Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Siz de tevazu kapısında bekleyenlerden misiniz? (1 Kullanıcı)

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Siz de tevazu kapısında bekleyenlerden misiniz?
*
*
Seyyid Ahmed Rifai Hazretleri Bağdat'ta unutulmayacak değerde verdiği derslerinin en başına tevazuu alıyor ve şöyle hatırlatmada bulunuyordu dikkat kesilen dinleyicilerine:
- Allah'a açılan kapılar çoktur. Her kapıda da bekleyenler vardır. Ancak tevazu kapısında pek kalabalık yoktur. Ben o tevazu kapısını tercih ettim, çok bekletilmeden kabul gördüm. Tavsiye ederim, siz de tevazu kapısında bekleyin. Bundan sonra tevazu ve tekebbüre misal olarak bahçedeki dimdik duran bir hurma ağacıyla yapraklarını toprak üzerine sermiş bir kabağı göstererek der ki:

- Bakın şu hurma ağacına, tevazu göstermeyip dik başlılık etmiş, Allah da meyvesi olan salkımlarını başına yüklemiş, olanca ağırlığıyla başında taşımaktadır. Bir de şu yüzünü yerlere sermiş kabağa bakın. Tevazu gösterip yapraklarını zemine sermiş, meyvesi olan kocaman kabakların ağırlıklarını da toprağın üzerine bırakmış, yükünü yer çekmekte, kendisi rahat etmektedir. Konuyu şöyle bağlamış:

- İşte demiş, mütevazı ile mütekebbirin misali de böyledir. Tevazu sahiplerinin bir iddiası olmadığından rahattırlar. Başlarında benlik yükü yoktur. Yüzleri hep yerlerdedir. Kibirlilerin ise başlarında öylesine bir benlik yükü vardır ki, onu korumak için hep dik başlılık eder, enaniyet yükünü ömür boyu başlarında taşırlar.

Hep mütevazı giyinen, mütevazı yaşayan Rifai Hazretleri'ne itiraz edenler de çıkar Bağdat'ta. Derler ki:

- Efendi Hazretleri, siz de başkaları gibi sırtınıza gösterişli şeyh cübbesi giyip, başınıza da büyükçe bir mürşid sarığı sarsanız daha etkili olursunuz insanlara.

Bu teklife verdiği cevap da fevkalade düşündürücüdür. Şöyle açıklar düşüncelerini. Der ki:

- Eğer insanların hidayetine sebep olacaksam çaputtan değil ateşten bile cübbe giyer, alevden bile sarık sararım. Lakin düşünürüm ki, büyüklerin sahip olduğu ilim, irfana sahip olmadığım halde kıyafetlerine bürünüp onlar gibi görünmek münafıklıktan başka bir şey değildir! Ya onlar gibi ilim, irfan sahibi olup hizmet veren biri olmalıyım, ya da ilmine, irfanına sahip olmadığım büyüklerden biri gibi görünmemeli, onların itibarını kullanan bir istismarcı durumuna girmemeliyim.

Gariptir ki Rifai Hazretleri böylesine bir dikkat içinde iken Bağdat, Basra civarlarında şeyh cübbesi giyip, mürşid sarığı saranların çoğaldığını da görür. Bunlardan bir gence sokakta rastlayınca der ki:

- Oğlum bak, kimin elbisesini giymişsin dikkat et. Elbisesini giydiğin insanlar gibi ilim, irfanın yoksa onların kıyafetine girip de onlar gibi görünmeye hakkın da yok. Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol ki, kıyafetine büründüğün büyüklerin itibarını kullanan biri durumuna girmeyesin.

Kendisi mütevazı giyim kuşam içinde iddiasız hayatını sürdürürken Bağdat, Basra, Horasan civarlarında sıkıntıya düşenler gelerek kendisinden, 'Senin duan kabul olur, bize dua et.' ricasında bulunurlardı. O ise bunlara duygularını şöyle açıklardı:

- Ben kimim ki benden dua istiyorsunuz? Aslında siz böyle düşünmekte mazur olabilirsiniz, ama ben kendimi duası istenecek biri gibi görmekte mazur olamam. Eğer ben de sizin gibi kendimi duası kabul olacak biri kabul edersem, Allah beni Firavn ve Haman ile eşit tutar mahşerde. Onlar da kendilerini halkın büyüğü sanıyor, üstünlük gururuyla dolaşıyorlardı insanların arasında.

