HUSEYIN SASMAZ
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 11 Eyl 2009
- Mesajlar
- 1,204
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 61
SİYASET HAKKINDA DÜŞÜNME
Hukuk metni üzerinde düşünme biçimini anlattık. Siyaset hakkında düşünmeye gelince; bu düşünme biçimi bir çeşit "hukuk üzerinde düşünme" biçimi olmakla birlikte, ondan tamamen farklıdır. Çünkü hukuk metni üzerinde akıl yürütmek, insanların problemlerine çözüm bulmak içindir. Siyaset üzerinde akıl yürütmek ise insanların düzenini sağlamak içindir. İkisi de birbirine benzemelerine karşın farklı kavramlardır. Aynı şekilde siyasi düşünme, edebi düşünmeyle tamamen terstir. Zira edebi düşünmede temel hedef, söz ve terkiplerden zevk ve haz duymaktır. Amaç, edebi üsluplarla coşkulu anlamlar oluşturmaktır. Siyasi düşünme biçiminde ise, birtakım ayrıntılar söz konusudur. Eğer siyasi düşünme, siyaset bilimleriyle ilgili metin ve araştırmalara yönelikse, bu durumda "siyasi tefekkür" ile "fikri tefekkür” adeta aynı türün iki ayrı versiyonu olarak karşımıza çıkar. Zira "siyasi tefekkür" ile "fikri tefekkür" büyük ölçüde benzeşirler. Şu da var ki, düşünceyle ilgili fikir yürütebilmek için, araştırılan düşünce düzeyinde, aynı türden olmasa da birbiriyle ilintili ön bilgilere sahip olmak gerekir. Siyasi düşünme araştırılan düşünce düzeyinde ön bilgilere sahip olmayı gerektirse de, önemli olan aynı konuyla ilgili ön bilgilerin varlığıdır. Siyasi düşünmede ön bilgilerin, araştırılan düşünceyle ilintili birbirine benzeyen ve onu yorumlayan bilgilerden oluşması yeterli değildir. Bu nedenle siyasi metinler üzerinde fikir yürütmek, fikri metinler üzerinde akıl yürütmenin bir türünü oluşturur.
Fakat siyasi düşünme; haberler, olaylar ve bunlar arasında bağlantı kurmakla ilgiliyse, bu durumda bütün düşünme çeşitlerinden farklılık arz eder. Siyasi düşünmenin bu türüne düşüncenin herhangi bir çeşidi tatbik edilemez. Bu yönüyle de düşünmenin en üst ve en zor türüdür. Üst düzey düşünme biçimi olmasının nedeni, eşyalar, olaylar ve hatta düşünmenin her türü için geçerli olmasıdır. Gerçi düşüncelerin üzerinde kurulu olduğu ve çözümlerin doğduğu "fikri kaide", en üst düşünceyi temsil etmektedir. Fakat söz konusu "fikri kaide" bile tek başına siyasi bir düşüncedir. Zira "fikir kaide"yi fikri kaide yapan ve onu doğru bir temel olmasını sağlayan, düşüncenin ve düşünme biçiminin siyasi olmasıdır. Bu nedenle "siyasi düşünme, tüm düşünme tarzlarının en üst şeklidir" dediğimizde, bu, "fikri kaide"yi de, yani "fikri temel"i meydan getirmeye elverişli her şeyi kapsamına alır.
Siyasi düşünme en zor düşünme biçimidir dedik, çünkü bir kuralı yoktur. Herhangi bir kurala göre değerlendirilmez. Bu ise düşünen kişiyi şaşırtır, onun kafasını karıştırır. Daha işin başındayken pek çok hatayla baş başa bırakır. Sonuçta birtakım ön yargı ve yanılgıların hedef tahtası haline gelir. Kişi, siyasi deneyim kazanarak bütün günlük olayları izleyip bunlara karşı devamlı tetikte olmazsa, siyasi düşünme biçimine sahip olması son derece güçleşir. Demek ki haber ve olaylar vasıtasıyla siyaset hakkında akıl yürütmek, bütün düşünme tekniklerinden farklı olup bu tekniklere oranla daha karakteristik özelliklere sahiptir.
