Gecenin bir vakti Babüssaade’nin büyük demir tokmakları vurulur. Burası Osmanlı’nın
idare merkezi Topkapı Sarayı’nın orta kapısıdır ve bu kapıdan içeride padişahla
yakın adamları yaşamaktadır.Kapıağası Hasan Ağa, nöbet yerinden kalkar, Babüssaade’nin
demir kanatlarını aralar. Kalabalık halde gelenler Arap elbiseli, Arap sîmâlı
nûranî şahıslardır. Silah kuşanmışlar, ellerine bayrak almışlardır. Kapının
yanında da dört nûranî kimse durmaktadır. Bunların ellerinde de birer sancak
vardır. Kapıyı vuran şahsın elinde ise padişahın ak sancağı bulunmaktadır. Rüyasında
Hasan Ağa’ya der ki: “Bu gördüğün Resul’ün (sas) ashabıdır. Bizi Resul (sas)
gönderip selam etti ve buyurdu ki; ‘Kalkıp gelsin! Haremeyn hizmeti ona verildi.
Bu gördüğün dört kimseden bu Ebu Bekr-i Sıddîk, bu Ömerü’l-Faruk, bu Osman-ı
Zinnureyn’dir. Seninle konuşan ben ise Ali bin Ebu Talib’im. Var Selim Han’a
selam söyle.”
Birkaç saat sonra yanına geldiklerinde Hasan Ağa’yı gördüğü rüyanın ağırlığından
şaşkın halde bulurlar. Önce hastalandığını sanırlar. Terden sırıksıklam olmuş
elbiselerini değiştirirler. Bu durumun gördüğü rüyanın ağırlığından olduğunu
anladıklarında bunu bir iş için oraya gelen padişahın nedimi Hasan Can’a da
anlatmasını isterler.
Zaten Yavuz Sultan Selim de sabahtan beri Hasan Can’ı gördüğü rüyayı anlatması
için sıkıştırmaktadır. Hasan Can, padişahın yanına döner; “Sultanım” der, “Sabahtan
beri sorduğunuz rüyayı bu Hasan değil, bir başka Hasan, Kapı Ağası Hasan kulunuz
görmüş!” der.
Rüyayı dinledikçe Yavuz’un gözleri yaşarır, yüzü kızarır. “Biz dememiş miydik
ecdadımız memur olmadıkça bir yere sefer etmezlerdi diye. Onların her biri evliyalıktan
nasipdar idi. Biz onlara benzemedik!” der.
Bu hadiseden sonra hazırlıklar tamamlanır, Mısır seferine çıkılır. Artık Mısır
ve Hicaz Osmanlı padişahlarının idaresindedir. Bunun ilk tescili de 20 Şubat
1517 Cuma günü gerçekleşir. Kahire’deki Melik Müeyyed Camii’nde hutbe Yavuz
Sultan Selim adına okunur. Hatib, hutbede yeni halifenin adını söylerken o zamana
kadar âdet olduğu üzere “Hâkimü’l-Haremeyni’ş-Şerifeyn” sıfatını kullandığında
Yavuz seslenerek “Hadimü’l-Haremeyni’ş-Şerifeyn” demesini ister. Yani Mekke
ve Medine’nin hakimi değil hadimi, hizmetçisi olarak görmektedir kendini.
Sefer dönüşü halkın tezahüratından kaçındığı için Üsküdar’dan bindiği bir kayıkla
gece yarısı gizlice sarayına giren Yavuz Sultan Selim, beraberinde Peygamber
Efendimiz’e ve mukaddes mekanlara ait bir kısım emanetleri de getirir. Topkapı
Sarayı’nda kendi yaşadığı ve Has Oda denilen taht odasına, başucuna yerleştirir.
Kendisiyle birlikte yaşayan en yakın kırk adamını muhafazasına tayin eder. Has
Odalılar devlet ve padişah hizmetlerinin yanı sıra Hırka-i Saadet’i muhafaza
edecekler, gereken hürmeti gösterecekler, yirmi dört saat yanında Kur’an-ı Kerim
okuyup nöbet tutacaklardır. Beş asırlık bu nöbet halen devam ediyor.
Günümüzde Topkapı Sarayı Hırka-i Saadet Dairesi’nde bulunan emanetlerin hepsi
Yavuz Sultan Selim’le birlikte gelmiş değil. Sahabilerin Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü
vesselâm Efendimiz’den hatıra olarak saklayıp rahmet-i ilahîye vesile bildikleri
emanetler kendilerinden sonra nesilden nesile taşınmıştı. Ailelerin ve resmi
kurumların elindeki bu emanetlerin önemli kısmı zaman içinde padişahlar nezdinde
toplandı. Kâbe ve Peygamber Efendimiz’in (sas) kabrinin tamirinden çıkan parçalar
ile geçmiş peygamberlere, Sahabilere ve İslâm büyüklerine ait hatıraların da
ilavesiyle 20’inci asra gelindiğinde Topkapı Sarayı’nda maddi ve manevi açıdan
değer biçilemeyecek bir hazine meydana gelmişti.
Emânât-ı Mübâreke, Osmanlı Sarayı’nda devamlı imtiyazlı bir mevkide bulunduruldu.
Hepsi kıymetli kumaşlardan som sırma işlemeli bohçalara sarılıp altından, gümüşten,
sedef kakmalı ahşaptan sandıklara konulurdu. Sandıklar padişahın mührüyle mühürlenir,
altın/gümüş anahtarları padişah n----- silahdar ağada bulunurdu. Padişahlar
Rida-i Cenab-ı Peygamberî’nin (Hırka-i Saadet’in) muhafızı olmakla iftihar ederler,
gece gündüz tazim ve hürmette kusur etmezlerdi. Sarayda yanıbaşlarında bulundurdukları
gibi gittikleri seferlere de beraber götürürlerdi. Her yıl Ramazan ayının on
beşinde gerçekleştirilen Hırka-i Saadet ziyareti Osmanlı protokolünün en önemli
törenlerindendi.
Peygamber Efendimiz’in (sas) şanlı sancağı, saraydan çıkarılıp sancak alayı
ile harbe gönderilirdi. Padişahlar Hırka-i Saadet Dairesi’nde yaşadıkları gibi
vefatları vukuunda cenazeleri de burada yıkanıp kefenlenirdi.