Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

sorular ve cevaplar.... (1 Kullanıcı)

DiLaRa_I NuR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eyl 2009
Mesajlar
2,576
Tepki puanı
4
Puanları
0
Yaş
45
Soru
selamün aleyküm namazlardan sonra hep evham geliyor ve şüpheleniyorum daha sonra namazı tekrarlıyorum şüphelendiğim için bu ise külfet veriyor evham şeytandandır ancak bunu içimde önlemenin yolunu bilmiyorum. bazen ALLAH C.C. Gafuru Rahim diyorum ve o şekilde bırakıyorum. ancak yine de beynimi kemiriyor sanki. bana ne tavsiye edersiniz.


cevap:Vesvese bir şeytan işidir şeytandan kaynaklanan bir musibettir. Şeytanın kalbi kurcalaması karıştırmasıdır. Şeytanın tek hedefi kalbdir. Tek emeli kalbi bozmak onu işe yaramaz hale getirmektir.

Neden kalb şeytanın hedef tahtasıdır? Cevabı Kur'ân'-dan alalım:

"Bilin ki ALLAH kişinin kalbine ondan daha yakındır."(1) "Kim ALLAH'a iman ederse ALLAH onun kalbine hidayet verir."(2)

"Kalbler ancak ALLAH'ın zikriyle huzura kavuşur."(3) "İmanlarına iman katmak için mü'minlerin kalblerine sükûnet ve emniyet veren Odur."(4)

"ALLAH size imanı sevdirdi onu kalblerinize benimsetti."(5) "Mü'minler o kimselerdir ki ALLAH'ın adı anıldığı zaman kalbleri titrer."(6)

Kalb hakkında yüzlerce âyetten sadece mealini verdiğimiz bu birkaç âyette kalbin şu özelliklerini öğreniyoruz:

1. ALLAH kalbe yakındır.
2. ALLAH kalbe hidayet verir.
3. Kalb ALLAH'ın zikriyle huzura kavuşur.
4. ALLAH kalbe sükûnet ve emniyet verir.
5. ALLAH imanı kalblere benimsetir




Evet kalb imanın merkezi zikrin merkezi hidayetin merkezi sükûn ve huzurun merkezi ve bütün duygularımızın merkezidir. Şeytan ise mü'mindeki bütün bu güzelliklerin düşmanıdır. Mü'mini bunlardan mahrum kılmak için elinden gelen düzenbazlıkları hileleri ve oyunları yapar. Bunun için bütün mesele kalbi şeytanın hilelerinden uzak tutmaktır. Yoksa kalb bir kere bozuldu mu bütün beden ve duygular bozulur. Hadis-i şerifte ifade edildiği gibi "Dikkat ediniz!
Bedende bir et parçası vardır; o düzeldiğinde bütün beden düzelir o bozulduğunda da bütün beden bozulur."

Vesvese ilk defa şüphe şeklinde gelir. Şeytan önce şüpheyi kalbe atar. Ancak kalb hemen tepki gösterir savunmaya geçer. Fakat savunmayı bırakır kabul ederse şeytan birinci atışta hedefe isabet ettirmiş demektir. Fakat kalb kabul etmezse orada bir iz bırakır sonunda bir pus bir leke oluşturur. Bir süre sonra hayal aynasına bazı pis düşünceler yansır edebe aykırı bazı çirkin görüntüler oluşur. Zaten bu görüntü ve leke kalbin hırçınlaşıp feryat etmesine sıkılıp daralmasına kâfi gelmiştir. Sonunda "Eyvah!" diyerek ilk hastalık mikrobunu kapmış olur ve ümitsizliğe düşüverir.
Vesvese mikrobunu kapan insan kalbinin Rabbine karşı edepsizlikte bulunduğunu sanır telaşa kapılır titrer ve birdenbire heyecan dalgası bedeninin her yanım sarar. Bütün duygular yaralanmıştır kalb penceresi puslanmış görüntüler netliğini kaybetmiştir. İnsan bu halden kurtulmak için çırpınıp durur. Ancak kalbinin gerçek sesine yani kalbe gelen melek ilhamına kulak vermediğinden bir an için kendini boşlukta hisseder ve neticede huzurdan kaçar gaflete dalar.
Evet artık iyice mikrop kalbi sarmıştır. Bu anda insan bîçaredir çaresizdir. Kurtuluş yollarını tedavi çarelerini arar. Bu yaranın merhemi ve ilacı nedir?





Ve tedavi yolu:
Birinci tedavi: Bu durumda en önemli mesele heyecana yenilip telâşa kapılmamaktır. Böyle bir vesveseye kapılan insan telaşa düşmemeli endişe etmemelidir. Telâş ve endişeye sebep olan şeyin gerçekte var olması gerekir. Oysa kalbe ve hatıra gelenler birer hayal ürününden başka I birşey değildir. Hayalden geçen çirkin şeylerin bir değeri bir önemi yoktur. Üstelik insana bir zarar da vermez.

Bunun için insanın küfre iten şeyleri hayal etmesi onu küfre götürmediği gibi edebe aykırı birşeyi düşünmesi de E edepsizlik olmaz. Çünkü bir şeyin hayalden geçirilmesi bir l karar ve hüküm sayılmaz. Bundan dolayı insanı bağlamaz iyiliğinin veya kötülüğünün delili sayılmaz hakkında bir sonuca götürmez. Oysa edepsizlik kötü söz ve çirkin bir kelimenin ifadesi bir hükümdür. Küfrü ve çirkin sözü hayalinden geçiren insan bunu söylemiş değildir ki mes'ul durumda kalsın.

İkinci tedavi: Kalbe gelen çirkin sözler edebe aykırı haller kalbten gelmiyor bunun için kalbe ait değildir. Çünkü bu sözlerden kalb rahatsızdır; sıkılıyor daralıyor. Kalbin bir ürünü olmadığı için bir kuruntu ve evhamdan başka bir şey değildir. Kalbten kaynaklanmadığına göre şeytandan kaynaklanıyor belki kalbe yakın olan şeytanın lemmesinden geliyor.

Lümme-i şeytaniye hadiste şöyle ifade edilmektedir:

Hadisi Abdullah bin Mes'ud rivayet etmektedir. Resul-i Ekrem (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
"Âdemoğlunda bir şeytanın lemmesi vardır bir de meleğin lemmesi vardır. Şeytanın lemmesi şerre (küfür günah ve zulme) teşvik etmek ve hakkı yalanlamaktır; meleğin lemmesi ise iyiliği ilham etmek ve hakkı tasdik etmektir. Bunu her kim vicdanında hissederse ALLAH'tan olduğunu bilsin ve ALLAH'a hamdetsin. Öbürünü hisseden de şeytandan ALLAH'a sığınsın. Daha sonra Resulullah (a.s.m.) şu âyeti (meali) okudu: 'Şeytan sizi fakir düşmekle korkutur da cimriliğe ve kötülüğe teşvik eder. ALLAH ise Kendi hazinesinden size mağfiret ve bolluk vaad ediyor..."(7)

Hadis-i şerifte geçen lemme hadis âlimleri tarafından "şeytanın inmesi yakınlığı dokunması ve vesvesesi" olarak açıklanırken meleğin lemmesi de "ilham" olarak izah edilmektedir.
Lemme şeytan ve meleğin kalbteki üssü merkezi karargâhı ve santralıdır. Bunlar birbirlerine çok yakındır. Şeytan kendi karargâhından kalbe devamlı vesvese okları fırlatarak insanı küfre isyana ve günaha çağırır hakkı ve hakikati reddetmeye yöneltir; melek de şeytanın lemmesini bertaraf etmek için karşı atağa geçer ilham vererek onu hayra güzelliklere sevaba ve hakka çağırır.
İşte insanın kalbine gelen hayal aynasına yansıyan bu çirkin sözler şeytanın santralından gelmektedir.

Aynı kalbde şeytanın santralı ile meleğin santralının birbirine yakın olması aynanın parlak yüzü ile mat yüzünün birarada bulunmasına benzer. Bir başka ifadeyle bir kütüphanede iyi kitapla kötü kitabın yanyana durması gibidir.

Bunun için melek ilhamı ile şeytan vesveseninin birbirine yakın olması insana bir zarar vermez.
Nasıl olursa insan vesveseden zarar görür?

İnsan vesvesenin zarar vereceği vehmine kapılır zarar verdiğini düşünürse zarar görür. Böylece kalbini sıkıntıya sokmuş ıztıraba sürüklemiştir. Çünkü hayali hakikat sanmıştır. Bir şeytan işi olan vesveseyi kendi kalbine mal etmiştir. Şeytanın vesvesesini kalbinden gelen bir söz gibi kabullenmiştir. Yani vesvesenin zarar verdiği kanaatine varmış zarar görmüştür. Tehlikeli sanmış tehlikeye düşmüştür. Zaten şeytan da böyle bir şeyi istemektedir ve şeytanın dediği olmuştur.
Bundan kurtulmak için ne yapmalı? Hadiste de bildirildiği gibi hemen şeytanın şerrinden ALLAH'a sığınmalıdır.



1 Enfal Sûresi 24.
2 Teğâbün Sûresi 11.
3 Ra'd Sûresi 28.
4 Fetih Sûresi 4.
5 Hucurât Sûresi. 7
6 Enfal Sûresi 2.
7 Tirmizî Tefsîrü'l-Kurân hadis no: 2988
 

DiLaRa_I NuR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eyl 2009
Mesajlar
2,576
Tepki puanı
4
Puanları
0
Yaş
45
Sual: Gaflet nedir? Gafletten kurtulmak nasıl olur?
CEVAP
Dini kelimelerin sözlük manasına değil ıstılah manasına bakmak gerekir.
Gaflet Allahü teâlâyı unutmak demektir. Her ne şekilde olursa olsun
Allahü teâlâyı hatırlamak ise gafletten kurtulmak olur. Dinin emirlerini gözeterek
yapılan bütün işler alış verişler yiyip içmeler gafletten kurtulmak ve
Allahü teâlâyı hatırlamak demektir.

Evine camiye rastgele sağ ayakla giren kimse gafletle girdiği için sevap alamaz.
Sünnet olduğunu düşünerek sağ ayakla girerse sevap alır.
Bunun için gafleti yenmeye çalışmalıdır! Kur'an-ı kerimde mealen
(Gafillerden olma) buyuruluyor. (Araf 205)

Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Gaflet üzere uyuyan Kıyamette öyle dirilir. O halde kendinizi
Allahü teâlâyı anarak uyumaya alıştırın!) [Deylemi]

(Gafiller arasında Allahü teâlâyı anan kuru çalılar
arasındaki yeşil ağaç gibidir.)[Ebu Nuaym]

(Gafil olduğu halde gafletinden habersiz kimseye şaşılır.
Şu kişiye de şaşılır ki ölüm onun peşinde iken o dünyanın peşinde koşar.
Rabbi kendinden hoşnut olup olmadığını bilmeden kahkaha ile gülene de şaşılır.)
[Ebu Nuaym]

Gafletin sonu pişmanlıktır. Gaflet nimeti yok eder hizmetleri engeller.
Gaflet uykusunun sonu sonsuz pişmanlık olabilir. Salihlerden biri
hocasını rüyada görüp sual eder:
- Kıyamette en büyük pişmanlık nedir?
Hocası buyurur ki:
- Gafletin neticesi olan pişmanlık...
Estağfirullah el-azim ellezi la ilahe illa hüv elhayyel kayyume ve etübü ileyh
 

