HUSEYIN SASMAZ
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 11 Eyl 2009
- Mesajlar
- 1,204
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 61
SORUNUN ÇÖZÜMÜ
Düşünmede yavaşlık, problemin özünü teşkil ettiğine ve bu problem de Batı emperyalizmi ve düşüncesinin hâkimiyetinden kaynaklandığına göre, ilk anda insanın aklına, temel unsurun çözüme kavuşturulmasıyla sorunun çözülebileceği gibi bir fikir gelebilir. Fakat meseleye derinlemesine inildiğinde iki nokta karşımıza çıkmaktadır:
a- Düşünmede yavaşlığın, Batı düşüncesinin hâkimiyetinden doğduğunu ön gören fikir; her şeyden önce problemi ortaya koyup ayrıntılı bir biçimde ele almaktan ibarettir.
b- Temel unsurun çözüme kavuşturulmasıyla sorunun çözülebileceğini düşünmek, problemi çözmekten kaçmaktır.
Görüldüğü gibi problemin çözümü sırasında söz konusu temele, salt gözlemci tutumuyla yaklaşarak bu temeli çözmeye kalkışmamak gerekir. Problemi ortaya koyarken Batı emperyalizminin, bütün felaketlerin temelini oluşturduğu ve düşünmede yavaşlığın, emperyalizmden doğduğu gerekçeleri ile çözümü bu noktada yoğunlaştırabiliriz. Böylece emperyalizmin kaldırılması ile problemin çözülebileceği düşünülebilir. Ancak bu genel anlamda, doğru bir düşünme olsa bile bir çabanın sarf edilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu çabayı görmezden gelmek, sorunu hafife almaktır. Hedef, temelin ortadan kaldırılması ve çabanın mevcut kılınmasıdır. Buna karşın çabanın ortaya çıkarılması, temel unsur (emperyalizm) ortadan kalksa bile zarurîdir. Üstelik temel faktörü ortadan kaldırdıktan sonra bıraktığı izleri silmek, ancak "çaba"yla mümkündür. O halde çaba, çözümün esasını teşkil etmektedir. Temel unsur, yani Batı emperyalizmi ortadan kalksın veya kalkmasın -ki emperyalizmin ortadan kalkmasıyla çaba daha da verimlilik sağlar- çözümün altında "çaba" yatmaktadır. Çözüme, "çaba" göstermekle başlamak gerekir. Temel unsurun izlerini silecek olan da yine çabadır. Öyleyse her şeyden önce, çaba göstermek gerekir.
Düşünmede yavaş olma veya hızlı düşünememe probleminin çözümü de "çaba"ya bağlıdır. Çaba, yavaş düşünme üzerinde yoğunlaşmalıdır. Nasıl yoğunlaşması gerektiğini ise şu şekilde ifade edebiliriz:
1- Her şeyden önce halka, toplumun bireylerine, düşünmelerini sağlayacak pek çok kavram veya konu sunmak gerekir. Üzerinde düşündükleri bu konular veya tanık oldukları olaylar, vakıalar aracılığıyla düşünmenin, ne derece yavaş olduğu gözlemlenebilir. Bu gözlem veya başka bir ifadeyle düşünmenin yavaş olduğunun hissedilmesi, çözümün ilk adımını teşkil eder. Söz konusu gözlemi veya algıyı ele alalım ve meselenin özünü kavramak için, kapsamlı bir şekilde irdeleyelim:
Ortaya herhangi bir mesele attığımızı varsayalım. Örneğin insanların gelecekleriyle, içinde bulundukları durumla veya tarihleriyle ilgili bir konu ele alınabilir. İnsanların kendi gelecekleriyle ilgili meseleleri, son derece yavaş analiz ettikleri görülür. Bu hususlardan her birinin, kendine özgü bir analiz metodu olmasına rağmen insanların, içerisinde bulundukları durumu veya tarihleriyle ilgili meseleleri de aynı üslûpla tahlil etmeye kalkıştıklarını gözlemlemek mümkündür. Fakat yavaş düşünmeyi alışkanlık haline getirmeleri ve bu alışkanlığın onların kişiliğinde doğal bir biçim alması, söz konusu meselelerin analizini gereksiz yere uzatmalarına, mekanik kavramlar hakkında felsefi düşünceler yürütmelerine ve "gelecek", "gerçeklik", "tarih" gibi kavramların açıklık kazanacakları yerde, daha da bilinmezliğe sürüklenmesine neden olmaktadır. Düşünmedeki bu yavaşlık hepsinde, açıkça görülen bir özelliktir. Bu durumda, ortaya attığımız kavramları ele almayacağız. Yapmamız gereken, insanları bu genel nitelikten yani yavaş düşünmeden kurtarma yolunda çaba harcamak, bu "genel niteliğin" yakasına yapışıp ona şiddetle karşı koymak ve insanlara, "bal, arının dışkısıdır" gerçeğini kavratana dek bu işlemi sürdürmektir. Eğer bu işlem sonunda insanlar, yavaş düşünmeden yani olguları, olayları yavaş bir biçimde analiz etmekten nefret eder hale gelmişlerse, sür’ate karşı eğilimleri var demektir. Bu eğilim, iyileşmenin ilk belirtisidir. Şayet bu eğilim, açıkça ortaya çıkmıyorsa böyle bir eğilimi meydana getirmek için, elimizden geleni esirgemeyeceğiz. Herkeste olmasa da toplumun bazı bireylerinde, bu eğilimi ortaya çıkarmak için telkin ve hızlı tedavi yöntemlerinden yararlanacağız. Demek ki; önce bir meseleyi ortaya atacağız. Sonra da toplumun en bâriz niteliği olan yavaş düşünmeye karşı mücadele edeceğiz. Böylece sürat eğilimini ortaya çıkaracağız. Bu da başarının ilk belirtisi olacaktır.
Düşünmede yavaşlık problemi, birtakım açıklamalarla, hutbelerle, kitaplarla aşılacak bir sorun değildir. Sorun, birtakım çalışmaları ihtiva eden kilit sözcüklerle veya bizzat bu çalışmalarla çözülebilir. İşte "çaba" dediğimiz kavram da bunu ifade etmektedir. Zira "çaba", belli sözcükler ve belli çalışmalardan ibârettir.
2- Birinci şıkta bahsedilen çalışmaları, pür dikkatle takip etmek ve bu takibin verdiği bıkkınlıkla insanlar, lisanı hal ile "yeter artık" diyene kadar peşini bırakmamak gerekir. Fakat tüm insanların "bu kadar takip yeter!" demelerini beklemeden algıyla bunu anlamak; ancak bu durumda takip işlemini durdurmak gerekir. Algıyı kullanmadan, ne bütün insanların takip işleminden bıktıklarını ilan etmelerini beklemek ne de toplumun bir veya birkaç zeki ferdinin, bunu açıkça dile getirmesinden sonra takibi sona erdirmek doğru değildir. Takibin kişiye, artık yarar sağlamayacağını hissedene kadar, takip işlemini sürdürmek gerekir. Kişi, ancak katıksız algıyla böyle bir karara varabilir. Ne var ki söz konusu algılama, toplumun bir veya birkaç zeki ferdini değil, toplumun genelini kapsamalıdır.
3- Takip işleminin kategorilere ayrılması: İnsanlara gelecekleri, içerisinde bulundukları durum (realiteleri) veya tarihleriyle ilgili meseleler ortaya atılabileceği gibi; yaşamları, yaşam düzeyleri veya yaşamın keyfiyeti hakkında meseleler de gündeme getirilebilir. Ayrıca geçim biçimleri, bu uğurda yaptıkları mücadeleler ve rakiplerine bakış açıları da ortaya atılabilir. Kısaca daha önce bahsedilen macera yada sandalye, tepsi gibi mekanik eşyalar dışında bünyesinde bir fikir, bir düşünce barındırması şartıyla farklı farklı meseleler de ortaya atılabilir. Düşünmeyi gerektiren unsurlar olmaları, yeterli koşuldur.
4- Meseleler ve düşünceler ortaya atıldığında bilincin, sürekli tetikte olması gerekir. Ancak bu durumda bilinç, doğru hüküm vermeyi ve doğru gözlemelerde bulunmayı sağlayan bir araç haline gelir. Hem dinleyici hem de konuşan açısından tonajın nerede, nasıl ayarlanacağı, saldırının nasıl gerçekleştirileceği konusu buna bağlıdır. Kişi, bilincini yitirdiği zaman, her şeyi yitirmiş olur. Zira “bilinç” ve “tetikte olma” olmadan ne takibin ne tekrarın ne de kategorilere ayırmanın bir anlamı yoktur. Bilinçli ve tetikte olma durumu, sorunu çözmenin zorunlu koşullarından biridir.
Peki çözümü kim gerçekleştirecek? ilk anda toplumun önderleri, samimi insanlar veya insanların değer verdikleri kişiler akla gelebilir. Fakat şu bir gerçektir ki toplumun her ferdinin, yukarıdaki dört şartı kendisine veya başka insanlara uygulaması mümkündür. Bu nedenle çözüm, sadece belli bir kesimin tekelinde değildir. Toplumun önderleri, samimi şahsiyetler, toplumun değer verdiği kişiler böyle bir çözümü uygulayabileceği gibi, aynı şekilde toplumun her ferdi de böyle bir misyonu üstlenebilir ve herkesten önce kendisinden başlayabilir. Bu bile yeterlidir. O halde çözümü her insana, her bireye mal etmek gerekir. Herhangi bir birey, bu çözümü kendi üzerinde veya tek bir kişi üzerinde uygulasa dahi bu, böyle olmalıdır. Önemli olan; kimin çözüm getirdiği değil, çözümün ortaya konulmasıdır.
Düşünmede yavaşlık, problemin özünü teşkil ettiğine ve bu problem de Batı emperyalizmi ve düşüncesinin hâkimiyetinden kaynaklandığına göre, ilk anda insanın aklına, temel unsurun çözüme kavuşturulmasıyla sorunun çözülebileceği gibi bir fikir gelebilir. Fakat meseleye derinlemesine inildiğinde iki nokta karşımıza çıkmaktadır:
a- Düşünmede yavaşlığın, Batı düşüncesinin hâkimiyetinden doğduğunu ön gören fikir; her şeyden önce problemi ortaya koyup ayrıntılı bir biçimde ele almaktan ibarettir.
b- Temel unsurun çözüme kavuşturulmasıyla sorunun çözülebileceğini düşünmek, problemi çözmekten kaçmaktır.
Görüldüğü gibi problemin çözümü sırasında söz konusu temele, salt gözlemci tutumuyla yaklaşarak bu temeli çözmeye kalkışmamak gerekir. Problemi ortaya koyarken Batı emperyalizminin, bütün felaketlerin temelini oluşturduğu ve düşünmede yavaşlığın, emperyalizmden doğduğu gerekçeleri ile çözümü bu noktada yoğunlaştırabiliriz. Böylece emperyalizmin kaldırılması ile problemin çözülebileceği düşünülebilir. Ancak bu genel anlamda, doğru bir düşünme olsa bile bir çabanın sarf edilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu çabayı görmezden gelmek, sorunu hafife almaktır. Hedef, temelin ortadan kaldırılması ve çabanın mevcut kılınmasıdır. Buna karşın çabanın ortaya çıkarılması, temel unsur (emperyalizm) ortadan kalksa bile zarurîdir. Üstelik temel faktörü ortadan kaldırdıktan sonra bıraktığı izleri silmek, ancak "çaba"yla mümkündür. O halde çaba, çözümün esasını teşkil etmektedir. Temel unsur, yani Batı emperyalizmi ortadan kalksın veya kalkmasın -ki emperyalizmin ortadan kalkmasıyla çaba daha da verimlilik sağlar- çözümün altında "çaba" yatmaktadır. Çözüme, "çaba" göstermekle başlamak gerekir. Temel unsurun izlerini silecek olan da yine çabadır. Öyleyse her şeyden önce, çaba göstermek gerekir.
Düşünmede yavaş olma veya hızlı düşünememe probleminin çözümü de "çaba"ya bağlıdır. Çaba, yavaş düşünme üzerinde yoğunlaşmalıdır. Nasıl yoğunlaşması gerektiğini ise şu şekilde ifade edebiliriz:
1- Her şeyden önce halka, toplumun bireylerine, düşünmelerini sağlayacak pek çok kavram veya konu sunmak gerekir. Üzerinde düşündükleri bu konular veya tanık oldukları olaylar, vakıalar aracılığıyla düşünmenin, ne derece yavaş olduğu gözlemlenebilir. Bu gözlem veya başka bir ifadeyle düşünmenin yavaş olduğunun hissedilmesi, çözümün ilk adımını teşkil eder. Söz konusu gözlemi veya algıyı ele alalım ve meselenin özünü kavramak için, kapsamlı bir şekilde irdeleyelim:
Ortaya herhangi bir mesele attığımızı varsayalım. Örneğin insanların gelecekleriyle, içinde bulundukları durumla veya tarihleriyle ilgili bir konu ele alınabilir. İnsanların kendi gelecekleriyle ilgili meseleleri, son derece yavaş analiz ettikleri görülür. Bu hususlardan her birinin, kendine özgü bir analiz metodu olmasına rağmen insanların, içerisinde bulundukları durumu veya tarihleriyle ilgili meseleleri de aynı üslûpla tahlil etmeye kalkıştıklarını gözlemlemek mümkündür. Fakat yavaş düşünmeyi alışkanlık haline getirmeleri ve bu alışkanlığın onların kişiliğinde doğal bir biçim alması, söz konusu meselelerin analizini gereksiz yere uzatmalarına, mekanik kavramlar hakkında felsefi düşünceler yürütmelerine ve "gelecek", "gerçeklik", "tarih" gibi kavramların açıklık kazanacakları yerde, daha da bilinmezliğe sürüklenmesine neden olmaktadır. Düşünmedeki bu yavaşlık hepsinde, açıkça görülen bir özelliktir. Bu durumda, ortaya attığımız kavramları ele almayacağız. Yapmamız gereken, insanları bu genel nitelikten yani yavaş düşünmeden kurtarma yolunda çaba harcamak, bu "genel niteliğin" yakasına yapışıp ona şiddetle karşı koymak ve insanlara, "bal, arının dışkısıdır" gerçeğini kavratana dek bu işlemi sürdürmektir. Eğer bu işlem sonunda insanlar, yavaş düşünmeden yani olguları, olayları yavaş bir biçimde analiz etmekten nefret eder hale gelmişlerse, sür’ate karşı eğilimleri var demektir. Bu eğilim, iyileşmenin ilk belirtisidir. Şayet bu eğilim, açıkça ortaya çıkmıyorsa böyle bir eğilimi meydana getirmek için, elimizden geleni esirgemeyeceğiz. Herkeste olmasa da toplumun bazı bireylerinde, bu eğilimi ortaya çıkarmak için telkin ve hızlı tedavi yöntemlerinden yararlanacağız. Demek ki; önce bir meseleyi ortaya atacağız. Sonra da toplumun en bâriz niteliği olan yavaş düşünmeye karşı mücadele edeceğiz. Böylece sürat eğilimini ortaya çıkaracağız. Bu da başarının ilk belirtisi olacaktır.
Düşünmede yavaşlık problemi, birtakım açıklamalarla, hutbelerle, kitaplarla aşılacak bir sorun değildir. Sorun, birtakım çalışmaları ihtiva eden kilit sözcüklerle veya bizzat bu çalışmalarla çözülebilir. İşte "çaba" dediğimiz kavram da bunu ifade etmektedir. Zira "çaba", belli sözcükler ve belli çalışmalardan ibârettir.
2- Birinci şıkta bahsedilen çalışmaları, pür dikkatle takip etmek ve bu takibin verdiği bıkkınlıkla insanlar, lisanı hal ile "yeter artık" diyene kadar peşini bırakmamak gerekir. Fakat tüm insanların "bu kadar takip yeter!" demelerini beklemeden algıyla bunu anlamak; ancak bu durumda takip işlemini durdurmak gerekir. Algıyı kullanmadan, ne bütün insanların takip işleminden bıktıklarını ilan etmelerini beklemek ne de toplumun bir veya birkaç zeki ferdinin, bunu açıkça dile getirmesinden sonra takibi sona erdirmek doğru değildir. Takibin kişiye, artık yarar sağlamayacağını hissedene kadar, takip işlemini sürdürmek gerekir. Kişi, ancak katıksız algıyla böyle bir karara varabilir. Ne var ki söz konusu algılama, toplumun bir veya birkaç zeki ferdini değil, toplumun genelini kapsamalıdır.
3- Takip işleminin kategorilere ayrılması: İnsanlara gelecekleri, içerisinde bulundukları durum (realiteleri) veya tarihleriyle ilgili meseleler ortaya atılabileceği gibi; yaşamları, yaşam düzeyleri veya yaşamın keyfiyeti hakkında meseleler de gündeme getirilebilir. Ayrıca geçim biçimleri, bu uğurda yaptıkları mücadeleler ve rakiplerine bakış açıları da ortaya atılabilir. Kısaca daha önce bahsedilen macera yada sandalye, tepsi gibi mekanik eşyalar dışında bünyesinde bir fikir, bir düşünce barındırması şartıyla farklı farklı meseleler de ortaya atılabilir. Düşünmeyi gerektiren unsurlar olmaları, yeterli koşuldur.
4- Meseleler ve düşünceler ortaya atıldığında bilincin, sürekli tetikte olması gerekir. Ancak bu durumda bilinç, doğru hüküm vermeyi ve doğru gözlemelerde bulunmayı sağlayan bir araç haline gelir. Hem dinleyici hem de konuşan açısından tonajın nerede, nasıl ayarlanacağı, saldırının nasıl gerçekleştirileceği konusu buna bağlıdır. Kişi, bilincini yitirdiği zaman, her şeyi yitirmiş olur. Zira “bilinç” ve “tetikte olma” olmadan ne takibin ne tekrarın ne de kategorilere ayırmanın bir anlamı yoktur. Bilinçli ve tetikte olma durumu, sorunu çözmenin zorunlu koşullarından biridir.
Peki çözümü kim gerçekleştirecek? ilk anda toplumun önderleri, samimi insanlar veya insanların değer verdikleri kişiler akla gelebilir. Fakat şu bir gerçektir ki toplumun her ferdinin, yukarıdaki dört şartı kendisine veya başka insanlara uygulaması mümkündür. Bu nedenle çözüm, sadece belli bir kesimin tekelinde değildir. Toplumun önderleri, samimi şahsiyetler, toplumun değer verdiği kişiler böyle bir çözümü uygulayabileceği gibi, aynı şekilde toplumun her ferdi de böyle bir misyonu üstlenebilir ve herkesten önce kendisinden başlayabilir. Bu bile yeterlidir. O halde çözümü her insana, her bireye mal etmek gerekir. Herhangi bir birey, bu çözümü kendi üzerinde veya tek bir kişi üzerinde uygulasa dahi bu, böyle olmalıdır. Önemli olan; kimin çözüm getirdiği değil, çözümün ortaya konulmasıdır.