Siyasi metinler üzerinde akıl yürütmek, siyaset bilimleri ve araştırmalarını ihtiva etse de, gerçekte haber ve hadiselerle ilgili metinler üzerinde akıl yürütmekten ibarettir. Bu nedenle siyasi metinler gerçekte haber biçimlerini oluştururlar. Kişi siyasetle ilgili akıl yürütmek isterse, her şeyden önce haber metinleri, bu metinlerin sergileniş biçimleri ve bunu anlamanın yolları üzerinde akıl yürütmesi gerekir. Ancak bu yolla siyaset üzerinde akıl yürütmek mümkündür. Kişi, ancak bunu yaptığı takdirde siyaset üzerinde akıl yürütmüş kabul edilebilir. Bu açıdan siyaset bilimleri ve araştırmaları üzerinde araştırma yapmak, siyaset üzerinde akıl yürütmek sayılmaz. Çünkü siyaset bilimleri ve araştırmaları üzerinde akıl yürüterek birtakım bilgiler elde edilir ki bu, düşünce ile ilgili metinler üzerinde akıl yürütmenin tıpatıp aynısıdır. Bu şekilde akıl yürütme, kişiyi derin veya aydın düşünmeye götürse de, kişiyi siyasi düşünür haline getirmediği gibi siyaset üzerinde akıl yürütmesini de sağlamaz. Olsa olsa siyasete, yani siyaset bilimleri ve araştırmalarına aşina olmasını sağlar. Bu ise kişinin öğretici olması için elverişli olmakla birlikte siyasetçi olması için elverişli değildir. Çünkü siyasetçi, haberleri, hadiseleri ve onların göstergeleri durumundaki anlamları kavrayan ve bu kavrayışıyla kendisine pratiğe dönüştürme imkânı verecek olan bilgiyi elde eden kişidir. Bu anlamda siyasetçinin, siyasi bilimlere ve araştırmalara aşina olup olmaması fark etmez. Gerçi siyasi bilimler ve araştırmalar, kişinin haber ve hadiseleri daha iyi anlamasına yardımcı olur, ancak bunların önemi, bilgi türünü seçmek üzere ilişkilendirme işlemiyle sınırlıdır. Bu açıdan siyaset ile ilgili akıl yürütmek için, siyasi bilimler ve araştırmalar şart değildir.
Ne yazık ki dini devletten soyutlama düşüncesi ortaya çıkıp "orta çözüm" düşüncesinin yaygınlık kazanmasından bu yana, Batı ülkelerinde -yani Avrupa ve Amerika'da- siyasi bilim ve araştırmalar hakkında pek çok eserler basılmış, bu eserler Batı'nın hayata bakış açısına ve başlangıçta barış ve uzlaşma adına ortaya çıkan "orta çözüm" düşüncesine göre kaleme alınmıştır. Öte yandan Komünist düşüncenin doğuşunun ardından Rusya'nın komünizmi benimsemesiyle, siyasi araştırmaların "orta çözüm" düşüncesi yerine belli bir düşünceye göre yapılacağı umudu doğdu. Fakat ne yazık ki Rusya da Batı kervanına katıldı. Muhteva olarak olmasa da, biçimsel bazı farklılıklara rağmen Rusya da Batı'yı takip etti. Bu nedenle şimdiye kadar ortaya çıkan siyasi bilim ve araştırmaların, aklın rahatlıkla doğruluğunu kabul etmediği türden araştırmalar olduğunu söyleyebiliriz. Bu araştırmalar, temelinde "orta çözüm"ün bulunmasının ötesinde, adeta tahmin ve varsayıma dayalı araştırmalardır. Bu yüzden okuyucunun siyasi bilim ve araştırmalarla ilgili metinlere ilişkin akıl yürütürken, yanılgıya düşmemek için sürekli dikkatli ve tetikte olması gerekir. Çünkü söz konusu metinlerin içeriğinde vakıayla çelişkili, yanıltıcı düşünceler de vardır. Bu açıdan aslında Batı'nın hukuk metinlerine karşı koyduğumuz çekinceyi, onun siyasi bilim ve araştırmalarına karşı koymayı da tercih ederiz. Çünkü siyasi araştırmalarda da örneğin, yönetim meselesi gibi siyasetten çok hukukla ilgili meseleler vardır. Ancak her şeye rağmen bu araştırmalar, düşünce ve siyasetle ilgili araştırmaların kapsamına girdiğinden, bu yönüyle dikkatli ve tetikte olmak şartıyla okunup araştırılmasında bir sakınca yoktur.
Örnek olarak Batı'daki siyasi araştırmaların içerdiği bazı düşünceleri ele alalım: Batı'da yönetim kolektif olup "bakanlar kurulu"nca temsil edilmektedir. Doğu ülkeleri de bu yönetim tarzını benimseyip başka bir biçime soktular ve kolektif liderlik modelini şiddetle savunur hale geldiler. Bu model, vakıaya aykırı "orta çözüm" üzerinde kurulu bir modeldir. Böyle bir modelin ortaya çıkışı, Avrupa'daki diktatör krallara karşı duyulan tepkiden kaynaklanmaktadır. Kralların zulüm ve istibdadından bıkan halk, bu zulümün temelinde monarşi, yani tek adam yönetiminin yattığını düşündüler. "Yönetim ferdin değil, halkındır" sloganıyla krallara karşı ayaklandılar. Sonunda bir "orta çözüm" bulunarak yönetimi "bakanlar kurulu" üstlendi. Halbuki bakanlar kurulu, ne halktır, ne de halk tarafından seçilmiştir. Bakanlar kurulunu başbakan yönettiğine göre, yönetim ne ferdin ne de halkın eline geçmiş oluyor. Aksine başbakan ve bakanlar kurulu yönetimde söz sahibi oluyor. Bu sistem, yönetimin tek bir kişinin elinde olması ile halkın elinde olması arasında orta bir çözümdür. Dolayısıyla ortaya konulan çözüm, yönetim sorununa çözüm getirmek yerine, iki tarafı da razı etme operasyonudur. Kaldı ki pratikte, bütün demokratik sistemlerde yönetimin ferdi bir biçime büründüğü de ortadadır. Çünkü bu sistemlerde bile yönetimi ya devlet başkanı ya da başbakan üstlenmektedir. Bu da gösteriyor ki yönetim gerçeği, yönetimin sadece ferdi olmasını gerektirir. Bu bakımdan yönetim asla kolektif olamaz. Ona kolektif bir karakter verilse dahi, yönetimin seyri söz konusu kolektif yönetimin ferdi yönetime dönüşmesini zorunlu kılar. Çünkü yönetimin kolektif olması, yönetim gerçekliğine aykırıdır.
Aynı şekilde Batı'da egemenlik halka verilmiştir. Yasama, yürütme ve yargı halka aittir. Bu da gerçeğe aykırıdır ve "orta çözüm" üzerinde kuruludur. Orta çözümün ortaya çıkışı da yine diktatör krallara duyulan tepkinin ürünüdür. Çünkü yasama, yürütme ve yargı bu kralların iradesi dahilindeydi. Yasayan da yürüten de onlardı. Kralların zulüm ve istibdadından bıkan halk, bu zulüm ve istibdadın monarşiden kaynaklandığını düşündü. Krallara karşı ayaklanıp "egemenlik halkındır" dedi. Halkın hem yasayan hem de yöneten güç olması gerektiğini hararetle savundu. Sonunda yasama misyonunu halk tarafından seçilen bir meclis, yürütmeyi ise bakanlar kurulu, başbakan veya devlet başkanı üstlendi. Bu bir orta çözümdü. Çünkü parlamento üyeleri halk tarafından seçilseler de aslında yasama görevini yürüten parlamento değil, iktidardaki bakanlar kurulu veya cumhurbaşkanıdır. Gerçi bakanlar kurulu da cumhurbaşkanı da halk veya halkın temsilcileri tarafından seçilirler. Ancak bu sistem halkın kendi kendisini yönetmesi değil, halkın sadece yöneticisini seçmesi anlamına gelir ki, bu da "orta çözüm"ün ta kendisidir. Bunun da ötesinde Batılılar, egemenliğin yasalara ait olduğunu, doğru bir yönetimde yasaların egemenliğinin şart olduğunu ifade ediyorlar. Böylece orta bir çözüm getirerek bir sistem kurmuşlardır. Fakat yanılgılardan kurtulamamışlardır. Zira yönetim gerçeği, bu sistemin dışında bir gerçektir. İyi bir yönetimde yöneticiyi halk seçer ve hukukun üstünlüğü esastır. Mutlak anlamda egemenlik halkın olmaz.
Batı'da yönetim ile duygu ve din işleri birbirinden ayrılır. Kilisenin otoritesi devlet otoritesinden ayrıdır. Devlet hayır işleme, yoksullara şefkat gösterme, yaralıların yaralarını sarma gibi duygusal işlerle uğraşmaz. Bu düşünce din işlerinin devlet işlerinden ayrı olmasını öngören orta çözüm üzerinde kuruludur. Fakat pratik gerçeğe aykırı bir düşüncedir. Çünkü kilise, diktatör kralların tahakkümü altında olduğu için, yaralı, hasta ve yoksul gibi toplum kesimlerinin yaralarını saramıyordu. İnsanlar bu duruma büyük tepki gösterdiler. Bu tepkinin sonucu olarak; kilise ve duygusal işler devlet işlerinden ayrılarak orta bir çözüm bulundu. Böylece kilise otoritesi devlet otoritesinden ayrıldı. Birtakım hayır kurumları, kızıl haç gibi örgütler ortaya çıktı. Ancak pratik hayattaki yönetim gerçeği, insanların tüm işlerini kapsamına almasını gerektirmektedir. Din işleri ve duygusal işler de insanlara ait olduğundan, devlet açıkça olmasa da dolaylı bir şekilde kiliseleri, hayır kurumlarını ve kızıl haç örgütlerini kontrol altına alıp onları da yönetmek zorunda kaldı. Görünüşte din ve devlet işleri birbirinden ayrı gözükse de bu teori pratik gerçeğe aykırıydı.
Yukarıda Batı düşüncesinden sadece üç noktayı ele alarak yanılgılarını ortaya koymaya çalıştık. Batı'lıların yönetim ile ilgili düşüncelerine ait aynı yanılgılarını hem ideolojilerle hem de olay ve hadiselerle ilgili siyasi fikirlerinde bulmak mümkündür. Gerçi bu düşüncelerin içerisinde akla aykırı gelmeyen bazı gerçekler de vardır fakat, bütün bunlara rağmen "gerçek"ten kopmalarla ve yanılgılarla doludur. Örneğin; İngiliz siyasetiyle ilgili konuştuklarında, İngiliz siyasetinin üç temel üzerinde kurulu olduğunu söylerler. Bunlar: İngiltere'nin Amerika ile olan ilişkileri, Avrupa'yla olan ilişkileri ve önceden İngiltere'nin sömürgesi olup da sonradan bağımsızlığını kazanan "Common-wealth" ülkeleriyle olan ilişkileridir. Bu sınıflandırma doğrudur. Çünkü bir gerçeğin ifadesidir. Fakat İngiltere'nin müttefiklerine, dost ve düşmanlarına karşı tutumlarını dile getiren sözleri, demagoji ve yanıltmadan ibaret olup gerçeğe, olayların ve hadiselerin seyrine aykırıdır. Aynı demagoji ve yanıltma üslûbunu, Batılı olsun olmasın, geçmişte veya şimdi herhangi bir devletle ilgili sözlerinde bulmak mümkündür. Zira onlar gerçekleri derin düşünebilen bazı kişilerin bile gözünden kaçabilecek şekilde çarpıtmada oldukça ustadırlar. İşte bütün bunlardan dolayı, sürekli dikkatli ve tetikte olmadan, siyasi bilimler ve araştırmalar üzerinde akıl yürütmek doğru olmaz.
Mevcut olay ve hadiseler üzerinde akıl yürütmeye gelince; kelimenin tam anlamıyla siyasi düşünme bu şekildeki akıl yürütmeyle ortaya çıkar. Kişiyi siyasi düşünür haline getiren de bu faktördür. Mevcut olay ve hadiseler üzerinde akıl yürütmeyi gerçekleştirmek için beş temel noktanın bir arada bulunması gerekir:
Birincisi; dünyadaki tüm olay ve gelişmeleri takip etmek. Ancak olaylar önemlilik, tesadüf, kasıtlılık, kısa ve ayrıntılı olmaları açısından farklılık gösterdiklerinden, haber takibi zamanla rayına oturacaktır. Bundan sonra bütün haberleri takip etmek gerekmeyecek, sadece bilinmesi gereken haberleri takip etmek yeterli olacaktır.
İkincisi; olayların hakikatleri, yani haberlerin içerdikleri anlamlar hakkında az da olsa birtakım bilgilere sahip olmak. Bu bilgiler olayın vakıası, yani haberlerin içerdikleri anlamlar üzerinde durma imkânı verebilecek coğrafi, tarihi, siyasi ve düşünceyle ilgili bilgilerden meydana gelebilir.
Üçüncüsü; olayları içinde bulundukları koşullardan soyutlamamak, ve genelleştirme yoluna gitmemek. Zira olayları kendi koşullarından soyutlayıp genelleştirmek olayların ve haberlerin doğru bir biçimde anlaşılmasını engelleyen bir afettir. Bu nedenle olayı içinde bulunduğu koşullarla birlikte ele almak gerekir. Bunun yanında bir olayla ilgili yapılan değerlendirme sadece o olayla sınırlandırılmalı, benzer olayları, değerlendirmesi yapılan olaya kıyaslayarak genel değerlendirme yoluna gidilmemelidir. Aksine her olaya ferdi bir olay gözüyle bakmak ve sadece söz konusu olay için geçerli olmak üzere bir yargıya varmak gerekir.
Dördüncüsü; olay ve hadiseleri birbirinden ayırt ederek onlara açıklık getirmek, yani haberin kaynağı, oluşu, yani zamanı, nasıl bir durumda vuku bulduğu, neden vuku bulduğu veya böyle bir haberin neden verildiği, haberin ne kadar ayrıntılı olduğu, doğru olup olmadığı ile ilgili bilgiler elde edecek biçimde kapsamlı bir araştırma yapmak gerekir. Olayı açıklığa kavuşturacak olan, bu araştırmadır. Araştırma ne kadar kapsamlı ve derin olursa, olay da o denli aydınlanmış olacaktır. Aksi takdirde olayı veya hadiseyi ele almak mümkün değildir. Çünkü kişiyi sürekli yanılgı ve hataya maruz bırakır. Bu nedenle haberi ele alırken, hatta sadece duyarken bile onu açıklığa kavuşturmak önemli bir faktördür.
Beşincisi; haberi birtakım bilgilerle ve özellikle bu haberin dışındaki başka haberlerle ilişkilendirmek. Haber hakkında doğruya yakın bir hüküm vermek, söz konusu ilişkilendirmeye bağlıdır. Ancak ilişkilendirme işlemi doğru yapılmamışsa, affedilmez bir sapma olmasa da hatanın meydana gelmesi kaçınılmazdır. Örneğin; uluslararası politikayla ilişkilendirilmesi gereken bir haberi iç politikayla ilişkilendirmek, iç politikayla ilişkilendirilmesi gereken bir haberi de dış politikayla ilişkilendirmek, siyasetle ilintili olduğu halde ekonomiyle ilgili bir haberle ekonomi arasında bağ kurmak veya Almanya'yla ilgili bir haberi Amerika'yla ilintili olduğu halde Alman politikasıyla ilişkilendirmek doğru olmaz. Bu nedenle haberi, haberle ilgili faktörle ilişkilendirmek son derece önemlidir. Sadece ilişkilendirmek de yetmez. Haberle faktör arasında kurulan bağın doğru olması gerekir. Başka bir ifadeyle, bağ kurma işlemi sadece bilmeye değil, aynı zamanda anlamaya, kavramaya ve pratiğe geçirmeye yönelik olmalıdır.
Hukuk metni üzerinde düşünme biçimini anlattık. Siyaset hakkında düşünmeye gelince; bu düşünme biçimi bir çeşit "hukuk üzerinde düşünme" biçimi olmakla birlikte, ondan tamamen farklıdır. Çünkü hukuk metni üzerinde akıl yürütmek, insanların problemlerine çözüm bulmak içindir. Siyaset üzerinde akıl yürütmek ise insanların düzenini sağlamak içindir. İkisi de birbirine benzemelerine karşın farklı kavramlardır. Aynı şekilde siyasi düşünme, edebi düşünmeyle tamamen terstir. Zira edebi düşünmede temel hedef, söz ve terkiplerden zevk ve haz duymaktır. Amaç, edebi üsluplarla coşkulu anlamlar oluşturmaktır. Siyasi düşünme biçiminde ise, birtakım ayrıntılar söz konusudur. Eğer siyasi düşünme, siyaset bilimleriyle ilgili metin ve araştırmalara yönelikse, bu durumda "siyasi tefekkür" ile "fikri tefekkür” adeta aynı türün iki ayrı versiyonu olarak karşımıza çıkar. Zira "siyasi tefekkür" ile "fikri tefekkür" büyük ölçüde benzeşirler. Şu da var ki, düşünceyle ilgili fikir yürütebilmek için, araştırılan düşünce düzeyinde, aynı türden olmasa da birbiriyle ilintili ön bilgilere sahip olmak gerekir. Siyasi düşünme araştırılan düşünce düzeyinde ön bilgilere sahip olmayı gerektirse de, önemli olan aynı konuyla ilgili ön bilgilerin varlığıdır. Siyasi düşünmede ön bilgilerin, araştırılan düşünceyle ilintili birbirine benzeyen ve onu yorumlayan bilgilerden oluşması yeterli değildir. Bu nedenle siyasi metinler üzerinde fikir yürütmek, fikri metinler üzerinde akıl yürütmenin bir türünü oluşturur.
Fakat siyasi düşünme; haberler, olaylar ve bunlar arasında bağlantı kurmakla ilgiliyse, bu durumda bütün düşünme çeşitlerinden farklılık arz eder. Siyasi düşünmenin bu türüne düşüncenin herhangi bir çeşidi tatbik edilemez. Bu yönüyle de düşünmenin en üst ve en zor türüdür. Üst düzey düşünme biçimi olmasının nedeni, eşyalar, olaylar ve hatta düşünmenin her türü için geçerli olmasıdır. Gerçi düşüncelerin üzerinde kurulu olduğu ve çözümlerin doğduğu "fikri kaide", en üst düşünceyi temsil etmektedir. Fakat söz konusu "fikri kaide" bile tek başına siyasi bir düşüncedir. Zira "fikir kaide"yi fikri kaide yapan ve onu doğru bir temel olmasını sağlayan, düşüncenin ve düşünme biçiminin siyasi olmasıdır. Bu nedenle "siyasi düşünme, tüm düşünme tarzlarının en üst şeklidir" dediğimizde, bu, "fikri kaide"yi de, yani "fikri temel"i meydan getirmeye elverişli her şeyi kapsamına alır.
Siyasi düşünme en zor düşünme biçimidir dedik, çünkü bir kuralı yoktur. Herhangi bir kurala göre değerlendirilmez. Bu ise düşünen kişiyi şaşırtır, onun kafasını karıştırır. Daha işin başındayken pek çok hatayla baş başa bırakır. Sonuçta birtakım ön yargı ve yanılgıların hedef tahtası haline gelir. Kişi, siyasi deneyim kazanarak bütün günlük olayları izleyip bunlara karşı devamlı tetikte olmazsa, siyasi düşünme biçimine sahip olması son derece güçleşir. Demek ki haber ve olaylar vasıtasıyla siyaset hakkında akıl yürütmek, bütün düşünme tekniklerinden farklı olup bu tekniklere oranla daha karakteristik özelliklere sahiptir.
Siyasi metinler üzerinde akıl yürütmek, siyaset bilimleri ve araştırmalarını ihtiva etse de, gerçekte haber ve hadiselerle ilgili metinler üzerinde akıl yürütmekten ibarettir. Bu nedenle siyasi metinler gerçekte haber biçimlerini oluştururlar. Kişi siyasetle ilgili akıl yürütmek isterse, her şeyden önce haber metinleri, bu metinlerin sergileniş biçimleri ve bunu anlamanın yolları üzerinde akıl yürütmesi gerekir. Ancak bu yolla siyaset üzerinde akıl yürütmek mümkündür. Kişi, ancak bunu yaptığı takdirde siyaset üzerinde akıl yürütmüş kabul edilebilir. Bu açıdan siyaset bilimleri ve araştırmaları üzerinde araştırma yapmak, siyaset üzerinde akıl yürütmek sayılmaz. Çünkü siyaset bilimleri ve araştırmaları üzerinde akıl yürüterek birtakım bilgiler elde edilir ki bu, düşünce ile ilgili metinler üzerinde akıl yürütmenin tıpatıp aynısıdır. Bu şekilde akıl yürütme, kişiyi derin veya aydın düşünmeye götürse de, kişiyi siyasi düşünür haline getirmediği gibi siyaset üzerinde akıl yürütmesini de sağlamaz. Olsa olsa siyasete, yani siyaset bilimleri ve araştırmalarına aşina olmasını sağlar. Bu ise kişinin öğretici olması için elverişli olmakla birlikte siyasetçi olması için elverişli değildir. Çünkü siyasetçi, haberleri, hadiseleri ve onların göstergeleri durumundaki anlamları kavrayan ve bu kavrayışıyla kendisine pratiğe dönüştürme imkânı verecek olan bilgiyi elde eden kişidir. Bu anlamda siyasetçinin, siyasi bilimlere ve araştırmalara aşina olup olmaması fark etmez. Gerçi siyasi bilimler ve araştırmalar, kişinin haber ve hadiseleri daha iyi anlamasına yardımcı olur, ancak bunların önemi, bilgi türünü seçmek üzere ilişkilendirme işlemiyle sınırlıdır. Bu açıdan siyaset ile ilgili akıl yürütmek için, siyasi bilimler ve araştırmalar şart değildir.
Ne yazık ki dini devletten soyutlama düşüncesi ortaya çıkıp "orta çözüm" düşüncesinin yaygınlık kazanmasından bu yana, Batı ülkelerinde -yani Avrupa ve Amerika'da- siyasi bilim ve araştırmalar hakkında pek çok eserler basılmış, bu eserler Batı'nın hayata bakış açısına ve başlangıçta barış ve uzlaşma adına ortaya çıkan "orta çözüm" düşüncesine göre kaleme alınmıştır. Öte yandan Komünist düşüncenin doğuşunun ardından Rusya'nın komünizmi benimsemesiyle, siyasi araştırmaların "orta çözüm" düşüncesi yerine belli bir düşünceye göre yapılacağı umudu doğdu. Fakat ne yazık ki Rusya da Batı kervanına katıldı. Muhteva olarak olmasa da, biçimsel bazı farklılıklara rağmen Rusya da Batı'yı takip etti. Bu nedenle şimdiye kadar ortaya çıkan siyasi bilim ve araştırmaların, aklın rahatlıkla doğruluğunu kabul etmediği türden araştırmalar olduğunu söyleyebiliriz. Bu araştırmalar, temelinde "orta çözüm"ün bulunmasının ötesinde, adeta tahmin ve varsayıma dayalı araştırmalardır. Bu yüzden okuyucunun siyasi bilim ve araştırmalarla ilgili metinlere ilişkin akıl yürütürken, yanılgıya düşmemek için sürekli dikkatli ve tetikte olması gerekir. Çünkü söz konusu metinlerin içeriğinde vakıayla çelişkili, yanıltıcı düşünceler de vardır. Bu açıdan aslında Batı'nın hukuk metinlerine karşı koyduğumuz çekinceyi, onun siyasi bilim ve araştırmalarına karşı koymayı da tercih ederiz. Çünkü siyasi araştırmalarda da örneğin, yönetim meselesi gibi siyasetten çok hukukla ilgili meseleler vardır. Ancak her şeye rağmen bu araştırmalar, düşünce ve siyasetle ilgili araştırmaların kapsamına girdiğinden, bu yönüyle dikkatli ve tetikte olmak şartıyla okunup araştırılmasında bir sakınca yoktur.
Örnek olarak Batı'daki siyasi araştırmaların içerdiği bazı düşünceleri ele alalım: Batı'da yönetim kolektif olup "bakanlar kurulu"nca temsil edilmektedir. Doğu ülkeleri de bu yönetim tarzını benimseyip başka bir biçime soktular ve kolektif liderlik modelini şiddetle savunur hale geldiler. Bu model, vakıaya aykırı "orta çözüm" üzerinde kurulu bir modeldir. Böyle bir modelin ortaya çıkışı, Avrupa'daki diktatör krallara karşı duyulan tepkiden kaynaklanmaktadır. Kralların zulüm ve istibdadından bıkan halk, bu zulümün temelinde monarşi, yani tek adam yönetiminin yattığını düşündüler. "Yönetim ferdin değil, halkındır" sloganıyla krallara karşı ayaklandılar. Sonunda bir "orta çözüm" bulunarak yönetimi "bakanlar kurulu" üstlendi. Halbuki bakanlar kurulu, ne halktır, ne de halk tarafından seçilmiştir. Bakanlar kurulunu başbakan yönettiğine göre, yönetim ne ferdin ne de halkın eline geçmiş oluyor. Aksine başbakan ve bakanlar kurulu yönetimde söz sahibi oluyor. Bu sistem, yönetimin tek bir kişinin elinde olması ile halkın elinde olması arasında orta bir çözümdür. Dolayısıyla ortaya konulan çözüm, yönetim sorununa çözüm getirmek yerine, iki tarafı da razı etme operasyonudur. Kaldı ki pratikte, bütün demokratik sistemlerde yönetimin ferdi bir biçime büründüğü de ortadadır. Çünkü bu sistemlerde bile yönetimi ya devlet başkanı ya da başbakan üstlenmektedir. Bu da gösteriyor ki yönetim gerçeği, yönetimin sadece ferdi olmasını gerektirir. Bu bakımdan yönetim asla kolektif olamaz. Ona kolektif bir karakter verilse dahi, yönetimin seyri söz konusu kolektif yönetimin ferdi yönetime dönüşmesini zorunlu kılar. Çünkü yönetimin kolektif olması, yönetim gerçekliğine aykırıdır.
Aynı şekilde Batı'da egemenlik halka verilmiştir. Yasama, yürütme ve yargı halka aittir. Bu da gerçeğe aykırıdır ve "orta çözüm" üzerinde kuruludur. Orta çözümün ortaya çıkışı da yine diktatör krallara duyulan tepkinin ürünüdür. Çünkü yasama, yürütme ve yargı bu kralların iradesi dahilindeydi. Yasayan da yürüten de onlardı. Kralların zulüm ve istibdadından bıkan halk, bu zulüm ve istibdadın monarşiden kaynaklandığını düşündü. Krallara karşı ayaklanıp "egemenlik halkındır" dedi. Halkın hem yasayan hem de yöneten güç olması gerektiğini hararetle savundu. Sonunda yasama misyonunu halk tarafından seçilen bir meclis, yürütmeyi ise bakanlar kurulu, başbakan veya devlet başkanı üstlendi. Bu bir orta çözümdü. Çünkü parlamento üyeleri halk tarafından seçilseler de aslında yasama görevini yürüten parlamento değil, iktidardaki bakanlar kurulu veya cumhurbaşkanıdır. Gerçi bakanlar kurulu da cumhurbaşkanı da halk veya halkın temsilcileri tarafından seçilirler. Ancak bu sistem halkın kendi kendisini yönetmesi değil, halkın sadece yöneticisini seçmesi anlamına gelir ki, bu da "orta çözüm"ün ta kendisidir. Bunun da ötesinde Batılılar, egemenliğin yasalara ait olduğunu, doğru bir yönetimde yasaların egemenliğinin şart olduğunu ifade ediyorlar. Böylece orta bir çözüm getirerek bir sistem kurmuşlardır. Fakat yanılgılardan kurtulamamışlardır. Zira yönetim gerçeği, bu sistemin dışında bir gerçektir. İyi bir yönetimde yöneticiyi halk seçer ve hukukun üstünlüğü esastır. Mutlak anlamda egemenlik halkın olmaz.
Batı'da yönetim ile duygu ve din işleri birbirinden ayrılır. Kilisenin otoritesi devlet otoritesinden ayrıdır. Devlet hayır işleme, yoksullara şefkat gösterme, yaralıların yaralarını sarma gibi duygusal işlerle uğraşmaz. Bu düşünce din işlerinin devlet işlerinden ayrı olmasını öngören orta çözüm üzerinde kuruludur. Fakat pratik gerçeğe aykırı bir düşüncedir. Çünkü kilise, diktatör kralların tahakkümü altında olduğu için, yaralı, hasta ve yoksul gibi toplum kesimlerinin yaralarını saramıyordu. İnsanlar bu duruma büyük tepki gösterdiler. Bu tepkinin sonucu olarak; kilise ve duygusal işler devlet işlerinden ayrılarak orta bir çözüm bulundu. Böylece kilise otoritesi devlet otoritesinden ayrıldı. Birtakım hayır kurumları, kızıl haç gibi örgütler ortaya çıktı. Ancak pratik hayattaki yönetim gerçeği, insanların tüm işlerini kapsamına almasını gerektirmektedir. Din işleri ve duygusal işler de insanlara ait olduğundan, devlet açıkça olmasa da dolaylı bir şekilde kiliseleri, hayır kurumlarını ve kızıl haç örgütlerini kontrol altına alıp onları da yönetmek zorunda kaldı. Görünüşte din ve devlet işleri birbirinden ayrı gözükse de bu teori pratik gerçeğe aykırıydı.
Yukarıda Batı düşüncesinden sadece üç noktayı ele alarak yanılgılarını ortaya koymaya çalıştık. Batı'lıların yönetim ile ilgili düşüncelerine ait aynı yanılgılarını hem ideolojilerle hem de olay ve hadiselerle ilgili siyasi fikirlerinde bulmak mümkündür. Gerçi bu düşüncelerin içerisinde akla aykırı gelmeyen bazı gerçekler de vardır fakat, bütün bunlara rağmen "gerçek"ten kopmalarla ve yanılgılarla doludur. Örneğin; İngiliz siyasetiyle ilgili konuştuklarında, İngiliz siyasetinin üç temel üzerinde kurulu olduğunu söylerler. Bunlar: İngiltere'nin Amerika ile olan ilişkileri, Avrupa'yla olan ilişkileri ve önceden İngiltere'nin sömürgesi olup da sonradan bağımsızlığını kazanan "Common-wealth" ülkeleriyle olan ilişkileridir. Bu sınıflandırma doğrudur. Çünkü bir gerçeğin ifadesidir. Fakat İngiltere'nin müttefiklerine, dost ve düşmanlarına karşı tutumlarını dile getiren sözleri, demagoji ve yanıltmadan ibaret olup gerçeğe, olayların ve hadiselerin seyrine aykırıdır. Aynı demagoji ve yanıltma üslûbunu, Batılı olsun olmasın, geçmişte veya şimdi herhangi bir devletle ilgili sözlerinde bulmak mümkündür. Zira onlar gerçekleri derin düşünebilen bazı kişilerin bile gözünden kaçabilecek şekilde çarpıtmada oldukça ustadırlar. İşte bütün bunlardan dolayı, sürekli dikkatli ve tetikte olmadan, siyasi bilimler ve araştırmalar üzerinde akıl yürütmek doğru olmaz.
Mevcut olay ve hadiseler üzerinde akıl yürütmeye gelince; kelimenin tam anlamıyla siyasi düşünme bu şekildeki akıl yürütmeyle ortaya çıkar. Kişiyi siyasi düşünür haline getiren de bu faktördür. Mevcut olay ve hadiseler üzerinde akıl yürütmeyi gerçekleştirmek için beş temel noktanın bir arada bulunması gerekir:
Birincisi; dünyadaki tüm olay ve gelişmeleri takip etmek. Ancak olaylar önemlilik, tesadüf, kasıtlılık, kısa ve ayrıntılı olmaları açısından farklılık gösterdiklerinden, haber takibi zamanla rayına oturacaktır. Bundan sonra bütün haberleri takip etmek gerekmeyecek, sadece bilinmesi gereken haberleri takip etmek yeterli olacaktır.
İkincisi; olayların hakikatleri, yani haberlerin içerdikleri anlamlar hakkında az da olsa birtakım bilgilere sahip olmak. Bu bilgiler olayın vakıası, yani haberlerin içerdikleri anlamlar üzerinde durma imkânı verebilecek coğrafi, tarihi, siyasi ve düşünceyle ilgili bilgilerden meydana gelebilir.
Üçüncüsü; olayları içinde bulundukları koşullardan soyutlamamak, ve genelleştirme yoluna gitmemek. Zira olayları kendi koşullarından soyutlayıp genelleştirmek olayların ve haberlerin doğru bir biçimde anlaşılmasını engelleyen bir afettir. Bu nedenle olayı içinde bulunduğu koşullarla birlikte ele almak gerekir. Bunun yanında bir olayla ilgili yapılan değerlendirme sadece o olayla sınırlandırılmalı, benzer olayları, değerlendirmesi yapılan olaya kıyaslayarak genel değerlendirme yoluna gidilmemelidir. Aksine her olaya ferdi bir olay gözüyle bakmak ve sadece söz konusu olay için geçerli olmak üzere bir yargıya varmak gerekir.
Dördüncüsü; olay ve hadiseleri birbirinden ayırt ederek onlara açıklık getirmek, yani haberin kaynağı, oluşu, yani zamanı, nasıl bir durumda vuku bulduğu, neden vuku bulduğu veya böyle bir haberin neden verildiği, haberin ne kadar ayrıntılı olduğu, doğru olup olmadığı ile ilgili bilgiler elde edecek biçimde kapsamlı bir araştırma yapmak gerekir. Olayı açıklığa kavuşturacak olan, bu araştırmadır. Araştırma ne kadar kapsamlı ve derin olursa, olay da o denli aydınlanmış olacaktır. Aksi takdirde olayı veya hadiseyi ele almak mümkün değildir. Çünkü kişiyi sürekli yanılgı ve hataya maruz bırakır. Bu nedenle haberi ele alırken, hatta sadece duyarken bile onu açıklığa kavuşturmak önemli bir faktördür.
Beşincisi; haberi birtakım bilgilerle ve özellikle bu haberin dışındaki başka haberlerle ilişkilendirmek. Haber hakkında doğruya yakın bir hüküm vermek, söz konusu ilişkilendirmeye bağlıdır. Ancak ilişkilendirme işlemi doğru yapılmamışsa, affedilmez bir sapma olmasa da hatanın meydana gelmesi kaçınılmazdır. Örneğin; uluslararası politikayla ilişkilendirilmesi gereken bir haberi iç politikayla ilişkilendirmek, iç politikayla ilişkilendirilmesi gereken bir haberi de dış politikayla ilişkilendirmek, siyasetle ilintili olduğu halde ekonomiyle ilgili bir haberle ekonomi arasında bağ kurmak veya Almanya'yla ilgili bir haberi Amerika'yla ilintili olduğu halde Alman politikasıyla ilişkilendirmek doğru olmaz. Bu nedenle haberi, haberle ilgili faktörle ilişkilendirmek son derece önemlidir. Sadece ilişkilendirmek de yetmez. Haberle faktör arasında kurulan bağın doğru olması gerekir. Başka bir ifadeyle, bağ kurma işlemi sadece bilmeye değil, aynı zamanda anlamaya, kavramaya ve pratiğe geçirmeye yönelik olmalıdır.