Rifai Hazretleri'nin bu mütevazı hali bize Hazreti Aişe validemizin cevaplarını hatırlatıyor. Aişe validemize demişler ki: 'İnsan ne zaman büyüklerden olur?' Demiş ki: 'Ne zaman kendini küçüklerden bilirse!' 'Ne zaman küçüklerden olur?' 'Ne zaman kendini büyüklerden bilirse!'

Ne dersiniz? Bu yorumlardan sonra biz de kendimizi büyüklerden biri olarak görebiliyor muyuz? Yoksa tevazu kapısında bekleyen küçüklerden biri olmaya çoktan razı olduk mu?


ALINTIDIR...
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Zalimin iştahını kabartacak tevazu zillettir.​



“(Bunlar,) Büyük günahlardan ve çirkin -utanmazlıklardan kaçınanlar ve gazablandıkları zaman bağışlayanlar. Rablerine icabet edenler, namazı dosdoğru kılanlar, işleri kendi aralarında şura ile olanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak edenler. Ve haklarına tecavüz edildiği zaman, birlik olup karşı koyanlardır.”.( Şura: 37–39)

“Zulmedenlere eğilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka velileriniz yoktur, sonra yardım göremezsiniz.”(Hud: 113)

“Allah zalime mehil verir. Bir de onu yakaladı mı, artık iflah olmaz.”( Buharî, Müslim)

Zulüm; bir insana, bir topluluğa, bir kavme haksızlık yapmaktır. Zulüm; eziyet etmek, işkence yapmak, birinin hakkını zorla elinden almaktır, haksız yere öldürmek, dövmek, yaralamak, başkalarının mallarını gasp etmektir. Zulüm; insanların ırzlarına ve haklarına tecavüz etmektir, haram ve günaha götürmeyen insani hak ve isteklerin önünde durmaktır, engel olmaktır ve haklarını vermemektir.

Kur’an-ı Kerim’de zulüm kavramı; küfür, şirk, cehalet, nankörlük, Allah'a karşı yalan uydurma, Allah'ın hükümleriyle hükmetmeme, başkalarıyla alay etmek, iftira etmek, Allah'ın sınırlarına tecavüz etmek, kâfirleri dost edinmek, İslam ve Müslümanlarla savaşta kâfirlere arka çıkmak şeklinde belirtilmiştir. Yani zalim sadece başkalarına haksızlık ve zulmeden kimse değildir. Allah'ı tanımayan, O’na isyan eden, O’nun emir ve nehiylerine uymayan kimse de birer zalimdir ve zulüm içindedir. Başka bir tabirle; her haram ve günah içinde zulüm vardır. Allah'ın haklarına veya insanların haklarına dokunan, haklarını ihlal eden bir durum söz konusudur.

Allah'ın huzurunda hesap vereceğini düşünmeyen, dünya hayatından sonra ahiret hayatının hesabını yapmayan ve inanmayan, insanın kendi haline bırakılacağını sanan, sahip olduğu güç, kuvvet, iktidar, imkân ve nimetleri nasıl kullanacağı konusunda hesaba ve sorguya çekileceğine inanmayan fert ve toplumlar her zaman zulüm içinde olabilirler ve olurlar. Yeryüzünü zorbalık, kargaşa ve ahlaksızlıkla doldururlar.

Bunun içindir ki, peygamberlerin en büyük maksatlarından biri de insanların zulme uğramamaları ve zulüm yapmalarını engellemeye çalışmaktır. Peygamberler, onların yardımcıları, onlara iman edenler, onların takipçileri insanların ahiretlerinin ve dünyalarının saadetleri için çalışmışlar. İnsanlığı Allah'a imana, emirlerine uymaya, birbirlerine zulmetmemelerine, zulme uğramamaları için çağrıda bulunmuşlar. İmkân bulanlar bunun için düzenlerini sağlamış ve sağlamakla kendilerini mükellef kılmışlar.

Bunun yanında Kabil ile başlayıp Firavunlar, Nemrutlar, Ebu Cehiller ve yandaşları ile devam eden günümüz şer güçleri de emellerini gerçekleştirmek, menfaat ve çıkarları için kurdukları sistem ve düzenlerinin ellerinden gitmemesi için genelde insanlık âlemine özelde de Allah'a ve Resulüne inananlara ve inançlarını gereği gibi yaşamak isteyenlere zulmetmekten, baskı uygulamaktan, tahakküm altında tutmaktan geri kalmamışlar... Bu şeytan dostları, emelleri için hiçbir şeyden geri durmamışlar ve geri adım atmamışlar. Yukarıda tariflerini yaptığımız çerçevede zalimliklerini ortaya koyup zulmetmişler ve zulmetmeye devam ediyorlar.

Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde: “Allah zalimleri bilendir, Allah zalimleri hidayete erdirmez, Allah zalimleri sevmez, Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir, zalimler kurtuluşa ermez” diye buyrulur. Onun için güç ve kuvvet sahibi olmuş, bununla insanlara baskı ve sindirme yoluyla zulmeden zalim/zorba diktatörlere ve aynı zihniyetteki insanlara, topluluklara kimse güvenmesin, yönelmesin ve dayanmasın! Bu kötülüğü kabul etmek, onlarla beraber gözükmek, beraber yürümek ve alkışlamak aynı suça ortak olmaya sebeptir. Bunlardan da hesaba çekilecekleri ve cezaya müstahak olacakları muhakkaktır. Ancak tövbe edip yaptıklarından vazgeçenler ve tövbelerinin gereğini yapanlar hariç!

Cenab–ı Allah zalim ve zorbalara hikmeti gereği bazen mühlet veriyorsa bu onların iyiliği için değildir. Onlara dünyada bir aşağılanma, ahirette ise büyük bir azap vardır. Ahiretteki elim azabın yanında dünyada da sonlarının hüsran olduğunu Kur’an-ı Kerim’in beyanlarından, Hz. Peygamber ve Allah'ın sevdiği kulların hayat pratiğinden biliyoruz. Yani dünyada tüm insanlığa ders ve ibret olacak bazı cezaları kendi katından verir. Bazı cezaları da kâmil iman, güç ve kuvvet vererek sevdiği salih kullarının eliyle verir.

İslam; mazlumun, mağdurun, kimsesizlerin ve gariplerin yardımına koşmayı emreder. Müslümanların yeryüzünde mazlumun hakkını zalimden almak gibi bir vazifesi vardır. Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam’ın ve ashabının yaptığı gibi zulüm ve istibdadı kaldırmak gibi bir sorumluluğu vardır. Müslümanlar, zalim ve zorbalardan korunmak ve zulümlerine engel olmak için sorumluluklarını yerine getirmekle mükelleftirler. Zira mümin, aziz ve kuvvetli olandır. Zillet ise, İslam’a ve Müslümanlara düşmanlık yapanlarındır.

İslam; zulme, azgınlığa ve tecavüze müsaade etmez. Nereden, nasıl ve kimden gelirse gelsin Müslüman kişi şartlara göre öncelikle fiili olarak, olmazsa sözlü müdahale eder. Bunları da yapamazsa en azından kalbiyle buğzeder. Çünkü zulme rızanın zulüm olduğuna inanır.

İnsanlar bir zalimi görür de onun zulmüne engel olmak için bir gayret içine girmezlerse, Allah’u Teâlâ’nın onun yüzünden onların hepsini cezalandırmasının yakın olduğu inancında olmalıdır.

Zulme uğrayan birini görüp ona yardım etmeye gücü yettiği halde yardım etmeyen kimseden Cenab–ı Allah’ın mutlaka intikam alacağına inanır. Bunun içindir ki, Resulullah aleyhisselatu vesselam Mekke’de en zor ve baskı altında olduğu bir dönemde bile müşriklerin ileri gelenlerinin zulüm ve zorbalıklarına karşı çıkmış, zulme uğrayan mazlumlara yardımcı olmuş, mazlumların haklarını almaya ve onları korumaya çalışmıştır.


Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam, kendi şahsına karşı yapılan her türlü kötülüğü hoşgörü ile karşılardı. Başkasına karşı yapılan haksızlıklara, hele de İslam’ın emir ve nehiylerine taalluk eden ihmalkârlık ve yanlışlıklara karşı tahmin edilmeyecek kadar celallenir, karşı çıkardı.

Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam’ın zulmetmekten ve zulme uğramaktan Allah'a sığındığı gibi bizler de hem kavli hem de fiili dualarımızda zalimlerden olmamak ve zalimlerin şerrinden korunmak için gayret içinde olmalıyız. Zulmetmek müminin evsafından olmadığı gibi zulme uğrayan Müslümanlara yardımcı olmayı İslami bir sorumluluk olduğu inancıyla yapacağız.


Allah'a inanmayan, O’na isyan içinde olan fert ve topluluklarda ve onların kurdukları sistemlerde mutlaka zulüm olacağı için buna karşı korunmanın yolu güçlü olmaktır, kuvvetli olmaktır, birlik olmaktır. Bunun gerekliliği ve sorumluluğu içinde hareket etmek ve kuvveti zulüm aracı olarak kullananların elinden alıp hakkın eline geçmesi için çalışmaktır.

İslam'a ve Müslümanlara zulüm içinde olan şahısları, toplulukları, devletleri, kurum ve müesseseleri tanımalı, bilmeli ve birbirimize tanıtmalıyız. Aksi halde bilmeden bazı masum insanlar onların zulüm ve zorbalıklarına, ahlaksızlık ve dinsizliklerine taraf olsalar, dünya ve ahiretlerinin heba olmasına sebep olur. Zira zalime, kâfire, İslam'a ve Müslümanlara düşmanlık yapanlara yakınlık duymak, sevgi beslemek, gizli ve açık destekte bulunmak inançta nifak durumuna düşürebilir. İnsanlarımızın İslam'dan uzaklaştırıldığı, İslam'ın ölçü olarak terk edildiği günümüzde her birimizin en yakınının bile böyle bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu biliyoruz. Birbirimizi ve ulaşabildiklerimizi böyle bir felaketten, tehlikeden kurtarmaya çalışma sorumluluğumuz vardır.


Cenab–ı Allah, bizleri haklarına tecavüz edildiği zaman, birlik olup karşı koyanlardan eylesin! (Âmin)

Yüce Allah’a emanet olun!
İnzar.​
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
- Eğer insanların hidayetine sebep olacaksam çaputtan değil ateşten bile cübbe giyer, alevden bile sarık sararım. Lakin düşünürüm ki, büyüklerin sahip olduğu ilim, irfana sahip olmadığım halde kıyafetlerine bürünüp onlar gibi görünmek münafıklıktan başka bir şey değildir! Ya onlar gibi ilim, irfan sahibi olup hizmet veren biri olmalıyım, ya da ilmine, irfanına sahip olmadığım büyüklerden biri gibi görünmemeli, onların itibarını kullanan bir istismarcı durumuna girmemeliyim.
Allahcc yar ve yardımcın olsun gönüldaş-kardeşim...BESMELE...SELAM...DUA...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
İslam; zulme, azgınlığa ve tecavüze müsaade etmez. Nereden, nasıl ve kimden gelirse gelsin Müslüman kişi şartlara göre öncelikle fiili olarak, olmazsa sözlü müdahale eder. Bunları da yapamazsa en azından kalbiyle buğzeder. Çünkü zulme rızanın zulüm olduğuna inanır.

İnsanlar bir zalimi görür de onun zulmüne engel olmak için bir gayret içine girmezlerse, Allah’u Teâlâ’nın onun yüzünden onların hepsini cezalandırmasının yakın olduğu inancında olmalıdır.

Zulme uğrayan birini görüp ona yardım etmeye gücü yettiği halde yardım etmeyen kimseden Cenab–ı Allah’ın mutlaka intikam alacağına inanır. Bunun içindir ki, Resulullah aleyhisselatu vesselam Mekke’de en zor ve baskı altında olduğu bir dönemde bile müşriklerin ileri gelenlerinin zulüm ve zorbalıklarına karşı çıkmış, zulme uğrayan mazlumlara yardımcı olmuş, mazlumların haklarını almaya ve onları korumaya çalışmıştır.


ESSELAM...Esselam...ESSELAM...
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt