SURMELI_CEYLAN
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 19 Haz 2007
- Mesajlar
- 254
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
SON MEYVE
"İnsan şu kâinat ağacının en son ve en cemiyetli meyvesi..." (Asâ-yı Musa'dan)
Evet, biz kâinatın meyvesiyiz... Arzımız Güneş sisteminden bir dal... Hepimiz o dala takılmışız. Yerçekimiyle bağlıyız ona.. Ciğerlerimizle havayla alışverişteyiz... Güneş gözümüzün içinde çalışıyor.. Yıldızlar bize göz kırpmada... Çiçekler bizim için bezenmişler...
Evet, biz kâinatın meyvesiyiz...
Bu âlem, bizim başımızı bekliyor.. Bizim semâmız onda, bizim soframız onda.. Gözümüze nur, midemize gıda ondan akıp geliyor.. Şu görünen âlem, bedenimizin imdadına durmadan koşarken, bedenimiz de her an ruhumuza hizmet etmede.. Gözümüze güneş kadar muhtacız.. Ve gözümüz, ancak güneş kadar bizim, yahut güneş gibi bizim değil.. Ciğerimize hava gibi ihtiyacımız var.. Ciğerimiz de hava kadar bizim, yahut onun gibi bizim değil... Aynı şekilde, ayaklarımız arz kadar, kulaklarımız sesler kadar, dilimiz tadlar kadar bizim, yahut onlar gibi bizim değil...
Evet, biz kâinatın meyvesiyiz...
Kâinat kimin ise biz de O'nunuz... Kâinat kime itaat ediyorsa, biz de O'na ibadete mecburuz.. Kâinatı kıyamete doğru kim götürüyorsa, bizi de ölüme doğru O sevkediyor..
Beden ve kâinat.. İkisi de ruha hizmetkâr... Ve ruh, bu hizmetkârlıklarını aşmaya mecbur.. Meyve, ağaç ötesi içindir.. Ağacının içinde kaybolan bir meyve düşünebiliyor muyuz?.. Eğer ruh, bedeni ve kâinatı aşamazsa maddede boğulur gider...
Atmosfer bedenimizi saradursun, bakışımız yıldızlarla oynaşır; düşüncemiz âhiretle kaynaşır... Biz onları tefekkür ederiz, onlar bizi değil...
Gökkubbe bütün ihtişamıyla üstümüzde boy gösteredursun, biz onu bir kitap gibi okur, mütalâa ederiz..
Bu kabiliyetimizi yerinde kullanırsak, şu âlemi mahluk bilir, onun Hâlık'ına iman ederiz.. Arzı bir sofra, bir beşik bilir, onun Malik'ine hamdederiz.. Maddeyi mahkûm görür, onun Hâkim'ine kul oluruz.. İşte insanın, insan meyvesinin kâinatı aşması asıl böylece tahakkuk eder..
Evet, biz kâinatın meyvesiyiz..
Meyve, ağacın üstünde bahçeyi seyreder.. İnsan da bu dünyadan âhirete bakmada, orası için hazırlanmada... Daldan koptuğumuz an, o âleme geçeceğiz.. Bu dünyaya gelirken, anne rahmi bize bir berzah olmuştu. Bu âleme bir anda gelmemiştik.. Ama, annemizin rahmindeyken de bir cihetle bu dünyanın adamıydık.. Buradan gelen gıdalarla beslenmedeydik.. Bu dünyadan koptuğumuz anda da, berzah denilen kabir alemine gireceğiz.. Artık, dünya hayatıyla bir alâkamız kalmayacak.. Alışverişimiz öteki âlemle olacak.. İmanlı göçmek kaydıyla, kabir bizim için Cennet bahçelerinden bir bahçe olacak...
Evet, biz kâinatın meyvesiyiz..
Onun için, âlemi bir bütün olarak severiz,. Yıldızını da severiz, çiçeğini de.. Dağını da severiz, bağını da.. Bulutlarını da severiz, Samanyolunu da.. Ve, "aklın varsa, bütün bu muhabbetleri topla, hakiki sahibine ver", emrine uyar, saraydan geçer, Sultan'ı buluruz.. Sofrayı aşar, bizi nimetlendiren Mün'ime ulaşırız.. Bu noktaya gelemez ve âlemi böylece değerlendiremezsek, okumasından aciz olduğu kitabın yaprakları arasında can veren bir böcek gibi terkederiz, bu dünyayı...
