FAKİH Anlatıyor:
-Babam bana şöyle anlattı:
-Salih Meri cuma gecesi cuma namazını kılmak üzere mescide gitmek için yola çıktı. Kabristana uğradı. Kendi kendine şöyle dedi:
-Tan yeri ağarıncaya kadar kalayım.
Kabristanın içine girdi. İki rekat namaz kıldı. Bir kabre dayandı. Gözlerine uyku geldi. Şöyle bir rüya gördü: Kabirde yatanlar kabirlerinden çıkmışlar halka halka olup oturmuş konuşuyorlar.
Bir de baktı kionlardan ayrı kirli elbiseli bir genç bir köşede üzüntülü bir halde oturuyor. Onu yanlarına oturtmuyorlar. Oradakilerin hepsine tepsi tepsi üzeri mendillerle örtülü hediyeler gelip dağıldı. Herkes kendi tabağını aldı; sonra kabrine girdi. En sonuna bu genç kaldı.
O da üzüntülü bir halde kalktı; kabre girmek istedi. Hemen ona sordum:
-Hey Allah'ın kulu sende gördüğüm bu üzüntü neden? Sonra gördüğüm bu hâl nedir?
Bana şöyle dedi:
- Ey Salih Meri sen o tepsileri gördün mü?
- Evet gördüm deyince şöyle anlattı:
- O tabaklar hayattakilerin ölülerine hediyeleridir. Onların adına verdikleri sadaka yaptıkları dua cuma geceleri onlara gelir.
Daha sonra şöyle dedi:
- Ben Sindli biriyim. Anam hacca gitmek istedi; beraber yola çıktık. Basra’ya gelince öldüm. Bundan sonra anam evlendi. Kendisinin bir oğlu olduğunu ve öldüğünü kocasına anlatmadı. Dünyaya daldı. Ne bir işaretle ne de bir sözle beni andılar.
Ölümümden sonra beni hatırlayan kimse olmayınca üzülmek bana haktır.
Sordum:
-Senin ananın evi nerede?
Onun yerini bana anlattı.
Sabah oldu Namazımı kıldım. Sonra gittim. O kadının evini sordum buldum.
Yanına gittimizin istedim. Kendimi ona tanıttım kapıdan:
-Ben Sâlih Meri'yim dedim. İzin verdi içeri girdim.
Şöyle dedim:
-Benim söyleyeceğim söz senin söyleyeceğin söz hiç kimse tarafından duyulmamalıdır. Böyle istiyorum.
Ona yaklaştım aramızda bir perde kaldı.
Şöyle sordum:
-Sana Allah'tan rahmet dilerim çocuğun varmı?
-Yoktur.
Tekrar sordum:
-Daha önce bir çocuğun olmuş muydu?
Derin bir nefes aldı sonra şöyle dedi:
-Benim bir genç oğlum vardı öldü.
Bunun üzerine durumu ona anlattım. Ağlamaya başladı.
Sonra şöyle dedi:
-Ey Salih! O benim ciğerparem kalbim idi. İçim onun yuvası olmuştu. Göğüslerimden ona süt içirdim. Kucağım onun sığınağı idi.
Daha sonra çıkardı bana bin dirhem verdi. Ve şöyle dedi:
-O sevdiğim göz nurum için bunları dağıt. Kalan ömrümde onu duadan unutmayacağım. Onun için sadaka vereceğim.
Gittim o bin dirhemi dağıttım.
Ertesi cuma geldi. Cumaya gitmeyi istedim. Yine kabristana uğradım.İki rekat namaz kıldım sonra bir kabre dayandım. Yine dalmışım. Baktım ki bir cemaat yine çıkmış. Bu arada o genci gördüm. Üzerinde beyaz bir elbise vardı. Sevinçli ve mesrurdu.
-Ey Salih! Allah bizim için seni mükâfatlandırsın. Gönderdiğiniz hediye bize geldi.
Ona dedim ki:
-Siz kabirdekiler cumayı bilir misiniz?
Şöyle anlattı:
-Evet biliriz. Havadaki kuşlar bile onu bilir. Cuma günü için birbirlerine şöyle derler:
-Bu faziletli gün için selâmselâm...