Her sene çeşitli şehirlerdeki insanlar, belli günlerde Kabe-i muazzamayı ziyaret etmek için Mekke'ye gelirlerdi... Resul-i ekrem de gelenleri karşılayıp, her gruba İslâmiyet'i anlatır, Allahü teâlânın bir, kendisinin hak peygamber olduğunu ve kurtuluşun bunda bulunduğunu bildirirdi...
Bir gün Velid bin Mugire, müşrikleri toplayarak bir teklifte bulundu:
- Ey Kureyş topluluğu! Yine Kabe'yi ziyaret etme mevsimi geldi. Muhammed'in sesi, aleme yayılmıştır. Arab kabileleri yanına gelip, tatlı sözlerine meyl ederler ve dinine girerler. Buna bir tedbir düşünmek lazımdır. Hepimiz anlaşalım, O'nun hakkında bir şey söyleyerek birbirimizi yalancı çıkarmış olmayalım.
- Ey Abdişems'in babası! İçimizde en ileri görüşlü olan sensin. Sen ne söyleyelim dersen, biz de onu söyleriz.
- Hayır, siz söyleyin ben dinleyeyim.
- Kahin diyelim.
- Hayır! Yemin ederim ki, O kahin değildir. Biz, çok kahin gördük. Doğruyu da yalanı da hiç çekinmeden söylerler. Muhammed'in okuduğu şeyler, kahinlerin uydurduğu şeylere hiç benzemiyor. Sonra biz, şimdiye kadar Muhammed'den bir yalan da işitmedik. Eğer böyle söylersek kimse inanmaz.
Mecnundur, delidir diyelim.
- Hayır! Yemin ederim ki O, bir mecnun ve deli de değildir. Biz deli ve mecnunları biliriz, delilik alametlerinden de anlarız. O'nun ne boğulması, ne çırpınıp titremesi, ne de evhamlanması vardır. Böyle söylersek bizi tekzib edip yalanlarlar.
- O zaman şairdir diyelim...
Velid ona da itiraz etti:
- O şair de değildir! Biz, şiirin her çeşidini çok iyi biliriz. O'nun okudukları şiire hiç benzemez.
- O, sihirbazdır diyelim.
- O sihirbaz da değildir. Biz, sihirbazları ve yaptıkları sihirleri gördük, onları da biliriz. O'nun sözlerinde sihirden eser yoktur. Muhammed'in kelamı bütün aleme galiptir. Bilinmeyen kimse de değildir. Halkı O'ndan ayırıp konuşmalarına mani olamayız. Sonra fesahat ve belagatta, güzel ve manalı konuşmakta akranlarından üstündür... Velhasıl O'nun hakkında her ne söylesek, halk bizim sözümüzün yalan olduğunu anlar...
Kureyşliler, diyecek bir şey bulamayınca;
- İçimizde en yaşlı ve tecrübeli sensin, sen ne dersen biz ona razıyız, dediler.
Bunun üzerine Velid bin Mugire bir müddet düşündükten sonra;
-Yine biz O'na sihirbaz diyelim, dedi.
Kureyşliler hemen dağılıp, Mekke'de başlarına topladıkları insanlara; "Muhammed sihirbazdır!.." dediler ve halk arasına yaydılar.
Fakat, müşriklerin bu hareketleri sebebiyle, silah geri tepti, İslâmiyet'i bütün Arab ülkeleri işitmiş oldu ve zihinlerde putlara karşı büyük bir soru belirdi.
Allahü teâlâ, Velid bin Mugire kafirine acı azaplar tattıracağı hakkında ayet-i kerimeler indirdi. Müddessir suresinin 11. ayet-i kerimesinden itibaren mealen;
"Ey Resulüm! O şahsın işini bana havale et! Ona pek çok mal verdim. Yanına da hazır oğullar verdim. Ömrünü ve makamını yaydım. Sonra verdiğimizi daha da artırmamızı arzu ediyor. Hayır! Çünkü o, bizim ayetlerimize inat etti, inkarda bulundu. O münkiri saud
(Cehennem'de bir dağ) azabına düçar edeceğim..."
Bir gün Velid bin Mugire, müşrikleri toplayarak bir teklifte bulundu:
- Ey Kureyş topluluğu! Yine Kabe'yi ziyaret etme mevsimi geldi. Muhammed'in sesi, aleme yayılmıştır. Arab kabileleri yanına gelip, tatlı sözlerine meyl ederler ve dinine girerler. Buna bir tedbir düşünmek lazımdır. Hepimiz anlaşalım, O'nun hakkında bir şey söyleyerek birbirimizi yalancı çıkarmış olmayalım.
- Ey Abdişems'in babası! İçimizde en ileri görüşlü olan sensin. Sen ne söyleyelim dersen, biz de onu söyleriz.
- Hayır, siz söyleyin ben dinleyeyim.
- Kahin diyelim.
- Hayır! Yemin ederim ki, O kahin değildir. Biz, çok kahin gördük. Doğruyu da yalanı da hiç çekinmeden söylerler. Muhammed'in okuduğu şeyler, kahinlerin uydurduğu şeylere hiç benzemiyor. Sonra biz, şimdiye kadar Muhammed'den bir yalan da işitmedik. Eğer böyle söylersek kimse inanmaz.
Mecnundur, delidir diyelim.
- Hayır! Yemin ederim ki O, bir mecnun ve deli de değildir. Biz deli ve mecnunları biliriz, delilik alametlerinden de anlarız. O'nun ne boğulması, ne çırpınıp titremesi, ne de evhamlanması vardır. Böyle söylersek bizi tekzib edip yalanlarlar.
- O zaman şairdir diyelim...
Velid ona da itiraz etti:
- O şair de değildir! Biz, şiirin her çeşidini çok iyi biliriz. O'nun okudukları şiire hiç benzemez.
- O, sihirbazdır diyelim.
- O sihirbaz da değildir. Biz, sihirbazları ve yaptıkları sihirleri gördük, onları da biliriz. O'nun sözlerinde sihirden eser yoktur. Muhammed'in kelamı bütün aleme galiptir. Bilinmeyen kimse de değildir. Halkı O'ndan ayırıp konuşmalarına mani olamayız. Sonra fesahat ve belagatta, güzel ve manalı konuşmakta akranlarından üstündür... Velhasıl O'nun hakkında her ne söylesek, halk bizim sözümüzün yalan olduğunu anlar...
Kureyşliler, diyecek bir şey bulamayınca;
- İçimizde en yaşlı ve tecrübeli sensin, sen ne dersen biz ona razıyız, dediler.
Bunun üzerine Velid bin Mugire bir müddet düşündükten sonra;
-Yine biz O'na sihirbaz diyelim, dedi.
Kureyşliler hemen dağılıp, Mekke'de başlarına topladıkları insanlara; "Muhammed sihirbazdır!.." dediler ve halk arasına yaydılar.
Fakat, müşriklerin bu hareketleri sebebiyle, silah geri tepti, İslâmiyet'i bütün Arab ülkeleri işitmiş oldu ve zihinlerde putlara karşı büyük bir soru belirdi.
Allahü teâlâ, Velid bin Mugire kafirine acı azaplar tattıracağı hakkında ayet-i kerimeler indirdi. Müddessir suresinin 11. ayet-i kerimesinden itibaren mealen;
"Ey Resulüm! O şahsın işini bana havale et! Ona pek çok mal verdim. Yanına da hazır oğullar verdim. Ömrünü ve makamını yaydım. Sonra verdiğimizi daha da artırmamızı arzu ediyor. Hayır! Çünkü o, bizim ayetlerimize inat etti, inkarda bulundu. O münkiri saud
(Cehennem'de bir dağ) azabına düçar edeceğim..."