DiLaRa_I NuR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eyl 2009
Mesajlar
2,576
Tepki puanı
4
Puanları
0
Yaş
45
soruEdep Ne Demektir?
cevap
Efendimiz (A.S.M)'in bir lakabı da "Habib-i Edib' dir. Çok edepli ve çok sevgili demektir. İnsanlara karşı çok sevgisi olmayan zatında da sevgili olamaz. Sevimli ve sevgili olmayanın da edepli olması düşünülemez. İnsanları sevecek ki değer versin. İnsanlara değer verecek ki onlara karşı edepli davransın. Başka bir tabirle edepli insanlar daima sevilenlerdir.
Edep insanın dini ölçülere uygun güzel söz hareket ve davranışlarından ibarettir.
İnsanın sahip olduğu edebi davranışlar iki kısımdır:
1-Doğuştan gelen ve değiştirilmesi kısmen imkânsız bulunan edebi hareketlerdir ki bunlara "tabii edep" de denilir.
2-Bir de akıl ve düşünce ile cemiyetin tesiriyle dıştan gelen ve insanın kendi ihtiyar ve iradesiyle olan edeplerdir ki bunlara "müktesep edep" de denir.
Mademki edep iyi ve güzel söz ve hareketlerinden ibarettir; o halde iyiyi ve güzeli nasıl tanıyacak ve seçeceğiz. Elbette bu hususta rehber yine "Habib-i Edibimiz" dir. O'nun da muallimi Allah'tır.
Zira eşyayı yoktan var eden onun künhünü bilen ve onu dilediği gibi tasarruf eden varlığın ilmi yanında kimsenin söz söylemeye hakkı olabilir mi? Elbette olamaz. O halde Allah'ın Habib-i Edibine öğrettiği edep değişmeyen en güzel ve en doğru edeptir. Onu en güzel yaşayan da muhakkak ki "Habib-i Edip" tir.
Edep kelimesi; 1) iyi terbiye 2) naziklik 3) Usluluk 4) Zariflik manalarına geliyor.
Edep kavlen ve fiilen insanlara lütuf ile muamele etmektir. İslami ahlakın en zirvesi diye de tarif edebileceğimiz edep için ahlakın en kâmil noktasında ince ayar diye de ele alabiliriz. Veya edep ahlak ağacının en güzel meyveleridir de denebilir
Ahlakın kaç nev'i varsa edebin de o kadar çeşitleri vardır. Ahlak "Sırat-ı müstakimdir. Kuvve-i şeheviyenin kuvve-i gadabiyenin kuvve-i akliyenin ifrat ve tefritten uzak hatt-ı vasatı olan iffet şecaat ve hikmetten ibarettir."
Ahlak hayatın bütün noktalarını kucaklayacak bir şümule sahiptir.
Şehvet ile alakalı hareketlerimizde ahlak
Gadap ile alakalı hareketlerimizde ahlak
Akıl ile alakalı hareketlerimizde ahlak.
Ve insanda bulunan binlerce duygu ve uzuvların hepsi bu üç ana kuvveye racidir.
İşte bütün bu noktalarda vasatı yaşamak ahlaktır. Efendimizin ahlakıdır. Sünnet-i Seniyye'ye uygun hareket etmektir. Hayatın bütün yönlerini kapsayan ahlakın çeşitleri kadar edebin de çeşitleri vardır.
Edebin çoğulu "Adap" tır. Adabı aşağıdaki çeşitleriyle ifade edebiliriz:
EDEBİN ÇEŞİTLERİ
1-Edeb-i Şeriat: Dinin temel prensiplerini usulünü iyi bilmek ve takva ufkunda hassasiyetle yaşamaktır. Efendimizin Sünnet-i seniyye'si ölçüsünde bütün sünnetleri hayatın her kademesinde tatbik etmektir.
2-Edeb-i Hak : Edeb-i şeriatle yaşayarak Allah'a yaklaşınca Allah'a yakınlığın edebine riayet etmek. Daima niyaz makamında yaşamak asla naza girmemektir.
3-Edeb-i Hizmet: İslam davasını temsil ve tebliğ ederken O'nun metotlarını en ince noktalarıyla daimi olarak ele almak usul olmadan füru da olmayacağını bilerek yaşamaktır. Daima Rıza-yı İlahi'yi esas alarak hareket etmektir.
4-Edeb-i Tarikat: Mürşide karşı tam teslimiyet sevgi ölesiye hizmet ve şeyhine karşı kalbden kalbe yol bulmak ve asla itiraz etmemektir. Kalbinden hayalinden bile itiraz geçirmemektir. Özüne bakılırsa tasavvuf ta bir edeptir. Her zaman her hal ve değişik makamlarda edebi asla elden bırakmamaktır.
5-Edeb-i Ma’rifet: Allah’a yakınlığın hakkını vermek. Aşırı ve dengesiz olmamaktır. Kalbini daima Allah'a rabtedip ağyarın kalbine girmesine mani olmak kalbini ağyara masivaullaha açmamaktır. "Yalnız seni seni" deyip öyle yaşama gayretidir.
6-Edeb-i Hakikat: Fenafillah – Bekabillah'dan sonra nazarını sadece Allah'a tahsis etmek nokta-i istinadı Allah nokta-i istimdadı Allah inancı içerisinde acz ve fakr ile daima Allah'a teveccüh içinde bulunmaktır.
7-Edeb-i Kelam: Söz zarifliği söz güzelliğidir. Sözde ifadeler arasında bayağı ve çirkin tabirler bulunmaması sözdeki bütünlüğe dikkat ederek düşük cümle olmamasıdır.
Bir gün Efendimiz (S.A.V) coşmuş hitap ederken öyle güzel konuşuyordu ki Hz. Ebubekir hayret içinde Seni böyle kim edeplendirdi Ya Resulallah! dedi. Efendimiz "Bu edebiyatı bana Rabbim öğretti. O öğrettiği içinde en güzel edebiyatı bana öğretti." buyurdu. Onun için nazımlı nesirli güzel sözlerden bahseden ilme "edebiyat ilmi" deniyor.
Bu edebiyatla meşgul olanlara da "Edebiyyun" denir. Edip de; edebiyatçı güzel ve sanatlı söz söyleyen veya yazan edepli terbiyeli demektir. O da edepten alınmadır. " Edipler edepli olmalıdır. Hem de Edeb-i Kur'aniye ile müteeddib olmalıdır."
Dikkat etti iseniz kelimelerin bütün köklerinde "edep" tabiri var.
8-Edeb-i Tıb: Tıbbın prensiplerini tıp ahlakına göre yaşamak tıbbın gereklerini yapmak. Doktorun doktorluk unvanıyla hastasının en mahrem yerine bakması edeb-i tıp böyle gerektirdiği içindir. Aynı şahıs doktorluğun dışında bir sıfatla aynı yerlere bakamaz.
9-Edeb-i San’at: Kusursuz fasih ve beliğ olan sözlerin süsleri hayâ utanma sözleri. Bu mevzularda en derin edebiyat bilgilerine "edeb-i san'at" denir.
Edebi Yaşayabilmek İçin?
Bu hayatı müslümanca ve insanca yaşayabilmek için peygamberimizin (S.A.V) yaşadığı hayatı yaşamak sözleriyle amel etmek şarttır. Bunun yolu da O'nun ahlak ve edebini bilmekten geçer.
Yirmi üç sene cehdedip en nihayet veda haccında bize iki emaneti bırakan Efendimiz (S.A.V); bu iki emanete sımsıkı sarıldığımızda hiçbir zaman sapıklığa ve ezikliğe düşmeyeceğimizi ifade buyurur. O hiç boş yere konuşmamıştır. O'nun ümmetine öğüt nasihat ve irşatlarıyla birlikte bizzat yaşayıp ve bizlerin de yaşaması için telkinde bulunduğu güzel ve yüce faziletler ahlakın ve edebin tamamını oluştururlar.
Yukarıda yapılan kısa açıklamadan anlaşılıyor ki ahlak ve edep dinden ayrı bir şey değil din hükümlerinin doğru ve tam olarak yaşanmasından doğan bir haldir.
İnsan fıtraten medeni olduğundan ebna-yı cinsleriyle yaşamaya mecburdur. İnsan insanlar içinde yaşamaya mahkûm olduğu ve cemiyetin dışında kalamayacağından ahlaktan da azade kalamaz. Dinin yüklediği ahlak ölçüleri ile de mesuldür. Bu mesuliyete inanıp ta vazifelerini yerine getirenler gayeye ererler huzura kavuşurlar. Tabii ki dine dayanmayan bir ahlak ve edep de Allah katında makbul değildir.
Edeple Alakalı Güzel Sözler
Edep ile alakalı miri malı olmuş güzel sözlerden bazıları ile mevzuumuzu bitirelim:
Edeptir kişinin daim libası
Edepsiz kişi üryana benzer.
***
Edep ehl-i ilimden hali olmaz
Edepsiz ilim okuyan alim olmaz.
***
Edep iledir nizam-ı alem
Edep iledir kemal-i adem.
***
Edep bir tac imiş nur-i hüdadan
Giy ol tacı emin ol her beladan.
 

DiLaRa_I NuR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eyl 2009
Mesajlar
2,576
Tepki puanı
4
Puanları
0
Yaş
45
Sual: Ana-baba hakları nelerdir?
CEVAP
İmam-ı Nesefi hazretleri bildiriyor ki:
Ana-babanın evladı üzerinde seksen kadar hakkı vardır. Kırkı sağlığında kırkı vefatından sonradır. Sağlığında olan kırk haktan onu bedenle onu dil ile onu kalble onu da para iledir.

Bedenle olan hakları:
1- Hizmet ederek rızalarını almak. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ana-babasına hizmet edenin ömrü bereketli ve uzun olur.) [İslam Ahlakı]

(Ana-babasını dine uygun hizmetleriyle razı eden Allahü teâlâyı razı etmiş olur onları gazaplandıran Allahü teâlâyı gazaplandırmış olur.) [İbni Neccar]

(Ana-babası yanında ihtiyarladığı halde [rızalarını alamayıp] Cenneti kazanamayanın burnu sürtsün.) [Tirmizi]

Hasan-ı Basri hazretleri Kâbe’yi tavaf ederken sırtında yük olan bir zat görüp der ki:
- Niçin yükle tavaf ediyorsun?
- Bu yük değil babamdır. Bunu Şam’dan yedi defa getirip tavaf ettim. Çünkü bana dinimi imanımı öğretti. Beni İslam ahlakı ile yetiştirdi.
- Kıyamete kadar böyle arkanda taşısan bir defa kalbini kırmakla bu yaptığın hizmet boşa gider. Bir defa da gönlünü yapsan bu kadar hizmete karşılık olur.

Ana-babaya hizmette kusur etmemelidir. Hazret-i İbni Abbas "Ana-babana karşı kusurlu güçsüz aşağı bir kölenin sert kaba efendisine karşı bulunduğu hâl üzere ol!" buyurdu.
Anneye hürmet ve hizmet babadan önce gelir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Anneye yapılan iyiliğin ecri iki mislidir.) [İ. Gazali]

(Önce annene sonra babana kız kardeşine erkek kardeşine ve sırası ile diğer yakınlarına iyilik et!) [Nesai]

(Veysel Karani’nin kavuştuğu bütün ihsan ve dereceler anasına yaptığı iyilik sebebiyledir.) [R.Nasıhin]

(Ya Resulallah annem müşriktir. Ona iyilik etmem caiz midir?) diye sorana (Evet annene iyilik ve ihsanda bulun!) buyuruldu. (Ebu Davud)

Her Peygamber kendi annesinden de üstündür. Buna rağmen Peygamberler de annelerine hürmet ve hizmet etmişlerdir.