* * *
İnsan, kendini inceleyen, ağacını tefekkür eden meyve.. Öbek ö bek ilim adamları... Kimi hücrenin içinden çıkmağa çalışıyor, kimi gen yumağından kurtulma çabasında.. Kimi yıldızlar arasında yolunu yitirirken, kimi atomun derinliklerinde kazılar yapmada.. Ve hepsinin ortak noktası: Hayret!.. Bu hayret, insan aklının, Allah'ı tesbihidir.. "Ben O'nun birtek mahlûkunun kemalini anlamaktan aciz kalıyorum, elbette bütün bu varlıkların Hâlık'ının kemali idrak edilemez ve O bütün noksanlıklardan yücedir, münezzehtir," der her bir akıl..
Evet, biz şu kâinatın meyvesiyiz..
Bu âlemdeki daimî faaliyetin bir küçük misali de bizde cereyan eder. Durmadan nefes alırız; kanımız aralıksız deveran eder; dimağımız fasılasız çalışır; saçımız, sakalımız daima uzar. Hücrelerimiz her an değişir. Ve bu değişmelerle ömrümüz de durmadan akıp gider...
Meleklerin daima ibadet halinde bulunmaları gibi, aklımız da aralıksız çalışır.. Ruhumuz, alemde ve bedende cereyan eden bütün değişmeleri ibretle seyreder. Bebeğin uzayan parmaklarıyla, ağacın uzanan dallarını birlikte temaşa eder. Dökülen saçlarla, sonbahar gazellerini beraber düşünür.. İşte, kainattaki ve insandaki bu değişmeler, ruhumuzu değişmekten münezzeh olan Allah'a teveccüh ettirir...
Bedenimiz şu kainatın maddesiyle beslenirken, ruhumuz melekler gibi, bu alemin manasıyla ilgileniyor. O da melekler gibi, ama başka bir tarzda, şu kâinatın tesbihatını temsil ediyor.. Âlemdeki cemâl tecellileri, ruhda neşe ve sürür şeklinde, celal ve azamet tecellileri ise haşyet ve korku olarak tezahür ediyor..
Arza halife ve kâinata meyve olduğunun şuuru içinde, bütün alemi arkasına alarak Rabbine ibadet eden ruhlara ne mutlu!.. Bedeni ve kâinatı yanyana getirip, ikisini birlikte temaşa eden, hikmetle kudreti beraber seyreden ruhlara müjdeler olsun!..
"İnsan şu kâinat ağacının en son ve en cemiyetli meyvesi..." (Asâ-yı Musa'dan)
Evet, biz kâinatın meyvesiyiz... Arzımız Güneş sisteminden bir dal... Hepimiz o dala takılmışız. Yerçekimiyle bağlıyız ona.. Ciğerlerimizle havayla alışverişteyiz... Güneş gözümüzün içinde çalışıyor.. Yıldızlar bize göz kırpmada... Çiçekler bizim için bezenmişler...
Evet, biz kâinatın meyvesiyiz...
Bu âlem, bizim başımızı bekliyor.. Bizim semâmız onda, bizim soframız onda.. Gözümüze nur, midemize gıda ondan akıp geliyor.. Şu görünen âlem, bedenimizin imdadına durmadan koşarken, bedenimiz de her an ruhumuza hizmet etmede.. Gözümüze güneş kadar muhtacız.. Ve gözümüz, ancak güneş kadar bizim, yahut güneş gibi bizim değil.. Ciğerimize hava gibi ihtiyacımız var.. Ciğerimiz de hava kadar bizim, yahut onun gibi bizim değil... Aynı şekilde, ayaklarımız arz kadar, kulaklarımız sesler kadar, dilimiz tadlar kadar bizim, yahut onlar gibi bizim değil...
Evet, biz kâinatın meyvesiyiz...
Kâinat kimin ise biz de O'nunuz... Kâinat kime itaat ediyorsa, biz de O'na ibadete mecburuz.. Kâinatı kıyamete doğru kim götürüyorsa, bizi de ölüme doğru O sevkediyor..
Beden ve kâinat.. İkisi de ruha hizmetkâr... Ve ruh, bu hizmetkârlıklarını aşmaya mecbur.. Meyve, ağaç ötesi içindir.. Ağacının içinde kaybolan bir meyve düşünebiliyor muyuz?.. Eğer ruh, bedeni ve kâinatı aşamazsa maddede boğulur gider...
Atmosfer bedenimizi saradursun, bakışımız yıldızlarla oynaşır; düşüncemiz âhiretle kaynaşır... Biz onları tefekkür ederiz, onlar bizi değil...
Gökkubbe bütün ihtişamıyla üstümüzde boy gösteredursun, biz onu bir kitap gibi okur, mütalâa ederiz..
Bu kabiliyetimizi yerinde kullanırsak, şu âlemi mahluk bilir, onun Hâlık'ına iman ederiz.. Arzı bir sofra, bir beşik bilir, onun Malik'ine hamdederiz.. Maddeyi mahkûm görür, onun Hâkim'ine kul oluruz.. İşte insanın, insan meyvesinin kâinatı aşması asıl böylece tahakkuk eder..
Evet, biz kâinatın meyvesiyiz..
Meyve, ağacın üstünde bahçeyi seyreder.. İnsan da bu dünyadan âhirete bakmada, orası için hazırlanmada... Daldan koptuğumuz an, o âleme geçeceğiz.. Bu dünyaya gelirken, anne rahmi bize bir berzah olmuştu. Bu âleme bir anda gelmemiştik.. Ama, annemizin rahmindeyken de bir cihetle bu dünyanın adamıydık.. Buradan gelen gıdalarla beslenmedeydik.. Bu dünyadan koptuğumuz anda da, berzah denilen kabir alemine gireceğiz.. Artık, dünya hayatıyla bir alâkamız kalmayacak.. Alışverişimiz öteki âlemle olacak.. İmanlı göçmek kaydıyla, kabir bizim için Cennet bahçelerinden bir bahçe olacak...
Evet, biz kâinatın meyvesiyiz..
Onun için, âlemi bir bütün olarak severiz,. Yıldızını da severiz, çiçeğini de.. Dağını da severiz, bağını da.. Bulutlarını da severiz, Samanyolunu da.. Ve, "aklın varsa, bütün bu muhabbetleri topla, hakiki sahibine ver", emrine uyar, saraydan geçer, Sultan'ı buluruz.. Sofrayı aşar, bizi nimetlendiren Mün'ime ulaşırız.. Bu noktaya gelemez ve âlemi böylece değerlendiremezsek, okumasından aciz olduğu kitabın yaprakları arasında can veren bir böcek gibi terkederiz, bu dünyayı...
* * *
İnsan, kendini inceleyen, ağacını tefekkür eden meyve.. Öbek ö bek ilim adamları... Kimi hücrenin içinden çıkmağa çalışıyor, kimi gen yumağından kurtulma çabasında.. Kimi yıldızlar arasında yolunu yitirirken, kimi atomun derinliklerinde kazılar yapmada.. Ve hepsinin ortak noktası: Hayret!.. Bu hayret, insan aklının, Allah'ı tesbihidir.. "Ben O'nun birtek mahlûkunun kemalini anlamaktan aciz kalıyorum, elbette bütün bu varlıkların Hâlık'ının kemali idrak edilemez ve O bütün noksanlıklardan yücedir, münezzehtir," der her bir akıl..
Evet, biz şu kâinatın meyvesiyiz..
Bu âlemdeki daimî faaliyetin bir küçük misali de bizde cereyan eder. Durmadan nefes alırız; kanımız aralıksız deveran eder; dimağımız fasılasız çalışır; saçımız, sakalımız daima uzar. Hücrelerimiz her an değişir. Ve bu değişmelerle ömrümüz de durmadan akıp gider...
Meleklerin daima ibadet halinde bulunmaları gibi, aklımız da aralıksız çalışır.. Ruhumuz, alemde ve bedende cereyan eden bütün değişmeleri ibretle seyreder. Bebeğin uzayan parmaklarıyla, ağacın uzanan dallarını birlikte temaşa eder. Dökülen saçlarla, sonbahar gazellerini beraber düşünür.. İşte, kainattaki ve insandaki bu değişmeler, ruhumuzu değişmekten münezzeh olan Allah'a teveccüh ettirir...
Bedenimiz şu kainatın maddesiyle beslenirken, ruhumuz melekler gibi, bu alemin manasıyla ilgileniyor. O da melekler gibi, ama başka bir tarzda, şu kâinatın tesbihatını temsil ediyor.. Âlemdeki cemâl tecellileri, ruhda neşe ve sürür şeklinde, celal ve azamet tecellileri ise haşyet ve korku olarak tezahür ediyor..
Arza halife ve kâinata meyve olduğunun şuuru içinde, bütün alemi arkasına alarak Rabbine ibadet eden ruhlara ne mutlu!.. Bedeni ve kâinatı yanyana getirip, ikisini birlikte temaşa eden, hikmetle kudreti beraber seyreden ruhlara müjdeler olsun!..