Ahmet Turan ALKAN “nokta (.)” için, “geometrinin başlangıç yeri, sözün sonudur”der. Noktanın geometrinin başlangıç yeri olmasını, cahillerin onu çoğaltmasına; ve yine, sözün sonu olmasını da başladığı yere dönüşüne benzetmek mümkündür.
Kudretinden şüphe yok, bir damladan âdem doğar.
Zerrenin bir zerresinden her doğan muhkem doğar.
Rab’bımın hâşâ bulunmaz zerre miktar benzerî,
“Kün” kelâmından “yekûn” hâsıl olur, âlem doğar...
Kabul etmek gerekir ki; sözün gücü, harflerde ya da sembollerde değildir ….
Harflerin manayı ortaya koyan dizilişi önemli olmakla birlikte; kelimelere güç katan şey başka bir fenomendir ve çok daha ehemmiyetlidir ….
Vakta ki, bir kadının çok fazla bal yiyen küçük bir oğlu varmış…. Gitmediği doktor, din adamı, alim, muallim, v.b. şahıs kalmamış, ancak, oğlunun çok fazla bal yeme hastalığına bir çare bulamamış… Son bir umutla ve uzun bir yolculuktan sonra Abdülkadir Geylani Hazretlerinin dergahına gelmiş. Hemen Gavs-ı Azamın huzuruna çıkarak oğlunun çok fazla bal yediğinden söz etmiş ve yardım istemiş... Gavs-ı Azam, kadına; “Şimdi gidiniz, altı ay sonra çocuğu bana getiriniz” demiş…. Kadın “peki” deyip geri dönmüş ve altı ay sonra yine Gavs-ı Azamın dergahına gelmiş ve hemen huzura çıkmış… Gavs-ı Azam, çocuğa yalnızca; “Oğlum !! bundan sonra çok fazla bal yeme!!” demiş… Ve kadına da dönerek; “Haydi şimdi gidiniz” demiş. Kadın bu duruma şaşırmış ve Gavs-ı Azama dönerek; “Madem yalnızca bu sözü söyleyecektiniz; neden ilk geldiğimizde söylemediniz de, bizi ikinci kez buralara kadar yordunuz !” şeklinde serzenişte bulunmuş… Gavs-ı Azam; “Ben, sizin ilk gelişinize kadar her gün bal yiyen birisi idim… Her gün bal yiyen birisi olarak bu çocuğa bal yeme dememin hiçbir faydası olmayacaktı…. Sizden sonra bal yemeyi bıraktım. Altı ay bal yemedim…. Artık bu çocuk fazla bal yemeyecektir” demiş…. Gerçekten de küçük çocuk o günden sonra fazla bal yeme hastalığından kurtulmuş…..
Bu iş böyledir dostlar…. Kendine sözü geçmeyenin başkasına da sözü geçmez….
Mürşid ulu bir baraj gibidir…. Baraj duvarının arkasında heybetli bir ilim denizi vardır…Sessiz, sakin ve dingin görüntüsüne rağmen derinliği muhteşemdir …. İçinde ne inciler barındırır… Bu ilim denizi çağlamaya bir başladığında, öyle bir enerji açığa çıkar ki; onda ışık vardır, onda ısı vardır… Zifirler “nurun ala nura” dönerken, aynı zamanda yakar da yakar insanı…. Nefsiniz, temmuz güneşine maruz kalmış kardan adam gibidir… Eridikçe erir…. Sanmayın ki eridikçe yok olursunuz…. ERDİKÇE DİRİLİRSİNİZ…. Uçsuz bucaksız diyarlara hattını döşemiştir O…. İrtibatı koparmayan kandile döner… Hem kendini aydınlatır, hem etrafını…
Kısaca O; maddeye mana; söze güç katar….
İşte Sevgili Canlar, ulu bir barajdan beslenmeyen söz, yalnızca “KIL - Ü KAAL”dir…
Yıllar yılı sinyal veririm hiç biri bakmaz sözüme,
Tûfan gibi deryâlara düştüm, gece sâhil ararım..
Bilmem gecenin zulmeti mi, mil mi çekilmiş gözüme ?
Bin volttaki aydınlığı versin diye, kandil ararım...
AŞKINIZ CEMAL; CEMALİNİZ NUR; NURUNUZ AYN OLSUN !!!...
Ahmet Levent, 29.10.2007
NOT: Rubailer Muhterem Babam’a; şiir Dr. Selçuk BEKAR’a aittir….
Sözün gücüne inandığımı her fırsatta söylemişimdir… Ama sesin de bir gücü varmış…. Niye böyle bir giriş yaptım… Çünkü bu yazıyı tam kaleme almaya başladığımda; hatta kara kutumun (benim Lap Topun nam-ı müstearı) ilk tuşuna dokunurken öyle bir nağme yükselmeye başladı ki…. Girişi pek bir muhteşemdi yahu!!!… Hani ne derler!... Benim yarim gelişinden bellidir misali….. bu da aynen öyle oldu…. tirbuşon gibi geldi adeta…. İnsan ruhunun her bir santimetre karesinde ne helezonik oyuklar açıyor bir bilseniz….
Hanende: Ahmet Özhan…. Nağme: Nar Tanem… Mest olan: Hurdahaş bir adem…
“NAR OLMADAN NUR OLMAZ” misali; NAR-I BEYZA halinde akkorlardayım…
Bu haleti ruhiye içerisinde gece yolculuğuna başlıyorum…. Var mısınız?....
Dosttan bizi mahrûm ediyor, her gelişin.
Cânânımı seyretmeğe mânidir işin.
Halvette temâşâ edeyim sevgilimi,
Uykum, beni terket, ne olur bâşın için !..
GECEM… GECEM… GECEM…
YOKSA ŞÖYLE Mİ DEMELİYİM:
HECEM HECEM HECEM….
GECEM ve HECEM…. Bu iki kelimenin yazılış olarak yalnızca baş harfleri farklı…. Ama ilginç bir tevafuk ki, (G) harfinden sonra [yumuşağını saymaz isek; malumunuz, her çeşit yumuşak bizim toplumda pek makbul değildir zati.] (H) harfi geliyor… Tıpkı, benim GECEM’in ardından HECEMİN başlaması gibi…
GECEM ve BEN… GECEMLE BÜTÜNLEŞEN HECEM….
HECEYİ bu aleme DAVUD gibi salanlara selam olsun !!!....
Yine düşüneceğim, mehtap varsa bu gece…
Gizlice çanlar çalıp, mahkeme kurulacak.
Sevdiğim - sevmediğim, ölü - diri her hece
Ne varsa aşka dair,
Her ne var,
Sorulacak!...
Sözün gücü, sesin gücüyle birleşince çok daha muhteşem bir etki gösteriyor sanki ….
Ancak bir şartla ki…. HAK’tan ve DOĞRU’dan yana olmak kaydıyla…
Vakta ki bir gün, yahudinin biri, İmamı Şafi Hazretlerinin önünü kesip bindiği katırı tutar…Herkes İmamı Şafi Hazretlerine hürmet ederken, bu “iptidai akıl” hakaret etmek isteyecektir….
Yahudi, “Ya imam ! Senin sakalın mı hayırlı, yoksa şu katırın kuyruğu mu?” diye sorar…
Büyük İmam sakalını tutar: “Eğer bu sakalın sahibi cennete girerse, bu sakal, bizim katırın kuyruğundan hayırlıdır. Eğer bu sakalın sahibi cehenneme düşerse, şu katırın kuyruğu bundan hayırlıdır. Bil ki katır cehenneme girmez” der…
Yahudi: “Ya İmam! Ben müslüman oluyorum… Sen ehli hakikatsin, senin dinin hak din…”
İŞTE SÖZÜN GÜCÜ…
Masaru Emoto’nun “The Hidden Messages in Water” isimli kitabı Türkçeye “Suyun Gizli Mesajı" adı altında tercüme edildi.
Çok ilginç bir çalışma…. Emoto; su moleküllerinin düşüncelerimizden, duygularımızdan ve kullandığımız kelimelerden etkilendiğini tespit etmiş; suyun söylenen sözlere, hissedilen duygulara, gösterilen görüntülere ve dinletilen müziğe göre nasıl bir değişim gösterdiğini birbirinden muhteşem su kristali fotoğraflarıyla ortaya koymuş…. Kitaba bakıldığında; gerçekten de güzel söz, duygu, görüntü ve müziğe karşı su kristalleri muhteşem görüntülerle karşılık vermekte; ya da tam tersi olarak; kötü söz, duygu, görüntü veya müzik karşısında, şekilsiz ya da çirkin bir görünüm sergilemektedir.
BİLİYORSUNUZ Kİ, İNSAN VÜCUDUNUN YAKLAŞIK % 70’İ “SU”DUR.
O halde….
DİN NASİHATTİR….
YA HAYIR SÖYLE YA SUS…
GÜZEL GÖREN GÜZEL DÜŞÜNÜR, GÜZEL DÜŞÜNEN
HAYATINDAN LEZZET ALIR…
Ve daha nice benzer sözlerin söylenişindeki hikmetin farklı bir boyutu daha böylece ortaya çıkmış olmuyor mu?
HAYAT BİR İLETİŞİMDİR; MUHATABI İNSANDIR; ONA DA KELAM-I KİBAR YAKIŞIR…
Vakta ki bir gün, ilim ehli bir zat, bir dergahın kapısını çalar…. Dergahın ulu kişisi ile yaptığı sohbetten etkilenir… Kamil zatın elini tutar ve intisap etmek ister… Mürşid olan muhterem zat, müridlerine talimat vererek, kendisine intisap eden alim zata önce bir gusül abdesti aldırmalarını söyler. Müridler, alim zatı alıp bir odaya götürürler. Sobanın üstüne bir kazan su koyarlar. Su ısınacak, alim zat gusledecektir. Bu arada alim zat ile müridler arasında koyu bir sohbet başlar. Ancak, konuşmalar boş ve malayanidir… Biraz sonra Mürşid olan zat odaya gelir. Bir konuşmalara bakar, bir de sobanın üstündeki kazana… “Çabuk bu suyu dökün, yeniden su koyun ve Allah’ın (C.C.) hoşuna gidecek bir sohbette bulunun.” der….
Doğrusu, Masaru Emoto’nun kitabını okuduktan sonra bu kıssa bana çok daha anlamlı gelmeye başladı…
Hz. Ali (r.a.) Efendimizin bir sözü vardır:
“İLİM BİR NOKTA İDİ; ONU CAHİLLER ÇOĞALTTI”
Acizane şöyle düşünüyorum: Aslında pozitif ilim-manevi ilim ayrımı suni’dir…. İlim tektir. Bu ilim bir nokta ise, muhtevası; “LA İLAHE İLLALLAH”dır….
Teknoloji ilerledikçe, manevi ilme ilişkin hakikatler, aynı zamanda pozitif ilmin de birer yansıması olarak tezahür etmekte ve her iki ilim adeta bir simetri oluşturmaktadır….
Ya da, teknoloji ilerledikçe pozitif ilim-manevi ilim arasındaki açının, giderek daraldığı düşünülebilir. Belki de zamanın bitişine yakın, yine başladığı o tek noktaya dönecektir.
Üstad Ahmet Turan ALKAN “nokta (.)” için, “geometrinin başlangıç yeri, sözün sonudur”der. Noktanın geometrinin başlangıç yeri olmasını, cahillerin onu çoğaltmasına; ve yine, sözün sonu olmasını da başladığı yere dönüşüne benzetmek mümkündür.
Kudretinden şüphe yok, bir damladan âdem doğar.
Zerrenin bir zerresinden her doğan muhkem doğar.
Rab’bımın hâşâ bulunmaz zerre miktar benzerî,
“Kün” kelâmından “yekûn” hâsıl olur, âlem doğar...
Kabul etmek gerekir ki; sözün gücü, harflerde ya da sembollerde değildir ….
Harflerin manayı ortaya koyan dizilişi önemli olmakla birlikte; kelimelere güç katan şey başka bir fenomendir ve çok daha ehemmiyetlidir ….
Vakta ki, bir kadının çok fazla bal yiyen küçük bir oğlu varmış…. Gitmediği doktor, din adamı, alim, muallim, v.b. şahıs kalmamış, ancak, oğlunun çok fazla bal yeme hastalığına bir çare bulamamış… Son bir umutla ve uzun bir yolculuktan sonra Abdülkadir Geylani Hazretlerinin dergahına gelmiş. Hemen Gavs-ı Azamın huzuruna çıkarak oğlunun çok fazla bal yediğinden söz etmiş ve yardım istemiş... Gavs-ı Azam, kadına; “Şimdi gidiniz, altı ay sonra çocuğu bana getiriniz” demiş…. Kadın “peki” deyip geri dönmüş ve altı ay sonra yine Gavs-ı Azamın dergahına gelmiş ve hemen huzura çıkmış… Gavs-ı Azam, çocuğa yalnızca; “Oğlum !! bundan sonra çok fazla bal yeme!!” demiş… Ve kadına da dönerek; “Haydi şimdi gidiniz” demiş. Kadın bu duruma şaşırmış ve Gavs-ı Azama dönerek; “Madem yalnızca bu sözü söyleyecektiniz; neden ilk geldiğimizde söylemediniz de, bizi ikinci kez buralara kadar yordunuz !” şeklinde serzenişte bulunmuş… Gavs-ı Azam; “Ben, sizin ilk gelişinize kadar her gün bal yiyen birisi idim… Her gün bal yiyen birisi olarak bu çocuğa bal yeme dememin hiçbir faydası olmayacaktı…. Sizden sonra bal yemeyi bıraktım. Altı ay bal yemedim…. Artık bu çocuk fazla bal yemeyecektir” demiş…. Gerçekten de küçük çocuk o günden sonra fazla bal yeme hastalığından kurtulmuş…..
Bu iş böyledir dostlar…. Kendine sözü geçmeyenin başkasına da sözü geçmez….
Mürşid ulu bir baraj gibidir…. Baraj duvarının arkasında heybetli bir ilim denizi vardır…Sessiz, sakin ve dingin görüntüsüne rağmen derinliği muhteşemdir …. İçinde ne inciler barındırır… Bu ilim denizi çağlamaya bir başladığında, öyle bir enerji açığa çıkar ki; onda ışık vardır, onda ısı vardır… Zifirler “nurun ala nura” dönerken, aynı zamanda yakar da yakar insanı…. Nefsiniz, temmuz güneşine maruz kalmış kardan adam gibidir… Eridikçe erir…. Sanmayın ki eridikçe yok olursunuz…. ERDİKÇE DİRİLİRSİNİZ…. Uçsuz bucaksız diyarlara hattını döşemiştir O…. İrtibatı koparmayan kandile döner… Hem kendini aydınlatır, hem etrafını…
Kısaca O; maddeye mana; söze güç katar….
İşte Sevgili Canlar, ulu bir barajdan beslenmeyen söz, yalnızca “KIL - Ü KAAL”dir…
Yıllar yılı sinyal veririm hiç biri bakmaz sözüme,
Tûfan gibi deryâlara düştüm, gece sâhil ararım..
Bilmem gecenin zulmeti mi, mil mi çekilmiş gözüme ?
Bin volttaki aydınlığı versin diye, kandil ararım...
AŞKINIZ CEMAL; CEMALİNİZ NUR; NURUNUZ AYN OLSUN !!!...
Ahmet Levent, 29.10.2007
NOT: Rubailer Muhterem Babam’a; şiir Dr. Selçuk BEKAR’a aittir….