Kâfir olan ana-babaya hizmet etmek nafakalarını vermek ziyaretlerine gitmek gerekir. Küfre sebep olan şeyleri yaptıracaklarından korkulursa ziyaretlerine gidilmez. (Bezzâziyye)

Hazret-i Musa Cennetteki komşusunun kim olduğunu Hak teâlâdan sorup öğrendikten sonra yanına gider. Bu bir kasaptır. Kasap bir parça et pişirir. Asılı zenbili aşağı alır çok zayıf bir kadına et ve su verir. Üstünü başını temizleyip zenbile koyar. Kasap (Bu annemdir. Yaşlanıp bu hale girdi; sabah-akşam böyle bakarım) der. Kasabın annesinin (Ya Rabbi oğlumu Cennette Musa aleyhisselama komşu eyle) dediğini Hazret-i Musa da işitir. Kasaba (Müjde Allahü teâlâ seni Musa aleyhisselama komşu etti) buyurur. (Şir’a)

2- İyilik etmek. Ana-babaya iyilik ve ihsan evlada farzdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ana-babasına iyilik eden evlat Peygamberlerle beraber Cennete girer.) [İ. Rafii]
(Ana-babasına iyilik edenin ömrü uzun rızkı bereketli olur.) [İ. Ahmed]
(En faziletli amel vaktinde kılınan namazdan sonra ana-babaya iyiliktir.) [Müslim]

(Ana-babaya ihsan bedbahtlığı saadete çevirir ömrü uzatır ve insanı kötü ölümden korur.) [Ebu Nuaym]

(Ana-babanıza ihsan ederseniz çocuklarınız da size ihsan eder.) [Taberani]
(Sen de malın da babana aittir.) [İbni Mace]

3- Asi olmamak karşı gelmemek. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ana-babaya karşı gelmek büyük günahtır.) [Buhari]
(Ana-babasına asi olan Cennete giremez.) [Nesai]
(Ana-babasına karşı gelenin ömrü bereketsiz ve kısa olur.) [İslam Ahlakı]

İmanı olanlardan Cehennemden en sonra çıkacak olanlar Allahü teâlânın yolunda olan ana-babasının İslamiyet’e uygun olan emirlerine asi olanlardır.

Ana-babanın ve hiç kimsenin dine uymayan emri yapılmaz. Fakat ana-babaya yine tatlı söylemek onları incitmemek gerekir.

Ana-baba kâfir ise onları kiliseden meyhaneden sırtta taşıyarak bile geri getirmek gerekir. Fakat oralara götürmek gerekmez.

Ana-baba zalim de olsa onlara karşı gelmek onlarla sert konuşmak caiz değildir.
(Anam-babam çok şefkatsiz onlara nasıl itaat edeyim) diyen bir kimseye Resulullah efendimiz buyurdu ki:
(Anan seni 9 ay karnında gezdirdi. 2 yıl emzirdi. Seni büyütünceye kadar koynunda besledi ve kucağında gezdirdi. Baban da seni büyütünceye kadar birçok zahmete katlandı. İdare ve maişetini temin etti. Sana dinini imanını öğretti. Seni islam terbiyesi ile büyüttü. Şimdi nasıl olur da şefkatsiz olurlar? Bundan daha büyük ve kıymetli şefkat olur mu?) [Ey Oğul İlmihali]

(Ya Resulallah yaşlı anama elimle yedirip içiririm. Abdestini aldırır sırtımda taşırım. Hakkını ödemiş olur muyum?) diye soran kişiye buyurdu ki:
(Hayır yüzde birini bile ödemiş olamazsın. O sana yaşaman için hizmet ediyordu sen ise ölümünü bekleyerek hizmet ediyorsun. Ancak Allahü teâlâ bu az iyiliğine karşılık çok sevap ihsan eder.) [R. Nasıhin]

Bir zat (Ya Resulallah ana-baba evladına zulmetse de rızalarını almayan Cehenneme girer mi?) diye sorunca cevaben 3 defa (Evet zulmetseler de rızalarını almayan Cehenneme girer) buyurdu. (Beyheki)

Şu halde ana-baba zalim olup evlada zulmetseler de günah işlemeyi emretseler de yine onları üzmemeye küstürmemeye çalışmalıdır! Günah olan emirleri yapılmaz ama yine de onları üzücü söz söylemek caiz olmaz.

Ana-baba kötü bile olsa yine onlarla iyi geçinmelidir! Ziyaretlerini terk etmek büyük günahtır. Hiç olmazsa selam göndererek tatlı mektup yazarak telefon ederek bu günahtan kurtulmalıdır!
Kur'an-ı kerimde 3 şey 3 şeyle beraber bildirildi. Biri yapılmazsa ikincisi kabul olmaz. Peygambere itaat edilmezse Allah’a itaat edilmiş olmaz. Ana-babaya şükredilmedikçe Allahü teâlâya şükredilmiş olmaz. Malın zekatı verilmedikçe namazlar kabul olmaz. (Tefsir-i Mugni)

4- İtaat etmek karşı gelmemek günah olmayan emirlerini yapmak.
Hazret-i Musa Allahü teâlâdan 9 defa nasihat istedi. Hepsinde de ana-babaya itaat etmesi emrolundu. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ana-babaya itaat Allah’a itaattir onlara asi olmak Allah’a asi olmaktır.) [Taberani]
Babasına asi gelen çocuğundan mürüvvet göremez muradına kavuşamaz ailesi ile geçinemez evinin tadı bozulur. (Şir’a)

5- Sert bakmamak şefkatle sevgi ile bakmak. Ana-babasına şefkat ve sevgi ile bir defa baksa kabul edilmiş bir hac sevabına kavuşur.
Peygamber efendimiz (Ana-babanın yüzüne merhametle bakana hac ve umre sevabı yazılır) buyurunca (Günde bin defa bakarsa da böyle midir?) denildi. Cevaben buyurdu ki:
(Günde yüzbin defa baksa da...) [R. Nasıhin]
Yine buyurdu ki:
(Ana-babanın yüzüne sevgi ile bakmak ibadettir.) [Ebu Nuaym]

6- Üzmemek incitmemek rızalarını kazanmak. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Rabbin rızası ana-babanın rızasında gazabı da ana-babanın gazabındadır.) [Buhari]
(Ana-babasının rızasını alan mümine Cennetten iki kapı üzene de Cehennemden iki kapı açılır.) [Beyheki]

(Ana-babasını razı eden mümin ne yaparsa yapsın Cehenneme girmez inciten de Cennete girmez.) [Şir’a]

(Hak teâlâ bazı günahların cezasını kıyamete kadar geciktirir. Ana-babaya isyan bundan müstesnadır.) [Hakim]

Ana-babayı üzmek onlara eziyet etmek büyük günahtır. Ana-babanın veya hiç kimsenin günah olan emirleri yapılmaz. Ana-babanın yemeklerinde haram karışığı olduğu şüpheli olsa ana-baba bu yemekten yemesi için evladını zorlasa evladın o yemekten yemesi gerekir. Çünkü şüpheli şeylerden kaçınmak vera ana-babanın rızasını almak ise vaciptir. Fakat gayrı meşru emirleri dinlenmez. Mesela onlar (İçki iç namaz kılma yoksa senden razı olmayız) deseler de haram olan şeyler yapılmaz. Çünkü (Halıka isyan olan işte kula itaat edilmez) emri vardır. Hak teâlâ buyuruyor ki:
(Biz insana ana-babasına iyi davranmasını tavsiye ettik. Eğer onlar seni hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa onlara itaat etme.) [Ankebut 8]

Ana-babası günah işleyen çocuk bunlara bir defa nasihat eder. Kabul etmezlerse susar. Onlara dua eder.

7- İzinsiz sefere gitmemek.
Hacca giderken muhtaç olmayan ana-babadan izin almak sünnettir.
Ana-baba muhtaç ise izinsiz gitmek haramdır. Ana-babası muhtaç olmayan onlardan izinsiz farz olan hacca gidebilir. Fakat nafile olan hacca izinsiz gidemez. (Redd-ül Muhtar)

Cihad için izin isteyen birine Peygamber efendimiz ana-babasının sağ olduğunu öğrenince (Burada kal onlara hizmet et onlara hizmet cihaddır.) (Buhari)

Cihada gitmek için gelen başka birisine de buyurdu ki:
(Annenin yanından ayrılma! Cennet onun ayağı altındadır.) [Nesai]

Biri de hicret etmek için gelip (Ya Resulallah ana-babamı ağlatarak geldim) dedi. Peygamber efendimiz bu duruma üzülerek buyurdu ki:
(Hemen git onları ağlattığın gibi güldür!) [Ebu Davud]
Ana-babayı ziyaret etmemek büyük günahtır. Hiç olmazsa selam göndererek tatlı mektup yazarak bu günahlardan kurtulmalıdır.

8- Saygıda hürmette kusur etmemek. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Büyüğünü saymayan bizden değildir.) [Tirmizi]
Onları görünce ayağa kalkmak yanlarına gitmek onlar oturuncaya kadar ayakta durmak izinsiz oturmamak gerekir. Otururken edepli oturmalı ayağını uzatarak oturmamalı bacak bacak üstüne atmamalıdır. Onlar bana bir şey demiyor diye bunları ihmal etmemelidir.

9- Onlarla yolda giderken arkalarından gitmek. Zaruretsiz önlerinde yürümemek.

10- Çağırınca hemen kalkıp yanlarına gitmek buyurun demek. Ana-baba çağırınca farz namazı bozmak caiz olur ise de ihtiyaç yoksa bozmamalıdır. Sünnetler bozulur. Hak teâlâ buyurdu ki:
(Ya Musa benim indimde çok ağır ve büyük bir günah vardır ki o da ana-baba evladını çağırınca emrine uymamasıdır.) [İslam Ahlakı]

Dil ile olan hakları:
1- Yumuşak söylemek tevazu etmek. Öf bile dememek. Hak teâlâ buyuruyor ki:
(Biz insana ana-babasına iyilik etmesini tavsiye ettik.) [Ahkaf 15]

(Rabbin yalnız kendisine kulluk etmenizi ana-babanıza da iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlanırsa kendilerine öf bile deme; ağır söz söyleme onlarla yumuşak ve tatlı konuş onlara acı tevazu kanadını gerip "Rabbim küçükken beni yetiştirdikleri gibi sen de onlara merhamet et" diye dua et.) [İsra 23 24]

Hasan-ı Basri hazretleri buyurdu ki:
(Âlim bir evladın ana-babası kâfir olsa kuyudan su çekmeleri için ona muhtaç olsalar o da birkaç kova çektikten sonra öf dese bu sebeple bütün amellerinin sevabı yok olur.)

2- Konuşurken sesini onların sesinden yüksek çıkarmamak.

3- Yanlarında çok konuşmamak edebi aşmamak. Ana-baba bildiği şeyleri de anlatsa yine aynı şeyler mi dememek. Hiç duymamış gibi can kulağı ile dinlemek.

4- Kaba dokunaklı ve argo söz söylememek. Mesela iki kardeşi olan biri öteki kardeşini kastedip (Oğlun şunu yaptı. Ben yapsam kıyameti koparırdınız) veya (Anne torunu tepene çıkartıyor çok şımartıyorsun. Söz dinletemiyoruz) gibi sözlerle ana-babayı üzmemelidir. Çocuklarını ana-babanın yanında dövmemeli azarlamamalıdır. Böyle şeyler ana-babayı üzer.

5- Hanımını onlardan üstün tutmamak. Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Hanımını anasından üstün tutana lanet olsun! Onun farz ve diğer ibadetleri kabul olmaz.) [Şir’a]

6- İsimleri ile çağırmamak sözlerini kesmemek sözlerinin arasına girmemek. Bilgiçlik taslamamak. Ana-baba yanlış da söylese öyle değil diyerek itiraz etmemek.

7- Ana-babanın arasını açacak söz ve hareketlerden uzak durmak. Ana-baba ile oğul veya kızın arasını açacak işlerden uzak durmak. Gelinleri ana-baba ile oğullarının arasını açacak sözlerden uzak tutmalıdır. Peygamber efendimiz (Ana ile oğulun arasını açana lanet olsun) buyurmuştur. (Gunye)

8- Konuşurken yap yapma gibi ifadeler kullanmamak. Yapar mısın gibi ricada bulunmalıdır.

9- Hayır dualarını almak. Ana-baba duasını ganimet bilmek. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Üç kişinin duası kabul olur. Ana-baba mazlum ve misafirin duası.) [Tirmizi]
(Ana-babanın duası ilahi hicaba ulaşır duaları kabul olur.) [İbni Mace]

10- Beddualarını almamak. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ana-babanın çocuğuna ve mazlumun zalime olan bedduaları reddolmaz.) [Tirmizi]

(Kendinize evladınıza ve malınıza beddua etmeyin! Duaların kabul olduğu bir saate rastlar da bedduanız kabul olur.) [Müslim]

Ana-baba çağırdığı zaman herhangi bir işle uğraşırsan hemen onu terk edip derhal ana-babanın emrine koş! Anan-baban sana kızıp bağırırsa onlara sen bir şey söyleme! Ananın-babanın duasını almak istersen sana emrettikleri işleri çabuk ve güzel yapmaya çalış! Bu işini beğenmeyip sana gücenmelerinden ve beddua etmelerinden kork! Sana darılır iseler onlara karşı sert söyleme! Hemen ellerini öperek gazaplarını teskin et! Ananın-babanın kalblerine geleni gözet! Çünkü senin saadet ve felaketin onların kalblerinden doğan sözdedir. Anan-baban hasta ise ihtiyar ise onlara yardım et! Saadetini onlardan alacağın hayır duada bil! Eğer onları incitip beddualarını alırsan dünya ve ahiretin harap olur. Atılan ok tekrar geri yaya gelmez. Onlar hayatta iken kıymetini bil!

Kalb ile olan hakları:
1- Acımak merhamet etmek. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Merhamet etmeyene merhamet edilmez acımayana acınmaz.) [Müslim]

2- Sevmek. Her fırsatta ana-babanın ellerini öpmeli sevdiğini hissettirmelidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Annesinin ayağını öpen Cennetin eşiğini öpmüş olur.) [Şir’a]

3- Sevinçlerine sevinmek. Bir şeye sevinince (Ne iyi olmuş hayırlı olsun) gibi sözlerle memnuniyetini bildirmelidir.

4- Üzüntülerine üzülmek dertleri ile hemdert olmak. Bir şeye üzülmüşlerse (Geçmiş olsun) diyerek ilgilendiğini üzüldüğünü bildirmeye çalışmalıdır.

5- Çok söylemelerinden incinmemek. İncinse bile kesinlikle incindiğini hissettirmemek.

6- Sitem ve cefalarına kızmamak. Sözlerini hiç duymamış gibi hareket etmek.

7- Onlardan razı olmak. Ne yapıp yapmalı onların rızalarını almaya çalışmalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allahü teâlânın rızası ana-babanın rızasındadır.) [R. Nasihin]

8- İncitmekten çok korkmak. İsra suresinin 23. âyet-i kerimesinde ana-babaya iyi davranmak onlara yumuşak ve tatlı söylemek emredilmektedir. Gaflete düşüp ana-babanın kalbini kırarsan derhal rızalarını almaya çalış yalvar ve ne yaparsan yap onların gönlünü al!

9- Nazlanmamak. Aksine onların nazına katlanmalıdır. Çünkü ana-baba küçükken bizim çok nazımızı çektiler. Nazlanma sırasının onlarda olduğunu unutmamalıdır.

10- Sıkıntı görse de ölseler de kurtulsak diye düşünmemek çok yaşamalarını arzu etmek. Onlar bizden çok sıkıntı gördükleri halde yaşamamızı istemişlerdi. İcabında kendileri aç durup bizi doyurmuşlardı.


 

DiLaRa_I NuR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eyl 2009
Mesajlar
2,576
Tepki puanı
4
Puanları
0
Yaş
45
Mal para ile olan hakları:
1- Kendinden önce onlara elbise almak. Kendi yiyeceğinden iyisini onlara vermek.

2- Uzakta iseler ziyaretlerine gitmek. Ana-baba ve mahrem akrabaları ziyaret etmek vaciptir. Hiç olmazsa selam göndererek tatlı mektup yazarak bu günahlardan kurtulmalıdır. Ziyarette sıra ana baba evlat dede nine kardeş amca hala dayı ve teyzedir.

3- Beraber yemek.

4- Arzularını sormak öğrenip yerine getirmek.

5- Evlerini temizlemek boyamak tamir etmek.

6- Para vermek. İhtiyaçları olup da söyleyemezler belki.

7- Malı parayı onlara serbest etmek. Ne zaman isterseniz malım param size feda olsun demeli bir kızgınlıkları varsa bu yolla onları teskin etmelidir. Ana-babaya harcanan paradan sual olunmaz. Muhtaç olan ana-babaya yardım farzdır. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Ana-babaya akrabaya yetimlere yoksullara yolculara infak edin!) [Bekara 215]

Kime infak edeceğini soran kimseye Resulullah efendimiz (Kendine ana-babana sonra hanımına ve çocuklarına hizmetçine bundan sonrasını da artık sen bilirsin) buyurdu. (Nesai)

Babası hasta olup bakacak kimse bulunamazsa kocasından izinsiz gidip hizmet eder. Zimmi baba da böyledir. Çocuk zengin olan babasına bakmaya mecbur değildir. (Bezzâziyye)

Zengin çocuğun fakir olan ana-babasına nafaka vermesi farzdır. Fakir kimsenin fakir babasına nafaka vermesi farz değildir. Fakir olan ana-babasını kendi evine alıp birlikte otururlar. (Fetava-i Hayriyye)

Ana-babadan birine iyilik edince öteki incinirse babaya hürmet ve itaat etmeli anaya hizmet yardım ve ihsan etmelidir.

8- Ara sıra güzel yemek yapıp davet etmek. Gönülleri ister de belki söyleyemezler.

9- Dostlarını dost bilip davet ederek gönüllerini almak. Düşmanlarından da uzak durmaya çalışmak.

10- Hastalandıkları zaman tedavileri ile meşgul olmak ilaç almak. Bir bakıcı bir hizmetçi tutmak yerine bizzat kendisi hizmet etmeye çalışmalıdır.
 

DiLaRa_I NuR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eyl 2009
Mesajlar
2,576
Tepki puanı
4
Puanları
0
Yaş
45
Vefatlarından sonraki 40 hak:
1- Definlerinde erken davranmak.

2- Sünnet üzere yıkamak. Bu işi bilen iyi kimselere yıkatmalıdır.

3- Sünnet üzere kefenlemek.

4- Caiz olmayan kefen yapmamak.

5- Sünnet olan sayıya dikkat etmek. Erkeklere 3 parçadan fazla yapmamak.

6- Kefende israf etmemek.

7- Helal parasından kefen almak.

8- Cenaze namazını biliyorsa kendisi kıldırmak. Bid'at ehli kimselere kıldırmamak.

9- Onlara hep dua etmek. Bir hadis-i şerif meali: (Ana-babasına dua etmeyenin rızkı kesilir.) [Şir’a]

10- Toprağa kendisi koymak.

11- Mezarı kazan ve çalışanları memnun etmek.

12- İyi ve salih kimselerin arasına defnetmek.

13- Kötülerin arasına gömmemek. Çünkü kötü komşudan onlara sıkıntı gelir.

14- Kabrin üzerini balık sırtı gibi yapmak.

15- Kerpiç kullanmak.

16- Pişmiş tuğla kullanmamak. Çivi tuğla gibi fırınlanmış şeyleri kabrin içinde kullanmak mekruhtur. Kabrin üstünü dışardan tuğla ve mermerle örtmek caizdir.

17- Toprağı başında sadaka vermek.

18- Kabir başında dua etmek. [Sadakayı ve duayı geciktirmemek. 40. ve 52. gece gibi bid'at olan işlerden uzak durmak.]

19- Borçlarını ödemek.

20- Telkini kendi vermek.

21- İskatını hemen yapmak. Ölünün namaz ve oruç borcu için başkası onun yerine namaz kılamaz ve oruç tutamaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Başkası yerine oruç tutulmaz ve namaz kılınmaz. Fakat onun orucu ve namazı için fakir doyurulur.) [Nesai]

22- Mezar taşına caiz olmayan ifadeler yazdırmamak. Mesela Fatiha veya Besmele veya âyet yazmak caiz değildir. Latin harfleriyle de caiz olanı yazmamalıdır. Başkaları uzun yıllardan beri yazıyorsa da caiz değildir.

23- Vasiyetlerini yerine getirmek. Dine uygun değilse yerine getirilmez.

24- Namazlardan sonra dua edip sevaplarını onların ruhlarına göndermek. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ana-babasına asi olan vefatlarından sonra onlar için dua etse Allahü teâlâ onu ana-babasına itaat edenlerden yazar.) [İbni Ebiddünya]

25- Sevabı onlara olmak üzere oruç tutmak.

26- Sevabı onlara olmak üzere hac etmek. Âlimlerin çoğuna göre ana-baba için hac caizdir.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ölmüş ana-babası adına hac edene hem kendi hem de ana-babası için hac yapmış sevabı verilir. Ana-babasının ruhuna müjde verilir.) [Dare Kutni]

27- Sevabı onlara olmak üzere sadaka vermek. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Sadaka verirken sevabını müslüman ana-babanızın ruhuna niye hediye etmezsiniz? Hediye ederseniz verdiğiniz sadakanın sevabı onların ruhuna gideceği gibi sevabından hiçbir şey eksilmeden size de yazılır.) [Taberani]

28- Kabirlerini ziyaret edip Kur'an-ı kerim okumalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ana-babasının veya birinin kabrini ihlasla ve mağfiret umarak ziyaret eden kabul olmuş bir hac sevabı alır ve bunu âdet edinenin kabrini de melekler ziyaret eder.) [Hakim]

29- Kabirlerini Cuma günleri ziyaret etmek. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ana-babanın kabrini Cuma günleri ziyaret edenin günahları affolur haklarını ödemiş olur.) [Tirmizi]

30- Ziyarette dua ve Kur'an-ı kerim okumakla meşgul olmak uygunsuz söz söylememek.

31- Sağlıklarında incinmiş iseler çocuk salih olunca razı olurlar. Onların öğrettikleri iyi şeylerle amel ettiği müddetçe sevabı onlara da ulaşır.

32- Onlardan kötü bir yol edinmiş ise her yaptığından onlara da günah ve azap gider. Bunun için onlardan veya onların vasıtası ile öğrendiği kötü şeyleri terk etmeli kendi kötü amelleri ile onlara kabirde azap ettirmemelidir.

33- Ana-babaya sövmemek. Hadis-i şerifte (Ana-babaya sövmek büyük günahtır) buyuruldu. (Buhari) Yani birinin ana-babasına söversen o da senin ana-babana sövebilir.

34- Yakınlarına iyi davranmak. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ölmüş ana-baba için dua ve istiğfar etmek borçlarını ödemek dostlarına ikram etmek onların yakınlarını ziyaret etmek iyi davranmak suretiyle onlara ikramda bulunun.) [Hakim]

35- Dostlarını ziyaret etmek. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Babası öldükten sonra onun dostlarını ziyaret eden en iyi iyiliği yapmış olur.) [Müslim]

36- Dostları ile görüşmek. Hadis-i şerifte (İyiliklerin en mükemmeli baba dostunu görüp gözetmektir) buyuruldu. (Müslim)

37- Fıtır bayramında sevabı onlara olmak üzere sadaka-i fıtır vermek.

38- Kurban bayramında sevabı onlara olmak üzere kurban kesmek.

39- Ana-babanın sevdiği yemeği yapıp fakirlere verip ruhlarını şâd etmek.

40- Kötülüklerini söylememek. Hadis-i şerifte (Ölülerinizi hayırla anın iyiliklerini söyleyin kötülüklerini açıklamayın) buyuruldu. (Tirmizi)
 

songül235

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
31 May 2009
Mesajlar
33
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
52
çok teşekkür ederim bilgilerinizden dolayı aydınlattınız bizler bir soruda bende sabah namaza kalkamadığımız zaman ne yapmalı
 

DiLaRa_I NuR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eyl 2009
Mesajlar
2,576
Tepki puanı
4
Puanları
0
Yaş
45
SABAH NAMAZI



İslâm'ın beş temel ibadetinden biri olan beş vakit namazdan sabah vaktinde kılınanı. Diğer farz namazlarla birlikte Hicret'ten bir buçuk yıl önce Mirac gecesi farz kılınmıştır. Adını, kılındığı vakitten alır. İki rekât sünnet-i müekkede, iki rekât da farz-ı ayn olmak üzere toplam dört rekâttır. Arapça'da sabah namazına "salatül-fecr" denir. Kur'ân-ı Kerim'de, "Gündüzün iki tarafında (sabah ve akşam) ve geceye yakın saatlerde (yatsı namaz kıl) çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, ibret alanlara bir öğüttür" (Hud, 11 / 114); ve "Akşamlarken ve sabahlarken, öğle ve ikindi vaktinde göklerde ve yerde hamd O'na mahsus olan Allah'ı tespih edin, namazı kılın” (er-Rum, 30/ 17,18) buyurularak beş vakit ile birlikte sabah namazı da farz olarak müslümanlara emredilmektedir.

Vakti: Sabaha karşı doğu tarafında yayılan beyazlık ile göğün etrafında karanlık açıldığı zamandan itibaren başlar ve güneş doğuncaya kadar devam eder. Gökyüzünün doğu tarafında aydınlığın oluşmasına fecr denir; ancak sabah namazı vakti girmeden önceki aydınlanmaya "fecr-i kâzip (yalancı fecr)" adı verilir ki; bu zaman içinde sabah namazı kılınmaz.

"Fecr-i kâzip" aydınlığı bir süre devam ettikten sonra ortalık tekrar kararır, ardından ikinci kez ufuk aydınlanır; işte buna "fecr-i sâdık (gerçek fecr)" denir. İşte, sabah namazı bundan sonra kılınmaya başlanır, güneşin doğuşuyla birlikte sabah namazının vakti çıkar.

Sabah namazını, vaktin evvelinde mi yoksa güneşin doğuşuna yakın bir zamanda mı kılmak gerektiği hakkında İslâm âlimleri, değişik hadisleri ölçü alarak, farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Meselâ, Hz. Aişe'nin rivayet ettiği "Rasûlüllah sabah namazını kılarlardı da, mü'minlerden kadınlar "mırt' denen örtüleriyle kapanarak hazır bulunurlar; sonra evlerine dönerlerdi ki, onları kimse tanıyamazdı" hadisini yorumlayan Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî alimleri, kadınların tanınmamasının nedeni olarak karanlığın koyuluğunu kabul ederler; bundan dolayı da sabah namazının efdal vaktinin karanlığın hakim olduğu ilk vakit olduğu kanaatine varırlar. Hanefiler ise, kadınların tanınmamalarının nedeni olarak karanlığı değil, onların bütün vücutlarını kapatmalarını gösterir; bundan dolayı da güneşin doğmasına yakın olan alacakaranlıkta kılınmasının daha faziletli olduğunu kabul ederler. Hanefileri destekler nitelikteki bir diğer hadis de şöyledir: Ebu Berze bildiriyor: "Hz. Peygamber (s.a.s) sabah namazını her birimiz yanında oturanı tanıyacak kadar aydınlık olduğu zaman kıldırır, bu namazda altmıştan yüz ayete kadar okurdu..." (Tecrîd-i Sarih, Tercümesi, II, 485). Ancak, hadis-i şerifte dikkat edilmesi gereken bir nokta, altmış ila yüz ayetin okunduğu sabah namazının güneş doğmadan önce tamamlanabilmesi için Hanefilerin dışındaki üç fıkıh ekolünün görüşüne uygun olan karanlıkta başlanması gerekir. Bir başka hadiste de yine Hz. Peygamber'in sabah namazını karanlıkta kıldırdığı rivayet edilmektedir. Bütün bu değişik görüşlerin Hz. Peygamber'in değişik zamanlardaki uygulamalarına uyduğu bir gerçek olduğuna göre, sabah namazını karanlıkta kılmaya başlayıp uzun okuyuşlarla uzatmak ve ortalık ağarırken bitirmek herhalde sünnete en yakın bir tercih olur.

Sabah namazına uyanamayıp güneş doğduktan sonra uyanan bir müslüman güneşin doğmasından bir süre sonra (45 dakika kadar) sünneti de dahil namazını kaza eder. Öğle vaktine yakın bir zamana kadar geciktirebilir, ancak öğleden sonraya bırakamaz.

Sabah namazı için kalkan bir kişi, gusül abdesti aldığı takdirde güneşin doğacağını anlarsa, gusül yerine teyemmüm yaparak namazını kılar; gusül abdestini de daha sonra alır. Teyemmümle kıldığı bu namazı geçerlidir, daha sonra kaza etmesi gerekmez.

Uyandığında güneşin doğmak üzere olduğunu gören birisi, bu vakitte namaz kılmak mekruh olduğu için güneşin doğup biraz yükselmesini bekler, sünneti ve farzı kaza eder.

Eğer cemaatin farza durduğunu gören bir müslüman ikinci rekâta yetişebilecekse; önce sünneti kılar, sonra cemaate uyarak farzını kılar; ama sünneti kıldığı zaman farza yetişemeyeceğini anlarsa, sünneti kılmayıp doğrudan farz namazı kılmak için cemaate uyar. Terkettiği sünneti ise güneş doğduktan sonra dilerse kaza eder, dilerse terkeder. Bunlar Hanefi hukukçulara göredir. Bir diğer husus da, sabah namazının farzını kıldıktan sonraki vakitte hiç bir nafile namaz kılınamaz; güneş doğduktan sonra kılınabilir.

Hz. Peygamber sabah ve ikindi namazlarına diğer namazlardan daha çok önem vermiş ve bunların hiç bir zaman kaçırılmamasını tavsiye buyurmuşlardır. Ancak bu, diğer namazların önemsiz olduğu anlamına da gelmez. Bir hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor: "... Güneşin doğuşundan ve barışından evvelki namazların hiç birisinden alakonmamak elinizden gelirse, (bunu yapmaya) çalışınız". Bir başka hadiste de şöyle buyuruluyor: "Bir grup melek geceleyin, diğer bir, grup da gündüz ard arda size gelirler ve aranızda kalırlar. Bunlar sabah ile ikindi namazlarında buluştuktan sonra (gündüz) aranızda kalmış olanlar semaya çıkarlar. Rableri kullarının halini en iyi bilen olduğu halde meleklere "Kullarımı ne halde bıraktınız?" diye sorar. Onlar da "onları namaz kılarken bıraktık, zaten namaz kılarken bulmuştuk" cevabını verirler; Biriniz ikindi namazından bir secdeyi gün batmadan evvel yetiştirecek olursa, namazını tamamlasın. Sabah namazından da bir secdeyi gün doğmadan yetiştirecek olursa, namazını tamamlasın" (Tecrîd-i Sarih Tercümesi, II, 494-500).

İki rekât sünneti: Peygamber Efendimiz sabah namazının sünnetine diğer sünnetlerden daha çok önem vermiş ve bunun terkedilmemesini istemiştir: Düşman süvarisi kovalasa bile sabah namazının iki rekât sünnetini terketmeyin " (Sünen-i Ebu Davud, II, 301). Bu önemden dolayıdır ki, diğer namazların sünnetleri kaza olarak kılınamazken, sabah namazının sünneti güneş doğduktan sonra kaza edilebilmektedir. Ancak başka bir hadiste ise cemaat farza durduktan sonra sünnetin terkedilmesi istenerek cemaatin önemi vurgulanıyor:" Farza kametlendikten sonra, farzdan başka namaz kılınmaz" (Sünen-i Ebû Davud, II, 305).

Kılınışı: Namaza başlamadan önceki farzlar yerine getirildikten sonra (maddi ve manevi pisliklerden temizlenmek, abdest almak, avret yerlerini örtmek, kıbleye durmak) iftitah tekbiri ile namaza başlanır. Besmele çekmeden "Sübhaneke" okunduktan sonra "euzü besmele" çekilerek "Fatiha" suresi ve zamm-ı sure okunur. Ayaktaki bu okuyuşlardan sonra "Allahü ekber" tekbiriyle birlikte rüküa eğilinir ve en az üç kez olmak üzere "sübhane rabbiyel-azîm" denir. "Semiallahü limen hamideh" diyerek doğrulunur, "rabbena lekelhamd" deyip "Allahu ekber" tekbiriyle secdeye gidilir. İki kez tekrarlanan bu secdelerde "sübhane rabbiyel a'lâ" denir ve tekbir alınarak ikinci rekâta kalkılır. Sadece besmele çekilerek "Fatiha" ve ardından besmelesiz zamm-ı sure okunduktan sonra rükû ve secdeler yapılarak oturulur. Kade-i âhire* denen bu oturuşta "tahiyyat", "salli", "barik" ve "rabbena" duaları okunur ve ardından "esselamü aleyküm ve rahmetullah" diyerek iki tarafa selam verilir; selamdan sonra ise şu dua sessizce okunarak sünnet sona erer: "Allahümme ente'sselamü ve minke's-selamü tebarekte yazel-celali vel-ikram".

Rasûlüllah sabah namazının sünnetini evlerde kılmayı emretmiş, kendisi de böyle yapmıştır. Sünnet kılındıktan sonra bir süre yatmak veya oturup eşiyle veya ailenin diğer fertleriyle konuşmak Peygamberimizin bir sünnetidir. Hz. Aişe (r.anha)'nın konuyla ilgili rivayetlerinden biri şöyledir: "Peygamber (s.a.s) sabahın iki rekât sünnetini kıldığı vakit ben uyanmamışsam o da yatardı. Eğer o vakit uyanmış olursam benimle konuşurdu" (Sünen-i Ebu Davud, II, 304).

Farzı: Sabah namazının farzını cemaatle kılmak, diğer namazlara nazaran daha faziletlidir. Rasûlüllah buyuruyor ki: "Münafıklara sabah ile yatsı namazlarından daha ağır gelen hiç bir namaz yoktur. (Halbuki) bu iki namaz (ın cemaatin) de olan (sevap ve fazileti) bilseler emekleye emekleye, sürüne sürüne de olsa gelip onlara hazır olurlardı" (Tecrîd-i Sarih Tercümesi, II, 416).

Sabah namazının farzının kılınışı da aynen sünneti gibidir. Tek farkı, farza durmadan önce kamet getirilir. Ancak kadınlar kamet getirmez. Namazdan sonra yatmayıp, işinin başına gitmek sünnettir. Güneşin doğmasından evvel ve sonra uyumak müslüman toplumun geleneklerinde yoktur.


Fedakâr KIZMAZ


akşam yatmadan önce 3 defa (inna etayna)kevser suresini okursan ve dua et inş RABBİM beni sabah namazına kaldır dersen inş kalkarsın..

 

DiLaRa_I NuR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eyl 2009
Mesajlar
2,576
Tepki puanı
4
Puanları
0
Yaş
45
Geçimsiz kocanın hakkı
Sual: Huysuz bir kocaya da dinin emrettiği şekilde mi davranmalıdır?
CEVAP
Zalime de, mazluma da dinin emrettiği şekilde hareket edilir. İyilik eden, hanımını üzmeyen kocanın nesine sabredilir? Kadın huysuz olursa, kocası sabreder, kocası huysuz olursa hanımı sabreder. Bu imtihanda sabreden çok sevap alır. Kötülük eden, kendine eder.

Mazlumların, sabredenlerin yardımcısı Allah’tır. Allahü teâlâ, kimsenin hakkını kimsede koymaz. Sabredenlere sayısız mükafat verir.

Karı-koca birbirinin kötü huylarına sabretmelidir! Hadis-i şerifte, (Hanımının kötü huylarına katlanan erkek, belalara sabreden Eyyüb aleyhisselam gibi mükafatlara kavuşur. Kocasının kötü huyuna sabreden kadın da, Hazret-i Asiye gibi sevaba kavuşur) buyuruldu. (İ.Gazali)

Kur'an-ı kerimde de, Allahü teâlânın sabredenlerle beraber olacağı ve sabredenlerin mükafatlarının hesapsız verileceği bildirilmiştir. (Enfal 46, Zümer 10)

İyi insan, yalnız başkalarına kötülük etmeyen kimse demek değildir. Başkalarından gelen kötülüklere de güzel sabreden kimsedir.

Sual: Kocanın dine aykırı emirlerine uyulur mu?
CEVAP
Hiçbir koca, hanımına dine aykırı emir veremez. (İçki içeceksin, namaz kılmayacaksın, açık gezeceksin) diyemez. Derse, yapılmaz. Peygamber efendimiz, (Halıka isyan olan işte, kula itaat edilmez) buyuruyor. (Hakim)

Ana-baba da dese, âmir de dese, yapılmaz. Fakat yine de güzellikle yapmamaya çalışmalıdır.

Erkeğin hakkı çoktur
Sual: Kadınların haklarından bahsettiniz. Erkeklerin hakkı yok mu?
CEVAP
Erkeğin hanımı üzerinde hakkı daha çoktur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kadının cihadı, kocasıyla iyi geçinmektir.) [Taberani]

(Kocası razı olduğu halde ölen kadın Cennete girer.) [Tirmizi]

(Kocasının yatağından kaçan kadına, melekler sabaha kadar lanet eder.) [Buhari]

(Kadının üzerinde en büyük hak sahibi kocasıdır, erkeğin de anasıdır.) [Hâkim]

(Kadın, kocasının hakkını ödemedikçe, Allahü teâlânın hakkını ödemiş olmaz.) [Taberani]

Bir kadın, kocasını güzel karşılar, güzel sözler söyleyerek hoşnutluğunu kazanmaya çalışırdı. Peygamber efendimiz, kadının bu hareketinden dolayı kocasına buyurdu ki:
(Hanımına selam söyle, yarı şehid sevabına kavuştuğunu haber ver!) [Şir’a]

Günümüzün çalışma şartları ağır, para kazanma çok zordur. İş ahlakı, güzel ahlak, yok gibidir. Erkek çoğu zaman bu şartlar karşısında bunalır, çok sıkıntı çeker. Evine, pestil olmuş şekilde gelir. Yorgundur, sinir sistemi bozuktur. Bunu düzeltmek, sıkıntılarını unutturmak, onu neşelendirmek, ona destek olmak, yardımcı olmak kadına düşer. Bu halde eve gelen koca, haklı olarak hanımından en azından tatlı dil, güler yüz ve ilgi bekler. Bunu da göremezse dengesi iyice bozulur. Sözleri ve hareketleri normal olmaz. Hanıma düşen vazife, bu sayılanları yapamıyorsa hiç olmazsa susup, onu daha fazla üzmemelidir. (Evinde huzuru olmayan, zindandadır) buyuruluyor.

Bu kadar sıkıntıda olandan her türlü dengesizlik beklenir. Kadın, bardağı taşıran son damla olmamalı. Aksine, hemen devreye girmeli, onu hoş görmeli, idare etmeli, teselli etmeli. Onun evde olduğu zamanlar ev işiyle meşgul olmayıp, onu neşelendirmeli. O olmadığı zamanlar işini gücünü yapmalı. Kadınlara tavsiyemiz hep şu oluyor: Dışarısı ateş, ahlak namus yok gibidir, kocanıza sahip çıkın, güzel ahlakla, tatlı dille, güzel yemeklerle, evinizin temizliği intizamıyla veya hoşlandığı neyse, o usulle kocanızı evinize bağlayın. O, eve adımını atmak için can atsın. (Yuvayı dişi kuş yapar) derler.

(Şeytanlar kâfirlerle değil, Müslümanlarla uğraşıyor) buyuruluyor. Nefsimiz keza, kuduruyor. Neye kuduruyor, tesettüre, namaza niyaza, doğru itikada kudurup duruyor. Şeytan adamlarını sabah salarmış, gece rapor alırmış. Birisi, namazını bozdurdum dermiş, birisi orucunu bozdurdum dermiş, dermiş. Diğeri haram yedirdim dermiş, hepsine tamam dermiş. Bir başkası da, karı ile kocanın arasını bozdum dermiş. Şeytan çok sevinir, aferin der, onu alnından öpermiş, en büyük işi başardın, bu olunca hepsi zamanla bozulur dermiş. Onun için hep tetikte olmalı, şeytana nefse bu fırsatı vermemelidir.

İslamiyet, sadece kadına veya erkeğe gelmedi. Sadece anneye, babaya, evlada da gelmedi, herkese geldi. Herkes uymak zorundadır. Kim uyarsa dünyada ve ahirette rahat eder, faydasını görür. Nasıl ki, arabanın bir lastiği patlayınca araba gitmiyorsa, nasıl ki saatin dişlilerinden biri kırılırsa saat çalışmıyorsa, aileden birisinin de yanlışı, eksiği, bütün ailenin huzurunu, düzenini bozabilir.

Buna göre herkes dikkat etmeli, haddini ve vazifesini bilmeli, kusurları için özür dileyip, yeni bir sayfa açıp, yeni bir başlangıçla hayata neşeyle devam etmeli. Dinimizde üzmek yasak olduğu gibi, üzülmek de yasaktır. Müslümanı hep hoş görmeli, kusurunu örtmeli, görmezden gelmeli. Bilmediğim bir mazereti vardır diyerek onu affetmeli. Affeden affedilir, seven sevilir.
 

DiLaRa_I NuR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eyl 2009
Mesajlar
2,576
Tepki puanı
4
Puanları
0
Yaş
45
ALLAH’A samimi bir kul olmak, zorlamayla olacak bir şey değildir. Kulluk yaşanacak bir haldir. Böyle olduğu için de, belli adımların sonunda belli sonuçlar cinsinden kalıplara uymaz.

Çocuğun dindar olması için anne baba olarak bizim yapabileceklerimizden bazıları şunlar olabilir:

Evvela, bunu ciddi olarak istemeli ve bu konuda kararlı olmalıyız. Şimşek ışığında yol alınmadığı gibi, bu arzu da geçici heveslerle olacak bir şey değildir.

Çocuk büyütmekle, çocuk yetiştirmenin arasındaki farkı iyi anlamalıyız. Çocuk yetiştirmenin, bilinçli bir süreci ve bu süreçteki kararlı çabaları gerektirdiğini bilmeliyiz.

Daha sonra da kesinlikle şuurunda olmalıyız ki, dindar olmanın özü özeti Allah’ı sevmektir. İnsan sevdiğine yaklaşır, sevdiğinin yolundan gider. Çocuğa Allah’ı sevdirmeliyiz; sevdikten sonra gerisini çocuk da getirebilir. Yoksa ezbercilikle dindar olunmaz. Dinden haberdar olmak başka, dindar olmak başkadır.

Ayrıca, çocuğumuzla sıcak bir yakınlık kurmalıyız; çocuğumuzun rahatça konuşabileceği, soru sorabileceği bir iletişim ortamı sağlamalıyız.

Bunların yanı sıra, çocuğuyla güzel bir diyalog içinde olan anne baba, ondan gelecek olan sorulara net ve kısa olarak cevap vermelidir.

Bilmeliyiz ki, çocuğumuz izah istemiyor, cevap bekliyor. Çocuk, “güneşi kim çıkardı?” diye sorduğunda, “Allah güneşi bizi aydınlatsın ve ısıtsın diye çıkardı,” gibi kısa bir cevap onu tatmin edebilir. Yoksa bu soruyu cevaplamak için evrenin yaratılışından başlamamız gerekmez. Zaten ne kadar uzatırsak, çocuğumuz bizi o kadar az anlayacaktır.

Çocuğumuzun sorularına mutlaka doğru cevaplar vermeliyiz. O küçüktür anlamaz diye cevapları geçiştirmemeliyiz. “Kardeşim nereden geldi?” diye sorduğunda, “onu Allah yarattı, büyüyünce beraber oynayacaksınız, birbirinize yardımcı olacaksınız” gibi doğru bir cevap verebiliriz. Yoksa “kardeşini leylekler getirdi” gibi, çocuğa bir faydası olmayacak masallarla onun zihnini dondurmaktan, düşüncesinin gelişmesini baltalamaktan kesinlikle kaçınmalıyız.

Çocuğumuzun sevdiği, beğendiği, varlığından haz aldığı şeylerin var olmalarının nedenini doğru olarak bildirilmeliyiz. Sevdiği bir şeyi, bir insanı, Allah’ın yarattığını öğrenmesi, çocuğu Allah’a yaklaştıracaktır. Sorduğu sorularına, tabiat ana, Noel Baba, evrim.. gibi gerçek dışı uydurma cevaplar alan bir çocuğun, duygusal zekası gelişemeyeceği gibi, belirsizlikler içinde kalan aklı, kainatı ve hayatı anlamakta da güçlük çekecektir.

Çocuğunu dindar bir insan olarak yetiştirmek isteyen bir anne babanın en büyük yardımcısı elbette Allah’tır. Çünkü Allah, insanı, kendine muhatap olacak imkânlarla donatıp yaratmıştır. Peygamberimizin ifadesiyle, “her çocuk İslâm fıtratıyla, yani Allah’a iman edecek bir karakterle dünyaya gelir.” Bize iman lütfeden Yaratıcımız, çocuğumuza da merakı ve soru sorma yeteneğini vermiş; böylece çocuğumuzu insana yaraşır bir gelişme sürecine hazır hale getirmiştir.

İkinci yardımcımız, kainattır. “Kainattan nasıl yardımcı olur,” demeyin. İnsanın Allah’ı tanıma yollarından birisi de kâinattır. İnsan, Allah’ın yarattıklarını görüp tattıkça, Yaratanına olan bilgisi ve sevgisi artar. Bu konuda bir kıssa vardır:

Allah (c.c.), Davud aleyhisselama buyurmuş ki:

“Beni kullarıma anlat, Beni sevdir.”

Davud aleyhisselam:

“Ey Rabbim! Seni kullarına anlatabilirim,” dedi, “ama nasıl sevdirebilirim?”

Allah (c.c.) buyurdu ki:

“Sen kullarıma, onlara ihsan ettiğim nimetlerimi hatırlat, açıkla; Ben onların kalplerinde sevgiyi yaratırım.”

Öyleyse çocuğumuza Allah’ı sevdirmek için daima kâinattan, Rabbimizin dünyada yarattığı güzelliklerden bahsetmeliyiz.

Ağaçların, çiçeklerin, yıldızların, Ay’ın, dünyanın, hayatın güzelliklerini onun dikkatine sunmalıyız.

Ayrıca, Allah’ın bütün bunları bizim için, bizi sevdiği için yarattığını söyleyebiliriz. Bir meyve yiyorsak, “Bak yavrum” diye başlayarak, “Allah bizi ne kadar çok seviyor, bizim için bu güzel meyveyi yaratmış, rengini, tadını, şeklini, kokusunu bizim hoşumuza gidecek gibi yapmış..” diyebiliriz.

Böylece sonuçta belki de hiç beklemediğimiz bir anda, çocuğumuz elinde bir meyve yiyor iken, “Biliyor musun baba, ben Allah’ı çok seviyorum” diyebilecektir.
 

DiLaRa_I NuR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eyl 2009
Mesajlar
2,576
Tepki puanı
4
Puanları
0
Yaş
45
Nefs nedir?

Sual: Kalb, yürek, gönül, nefs hakkında bilgi verir misiniz?
CEVAP
Kalb, göğsümüzün sol tarafındaki et parçası değildir. Buna, yürek denir. Yürek, hayvanlarda da bulunur. Kalb, yürekte bulunan bir kuvvettir. Görülmez. Ampulde bulunan elektrik cereyanı gibidir. Buna, gönül diyoruz. Ampul yürek ise, ışığı da kalbdir, buna gönül de denir.

Gönül insanlarda bulunur, hayvanlarda bulunmaz. Bedendeki bütün aza, kalbin emrindedir. His uzuvlarımızın duydukları bütün bilgiler kalbde toplanır. İnsanın, inanmak, sevmek, korkmak, kalbindedir. İtikad eden, yani iman eden, kâfir olan, kalbdir. Kalbi temiz olan, dine uyar. Kalbi kötü olan dinden kaçar. Güzel, iyi ahlakın ve kötü huyların yeri kalbdir. Allahü teâlâ dinlerini Peygamberleri, kalbi temizlemek için gönderdi. Kalbi temiz olan, herkese iyilik eder. Dünyada rahat, huzur içinde yaşarlar. Ahirette de, ebedi, sonsuz saadete kavuşurlar.

Yürekli cesur demek iken, kalbi var veya kalbli demek yüreği hasta demektir. Yüreksiz, cesaretsiz, korkak demek iken, kalbsiz, merhametsiz demektir. Gönül kalb demek ise de, gönülsüz demek, kalbsiz demek değildir. Gönülsüz isteksiz demektir. Türkçe’den başka dile tercüme yapılırken, kalb eşittir yürek diye tercüme edilirse tuhaflıklar olur. İşte Arapça’dan veya başka dillerden Türkçe’ye tercüme yapılınca bu incelikler bilinmezse gariplikler ortaya çıkar.

Gönül bir de nefs anlamında kullanılır. Nefs kelimesi, yirmiyi aşkın anlamda kullanılmaktadır. Ruh, can, kan, benlik, iç, kalb, büyüklük, yücelik, irade gibi. Fakat daha çok iki anlamı vardır:

Birincisi, bir şeyin özü, kendisi, kişi. Mesela, Kur'an-ı kerimde, (Her nefs, ölümü tadıcıdır) buyuruluyor.

İkincisi, dine uymayan isteklerin kaynağı olarak kullanılır. Buna nefs-i emmare de denir. Bu nefs, Allahü teâlânın düşmanıdır. Mesela hadis-i kudside (Nefsine düşmanlık et, çünkü o benim düşmanımdır) buyurulmuştur.

Sual: Nefsimizin mahiyeti nedir?
CEVAP
Allahü teâlâ insanda üç şey yarattı: Akıl, kalb ve nefs. Bunların hiçbiri görülmez. Varlıklarını eserleri ile, yaptıkları işlerle ve dinimizin bildirmesi ile anlıyoruz. Akıl ve nefs dimağımızda, kalb, yüreğimizdedir. Bunlar, madde değildir, yer kaplamazlar. Buralarda bulunmaları, elektriğin ampulde bulunması gibidir. Peygamberler ve veliler hariç, herkesin nefsi, çok kötüdür. Bu kötü nefse, (nefs-i emmare) denir ki, kötülüklere sürükleyen nefs demektir.

İnsanın en büyük düşmanı nefsidir. Daha sonra kötü arkadaş ve şeytan gelir. Kötü arkadaş ve şeytan de nefse tesir ederek insana zarar vermeye çalışırlar. Onun için nefsin, emmarelikten temizlenmesi gerekir. Çünkü nefs, kâfirdir, daima Allahü teâlâya isyan etmek ister.

Şeytan, verdiği vesveseye insanın uymadığını görünce, bundan vazgeçer, başka bir vesvese verir. Âlimler, şeytanı köpeğe benzetmiştir. Köpek kovalanınca kaçar ise de, başka taraftan yine gelir. Nefs-i emmare ise kaplan gibidir, saldırması ancak öldürmekle biter. Nefsimiz de ölünceye kadar yakamızı bırakmaz. Bunun için nefsi tanımak ve zararlarından korunmak gerekir.

İmam-ı Maverdi hazretleri buyuruyor ki:
(Nefsin terbiyesi zaruridir. Hadis-i şerifte, (İnsanın en kuvvetli düşmanı nefsidir, sonra çoluk çocuğu gelir) buyuruldu. Kur'an-ı kerimde de mealen, (Nefs-i emmare, elbette günahları, kötülükleri emreder) buyuruluyor. (Yusuf 53)

Nefsini terbiye edemeyen, ona uyan acizdir, ahmaktır. Hadis-i şeriflerde, (Asıl kahraman, nefsini yenendir), (Aklın alameti, nefse galip ve hakim olmak ve öldükten sonra gereken olanları hazırlamaktır. Ahmaklık alameti nefse uyup, Allah’tan af ve merhamet beklemektir) buyuruldu. Hazret-i Âişe validemiz, (İnsan Rabbini ne zaman tanır?) diye sual edince, Peygamber efendimiz, (Nefsini tanıdığı zaman) buyurdu.. (Edeb-üd-dünya)

Nefs-i emmare ile cihad, iki yolla olur:
1- Riyazet,
2- Mücahede.

Riyazet, nefsin arzularını yapmamak demektir. Nefs ahmak olduğu için her istediği kendi zararınadır. Nefs daima haramları ister. Mücahede ise, nefsin istemediği şeyleri yapmaktır. Nefsimiz, iyilik ve ibadet etmemizi istemez. Nefse, günahlardan kaçmak, ibadet etmekten daha güç gelir. Onun için günahtan kaçmak daha sevaptır.

Nefs, dünya zevklerine, lezzetlerine düşkündür. Bunların iyi, fena, faydalı, zararlı olduklarını düşünmez. Arzuları, dinimizin emirlerine uygun olmaz. Dinimizin yasak ettiği şeyleri yapmak, nefsi kuvvetlendirir. Daha beterini yaptırmak ister. Fena, zararlı şeyleri, iyi gösterip, kalbi aldatır. Kalbe bunları yaptırarak, zevklerine kavuşmak için çalışır. Kalbin nefse aldanmaması için, kalbi kuvvetlendirmek ve nefsi zayıflatmak gerekir.

Aklı kuvvetlendirmek, İslam bilgilerini okuyup, öğrenmekle olduğu gibi, kalbin kuvvetlenmesi, yani temizlenmesi de, dinimize uymakla olur. Dinimize uymak için, ihlas gerekir. İhlas, işleri, ibadetleri, Allahü teâlâ emrettiği için yapmaktır. Kalbin zikretmesi ile, yani Allah ismini çok söylemesi ile ihlas hasıl olur.

Dinimize uymak, kalbi kuvvetlendirdiği gibi, nefsi zayıflatır. Bu sebeple nefs, kalbin dinimize uymasını istemez. Dinsiz, imansız olmasını ister. Aklına uymayıp, nefsine uyan, bunun için dinsiz olmaktadır. Allahü teâlânın, kullarının ibadetlerine ihtiyacı olmadığı için, kulların işleyeceği günahlar da Ona zarar vermez. Nefslerini terbiye etmeleri, nefsle cihad etmeleri ve böylece Cennete girmeleri için kullarına bunları emrediyor:
(Cenab-ı Haktan korkup, nefsini kötü arzulardan uzaklaştıranların varacakları yer, muhakkak Cennettir.) [Naziat 40, 41]

Dine uyan, arzusuna kavuşur. Kur'an-ı kerimde mealen, (Nefsine uyanlardan, doğru yolu arayanları, saadete ulaştıran yollara kavuştururuz) buyuruldu. (Ankebut 69 Tefsir-i Azizi)

İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
İnsanda kötü vasıfları toplayan nefsle cihad etmek, onu kırmak gerekir. Hadis-i şerifte, (Senin en büyük düşmanın, seni çepeçevre kuşatan nefsindir) buyuruldu. Peygamber efendimiz bir savaştan dönünce de, (Küçük cihaddan büyük cihada döndük) buyurdu. Eshab-ı kiram, (Ya Resulallah büyük cihad nedir?) diye sual edince, Peygamber efendimiz, (Nefsle cihaddır) buyurdu. [Deylemi, Beyheki, Hatibi Bağdadi, İ. Gazali, İ. Süyuti]

Nefsi her zaman aşağılamak gerekir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Nefsini zelil eden, dinini aziz etmiş, nefsini aziz eden de dinini aşağılamış olur.) [Ebu Nuaym]

Sual: Cennette nefs olmadığı bildiriliyor. Hâlbuki, (Ey mutmaine olan nefs! Sen ondan, o da senden razı olarak rabbine dön! Benim kullarımın arasına katıl, Cennetime gir!) [Fecr 27–30] mealindeki âyetler, nefsin de Cennete gireceğini göstermiyor mu? Bir de Allah ne diye benim kullarım diyor? Allah’tan başkasının da mı kulu var? Nefsin Allah'tan razı olması ne demek?
CEVAP
Nefs, kelimesinin birçok manası var. Burada ruh, can, insan anlamındadır. Bildiğimiz nefs değildir. Bunun için doğru anlamı şöyle olur:
(Ey huzura kavuşan ruh, sen ondan, o da senden razı olarak rabbine dön! Benim [salih] kullarımın arasına katılıp Cennetime gir!) [Fecr 27-30]

(Sen ondan, o da senden razı olarak) demek, imanlı olduğun için Allah senden razıdır. Sana da Cennette öyle nimetler verecek ki sen de Allah’tan razı olacaksın demektir.

Benim kullarım ifadesi bir tabirdir. Benim adamım, benim sağ kolum gibi. Cenab-ı Hak, şeytana diyor ki: (Benim kullarıma senin hâkimiyetin yoktur.) [İsra–65]

İyiler de kötüler de Allahü teâlânın kulu olduğu halde salih kimseler için (Benim kulum) buyuruyor. Demek ki Rabbimizin (Benim kulum) dediği salih kimselerdir. Paraya, kötü arzularına kul olanlar için de buyuruyor ki: (Hevasını ilah edinenler...) [Casiye 23]

Cenab-ı hak bunlar için benim kulum buyurmuyor, bunlar hevasının kulu buyuruyor. Onları Allah yarattığı halde başkalarını ilah edinmiş, onlara tapıyorlar. Bunlar nefs-i mutmaine değildir.
 

DiLaRa_I NuR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eyl 2009
Mesajlar
2,576
Tepki puanı
4
Puanları
0
Yaş
45
Nefsi terbiye etmek gerekir

Sual: Nefsi terbiye etmek için ne yapmak gerekir?
CEVAP
Hayvanlarda akıl ve nefs olmadığı için, ihtiyaçlarını bulunca kullanırlar. Yalnız bedenlerine zarar veren, kendilerini inciten şeylerden kaçarlar.

İslam dini, rahat ve huzur içinde yaşamak için gereken şeylerden ve dünya lezzetlerinden faydalı olanları yasak etmiyor. Bunların elde edilmesinde ve kullanılmasında, selim akla ve dine uymayı emrediyor. İnsanların dünyada da, ahirette de rahat ve huzur içinde yaşamasını istiyor. Bunun için, selim akla uymayı emredip nefse uymayı yasak ediyor. [Selim akıl yalnız Peygamberlerde bulunur.]
Nefse uyan, İslamiyet’in dışına çıkar. Çünkü nefsimiz hep kötülük yapmak ister. Allah’ın düşmanıdır.

Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Esas düşmanın, seni öldürünce seni Cennete sokan veya onu öldürdüğünde sana sevap kazandıran kimse değildir. Asıl düşmanın, kendi nefsin, ailen ve evladındır.) [Deylemi]

Akıl yaratılmasaydı, insan hep nefsine uyar, felaketlere sürüklenirdi. Nefs olmasaydı, insan, yaşaması ve medeni hayat için çalışmasında kusur ederdi. Nefs ile cihad sevabından mahrum kalırdı. Meleklerden daha üstün olma yolu kapalı kalırdı. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ahirette hakkında sizin bildiklerinizi hayvanlar bilseydi, yemek için et bulamazdınız!) [Beyheki]

Yani hayvanlar ahiretteki azapların korkusundan dolayı, yiyip içmekten kesilirler, bir deri, bir kemik kalırlardı. İnsanlarda nefs olmasaydı, hayvanlar gibi, korkudan, yiyip içemez, yaşayamazlardı. İnsanların yaşayabilmeleri, nefslerinin gafleti ve dünya lezzetlerine düşkün olması iledir. İslamiyet, nefsin helak edilmesini, yok edilmesini değil, terbiye edilmesini, ondan faydalanılmasını emretmektedir.

Her hastalık, sebebinin zıddı ile tedavi edilir. Nefsin çeşitli arzularından kurtulmanın ilacı, aza kanaat ve sabırdır. Kendinde kötü huy bulunan kimse, buna yakalanmanın sebebini araştırmalı, bu sebebi yok etmeye, bunun zıddını yapmaya çalışmalıdır. Kötü huydan kurtulmak, bunun zıddını yapmak için çok uğraşmak gerekir. Çünkü insanın alıştığı şeyden kurtulması zordur. Kötü şeyler nefse tatlı gelir.

İnsanın, kötü şey yapınca, arkasından riyazet çekmeyi, nefse güç gelen şey yapmayı âdet edinmesi de, faydalı ilaçtır. Mesela, bir kötülük yaparsam, şu kadar sadaka vereceğim veya oruç tutacağım, gece namazları kılacağım diye yemin edilebilir. Nefs, bu güç şeyleri yapmamak için, onlara sebep olan kötü âdetini yapmaz. Kötü ahlakın zararlarını okumak, işitmek de, faydalı ilaçtır. Bu zararları bildiren hadis-i şerifler çoktur. Bazıları şöyledir:
(Güzel ahlaka sahip olun, güzel ahlak Cennete götürür, kötü ahlaktan da çekinin, o da Cehenneme götürür.) [İbni Lâl]

(Her günahın tevbesi vardır. Kötü ahlakın tevbesi olmaz. İnsan, kötü huyunun tevbesini yapmayıp, daha kötüsünü yapar.) [Hatib]

(Güzel ahlak, günahları, suyun kirleri temizlemesi gibi temizler. Kötü ahlak ise, sirkenin balı bozduğu gibi salih amelleri bozar.) [İbni Hibban]

(Sıcak su buzu erittiği gibi, iyi huylu olmak, günahları eritir, yok eder. Sirke balı bozup yenilmez hâle soktuğu gibi, kötü huylu olmak, ibadetleri bozup yok eder.) [Taberani]

(Güzel huy, Cennetin en üstün derecelerine kavuşturur. Nafile ibadetlerle bu derecelere kavuşulmaz. Kötü huy, Cehennemin dibine sürükler, bazen küfre sokar.) [Taberani]

(Ya Rabbi, kötü huy, kötü iş, kötü arzu ve kötü hastalıklardan sana sığınırım.) [Ebu Davud]
 

DiLaRa_I NuR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eyl 2009
Mesajlar
2,576
Tepki puanı
4
Puanları
0
Yaş
45
Nefsin hilesi çoktur

Sual: Nefsin hileleri bilinirse nefsi terbiye etmek daha kolay olur. Nefsin hileleri nelerdir?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Nefs-i emmareden hasıl olan kötülükler, insanın kendi hastalığıdır. Öldürücü zehirdir ve kullukla bağdaşmaz. Dışardan gelen kötü istekler, şeytandan gelmiş olmakla beraber, geçici hastalık olur. Ufak bir ilaç ile, kolayca giderilebilir. Kur’an-ı kerimde, (Şeytanın aldatması, elbette zayıftır) buyuruldu. En büyük düşmanımız, nefsimizdir. Can düşmanımız, her zaman yanımızda bulunan bu azılı arkadaşımızdır. Dışarıdaki düşmanımız, bu iç düşmanın yardımı ile bize saldırıyor. Onun yardımı ile bizi yaralıyor. Varlıklar içinde en cahil olanı, insanın nefsidir. Çünkü, nefs-i emmare kendine düşmanlık yapmaktadır. Hep, kendini yok edici şeyleri istemektedir. Her isteği, Allahü teâlânın yasak ettiği şeylerdir. Her işi, sahibi olan ve bütün iyiliklerin sahibi bulunan Allahü teâlâya karşı gelmektir. Hep, kendi can düşmanı olan şeytana uymaktadır. (3/27)

Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:
Gençlik, ömrün en kıymetli, İnsanın sıhhatli, kuvvetli olduğu zamandır. Bu zaman, her gün geçiyor, azalıyor, ihtiyarlık yaklaşıyor. Yazıklar olsun ki, en şerefli, en lüzumlu iş olan, marifetullahı kazanmayı, hayal olan ömrün sonuna bırakıyoruz. En şerefli olan zamanlarını, en zararlı, en kötü şey olan nefsin arzularına kavuşmak için sarf ediyoruz. Peygamber efendimiz, (Yarın yaparım diyenler, aldandı) buyurdu. Allahü teâlâ, insan ve cinleri marifetullaha ve Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşmak için yarattı. Nefslerimizin arzuları peşinde koşan biz ahmaklar, ne zaman aklımızı başımıza toplayacağız? Ne zamana kadar bu nimetten mahrum kalacağız? Nefsi ve şeytanı sevindirmeye ve Allahü teâlânın rızasından mahrum kalmaya daha ne kadar devam edeceğiz? Dünya lezzetleri nefsin arzularıdır. İnsanın, Allahü teâlânın marifetine kavuşmasına mani olan en kuvvetli düşman da nefsin arzularıdır. Bu arzular bitmez ve tükenmez. Hepsi de çok zararlıdır. (Maksudun, mabudundur) sözü meşhurdur. (Nefslerinin arzularını ilah edinenler) âyet-i kerimesi, bu sözümün vesikasıdır. (1/65)

Nefs hakkında Yunus Emre de der ki:
Hak bir nefs verdi ki bana, ha demeden hayran olur
Bir an gelir neşe saçar, bir an gelir giryan olur.

Bir an gelir dilsiz olur, söz söylemez kalır naçar
Bir an dili hikmet saçar, dertlilere derman olur

Bir an çıkar Arş üstüne bir an iner yer altına
Bir an denizde damladır, bir an taşar umman olur

Bir an cehalette kalır hiçbir şeyi bilmez olur
Bir an irfan kaynağıdır, hikmet ehli Lokman olur

Bir an giderek camiye yüzünü sürer secdeye
Bir an varır kiliseye İncil okur ruhban olur

Bir an gelir İsa gibi, ölmüşleri eyler diri
Bir an çok kabarır kibri, Firavunla Haman olur

Bir an döner Cebraile rahmet saçar her mahfile
Bir an biter her gaile miskin Yunus hayran olur

Yunus Emre’ye nazire olarak deniyor ki:
Bir an gelir dost iken, yedi kat bir el olur
Bendini yıkıp geçen kükremiş bir sel olur

Bir an gelir, durulur, tatlı bir pınar olur,
Herkese gölge veren büyük bir çınar olur

Bir an gelir para der, haram helal ayırmaz
Bütün dünya verilse, aç gözünü doyurmaz

Bir an gelir inanır, hak ehlinin sözüne
Vurur iki dizine, yaşlar dolar gözüne

Bir an gelir sert bakar gözünde şimşek çakar
Yılların kazancını, tutar bir anda yakar

Bir an gelir, iyidir, kötüye düşman olur
Bütün yaptıklarına, utanır, pişman olur

Bir an gelir, saçmalar, ayarsız densiz olur
İman İslam tanımaz kıpkızıl dinsiz olur

Bir an gelir uysaldır, her şeyi kabul eder
Bâtılları bırakır, hakkın yolunda gider

Bir an gelir tanımaz, herkese ağyâr olur
Mazlum canlara kıyar, azgın canavar olur

Bir an gelir harama kapatır gözlerini
Hatırından çıkarmaz Resulün sözlerini

Bir an gelir zulmeder, ruhumuzu inletir
Ne naneler yedirir, ne mavallar dinletir.

Aman ha aman, nefse uyanın hali yaman
Onun hilesi çoktur, tükenmez hiçbir zaman.
 

DiLaRa_I NuR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eyl 2009
Mesajlar
2,576
Tepki puanı
4
Puanları
0
Yaş
45
Nefsimizle konuşma

Sual: Nefsimizi terbiye için ne yapmak gerekir?
CEVAP
Nefs yaratılışta iyi işlerden kaçıcı, kötülüklere koşucudur ve hep tembellik etmek ve şehvetlerine kavuşmak ister. Allahü teâlâ bizlere, nefslerimizi bu huyundan vazgeçirmeyi, yanlış yoldan doğru yola çevirmeyi emretmektedir. Nefsin, saadete kavuşmasına mani olan en büyük perde, gafleti ve cehaletidir. Gafletten uyandırılır, saadetinin nelerde olduğu gösterilirse, kabul eder. Bunun içindir ki, Allahü teâlâ, (Onlara nasihat et! Nasihat, müminlere elbette fayda verir!) buyurdu. O halde önce kendi nefsimize nasihat etmeli ve onu azarlamalıdır!

Nefsimize demeli ki
- Ey nefsim, yaptığın bütün işler kendi zararınadır.
- Benim kâr ve zararım nedir?

- Sen bir tüccarsın, kârın ebedi saadet, zararın ise ebedi felaket... Sermayen ise ömründür. Ebedi saadet ömür sermayesi ile kazanılır. Ömür tükenince ticaret kesilir. Şu anda ölmüş olsaydın, salih amel işleyebilmek için dünyaya geri gelmek istemez miydin?
- Elbette isterdim.

- Farzet ki öldün, bir günlüğüne dünyaya geldin. Uzun vadeli işe girilir mi?
- Her günü nasıl karşılamalıyım?

- Allahü teâlâ bana bugün de mühlet verdi, diye hareket etmelisin!
- Fakat fazla çalışmak hoşuma gitmiyor. Allah affedebilir.

- Ey nefsim, affolurum ümidiyle kendini avutma! Affa uğramak herkese nasip olmaz.
- O halde ne yapmalıyım?

- Ölümle seni terk eden her şeyi terk et! Dünyada ne kadar sıkıntı çekilirse, ahirette o kadar rahatlık var demektir.
- Ben sıkıntıya gelemem.

- Ey nefsim farzet ki hasta oldun, mesela şeker hastası... Kendisine itimat ettiğimiz mütehassıs bir doktor, senin çok sevdiğin tatlıları, balı, baklavayı sana yasak etse, faydalı olur diye acı ilaçlar verse, hastalığın iyi oluncaya kadar, uzun müddet sevdiğin tatlıları bırakıp, acı ilaçları içmeye devam eder misin?
- Kim etmez?

- Farz et ki, dostlarının yanına gitmek, sevdiklerine kavuşmak için uzun bir yolculuğa çıktın. Varacağın yerde, istirahat edeceğini, gayet rahat olacağını umduğun için yol meşakkatlerine, güç sıkıntılara ister istemez katlanmaz mısın?
- Elbette katlanırım.

- İşte sen bir yolcusun, varacağın yer ahirettir. Yolcu yol meşakkatlerine katlanmak mecburiyetindedir. Şayet yoldaki sıkıntılara katlanmayıp, rahat edeyim diye yola devam etmezse, ne olur?
- Yolda kalır, sevdiklerine kavuşamaz, helak olur.

- O halde bazı sıkıntılara katlanmak gerekir. Bu sıkıntılar görünüşte çok acı ise de, bunların birer nimet olduğunu unutmamalıdır. Nasıl şeker, şeker hastası için bir zehir ise, dünya tamahı da şekerle kaplanmış birer zehirdir.
- Yani mal ve makamdan vaz mı geçeyim?

- Hayır, malın kendisi değil, mala muhabbet kötülenmiştir. Mal, Allahü teâlânın verdiği bir nimettir. Ahireti kazanmak mal ile olur. Birçok dini vazife mal ile olur. Sıhhat ve namus mal ile korunur. Mal, helal yolda kullanılırsa, dünyalık değil, ahiretlik olur.
- Ben çok merhametliyim, bu sapıkların Cehenneme gitmesini istemiyorum. Ne pahasına olursa olsun onlarla mücadele etmek istiyorum.

- Üstünde akrep olan bir kimsenin, o akrebi üstünden atmaya, onu öldürmeye çalışmayıp da, başkasının yüzüne konan sinekleri kovalamaya çalışması ahmaklık değil mi?
- Evet.

- O halde her biri zehirli akrepten daha fena olan birçok kötü huyun mevcutken, başkaları ile mücadele etmek uygun olmaz.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt